Yalnız Mesajı Göster

Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram)

Eski 08-11-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram)



Cennetle müjdelenen on sahâbîden biri:
ABDURRAHMAN BİN AVF



Abdurrahman bin Avf, ticâretle meşgul olurdu Bu sebeple çeşitli yerlere ticâret için giderdi Şöyle anlatır:

Peygamber efendimize peygamberlik emri bildirilmeden bir yıl önce, ticâret için Yemen'e gittiğim zaman, Askelân bin Avâkir-ül-Himyerî'ye misâfir olmuştum O zât, çok yaşlı idi ve ona her varışımda ona konuk olurdum O da bana Mekke'den haber sorarak derdi ki:

- İçinizde kendisi hakkında haber ve zikir bulunan zât zuhûr etti mi? Dîniniz hakkında size karşı olan bir kimse var mı?

Ben de hep, "hayır, yoktur" derdim

O'na kitap indirdi

Nihâyet, Resûlullah efendimize peygamberlik bildirilip, İslâm dînini insanlara gizlice tebliğ etmeye başladığı sene idi Yemen'e yine gidip aynı zâta misâfir olduğumda bana dedi ki:

- Ben seni ticâretten daha hayırlı bir müjde ile müjdeleyeyim mi?

- Evet, müjdele

- Hiç şüphesiz, Allah senin kavminden, kendisinden râzı olduğu, seçtiği bir peygamber gönderdi ve O'na Kitab da indirdi O, insanları putlara tapmaktan men edecek ve İslâmiyete da'vet edecek Hakkı buyuracak ve işleyecek, bâtılı da men ve iptâl edecektir O, Hâşimoğullarındandır Siz O'nun dayılarısınızdır Dönüşünü çabuklaştır! Gidip O'na yardımcı ol! Kendisini tasdîk et ve şu beytleri de Ona götür!

Yemenli ihtiyârın söylediği beytleri ezberleyip, Mekke-i mükerremeye döndüm ve Hz Ebû Bekir ile buluştum Ona, Yemenli ihtiyârın söylediklerini haber verdim Ebû Bekir dedi ki:

- O kimse, Abdullah'ın oğlu Muhammed aleyhisselâmdır Allahü teâlâ, Onu insanlara peygamber olarak gönderdi Hemen Ona gidip îmân et!

Hemen Resûlullahın evine gittim Resûlullah efendimizin beni görünce gülümsedi ve sordu:

- Arkanda ne haber var, ey Abdurrahman?

- Yâ Muhammed, bu ne demek?

- Bana tevdî edilmek üzere o kimsenin seninle gönderdiğini getir, ver Hiç şüphesiz onu bana gönderen Hımyeroğulları mü'minlerinin üstünlerindendir

Gerçek kardeşlerimdir

Resûlullah efendimizin bu sözlerini işitince hemen Kelime-i şehâdet getirerek Müslüman olma şerefine kavuştum ve Yemenli ihtiyârın söylediği beytleri okuyarak, onun anlattıklarını anlattım Bunun üzerine sevgili Peygamberimiz buyurdu ki:

- Zaman zaman öyle mü'minler bulunacak ki, onlar beni görmeden bana inanacak ve beni tasdik edeceklerdir İşte, bunlar, benim gerçek kardeşlerimdir

Hz Abdurrahman İslâmiyeti kabûl edince diğer Müslümanlar gibi eziyet ve işkencelere mâruz kaldı Böylece vatanını terketmek suretiyle hicrete mecbur oldu Habeşistan'a hicret eden müslümanlarla beraber bu memlekete gitti Çok geçmeden Peygamber efendimiz Medine-i münevvereye hicretinden sonra Medîne'ye gelerek Resûlullaha katıldı

Hz Abdurrahman bütün harplerde bulundu Bedir'de kahramanlıkları çok oldu Abdurrahman bin Avf hazretleri, Bedir muhârebesinde şâhit olduğu bir hâdiseyi şöyle anlatır:

Savaş esnâsında yanımda ensârdan iki genç belirdi Gençlerin gayreti hoşuma gitti Kendilerine muhabbetle baktım Gençlerden birisi yanıma yaklaşarak dedi ki:

- Biz, islâm düşmanı Ebû Cehil'i öldürmeye azmettik Fakat kendisini tanımıyoruz Onu bize gösterir misin?

- Peki siz bu işi başarabilecek misiniz?

- Resûlullaha ve İslâm dînine hakâret eden kimse sağ olduğu müddetçe, bizim sağ kalmamızın bir önemi yoktur Allaha yemin ederiz ki, onu gördüğümüzde, kanımızın son damlasına kadar, onu öldürmek için çalışacağız

Hanginiz öldürdü?

Gençlerin bu kararlı hâline gıpta ettim Bu arada Ebû Cehil karşıdan geçiyordu Gençlere dedim ki:

- İşte aradığınız, şu karşıdan geçmekte olan kimsedir

Ebû Cehil'i gören gençler, Ebû Cehil'in askerlerinin çokluğuna bile bakmadan, kılıçlarını çektikleri gibi, üzerine atıldılar

Ebû Cehil'in askerleri hiç beklemedikleri böyle bir durum karşısında donakaldılar Onların şaşkınlıkları geçmeden, gençler, Ebû Cehil'i öldürünceye kadar kılıç darbesine tuttular

Sonra dönüp Resûlullahın huzuruna geldiler Ve hâdiseyi arz ettiler Peygamber efendimiz çok memnûn olarak, gençlere sordu:

- Bunu hanginiz öldürdü?

İkisi de birden dediler ki:

- Ben öldürdüm

Bunun üzerine, gençlerin kılıçlarını muâyene ettikten sonra;

- İkiniz öldürmüşsünüz, buyurdu

Abdurrahman bin Avf hazretleri, Uhud savaşında yirmi yerinden yaralandı 12 dişi kırıldı Peygamber efendimiz, Medîne'de kendisini Saîd bin Rebii hazretleri ile kardeş yaptı Kardeşi, malına ve servetine onu da ortak yapmak istediğinde şöyle dedi:

- Aziz kardeşim, Allah sana ve çoluk çocuğuna bereket ihsân etsin, malını çoğaltsın! Sen bana çarşının yolunu göster, ben orada ticâret yapar ihtiyâçlarımı karşılarım

Bu serveti nasıl kazandın?

Bu sözü Peygamber efendimize bildirilince, çok sevindi Kendisine hayır duâ etti Bu duâdan sonra yaptığı ticâret sebebiyle kısa zamanda çok zengin oldu Buyururdu ki:

- Taşa uzansam, o taşın altında ya altına veya gümüşe rast gelirdim

Abdurrahman bin Avf hazretlerine sordular:

- Bu büyük serveti nasıl kazandın?

- Çok az kâra râzı oldum Hiçbir müşteriyi boş çevirmedim

Abdurrahman bin Avf, Resûlullahın sağlığında Allah yolunda çok mal harcadı Üç kere malının yarısını verdi Birinci defa 4000 dirhem, ikincide 40000 dirhem ve üçüncüde de 40000 altın sadaka olarak Allah yolunda dağıttı

Uhud savaşı esirlerinden 30 tanesini azâd ettirdi ve her birine 1000 altın dağıttı Tebük seferi için 500 at ve 500 yüklü deve verdi

Birgün buğday, un ve çeşitli zahire yüklü 700 devesi ile Medîne'ye girdiğinde, Hz ^Aişe, Resûlullah efendimizin;

- Abdurrahman bin Avf, Cennete emekliyerek girer, buyurduğunu bildirince, Abdurrahman bin Avf, develerin hepsini yükleriyle birlikte Allah yolunda dağıtacağını söz verip, onu şâhit tutmuştur

Resûlullaha imâm oldu

Bedir harbinde bulunup da sağ kalanların herbirine, kendi malından 400 dirhem altın para verilmesini vasiyet etti Vasiyeti hemen yerine getirildi

Tebük harbi dönüşünde, Peygamber efendimiz gecikince, namaz geçmesin diye, Abdurrahman bin Avf hazretleri imâm yapıldı İkinci rek'atte iken Peygamber efendimiz yetişip kendisine uydu Namazdan sonra;

- Bir peygamber sâlih bir kimsenin arkasında namaz kılmadıkça rûhu kabzolmaz, buyurdu

Abdurrahman bin Avf hazretleri nakleder:

Bir gün Peygamber efendimiz yalnız olarak, yola çıktı Ben de geriden tâkip ediyordum

Hurmalık bir yere vardı Yere kapandı Secde o kadar uzadı ki, kendi kendime, "Aman yâ Rabbî, acaba Resûlullaha birşey mi oldu?" diyerek büyük bir korku ile yanına yaklaştım ve oturdum

Resûlullah, secdeden başını kaldırıp sordu:

- Sen kimsin?

- Ben Abdurrahman'ım

- Bir şey mi oldu?

- Hayır yâ Resûlallah, secdeniz o kadar uzadı ki, size bir hâl olmasından endişe ettim

- Yâ Abdurrahman! Cebrâil aleyhisselâm şunu müjdeledi: "Yâ Resûlallah, kim ki, sana salât ve selâm getirirse, Cenâb-ı Hakkın magfiret ve selâmına nâil olur" Ben de bu müjde sebebiyle şükür secdesinde bulundum

Seni ağlatan nedir

Abdurrahman bin Avf hazretleri, Resûlullahın âhırete teşrîfinden sonra, Onunla geçirdiği günleri hatırlıyarak dâimâ ağlardı Onun sohbetlerinden mahrûm olduktan sonra, kendisi için dünyanın hiçbir kıymeti kalmadığını söylerdi

Nevfel bin İyas hazretleri anlatır:

Abdurrahman bin Avf hazretleri, bizi bir gün evine götürdü Bize tepsi içinde leziz yemekler ikrâm etti Yemeği önümüze koyunca, ağlamaya başladı O ağlayınca biz de ağlamaya başladık Fakat niçin ağladığımızı bilmiyorduk Sordum:

- Ey Abdurrahman, seni bu kadar ağlatan nedir?

- Biz bu kadar ni'metler içerisindeyiz Resûlullah vefât etti Fakat kendisi ve ehli arpa ekmeğinden bile bir defa olsun doyasıya yemedi Biz bu yediklerimizin şükrünü nasıl yapacağız? Bunun için ağlarım

Abdurrahman bin Avf, Hicretin 6 senesinde, Resûlullah efendimiz tarafından Kelb kabîlesini İslâma da'vet etmek için Dûmet-ül-Cendel'e gönderilen 700 kişilik orduya, kumandan tâyin edildi Dûmet-ül-Cendel, Tebük şehrinin yakınında olup, büyük bir panayır ve ticâret merkezi idi

Resûlullah efendimiz, Abdurrahman bin Avf'ı yanına çağırıp buyurdu ki:

- Hazırlan! Seni bugün veya yarın sabah inşâallah askerî birliğin başında göreceğim

Yolculuk elbisem üzerimdedir

Sabah namazını mescidde kıldıktan sonra, Peygamber efendimiz onun Dûmet-ül-Cendel'e hareket etmesini ve oranın halkını İslâmiyete da'vet etmesini emir buyurdu Dûmet-ül-Cendel'e gidecek ordu, seher vakti Medîne dışındaki Cürüf denilen mevkîde toplandı Peygamber efendimiz, Abdurrahman bin Avf'ın geride kaldığını görünce buyurdu ki:

- Arkadaşlarından niçin geri kaldın?

- Yâ Resûlallah! En son görüşmemin ve konuşmamın sizinle olmasını istedim Yolculuk elbisem üzerimdedir

Abdurrahman bin Avf, başına, siyah pamuklu ve kalın bezden, gelişi güzel bir bez sarmıştı Peygamber efendimiz, onun sarığını eliyle çözüp, sarığın ucunu iki omuzunun ortasından sarkıtarak bağladı ve, "Ey İbni Avf! İşte sarığını böyle sar" buyurdu Daha sonra eline bir sancak vererek devam etti:

- Ey İbni Avf! Allahü teâlânın adıyla, O'nun yolunda cihâd et ve Allahı inkâr edenlerle çarpış Zulüm ve taşkınlık yapma Allahın emri dâiresinde hareket et Çocukları öldürme Eğer o belde ahâlisi senin da'vetine icâbet ederlerse, o kabîlenin reîsinin kızıyla evlen

Abdurrahman bin Avf, emrine verilen 700 kişilik orduyla birlikte hareket ederek, Dûmet-ül-Cendel'e ulaştı Kelb kabîlesini, tatlı bir üslûbla İslâma da'vet etti Üç gün orada kaldıktan sonra, Kelb kabîlesinin reîsi Esbağ bin Amr ve kavminin büyük bir kısmı Müslüman olup, Hıristiyanlığı terkettiler Bir kısmı da Hıristiyan olarak kalıp, cizye vermeye râzı oldular

Abdurrahman bin Avf, Müslüman olan Esbağ'ın kızı Tümadır ile evlendi Onunla birlikte Medîne'ye geldi Tümadır, Abdurrahman bin Avf'ın oğlu Ebû Seleme'nin annesidir Ebû Seleme ise Medîne'nin yedi büyük fıkıh âlimlerinden biridir

Bunları koruyalım

Hz Ömer'in halîfeliği zamanında bir ticaret kervanı gelip, gece Medîne'nin dışında kondu Yorgunluktan hemen uyudular Halîfe Ömer, şehri dolaşırken bunları gördü Abdurrahman bin Avf'ın evine gelip dedi ki:

- Bu gece bir kervan gelmiş Hepsi kâfirdir Fakat bize yabancı olanların, yolcuların; bunları soymasından korkuyorum Gel, bunları koruyalım

Sabaha kadar bekleyip, sabah namazında mescide gittiler İçlerinden bir genç uyumamıştı Arkalarından gitti Soruşturup, kendilerine bekçilik eden şahsın halîfe Ömer olduğunu öğrendi Gelip arkadaşlarına anlattı Roma ve İran ordularını perişan eden, binlerce şehir almış olan, adâleti ile meşhur yüce halîfenin, bu merhamet ve şefkatini görerek, İslâmiyetin hak din olduğunu anladılar Hepsi seve seve Müslüman oldu

Abdurrahman bin Avf hazretleri, fazîlet ve kemâl sâhibi bir insandı Kalbi sadece, Allah korkusu, Resûlüne muhabbet, doğruluk, iffet, merhamet ve şefkat ile doluydu Allah yolunda malını dağıtmaktan zevk alırdı

Eshâb-ı kirâmın en zenginlerinden olduğu hâlde, mala karşı en ufak bir sevgisi yoktu Her zaman âhireti dünyaya tercîh ederdi En büyük arzûsu, dînin emirlerine eksiksiz uyabilmekti

Ayakları açık kalıyordu

Bir gün bir yerde yemek ikrâm edilmişti O gün de kendisi oruçlu idi Tam iftâr edeceği zaman, bir hâtırasını anlatması istendi Hemen hâtırasını anlatmaya başladı:

"Benden çok hayırlı olan Mus'ab bin Ümeyr şehîd olduğunda, onu bir kumaş parçası ile kefenledik Başını örttüğümüz zaman, ayakları açık kalıyor, ayaklarını örttüğümüz zaman başı açık kalıyordu

Sonra Hz Hamza şehîd oldu O da benden çok üstündü Onu da zor şartlar altında defnettik Onlar benden çok hayırlı olduğu hâlde, dünyayı bırakıp gittiler Sonra bize dünya kapısı açıldı Türlü türlü ni'metlere kavuştuk Bunların hesâbını nasıl vereceğiz" deyip ağlamaya başladı

Oruçlu olduğunu unutup, iftâr yemeğini bile yemedi Zaten o günleri hatırlayınca yemek yiyecek hâli de kalmıyordu

Halîfe Ömer Şam'a gidiyordu Şam'da tâ'ûn ya'nî vebâ hastalığı olduğu işitildi Yanında bulunanların ba'zısı, "Şam'a girmiyelim" dedi Bir kısmı da dedi ki:

- Allahü teâlânın kaderinden kaçmıyalım

Bunun üzerine Halife de buyurdu ki:

- Allahü teâlânın kaderinden, yine O'nun kaderine kaçalım, şehre girmiyelim Birinizin bir çayırı ile, bir çıplak kayalığı olsa, sürüsünü hangisine gönderirse, Allahü teâlânın takdîri ile göndermiş olur

Sonra Abdurrahman bin Avf'ı çağırıp sordu:

- Sen ne dersin?

- Resûlullah efendimizden işittim ki, (Vebâ olan yere girmeyiniz ve vebâ olan bir yerden başka bir yere gitmeyiniz, oradan kaçmayınız) buyurmuştu

Halife de, "Elhamdülillah, benim sözüm hadîs-i şerîfe uygun oldu" deyip Şam'a girmediler

Vebâlı yerden kaçmak

Vebâ bulunan yerden dışarı çıkmanın yasak edilmesine sebep, sağlam olanlar çıkınca, hastalara bakacak kimse kalmaz, helâk olurlar Vebâlı yerde kirli hava, herkesin içine yerleşince, kaçanlar hastalıktan kurtulamaz ve hastalığı başka yerlere götürmüş, bulaştırmış olurlar Hadîs-i şerîfte buyuruluyor ki:

(Vebâ hastalığı bulunan yerden kaçmak, muharebede kâfir karşısından kaçmak gibi, büyük günâhtır)

Hz Ömer vefât ederken halîfeliğe aday olarak gösterdiği 6 kişiden biri de Abdurrahman bin Avf'dır Hz Ömer'in defninden sonra, tâyin edilen bu altı sahâbî toplandılar İlk olarak Abdurrahman bin Avf söz alıp şöyle dedi:

- Ey Cemâ'at! Bu husûsta hepimizin de görüşleri var Dinleyiniz, öğrenirsiniz, anlarsınız Muhakkak ki, hedefe isâbet eden ok, isâbet etmeyenden üstündür Bir yudum yavan fakat soğuk su, hastalığa sebep olan tatlı sudan daha faydalıdır

Sizler, Müslümanların rehberleri, mürâcaat olunan âlimlerisiniz O hâlde, aranızda meydana gelecek ihtilâflarda bıçağın ağzını köreltmeyin Kılıçları düşmanlarınızdan ayırıp kınlarına sokmayınız Yoksa düşmanlarınız karşısında tek kalmış, amellerinizi noksanlaştırmış olursunuz

Fitne ehli

Herkesin muayyen bir eceli, her evin emrine itâat edilen, yasaklarından çekinilen bir emîri, reisi vardır Öyleyse aranızdan, işlerinizi görecek birisini emir tâyin edin Böylece maksada erişirsiniz Şâyet, kör fitne, şaşırtan dalâlet olmasaydı niyetlerimiz bildiklerimizden, amellerimiz niyetlerimizden başka olmazdı Zîrâ fitne ehli; gözlerinin görmediğini, fitnenin kendilerini, çölde şaşkın, nereye gideceğini bilmez bir şekilde bıraktığını söylerler

Nefslerinize ve fitnecilerin sözlerine uymaktan sakınınız Sözle olan hîle, kılıcın yarasından daha şiddetlidir Halîfeliği; musîbet ve felâket zamanlarında metânet ve sabırlı, bu işte muvaffak olacağını umduğunuz, onun sizden, sizin ondan râzı olacağınız birisine veriniz Size nasîhat eder görünen fesatçılara itâat etmeyiniz Size yol gösteren rehbere muhâlefet etmeyiniz Söyleyeceklerim bundan ibârettir Allahü teâlâdan kendim ve sizin için magfiret dilerim

Abdurrahman bin Avf bundan sonra, şu teklifte bulundu:

- İçimizden üçümüz, diğer üçümüz lehine adaylıktan çekilsin

Abdurrahman bin Avf'ıın bu teklifi hemen kabûl olunarak Zübeyr Ali'ye, Talhâ Osman'a, Sa'd bin Ebî Vakkâs da Abdurrahman bin Avf'a oylarını verdiler Arkasından Abdurrahman bin Avf da çekildi ve Hz Osman ile Hz Ali kaldılar Netîcede Hz Osman'a bîât olundu

Sen emînsin

Hz Abdurrahman yüksek ahlâk, fazîlet ve kemâl sahibi, çok iyi ve çok temiz, seciyeli bir insandı Onun kalbi, Allah korkusu ile Resûl-i ekreme muhabbetle, doğruluk ve iffetle, rahmet ve şefkatle dolu idi Cömertti Allah yolunda malını dağıtmaktan zevk alırdı Kalbinde Allah korkusu o kadar yer etmişti ki, kendisi hiç bir vakit dünyasını dînine tercih etmemiş, hayatta servet ve mal sahibi olmaya ehemmiyet vermemiş, tam Müslüman olarak yaşamayı herşeyin üstünde tutmuştu

Abdurrahman bin Avf'ı Peygamber efendimiz ve Eshâb-ı kirâmın büyükleri methetmişlerdir Resûlullah efendimiz onun hakkında buyurdu ki:

- Göktekiler ve yerdekiler katında, sen emînsin

Abdurrahman bin Avf 651 senesinde 75 yaşında vefât etti






Cennetle müjdelenen ümmetin emîni:

EBÛ UBEYDE BİN CERRÂH



Araplar arasındaki nâdir okuma-yazma bilenlerden olan Ebû Ubeyde bin Cerrâh ve arkadaşları Osman bin Maz’ûn, Ubeyde bin Hâris, Abdurrahman bin Avf, Ebû Seleme, Hz Ebû Bekir’in vâsıtasıyla, Resûlullahın huzûrunda Müslüman oldular
Hz Ebû Ubeyde, Hz Ebû Bekir’in vâsıtasıyla îmâna gelenlerin onuncusudur Îmâna geldiğinde 31 yaşındaydı O günden, vefâtına kadar malıyla, mevkisiyle ve canıyla İslâmiyeti yaymak için çalıştı

İki defa hicret etti

Mekke’de kâfirlerin eziyet ve işkencelerinin artması üzerine, Peygamber efendimizin izniyle Habeşistan’a hicret etti Sonra Medîne’ye hicret edince, Peygamberimiz onu Hz Sa’d bin Mu’âz ile kardeş yaptı

Bedir gazâsında, düşman saflarında babası da bulunuyordu Bu gazâya melekler de katılmış, insan şekline girerek ellerindeki kılıçlar ile kâfirlerle çarpışmıştı Bu savaşta Ebû Ubeyde büyük kahramanlık göstermişti

Hz Ubeyde, Uhud cenginde de büyük kahramanlık gösterdi Peygamber efendimiz, Ebû Ubeyde ile Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretlerini ön safta çarpışanlara kumandan olarak seçti Kâfirleri, merkezde bulunan sevgili Peygamberimize yaklaştırmamak için bütün güçleri ile savaştılar

Peygamber efendimiz dahî düşmanı geriletecek şekilde yayıyla, okuyla, kılıcıyla çarpışıyordu Eshâb-ı kirâm canlarını dişlerine takmışlar, Peygamberimizin etrafında pervane olmuşlardı Hz Hamza, Hz Ali, Hz Ebû Dücâne, Hz Sa’d bin Ebî Vakkâs, Hz Mus'ab bin Umeyr, Hz Ubeyde bin Cerrâh, Hz Talha, Hz Zübeyr gibi Eshâb-ı kirâm, Peygamberimizi korumaya çalışıyorlardı

Pek çok Eshâbı çarpışa çarpışa şehîd oldu Düşman gerilemişti Zafere yaklaşılmıştı Zafer sevinciyle yerlerini terkeden Eshâb-ı kirâmın bulundukları yerden, düşman süvârileri saldırıya geçti ve Peygamber efendimize kadar sokuldular

İbni Kâmia denilen müşrik, Resûlullahın mübârek başına kılıcını vurdu, miğferin demiri mübârek yanaşına saplandı

Dişleriyle çıkardı

Eshâb-ı kirâm, tekrar toparlanıp müşriklere saldırdı Düşmanı Peygamberimizin yanından uzaklaştırdılar Hz Ebû Ubeyde’nin, sevgili Peygamberimizin mübârek yanaklarına batan demir halkaları dişleriyle çekip çıkarırken iki ön dişi kırıldı

Bu savaş, Eshâb-ı kirâmın düşmanı kovalamasıyla neticelendi 97 kadar şehîd verildi Bunların içinde şehîdlerin serdârı Hz Hamza, yeğeni Abdullah bin Cahş ile aynı kabre defnedildiler Mus’ab bin Umeyr de bu savaşta şehîd olmuştu

Hz Ebû Ubeyde, Uhud, Hendek, Hayber gazâlarında görülmemiş şekilde cenk etti Mekke’nin fethinde de Peygamber efendimizin yanlarında bulundu

Resûlullah efendimiz, hicretin onuncu yılının Rebî’ul-evvel ayının 12’sinde, Pazartesi günü öğleden önce vefât etti Eshâb-ı kirâm, pek çok üzülüp gözyaşı döktü Çoğunun dili tutulup, bir müddet konuşamadı

Bir karışıklık çıkabilir

Hz Ebû Ubeyde de gözyaşlarını tutamıyordu Bütün Eshâb-ı kirâm kan ağlıyor ve devâsız derdi çekiyordu İçerde cenâze hazırlıklarını yaparlarken, kapı vuruldu Gelen kimse dedi ki:

- Ebû Bekir ve Ömer burada mı?

Hz Ebû Bekir ve Hz Ömer cevap verdiler:

- Evet buradayız

- Medîneliler, Benî Sa’îde Konağında toplandılar, kimin halîfe olacağını konuşuyorlar Belli bir kimseyi daha seçemediler Herkes, kendi kabîlesi reisinin seçilmesini istiyor Bir karışıklık çıkabilir Acele gelip bu işi hâllediniz

Müslümanlar arasında büyük bir ayrılık baş göstermek üzere idi İşte böyle bir anda, Hz Ebû Bekir ile Hz Ömer ve Hz Ebû Ubeyde, oraya Hızır gibi yetiştiler O anda, Ensârdan biri kalkıp diyordu ki:

- Bizler, Resûlullaha yardım ettik Muhâcirler bize sığındı Halîfe bizden olmalıdır

Hâlbuki Resûlullah her yerde, sağ yanına Hz Ebû Bekir’i, sol yanına Hz Ömer’i alır, Ebû Ubeyde için de, “Bu ümmetin emînidir” buyururdu

Üçü birdenbire meydana çıkınca, sanki Resûlullah kalkmış, oraya gelmiş gibi oldu Herkes, bunların ne söyleyeceğini bekliyordu Hz Ebû Bekir, uzun bir konuşma yaptı Sonra Hz Ömer konuştu Sonra da Hz Ebû Ubeyde dedi ki:

- Ey Ensâr! Başlangıçta, bu dîne hizmet eden sizlerdiniz Sakın işi önce bozan da sizler olmayasınız!

Sonra Hz Ebû Bekir, “Size şu iki zâtı aday yaptım, birini seçiniz” diyerek, Hz Ömer ve Hz Ebû Ubeyde’yi gösterdi Her ikisi de çekindiler, “Hz Peygamberin ileri geçirdiği bir kimsenin önüne kim geçebilir!” dediler Hz Ömer buyurdu ki:

- Yâ Ebâ Bekir! Resûlullah, seni hepimizin önüne geçirdi, elini uzat! Ben seni halîfe seçtim

İlk bî’at, Hz Beşir, sonra Hz Ömer tarafından oldu Sonra da Hz Ebû Ubeyde ve diğer Eshâb-ı kirâm Hz Ebû Bekir’i halîfe seçtiler

Yüzleri en güzel yüz

Eğer, Hz Ebû Bekir, Hz Ömer ve Hz Ebû Ubeyde hazretleri yetişmeseydi, Müslümanlar parçalanacaktı Bu üç Eshâbın hizmeti Kıyâmete kadar unutulmayacaktır

Hz Ömer’in oğlu Abdullah der ki:

- Kureyş halkının içinde üç kişi vardır ki, yüzleri en güzel yüz; akılları, en selim akıl; kalbleri, en metîn kalbdir Bunlar Hz Ebû Bekir, Hz Osman ve Hz Ebû Ubeyde’dir

Hz Ebû Ubeyde bin Cerrâh, hayatını hep İslâma hizmetle geçirmiş, insanların ebedî saâdete kavuşmaları için çırpınmıştır Kabr-i şerîfi Şam’dadır

Hz Ebû Bekir halîfe olunca, Ebû Ubeyde’yi kumandan tayin etti Humus, Şam, Ürdün ve Filistin’i fethetmek ve oradaki insanların da İslamiyetle şereflenmeleri için gönderdi Hz Ebû Ubeyde, Bizanslıların, Suriye’yi kurtarmak için topladıkları büyük bir haçlı ordusunu Yermük’te karşıladı Halîfe Hz Ebû Bekir, Ebû Ubeyde’ye yardım için Hz Hâlid bin Velid’i gönderdi

İslâm kumandanları bu savaş için Hâlid bin Velîd’i başkumandan seçtiler Düşman ordusu 240 bin, İslâm ordusu 40 bin civârında idi Hâlid bin Velid, orduyu biner kişilik alaylara bölüp, her birine alay kumandanı tayin etti Ebû Ubeyde’yi merkeze, diğer kumandanları sağ ve sol kanatlara yerleştirdi

Yüzbin Rum öldürüldü

Bizans ordusu üzerine saldırıya geçildi Savaş bütün hızıyla devam ederken, Bizans generallerinden Yorgi, Hz Hâlid bin Velid’in “Allahın kılıcı” lâkabını duyarak, hidâyete gelip Müslüman oldu

O da Müslümanların safında Bizanslılarla savaştı Uzun ve çetin savaşların neticesinde, koca Rum ordusu yenilerek dağıldı Yüzbin Rum öldürüldü İslâm ordusundan ise 3 bin yiğit şehâdete kavuştu

Bu savaşta İslâm kadınları da savaştı Bu zafer bütün Şam beldesinin fethine sebep oldu Zafer müjdesi halîfeye bildirildi Sonra Hz Hâlid bin Velid ve Hz Ebû Ubeyde, “Fıhl” mevkiinde 80 bin Rum ile çarpıştılar Onları da akşama kadar süren bir savaşta mağlup ettiler

Hz Ebû Bekir vefât edince, yerine geçen halîfe Hz Ömer, Hz Ebû Ubeyde’nin başkumandan olarak yine fetihlere devam etmesini emretti Ebû Ubeyde, ordusuyla Humus’a hareket etti Sulh ile Humus’u da aldı

Hz Ebû Ubeyde, ordusunu toplayarak Antakya’ya hareket etti Maarra, lazikiye, Antaritus, Banyas, Selimiye zaptedilerek gidiliyordu Kinnesrin’e Hz Hâlid bin Velid’i gönderdi Kendisi Haleb’e geldi Haleb’i fethederek, Antakya’yı kuşattı Antakya da zaptedildi

Hz Ebû Ubeyde halîfeye durumu bildiren bir rapor gönderdi Halîfe, fethedilen yerlere, İslâm kuvvetlerinin yerleştirilmesini emretti Bu emri yerine getiren Hz Ebû Ubeyde, birçok kale ve şehri fethederek Fırat nehrine kadar ilerledi

Fethettiği yerlere memurlar tayin ederek Kudüs’e geldi Kudüs kuşatıldı Kudüslüler sulh yapmak istediklerini, yalnız bu sulhta Hz Ömer’in de bulunmasını, yoksa sulh yapmayacaklarını Ebû Ubeyde’ye bildirdiler Durum Hz Ömer’e arzedildi

Hz Ömer Kudüs’e geldi

Hz Ömer, yerine Hz Ali’yi vekil tayin ederek Kudüs’e geldi Kudüslülerle sulh yapıldı Hz Ömer sulhtan sonra Medîne’ye döndü

Rum Kayseri Heraklius, kaybettiği toprakları geri almak için harekete geçti Büyük bir haçlı ordusu hazırladı Hz Ebû Ubeyde, bu karardan vaktinde haberdar olup, durumu halîfeye bildirerek, nasıl hareket edeceğini sordu

Hz Ömer, İran’la harbetmekte olan Hz Sa’d’a emir göndererek, Ebû Ubeyde’ye yardım etmesini bildirdi Hz Sa’d, Ka’ka bin Amr’ı dörtbin mücâhidle yardıma gönderdi Başkumandan Hz Ebû Ubeyde, Şam’ın Cezire ile irtibatını keserek, haçlı ordusunun üzerine yüklendi Kısa zamanda haçlı ordusunu perişan ederek büyük bir zafer daha kazandı

Şam’da 639 senesinde, veba hastalığı salgın hâlde olup, çok Müslümanın ölümüne sebep olmuştu Hz Ebû Ubeyde de bu salgına yakalandı Öleceğini anlayınca, orada hazır bulunanlara bir vasiyetinin olduğunu bildirdi Vasiyetinde buyurdu ki:

- Namazınızı kılınız! Orucunuzu tutunuz! Sadakanızı veriniz! Haccınızı yapınız! Birbirinize iyilikte bulununuz! Âlimlere ve büyüklerinize itaat ediniz! Dünyaya aldanmayınız!

İnsanların en akıllısı Allahü teâlânın emirlerini yerine getirenlerdir Hepinize Allahü teâlânın selâm ve rahmetini, lutuf ve bereketini niyâz ederim Haydi yâ Mu’âz, cemâ’ate namazı kıldır!

Yemin ederim ki

Bu sözleri söyledikten sonra gözlerini yummuş, yerine Mu’âz bin Cebel’i vekil etmişti Vefât ettiğinde 58 yaşında idi

Mu’âz bin Cebel hazretleri cemâ’ate bir hutbe okudu Burada buyurdu ki:

- Yemin ederim ki, Ebû Ubeyde gibi, dinine bağlı, temiz ve merhametli insanlar çok azdır Dünyaya hiç meyletmeyen, emrindekilere hep iyiliği ve birbirlerini sevmeyi emreden bu mübârek Ebû Ubeyde hazretlerine hakkınızı helâl edin ve duâ ediniz!

Hz Ebû Ubeyde bin Cerrâh, fazîlet timsâli bir zâttı Allahü teâlânın emirlerinden dışarı çıkmazdı Peygamber efendimize muhabbeti pek ziyâde idi Resûlullah efendimizden aldığı bir emri yerine getirmek için, canını fedâdan çekinmezdi Zühd ve takvâ sâhibi, pek merhametli idi

Askerlerine ve tebaasına çok şefkatli idi Hz Ömer, Şam’a gittiği zaman, kendisini karşılayanlara, “Kardeşim Ebû Ubeyde nerede?” diye sorduğunda, “Geliyor efendim” diyerek gelmekte olan Hz Ebû Ubeyde’yi gösterdiler

Sağlığında, Cennet ile müjdelenen iki büyük Sahâbî selâmlaştılar Hz Ebû Ubeyde, Hz Ömer’e,

- Buyurunuz yâ Emîr-el-Mü’minîn, diyerek, onu evine götürdü

Hz Ömer, Ebû Ubeyde’nin evinin içini görünce buyurdu ki:

- Nerede senin eşyan? Burada bir keçe, bir kırba gibi şeylerden başka bir şey yok Sen emîrsin, senin burada yiyecek bir şeyin yok mu?

Seni değiştirmedi

Hz Ebû Ubeyde, ona bir zenbil getirerek, içinden birkaç lokma çıkardığında, Hz Ömer ağlamaya başladı Bunun üzerine Ebû Ubeyde dedi ki:

- Sen bizlere, “Kuşluk vakti dinlenmemize yetecek kadar şey bize kâfi” demiştin

Bu kadarı da bizim için kuşluk dinlenmesine kâfidir Bunun üzerine iyice duygulanan Hz Ömer, buyurdu ki:

- Ey kardeşim Ebû Ubeyde, dünya herkesi değiştirdi, yalnız seni değiştiremedi

Bir defa Hz Ömer, Hz Ebû Ubeyde’nin şahsına dört bin dirhem göndermiş ve bu parayı ona götürecek elçiye tenbih etmişti:

- Dikkat et, bakalım bu parayı ne yapacak?

Hz Ebû Ubeyde, bu parayı aldıktan sonra, onu hemen askerleri arasında taksim etti Elçi, geri dönünce hâdiseyi anlattığında, Hz Ömer de buyurdu ki:

- Hamdolsun ki, Müslümanlar arasında böyle insanlar var

Peygamberimizin huzuruna 630 senesinde, Necrân’dan bir Hyristiyan heyeti geldi Uzun konuşmalardan sonra, Resûlullah efendimizin Peygamber olduğunu kabûl ettiler Ve dediler ki:

- Yâ Resûlallah! Eshâbından bir emîn kimseyi bizimle beraber gönder, zekâtlarımızı, vergilerimizi ona verelim!

Peygamberimiz de yemin edip, buyurdu ki:

- Gâyet emîn bir kimseyi sizinle gönderirim

Kalk yâ Ebâ Ubeyde!

Eshâb-ı kirâm, emîn olarak kimin şerefleneceğini merak ediyorlardı Resûlullah efendimiz buyurdu ki:

- Kalk yâ Ebâ Ubeyde! Ümmetimin emîni işte budur!

Hz Ebû Ubeyde bu müjdeye kavuşunca, sevincinden ağladı Hz Ebû Ubeyde vazifesini çok güzel yapmış, dönüşünde hazineyi altınla doldurmuştu Dönüşünde Eshâb-ı kirâm onu karşılamaya çıktılar Resûlullah efendimiz, Eshâbını bu hâlde görünce, gülümseyerek onlara buyurdu ki:

- Öyle sanıyorum ki, siz, Ebû Ubeyde’nin hayli dünyalıkla geldiğini duydunuz, onu sevinçle karşılıyorsunuz!

Onlar da, “Evet yâ Resûlallah” diye tasdik ettiler

Bunun üzerine Resûlullah efendimiz buyurdu ki:

- Sevininiz ve sizi sevindirecek ni’metleri bundan böyle her zaman umunuz! Vallahi bundan sonra, sizin fakir olacağınızdan korkmam Fakat sizin için korktuğum bir şey varsa, o da, sizden önce gelip geçen ümmetlerin önüne dünya ni’metlerinin yayıldığı gibi, sizin önünüze de yayılarak, onların birbirlerine haset ettikleri ve nefsaniyet güttükleri gibi, sizin de birbirlerinize düşmeniz ve onların helâk oldukları gibi sizin de mahvolup gitmenizdir

Resûlullah efendimiz sahil tarafına bir sefer düzenleyip, Hz Ebû Ubeyde bin Cerrâh’ı, emîr tayin etti Bu sefere 300 Eshâb-ı kirâm katılmıştı Hz Câbir der ki:

Biz bu yola çıktık Hz Ebû Ubeyde mücâhidlere, yanlarında ne kadar erzak varsa getirmelerini emretti Getirilen erzakı bir araya topladı ki, bu toplanan erzak, iki dağarcık hurmadan ibâretti

Ebû Ubeyde, bu hurmadan hergün azar azar vererek bizi geçindiriyordu Nihayet hurmalar tükenince, yokluğunun acısını tattık

Bize de yediriniz!

Sonra deniz sahiline vardık Bir de ne görelim? Deniz sahilinde kocaman bir balık bulunuyordu Bunu, deniz sahile atmıştı Ebû Ubeyde bize dedi ki:

- Bu deniz mahlûkunun etinden yiyiniz! Biz de yedik Medîne’ye dönüp, Resûlullah efendimizin yanına geldiğimizde, bu vak’ayı arzettik Peygamber efendimiz de buyurdu ki:

- Azîz mücâhidler, yiyiniz! Allahü teâlâ onu denizden rızıklanmanız için çıkarmıştır Yanınızda varsa bize de yediriniz!

Ve getirilen etten yediler

Rum Kayseri Heraklius’un büyük ordularını perişan eden İslâm askerlerinin başkumandanı Ebû Ubeyde bin Cerrâh hazretleri, zafer kazandığı her şehirde adamlarını bağırtarak, Rumlara halîfe Hz Ömer’in emirlerini bildirirdi Humus şehrini alınca da buyurdu ki:

Ey Rumlar! Allahü teâlânın yardımı ile ve halîfemiz Ömer’in emrine uyarak, bu şehri de aldık Hepiniz ticaretinizde, işinizde, ibâdetlerinizde serbestsiniz!

Sizi koruyacağız!

Malınıza, canınıza, ırzınıza kimse dokunmayacaktır! İslâmiyetin adâleti aynen size de tatbik edilecek, her hakkınız gözetilecektir!

Dışardan gelen düşmana karşı, Müslümanları koruduğumuz gibi, sizi de koruyacağız! Bu hizmetimize karşılık olmak üzere, Müslümanlardan hayvan zekâtı ve uşr aldığımız gibi, sizden de, senede bir kere cizye vermenizi istiyoruz Size hizmet etmemizi ve sizden cizye almamızı Allahü teâlâ emretmektedir

Humus Rumları, cizyelerini seve seve getirip, Beytülmâl emîni Habîb bin Müslim’e teslim ettiler Bu arada Heraklius’un, bütün memleketinden asker toplayarak, Antakya’ya hücûma hazırlandığı haberi alınınca, Humus şehrindeki askerlerin de, Yermük’teki kuvvetlere katılmasına karar verildi

Cizyeleri geri alın!

Bunun üzerine Ebû Ubeyde hazretleri, şehirde memurların şöyle başırmalarını emretti:

Ey Hıristiyanlar! Size hizmet etmeye, sizi korumaya söz vermiştim Buna karşılık, sizden cizye almıştım Şimdi ise, halîfenin emri üzerine, Heraklius ile gazâ edecek olan kardeşlerime yardıma gidiyorum

Size verdiğim sözde duramayacağım Bunun için hepiniz Beytülmâle gelip, cizyelerinizi geri alın! İsimleriniz ve verdikleriniz, defterimizde yazılıdır

Suriye şehirlerinin çoğunda da böyle oldu Hıristiyanlar Müslümanların bu adâletini, bu şefkatini görünce, senelerden beri Rum imparatorlarından çektikleri zulümlerden ve işkencelerden kurtuldukları için bayram yaptılar

Sevinçlerinden ağladılar Çoğu da seve seve Müslüman oldu Kendi arzûları ile, Rum ordularına karşı İslâm askerine câsusluk yaptılar

Hz Ömer, Ebû Ubeyde hazretlerini çok severdi Hattâ bir gün Hz Ömer arkadaşlarına sordu:

- Allahü teâlânın dînine hizmet için ne isterdiniz?

Birisi hizmet için ev dolusu altın, bir başkası da mücevher istedi Onlar da HzÖmer’e sordular:

- Sen ne isterdin?

Hz Ömer de şöyle buyurdu:

- Ben de Ebû Ubeyde bin Cerrâh gibi emin arkadaşlarımın olmasını isterdim Bunlar ile dînin yayılmasına hizmet ederdim

Şam’ın fethinde, Müslümanların, tarihin şeref levhasına geçmesine sebep bir olay olmuştur İslâmiyeti kendilerine ezeli düşman gören Batı için, ibretlik vesîkalardan biri olan bu olay, şöyle meydana geldi:

Şam’ın fethinde, Hâlid bin Velid hazretleri, şehrin bir tarafından girdi Kendisine karşı koyulduğu için, kılıç kullanarak şehirde ilerliyordu

Hedefi, o zaman için şehrin en büyük kilisesi olan şimdiki Câmi-i Emevî idi

Aynı anda kiliseye girdiler

Şehrin diğer tarafından da, Ebû Ubeyde bin Cerrâh hazretlerinin komutasındaki askerler ilerliyordu Fakat, buradaki halk kendisine karşı koymuyordu Bunun için rahat bir şekilde kılıç kullanmadan ilerliyorlardı Tabiî ki, bunun ilk hedefi de, şehrin en büyük kilisesi idi

Müslümanlar, İslâm şehri olduğunun simgesi olarak, kılıç zoru ile aldıkları şehrin en büyük kilisesini câmiye çevirir, diğer kiliselere dokunmazlardı İstanbul’un fethinde olduğu gibi

Bu iki büyük kumandan, aynı anda iki ayrı kapıdan bu kiliseye girdiler Ve kilisenin ortasında birbirleri ile karşılaştılar

Bu büyük zaferden dolayı, birbirlerini tebrik için kucaklaştılar Hâlid bin Velid hazretleri, kilisenin câmiye çevrilmesini istedi Bu teklife, Hz Ebû Ubeyde karşı çıktı:

- Yâ Hâlid! Bilmez misin, sulh, barış yolu ile alınan şehrin kiliselerine dokunulmaz!

- Fakat ben kılıç kullanarak buraya geldim

- Ben ise kılıç kullanmadım, barış yolu ile buraya kadar geldim

- Peki o zaman ne yapacağız yâ Ebâ Ubeyde?

- Kilisenin yarısı yine kilise olarak kalacak, diğer yarısı câmiye çevrilecek! Çünkü, kilisenin yarısı kılıç zoruyla, diğer yarısı sulh yoluyla alındı

O meşhur Bizans generallerini karşısında heybetinden titreten Hâlid bin Velid’in, karara en ufak bir şekilde bile tepkisi olmadı Hattâ, Ebû Ubeyde bin Cerrâh hazretlerine teşekkür etti

Yarısı câmiye çevrildi

Bu hâdiseden sonra, kilisenin yarısı câmiye çevrildi Melik bin Mervan zamanına kadar bu böyle devam etti Mervan kilisenin tamamını câmiye çevirdi Hıristiyanlar mecburen buna râzı oldular

Ebû Ubeyde bin Cerrâh hazretleri, sağ iken, Cennet ile müjdelenen on Sahâbîden biridir “Ümmetin Emîni” lâkabıyla övülen yüce Sahâbînin asıl ismi, Âmir bin Abdullah bin Cerrâh’tır Bütün gazâlarda bulundu Çok kahraman idi

Sevgili Peygamberimizin yanında bütün gazâlarda bulundu Peygamber efendimizin şu hadîs-i şerîfleriyle şereflendi:

- Ebû Bekir Cennettedir Ömer Cennettedir Osman Cennettedir Ali Cennettedir Talha Cennettedir Zübeyr Cennettedir Abdurrahman İbni Avf Cennettedir Sa’d ibni Ebî Vakkâs Cennettedir Sa’îd İbni Zeyd Cennettedir Ebû Ubeyde ibnil Cerrâh Cennettedir





Resûlullahın okçusu:
Sa’d bin Ebî Vakkâs



Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleri, Hz Ebû Bekir vâsıtasıyla Müslüman olmuş, Eshâb-ı kirâmın büyüklerinden bir zâttır İlk Müslümanların yedincisidir Müslüman olması şöyle oldu:
Onyedi yaşında idi Bir gece değişik bir rü’yâ gördü Rü’yâsında kendisini zifirî bir karanlıkta gördü Çâresiz bir hâldeyken, birden ortalık aydınlanmaya başladı Sonra nûr saçan bir ay doğdu

Seni de aramıza alalım

Ayın doğduğu tarafa doğru ilerlemeye başladı Bir müddet ilerledikten sonra, birkaç kişi gördü Dikkatlice baktığında, önlerinde Hz Ebû Bekir, onun arkasında Zeyd bin Hârise ve Hz Ali vardı Onlara dedi ki:

- Siz buraya ne zaman geldiniz?

- Yeni geldik İstersen seni de aramıza alalım Aydınlığa beraber gidelim

Sabahleyin bu rü’yâyı hatırlayınca, çok şaşırdı Üç gün bunu ta’bîr etmeye çalıştı Sonunda bir netîce çıkartamayıp, Hz Ebû Bekir’in yanına gitti Ona sordu:

- Yâ Ebâ Bekir, ben üç gün önce şöyle bir rü’yâ gördüm Bunun ta’bîri nasıldır?

- Gel benimle, seni cihânı aydınlatan nûra götüreyim! Rü’yânın ta’bîri budur

Sonra beraberce, Peygamber efendimizin huzûruna gittiler Peygamber efendimiz, kendisine kelime-i şehâdet getirmesini emir buyurdu O da Resûlullahın huzûrunda Müslüman oldu

Annesi, Müslüman olduğunu duyunca, çok kızdı Fakat yine de annesine karşı, gereken saygıyı gösteriyordu Onu üzmemek için elinden geleni yapıyordu Kendisine olan bağlılığını bilen annesi, oğluna sordu:

- Senin dînin, hısım akrabâya iyi muâmele edilmesini, onları üzmemek lâzım geldiğini ve onların emirlerine uymak gerektiğini emretmiyor mu?

- Dînimiz, ana-babayı ve akrabâyı üzmemeyi emretmektedir

Bunun üzerine annesi esas maksadını söyledi:

- Yâ Sa’d! Vallahi, sen bu yeni dinden vazgeçip, atalarımızın dînine dönünceye kadar, yiyip içmiyeceğim Ölmüş olsam bile bu ahdimden dönmiyeceğim Anne katili olarak da herkes seni ayıplayacak!

İster ye, ister yeme!

O güne kadar, annesini üzmeyen, bir dediğini iki etmeyen Hz Sa’d, Allahü teâlâya ve O’nun Resûlüne olan muhabbet ve îmânının kuvvetli olması sebebiyle, bu teklîf karşısında tüyleri ürpererek annesine şu cevâbı verdi:

- Ey anne, senin yüz canın olsa ve her birini İslâmiyeti bırakmam için versen, ben yine dînimden vazgeçmem! Artık ister ye, ister yeme! Bu senin bileceğin bir iştir Benim kararım kat’îdir Geri dönüşüm mümkün değildir Bunu böyle bil!

Annesi, oğlunun İslâmiyete olan bu bağlılığını görünce, çâresiz kalıp yemeye içmeye başladı

Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretlerinin başından geçen, annesiyle ilgili bu hâdiseden sonra, Allahü teâlâ, evlâdın ana-babaya hangi hâllerde tâbi olacağı, onların hangi emirlerini yerine getireceği husûsunda, Ankebût sûresinin sekizinci âyet-i kerîmesini gönderdi

Bu âyet-i kerîmede meâlen buyuruldu ki:

(Biz insana, ana-babasına iyilikte bulunmasını tavsiye ettik Bununla beraber, hakkında bilgi sahibi olmadığın, ilâh tanımadığın bir şeyi bana ortak koşmak için sana emrederlerse, artık onlara bu husûsta itâ’at etme! Dönüşünüz ancak banadır Ben de yaptığınız amellerin karşılığını size vereceğim)

İlk kan akıtan oldu

Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleri, Eshâb-ı kirâmın en cesûr ve kahramanlarındandır

İslâmiyetin ilk yıllarında, Müslümanlar, müşrîklerden çok ezâ ve cefâ görüyorlardı

İbâdetlerini rahat bir şekilde yapamıyorlardı

Bir gün Hz Sa’d ile birkaç sahâbî, bir vâdide namaz kılmakta idiler Bu sırada, müşriklerin azılılarından ba’zıları, kendileri ile alay etmeye ve hakâret etmeye başladılar

Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleri, bunların üzerine yürüdü

Eline geçirdiği bir deve kemiği ile, müşrîklerin elebaşısının kafasını yardı Böylece, "Allah yolunda, ilk müşrik kanı döken sahâbî" ünvânını kazandı

Uhud savaşında çok kahramanlıklar gösterdi Peygamber efendimizin yanından hiç ayrılmadı

Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleri, ayrıca "Allah yolunda ilk ok atan sahâbî"dir Okçuların ya’nî kemankeşlerin reisidir Uhud harbinde, 1000’den fazla ok attı Peygamber efendimizin büyük iltifatlarına mazhar oldu O ok atarken, Peygamber efendimiz buyururdu ki:

- At yâ Sa’d!

Ayrıca onun için şöyle duâ buyurmuştur:

- İlâhî, bu senin okundur Onun atışını doğrult! Allahım, sana duâ ettiğinde de, Sa’d’ın duâsını kabûl eyle!

Bizden geri kalmazsın!

Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleri, Vedâ haccından sonra, Mekke’de hastalandı Kendisini ziyârete gelen Peygamber efendimize dedi ki:

- Yâ Resûlallah, siz Medîne’ye döneceksiniz Ben burada ölürsem, dostlarımdan ayrı kalacağım

Peygamber efendimiz, Medîne’ye beraber döneceklerini işâret ederek buyurdu ki:

- Hayır, sen bizden geri kalmazsın! Umarım, sen uzun zaman yaşayacaksın Öyle ki, senden birtakım kavimler faydalanacak, birtakımı da mahrûm kalacaktır

Peygamber efendimiz sonra da şöyle duâ ettiler:

- Yâ Rabbî, Eshâbımın Mekke’den Medîne’ye dönüşünü tamamla!

Bunun üzerine, Hz Sa’d şifâ bulup, Medîne’ye döndü

Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleri, Hz Ömer zamanında, Hevâzin bölgesinde zekât toplamak için gönderilmişti Bu sırada İran taraflarındaki olaylar büyüyünce, hem bu olayları önlemek, hem de düşmana bir ders vermek için bir İslâm ordusu hazırlandı Bu ordunun başına kimin geçirilmesi gerektiği, yapılan şûrâda görüşüldü

Ba’zıları bizzat bu ordunun başına, kumandan olarak, Halîfe Hz Ömer’in getirilmesini istiyorlardı Bir kısmı da, bunun, çeşitli sebeplerle uygun olmayacağını, başka birisinin kumandanlığa getirilmesini istiyordu Bu sırada Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretlerinin Hevâzin’den mektûbu geldi

İşte aradığın kimseyi buldun!

Sa’d bin Ebî Vakkâs’ın ismini duyan Eshâb-ı kirâmın hepsi, ittifakla, Hz Ömer’e dediler ki:

- İşte aradığın kimseyi buldun!

Bunun üzerine Hz Ömer, Sa’d bin Ebî Vakkâs’ı Medîne’ye çağırdı Onu, İslâm ordusuna başkumandan tâyin ederek, şunları söyledi:

- Yâ Sa’d, Resûlullahın dayısıyım diye sakın gururlanma! Allahü teâlâ, kötülüğü, ancak iyilik ile yok eder Allahü teâlâya kulluktan başka bağ yoktur İnsanların üstünlükleri, son nefeslerinde belli olur Düşmanın çokluğundan değil, Allahtan kork!

Namazlarınızı muntazam kılın! Ordunda, günâh işleyen asker bulunmasın! Günâh işleyenleri hemen uzaklaştır! Allahın Resûlü ne yaptıysa, nasıl hareket ettiyse, sen de öyle yap! Sabrı elden bırakma!

Hz Ömer bu şekilde nasîhat ettikten sonra, Sa’d bin Ebî Vakkâs, emrindeki askerle Medîne’den çıktı İran topraklarında bulunan İslâm askerleri ile birleşerek, meşhûr Kadsiye zaferini kazandı

Kadsiye savaşı; İslâm ordusu ile İran ordusu arasında oldu İslâm ordusu, Fırat nehrinin bir kolu olan Atik nehrinin, Kadsiye denilen yerinde karargâh kurdu Harpden önce İran’ın başşehri Medâyin’e elçiler gönderildi İran Kisrâsı Yezd-i Cürd ile görüştüler İranlıları İslâma da’vet ederek dediler ki:

- Ya Müslüman olursunuz, ya da cizye verirsiniz veya harp edersiniz!

Yâ Sa’d, müjde!

İran Kisrâsı buna sinirlenerek dedi ki:

- Eğer benden önce elçi öldüren bir melik olsaydı, ben ikincisi olup, sizi öldürürdüm!

Bundan sonra bir miktar toprak getirterek, sözlerine şöyle devam etti:

- Bende sizin için başka şey yok En büyüğünüz kimse, bunu yüklensin de reisinize götürsün ve biliniz ki, cümlenizi Kadsiye hendeğine gömmek için, kumandanım Rüstem’i göndermek üzereyim

Bunun üzerine, elçiler arasında bulunan Âsım bin Amr kalkıp toprağı yüklendi, dışarı çıktılar Arkadaşlarıyla beraber Hz Sa’d’ın yanına döndüler ve dediler ki:

- Yâ Sa’d, müjde! Allahü teâlâ onların toprağını bize verdi

Eshâb-ı kirâm, verilen bu bir parça toprağın, daha sonra İran toprağının tamamının verileceğine dâir Allahü teâlânın bir müjdesi olduğuna inandılar

Hz Sa’d’ın elçilerinin teklîfini reddeden Kisrâ’nın ordusu da, Atik nehri kıyısına gelip karargâh kurdu 120 bin kişi olan İran ordusunun 30 bini zırhlı ve birbirlerinden ayrılmaması için de zincirle bağlı idiler Ayrıca İran ordusunun ön saflarına filler yerleştirilmişti İslâm ordusu ise 34 bin kişi idi

Hz Sa’d, yine elçi göndererek, "Size üç gün müsaade Bu üç gün içinde ya Müslüman olursunuz, ya cizye verirsiniz veya cenge hazır olursunuz" diye bildirdi

Sebât ediniz!

Onlar üç gün içinde, bu şartları kabûl etmediler Dördüncü gün harp başladı Harp başlamadan önce, Hz Sa’d askerlerine şöyle hitap etti:

- Mevkilerinizde sebât ediniz! Öğle namazından sonra, beş-dört tekbîr alacağım İlkinde, siz de tekbîr alırsınız, harbe hazır olursunuz! İkinci tekbîrde siz de tekbîr alır, silahlanırsınız! Üçüncü tekbîrde, siz de tekbîr alıp, askeri harp için coşturursunuz! Dördüncü tekbîrde, düşman üzerine hücûm ediniz ve "Lâ havle velâ kuvvete illâ billah" deyiniz!

İslâm askerleri, bildirilen emirle düşmana hücûm ettiler İran ordusu, beraberinde getirdikleri fillerle karşılık verdiler İlk gün şiddetli çarpışmalar oldu Sonraki günlerde İslâm ordusu uyguladıkları dâhiyâne taktiklerle İran ordusunu bozguna uğrattılar

Önce İran ordusu komutanları öldürüldü İran ordusunun başkomutanı Rüstem de öldürülünce, ordu dağıldı Kaçışmaya başladılar Kaçmaya çalışanların çoğu da nehre düşerek boğuldu, kalanlar da esîr edildi Bu harbde Müslümanlar 2000 şehîd verdi İranlıların tamamına yakını öldürüldü Böylece, Müslümanlar büyük bir zafer kazandılar

Daha sonra Hz Ömer’in emriyle Sâsânî Devletinin başşehri ve İran Kisrâsının bulunduğu Medâyin şehrine hareket edildi İslâm askerinin Medâyin’e hareket ettiğini, İran Kisrâsı Yezd-i Cürd duyunca, korkudan şehri terketti İslâm ordusu Medâyin şehrine kolayca girerek, burayı fethetti

Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleri, bu fethi, şu mektupla Hz Ömer’e bildirdi:

Îmân edenlerin yardımcısıdır

"Rahmân ve Rahîm olan Allahü teâlânın adıyla Irak vâlisi Sa’d bin Ebî Vakkâs’tan, mü’minlerin emîri Ömer-ül Fâruk’a Allahın selâmı üzerine olsun! Kendisinden başka hak ma’bûd olmayan, eşi, benzeri bulunmayan Allahü teâlâya hamd eder, O’nun habîbi olan Muhammed aleyhisselâma salât ve selâm ederim

Allahü teâlâ, bize ihsânı ile, gözün görmediği meydanlarda at koşturmayı nasîb etti Kisrânın yurdunun büyük bir kısmını ele geçirdik Ordu kumandanlarının çoğunu öldürdük Bu savaşta melekler onların yüzlerine ve arkalarına vuruyorlardı Çünkü Allahü teâlâ îmân edenlerin yardımcısıdır Îmân etmeyenlerin yardımcısı yoktur

Yezd-i Cürd kaçtı Kızı, esîr olarak ele geçirildi Bundan sonra ne yapacağımız husûsunda, Medâyin şehrinde emirlerinizi bekliyorum Allahü teâlânın selâmı bütün Müslümanların üzerine olsun!"

Hz Sa’d hayatının sonlarına doğru Medîne’ye yakın Akik denilen yerde hastalandı ve orada 675 yılında vefât etti Mübârek cesedi Medîne-i münevvereye götürüldü Namazını Medîne vâlisi Mervân kıldırdı Vasıyetine uyularak Bedir harbinde giymiş olduğu elbisesi ile defnedildi Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleri, Cennetle müjdelenen on sahâbîden, en son vefât edendir

Sa’d bin Ebî Vakkâs Cennettedir

Hz Sa’d, heybetli, orta boyda, esmer tenli, cesûr, sözü, özü doğru büyük bir zâttı Çok cömert olup, sâdeliği severdi Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleri, Peygamberimize annesi tarafından dayı olurdu Bunun için Peygamberimiz ona, "Bu benim dayımdır Böyle bir dayısı olan varsa bana göstersin" diyerek iltifâtlarda bulunurdu

Hz Sa’d, Cennetle müjdelenen on sahâbeden biridir Nitekim Peygamber efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde buyurdu ki:

- Ebû Bekir Cennettedir, Ömer Cennettedir, Osman Cennettedir, Ali Cennettedir, Talhâ Cennettedir, Zübeyr Cennettedir, Abdurrahman bin Avf Cennettedir, Sa’d bin Ebî Vakkâs Cennettedir, Sa’îd bin Zeyd Cennettedir, Ebû Ubeyde bin Cerrâh Cennettedir

Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleri buyurdu ki:

Resûlullah efendimiz, her namazın ardından, muhakkak şöyle duâ ederdi: "Yâ Rabbi! Cimrilikten, korkaklıktan, erzel-i ömür denilen ihtiyârlıktan, bunaklıktan, dünya fitnesinden ya’nî Deccâlın fitnesinden ve kabir azâbından sana sığınırım"

Hz Sa’d buyurdu ki:

Resûlullah efendimiz, Eshâb-ı kirâm arasında kardeşlik te’sîs ettikleri zaman, Hz Ali’yi kendine seçerek buyurdu ki:

- Yâ Ali! Sen benim dünyada da âhırette de kardeşimsin Yâ Ali, Mûsâ’nın yanında Hârûn nasıl idi ise, sen de benim yanımda öylesin Yalnız şu fark var ki, benden sonra Peygamber gelmeyecektir

Üç gün ağladım

Resûlullaha bir köylü gelerek dedi ki:

- Bana, söyleyebileceğim bir kelime öğret

Resûlullah efendimiz buyurdu ki:

- "Allah birdir, O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur ve O’nun ortağı da yoktur Allah her şeyden yücedir Bütün hamdlerin hepsi Allaha mahsûstur Âlemlerin Rabbi olan Allahın şanı ne yücedir Günâhtan kaçmaya kuvvet, ibâdet yapmaya kudret, ancak azîz ve hakîm olan Allahın yardımı iledir" de! Köylü tekrar dedi ki:

- Bunlar Rabbim içindir Kendim için ne söyleyeyim?

Resûl-i ekrem efendimiz buyurdu ki:

- "Allahım beni bağışla ve koru! Bana hidâyet ver ve rızıklandır" de!

Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleri buyurdu ki:

- Mü’min, bir iyilikle karşılaşsa, Allaha şükreder Bir musîbetle karşılaştığında da hamd ve sabreder Böylece her işinde sevâb kazanır Hattâ hanımının ağzına koyduğu lokmadan dahî sevâb alır

Bir kimse gündüz hatim okursa, melekler ona akşama kadar duâ eder Gece okursa, sabaha kadar duâ eder

Kadsiye zaferinden sonra bir müddet Medâyin’de kalan Hz Sa’d, şehrin havasının ve suyunun askerlere iyi gelmediğini görünce, durumu Hz Ömer’e bildirmişti Bunun üzerine Hz Ömer, yeni bir şehir tesis edilmesini emretti Hz Sa’d da Kûfe şehrini kurdu ve şehre ilk vâli tayin edildi

Bana duâ et!

Hz Ömer, şehîd olmadan önce, kendisinden sonra yerine geçecek halîfeyi seçmek için altı kişilik bir şûrâ teşkil edilmesini vasıyet etmişti Bildirmiş olduğu altı kişiden biri de, Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleriydi Eğer Sa’d halîfe seçilmezse, ona bir vezirlik verilmesini de vasıyet etmişti Hz Osman halîfe seçilince, Hz Ömer’in tavsiyesine uyarak, Hz Sa’d’ı tekrar Kûfe vâliliğine tayin etti

Ömrünün sonlarına doğru, gözleri görmez olmuştu Bu hâlde iken Mekke’ye gelmişti Mekke halkı etrafına toplanıp, "Bana duâ et, bana duâ et" deyince, hepsine duâ etti

Abdullah bin es-Sâib anlatır:

"Ben genç idim Bir ara ona yaklaştım ve kendimi tanıtmaya çalıştım Beni tanıdı ve sordu

- Sen, Mekke’nin, Kur’ân-ı kerîmi en iyi okuyanlarından birisi değil misin?

Ben de, "Evet" dedikten sonra bir ara sordum:

- Efendim, sizin duânız makbûl olup, herkese duâ ediyorsunuz Kendiniz için duâ etseniz de gözleriniz açılsa, olmaz mı?

Hz Sa’d gülümseyerek buyurdu ki:

- Oğlum, Allahü teâlânın benim hakkımdaki takdîri, ya’nî gözümün görmemesi, gözümün görmesinden daha güzeldir"

Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleri, bir gün Peygamberimize dedi ki:

- Yâ Resûlallah, duâ buyur da, Allahü teâlâ, benim her duâmı kabûl etsin!

Resûlullah efendimiz cevâbında buyurdu ki:

- Duânızın kabûl olması için helâl lokma yiyiniz! Çok kimse vardır ki, yedikleri ve giydikleri haramdır Sonra ellerini kaldırıp duâ ederler Böyle duâ nasıl kabûl olunur?

Sâlih kimse

Hz Âişe şöyle anlatır:

Resûlullah efendimiz gazvelerin birinde, geceleyin Medîne’ye dönüp geldiğinde buyurdu ki:

- Ne olurdu, sâlih bir kimse çevremizde bekçilik yapsa

Birden bir ses duyduk "Kim o?" buyurdu

Bu arada Sa’d bin Ebî Vakkâs’ın sesi duyuldu:

- Benim, Sa’d bin Ebî Vakkâs

Peygamberimiz sordular:

- Buraya niçin geldin?

- İçimden bir ses, "Resûlullah yalnızdır, korkarım ki, din düşmanları ona bir sıkıntı ve eziyet verirler" dedi Bunun için hizmetinize geldim

Bunun üzerine Resûlullah efendimiz, ona hayır duâ etti ve istirâhate çekildiler

Uhud savaşında bir ara müşrikler Uhud dağına tırmanmaya başlayınca, Resûlullah efendimiz, yanında bulunan Hz Sa’d’a buyurdu ki:

- Onları geri çevir!

Hz Sa’d dedi ki:

- Yâ Resûlallah, yanımda bir tek okum kaldı Onları nasıl geri çevireyim?

Peygamber efendimiz emrini üç kere tekrarladı
Bundan sonrasını Hz Sa’d şöyle anlatır:"

Bir ok daha buldum

Ok çantamda kalan bir oku aldım Müşriklerden birine atıp öldürdüm Sonra ok çantama el attığımda bir ok buldum Baktığımda az önce attığım oktu Onu tekrar atıp başka birini öldürdüm

Sonra bir daha baktığımda yine aynı oku buldum Onu da atıp yine birini öldürdüm Birkaç defa aynı şekilde oku attım Bu durumu gören müşrikler, tırmanmaktan vazgeçerek geri döndüler

Ben de kendi kendime, "Bu mübârek bir oktur" dedim ve bu oku hep yanımda taşıdım"

Rivâyete göre Hz Sa’d bu oku attıkça, bembeyaz yüzlü mübârek bir zât, bu oku geri getiriyordu Hz Sa’d der ki:

"Uhud’da Resûlullahın sağında ve solunda beyaz elbiseli iki kişi gördüm ki, onlar en şiddetli şekilde çarpışıyorlardı Onları ne daha önce, ne de daha sonra gördüm

"Hz Sa’d’ın îmân etmeyen kardeşi Utbe, Uhud’da müşriklerin arasında idi Hz Sa’d bu kardeşi ile savaşmak için, onu çok aramıştı Buyurdu ki:

"Vallahi, kardeşim Utbe’yi öldürmek için duyduğum hırsı, hiçbir adamı öldürmeye karşı duymamışımdır Kardeşimi bulup öldürmek için, iki kere müşriklerin saflarını yardım fakat gözümden kaçtı Üçüncüsünde, Resûlullah bana buyurdu ki:

- Ey Allahın kulu! Sen ne yapmak istiyorsun? Yoksa sen kendini öldürtmek mi istiyorsun?

Bunun üzerine, onu aramaktan vazgeçtim Utbe’yi Hâtıb bin Ebî Beltea öldürdü"

Harp hiledir

Uhud savaşının sonunda müşrikler, Uhud’u terkedip Mekke’ye dönme kararı aldıklarında, Resûlullah efendimiz, Hz Sa’d’ı keşif vazîfesi ile gönderdi Hz Sa’d, müşriklerin gitme kararı alıp, dönüş hazırlıklarını keşfedince, geri dönüp, yüksek sesle dedi ki:

- Yâ Resûlallah! Müşrikler develerine bindiler, atları yedeğe aldılar, Mekke’ye yöneldiler!

Resûlullah efendimiz buyurdu ki:

- Yavaş konuş, şüphesiz harp hiledir Zîrâ müşrikler geri dönerse, şu sevincinin bir benzerini göremezsin

Sonra, Peygamber efendimizin tekrar sormaları üzerine, Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleri, gördüklerini ve işittiklerini tekrarladı Müşriklerin gittikleri kesinleştiği hâlde, Sa’d’ın yüzü üzüntülü idi Resûlullah efendimiz, üzüntüsünün sebebini sordular Hz Sa’d dedi ki:

- Müslümanlar zafer kazanmadan, müşriklerin gitmesine sevinmeyi hoş görmedim

Resûlullah efendimiz de buyurdu ki:

- Zaten Sa’d harb hastasıdır

Hz Sa'd 675 yılında, vefât etti "Aşere-i mübeşşere"den en son vefât edendir Medîne-i münevverede medfûndur



Müslüman olanlardan:
TALHÂ BİN UBEYDULLAH



Hz Talhâ bin Ubeydullah, Resûlullah efendimizin; "Talhâ ve Zübeyr, Cennette komşularımdır" hadîs-i şerifiyle medhedilen sahâbidir

Hz Talhâ, ticâretle uğraştığı için sık sık Mekke dışına çıkardı Bu seyâhatlerinden birinde Şam yakınlarında Busra kasabasında bir panayıra gelmişti Burada bir râhip;

- Panayıra gelenlere sorun; içlerinde Mekke'den gelen var mı? diye seslendi Talhâ bin Ubeydullah:

- Evet, ben Mekkeliyim, dedi

- Ahmed zuhûr etti mi?

- Ahmed kimdir?

- Abdullah bin Abdülmuttalib'in oğludur Orası O'nun zuhûr edeceği şehirdir O, peygamberlerin sonuncusudur Kendisi Harem-i şeriften çıkarılacak, hurmalık, taşlık ve çorak bir yere hicret edecektir

Olan bir şey var mı?

Râhibin sözleri Hz Talhâ'nın kalbine yer etti Acele Mekke'ye geldi ve;

- Olan biten bir şey var mı? diye sordu

- Evet var Abdullah'ın oğlu Muhammed-ül-emin, peygamberliğini ilân etti Ebû Bekir de ona uydu, dediler

Bunun üzerine doğruca Hz Ebû Bekir'in yanına gitti Ona:

- Sen Muhammed aleyhisselâma tâbi' mi oldun? diye sordu Hz Ebû Bekir:

- Evet, tâbi oldum Sen de hemen O'na git, huzûruna gir, kendisine tâbi ol! Çünkü O, Hak ve gerçeğe da'vet ediyor, dedi

Bunun üzerine Talha bin Ubeydullah, râhibin söylediklerini anlattı Sonra birlikte Resûlullaha gidip, Müslüman oldu Râhibin sözlerini Peygamber efendimize de anlattı Resûlullah efendimiz tebessüm ettiler

Talhâ bin Ubeydullah, Müslüman olduğu zaman, en yakın akrabâları dâhil olmak üzere Mekke müşriklerinden çok işkence gördü Evine hapsedildiği gibi, aç ve susuz bırakıldı Kardeşi Osman da, onun vâsıtasıyla îmân etmiş, bu işkencelere o da tâbi tutulmuştu Hele namazlarını edâ edecekleri zaman çektikleri sıkıntı ve kendileri revâ görülen işkence, tahammülü mümkün olmayan cinstendi

Nevfel bin Huveylid bin Adeviyye, adamları ile birlikte Hz Ebû Bekir ve Hz Talhâ'yı yakalayarak iple bağladılar ve işkence yaptılar Teymoğulları da onlara sâhip çıkmadı Bu hâdiseden dolayı Ebû Bekir ve Talhâ'ya bitişikler mânâsına gelen karînân dendi

Dînimden dönmem

Hz Me'sûd bin Hırâş, gördüğü bir hâdiseyi şöyle nakleder:

Safâ ile Merve arasında dolaşırken, elleri boynuna bağlı ve kalabalık bir grup tarafından tâkib edilen bir delikanlı gördüm Etrâfındakilere dedim ki:

- Bu kimdir, hangi suçu işledi de böyle bağladınız?

- Bu Talhâ bin Ubeydullah'dır Atalarının yolundan saptı

- Ya şu kadın kim ?

- Onun annesi Sa'ba binti Hadramî'dir

Talhâ bin Ubeydullah, bütün bu akıl almaz sıkıntılara göğüs geriyor:

- Beni öldürseniz de dinimden asla dönmem, diye karşılık veriyordu

Peygamber efendimiz, Hz Ebû Bekir'le, Medine-i münevvereye hicret buyurduğu zaman, Hz Talhâ ticâret için Şam'a gitmiş ve dönerken Medîne'ye uğramıştı Peygamber efendimizin orada olduğunu öğrenince, kervandaki mallardan vazgeçip Medîne'de kaldı Âilesini de getirterek muhâcirînden oldu

Uhud savaşı

Uhud'da; Eshâbı kirâm, Peygamberimizin etrâfında toplanmışlar, canlarını siper edip O'nu muhâfazaya çalışıyorlardı Hz Talhâ bin Ubeydullah da bunlar arasında olup, Resûlulahın yanından ayrılmamıştı

Uhudda Müslümanlar birara şaşkınlık içinde bulunup dağıldıkları zaman, sevgili Peygamberimiz;

- Ey Allahın kulları bana doğru geliniz! Ey Allah'ın kulları bana doğru geliniz! buyurarak seslenince ancak otuz sahâbî gelebilmişti ve Peygamber efendimiz müşrikler tarafından tamâmen kuşatılmıştı

Müşriklerin iyice yaklaştıkları bir sırada, Peygamberimiz;

- Şunları kim karşılar, kim durdurur? buyurdu

Herkesten önce

Talhâ bin Ubeydullah hazretleri;

- Ben Yâ Resûlallah! deyip ileri atılmak istedi

Peygamber efendimiz;

- Senin gibi daha kim var? buyurdular Medîneli sahâbîlerden biri;

- Yâ Resûlallah! Ben! diyerek izin istedi Sevgili Peygamberimiz;

- Haydi, sen karşıla! buyurunca Medîneli Sahâbî ileri fırladı ve müşriklerin üzerine atıldı Eşine rastlanmadık kahramanlıklar gösterdi Bir kaç îmânsız öldürdükten sonra şehâdet şerbetini içti

Resûl-i ekrem efendimiz, yine;

- Şunları kim karşılar, kim durdurur? buyurdular

Herkesten önce yine Talhâ hazretleri:

- Ben Yâ Resûlallah! diyerek ileri çıktı

Peygamber efendimiz;

- Senin gibi daha kim var? diye sorunca, Ensardan bir mübârek;

- Ben karşılarım yâ Resûlallah! dedi

- Haydi onları sen karşıla!

O da müşriklerle çarpışa çarpışa şehid oldu

Bu şekilde Peygamber efendimizin o anda yanında bulunan bütün sahâbîler vuruşa vuruşa şehâdete erdiler Kâinâtın sultânı efendimizin o anda yanında Talhâ bin Ubeydullah hazretlerinden başka kimse kalmamıştı

Hz Talhâ, Resûlullaha bir zarar erişir diye endişe ediyor, dört bir tarafa koşuyor, kâfirlerle kıyasıya çarpışıyordu Onun bu kadar seri kılıç sallaması, bir anda Resûlulahın her tarafındaki düşmana karşılık vermesi, ok, kılıç darbelerine vücûdunu kalkan yapması, eşine rastlanmayacak bir hâdiseydi

Hz Talhâ, pervâne gibi dönüyor, kendisine değen kılıç darbelerine hiç aldırmıyordu Dileği, Kâinâtın sultânını korumak, bu uğurda diğer kardeşleri gibi şehîd olmaktı Vücûdunda yara almayan yer kalmamıştı, elbisesinde kandan başka bir şey görünmez olmuştu Fakat o, buna rağmen dört bir tarafa yetişiyordu

Sevginin işâreti

Müşriklerden çok keskin nişancı, attığını vuran Mâlik bin Zübeyr adlı bir okçu vardı Bu müşrik Peygamber efendimize nişan alıp bir ok attı Resûlullaha doğru gelen bu oka, başka başka hiç bir şekilde karşı koyamıyacağını anlayan Hz Talhâ, elini açarak oka karşı tuttu Ok elini parçaladı

Hz Talhâ'nın atılan oka karşı elini tutması, candan çok ötelere yükselmiş aşkın, kemâle gelmiş bir îmânın, muhabbet ile dolu bir kalbin, anlatılamıyan bir sevginin fiili olarak ortaya çıkmasıdır

Uhud savaşında müşriklerin saldırdığı ve Resûlullah efendimiz ve Talha bin Ubeydullah'ın yanında kimse kalmadığı anda, Hz Ebû Bekir ve Sa'd bin Ebî Vakkâs hazretleri, Resûl-i ekrem efendimizin yanına yetiştiler

Yiğitlerin efendisi Hz Talhâ da bu arada kan kaybından sıcak toprağa düşüp bayıldı Her yeri kılıç, mızrak ve ok darbeleriyle delik deşikti Altmış altı büyük yarası sayılamayacak kadar da küçük yarası vardı

Yüzüne su serptiler

Sevgili Peygamberimiz, Hz Ebû Bekir'e, hemen Hz Talhâ'ya yardıma koşmasını emrettiler Ebû Bekr-i Sıddîk, Hz Talhâ'nın ayılması için mübârek yüzüne su serpti Talhâ bin Ubeydullah hazretleri ayılır ayılmaz;

- Yâ Ebâ Bekir! Resûlullah nasıl?

- Resululah iyidir Beni O gönderdi

- Allahü teâlâya sonsuz şükürler olsun O sağ olduktan sona her musîbet hiçtir

O sırada bir kaç sahâbi daha yetişti Âlemlerin efendisi, Hz Talhâ'nın yanına teşrîf ettiler Yaralı mücâhid, sevincinden ağladı Peygamber efendimiz, onun vücûdunu mesh ettikten sonra, ellerin açıp;

- Allahım! Ona şifâ ver, kuvvet ihsân eyle! diye duâ buyurdular

Resûl-i ekrem efendimizin bir mu'cizesi olarak, Hz Talhâ sapa sağlam ayağa kalktı ve tekrar düşmanla harbetmeye başladı Sevgili Peygamberimiz onun için buyurdu ki;

- Uhud günü, yer yüzünde sağımda Cebrâil'den, solumda Talhâ bin Ubeydullah'dan başka bana yakın bir kimsenin bulunmadığını gördüm Yeryüzünde gezen Cennetlik bir kimseye bakmak isteyen, Talhâ bin Ubeydullah'a baksın!

Yine Uhud'da İbni Kâmia kâfiri Peygamberimizi öldürmeye yemin etmiş idi Heryerde Resûlullahı arıyordu Peygamberimizin üzerinde iki zırh vardı Başında da miğfer bulunuyordu İbni Kâmia Resulullaha kılıcı ile saldırdı

Kılıç darbesi ile Resûlullahın mübârek omuzları yaralandı Diğer bir saldırı neticesinde Resûlullah efendimiz, Ebû Âmir tarafından kazılan çukura düştü Miğferinin iki halkası mübârek yüzüne battı İlk yetişen Ali bin Ebî Tâlib oldu Talha bin Ubeydullah ile birlikte çukurdan çıkardılar

Peygamber efendimiz bundan sonra Uhud dağındaki kayalığa çıkıp dinlenmek istediler Fakat çok yorgun idiler Hz Talha:

- Yâ Resûlallah! Ben sizi çıkartayım, diyerek, hemen yere çöktü Peygamber efendimizi sırtına alıp kayalığa kadar çıkardı O zaman Resûl-i ekrem efendimiz buyurdu ki:

- Talha Resûlullaha yardım ettiği zaman Cennet ona vâcib oldu

Talhâ bin Ubeydullah, Uhud Harbi'nden Mekkenin fethine kadar geçen süre içinde yapılan bütün savaşlara katıldı Ayrıca Hudeybiye'de Bî'ât-ı Rıdvân'da ve Huneyn savaşlarında bulundu

Feyyâz lakabını aldı

Tebük gazvesinden herkes elinden gelen gayretle orduyu techiz etmek, (donatmak) için uğraşırkan, o da, herkesle yarışırcasına, varını yoğunu nesi varsa sarfetmiş, bundan dolayı, Feyyâz lakabını almışıtır

Hz Ebû Bekir'in hilâfeti zamânında da bütün savaşlara katıldı Hz Ebû Bekir hastalandığında, yerine kimin halîfe olacağını Hz Talhâ ile istişâre etmiş ve o da ;

- Hz Ömer bu makâma en çok lâyık olan zâttır Cenâb-ı Hak sana; "Müslümanların işini kime terk ettin?" derse, açık bir alınla ve müsterih olarak; "Hz Ömer'e bıraktım" dersin, diye tavsiyede bulunmuştu

Talhâ bin Ubeydullah, Hz Ömer zamânında şûra meclisi üyesi idi Halife Ömer her hususta onun re'yine mürâcaat ederdi Hz Ömer'in vefât etmeden önce halîfe seçilmek üzere aday gösterdiği altı zâttan birisi de Talhâ bin Ubeydullah'dır

Talhâ bin Ubeydullah, Cemel vak'asında şehid oldu Hz Ali harp meydanı gezerken, Hz Talhâ'yı ölenler arasında görünce, üzüldü ve çok ağladı Kucağına aldı Yüzündeki toprakları sildi ve;

- Ey Talhâ! Semânın yıldızları altında seni toprağın üzerinde serili görmek bana pek ağır geldi ve beni kalbimden vurdu Keşke yirmi yıl önce ölseydim, buyurdu Namazını kendi kıldırdı

Bana eziyet veriyor

Vefâtından yirmi yıl sonra kızı Âişe, bir gece rü'yâsında babasını gördüğünde;

- Yâ Âişe! Kabrimin bir tarafından sızan su bana eziyet veriyor, beni buradan çıkar da başka yere defnet, diye tenbih buyurdu

Bunun üzerine kızı Âişe! çok üzüldü ve akrabâlarından bâzılarını alarak kabr-i şerifini açtılar Sızan sudan dolayı vücûdunun bir tarafı hafif yeşillenmiş, diğer yerleri yeni defnedilmiş ve bir kılına dahi zarar gelmemiş buldular ve bir başka kabre naklettiler

Hz Talhâ, Eshâb-ı kirâmın en üstünlerinden olup kavuşamadığı fazilet sâdece Hulefâ-î râşidin derecesi olmuştur Peygamber efendimiz buyurdu ki:;

- Yeryüzünde Cennet'lik bir kimse görmek isteyen, Talhâ bin Ubeydullah'a baksın!

Hz Âişe anlatır:

Bir gün Ebû Bekir-i Sıddîk Resûlulahın yanına girmişti Resûlulah ona;

- Yâ Ebâ Bekir! Sen, Atîk ya'nî Allahü teâlânın Cehennem'den âzâd ettiği kişisin, buyurdu Ondan önce önce kimseye böyle Atîk ismi verilmemişti

Sonra Talhâ bin Ubeydullah içiri girdi Resûlullah efendimiz ona da buyurdu ki;

- Ey Talhâ! Sen de şehîd olmayı bekliyenlerdensin

Hz Talha, Zi'l-Karâde gazvesinde mücâhidlerin susuz kalmaması için kuyu satın alıp onu mü'minlere vakfetmiş idi O zaman kuyu satın almak ve vakfetmek çok büyük çömertlikti Zü'l-Usra gazvesinde ise savaşa katılanları tek başına doyurmuştur

Günlük geliri bin altın idi Öksüzleri gözetir, fakirlerin ihtiyaçlarını görür, biçârelere yardım eder Muhtâç olanlara para verirdi Teymoğulları'nın bütün muhtaçları, onun yardımları altında idi Hz Talhâ, bunların dullarını evlendirir, borçlularının borçlarını öderdi

Bir gün bir Bedevî, Hz Talhâ'ya gelip, akrabâlık iddiasında bulunarak yardım istedi Hz Talhâ akrabâlık bağının çok önemli olduğunu söyleyerek, bir arâzisi bulunduğunu istediği takdirde onu almasını, veya satıp parasını vermeyi teklif etti Bedevî, parasını almak isteyince, arâziyi Hz Osman'a satıp parasını Bedevîye verdi

Ahlâkını bilirim

Eshâb-ı kirâmdan bir çok zât, Ümmi Ebân hâtunla evlenmek için teklifte bulunmuşlardı Fakat o hiç birisini kabûl etmedi Talhâ bin Ubeydullah, teklifte bulununca kabûl etti Sebebi sorulduğu zaman;

- Onun ahlâkını bilirim Evine girerken güler yüzle girer, evinden çıkarken mütebessim çıkar, Kendisinden istenildiğinde verir, kendisine bir iyilik yapıldığı zaman teşekkür eder Bir kusûr görünce affeder, diye cevap vermiş ve onunla evlenmişti

Hz Talhâ ticâretle ve zirâatle meşgûl olup, büyük çiftlik sâhibi idi Kendisinin Hayber'de ve Irak'ta çok arâzileri vardı Böyle büyük bir zenginliğin içinde bulunmasına rağmen, gâyet az yer, israf etmez ve isrâf edenleri sevmezdi




Cennetle müjdelenenlerden:
ZÜBEYR BİN AVVÂM





Hz Zübeyr, Peygamber efendimizin halası olan Hz Safiyye’nin oğludur İlk Müslümanlardandır Cennetle müjdelenen on kişiden biridir
Îmân ettiği vakit, amcası çok kızmıştı Dinden dönmesi için, kendisini ateşe sokup çıkartıyordu Amcasının, "Daha fazla inat etme, atalarının dînine dön" teklifine karşı diyordu ki:

- Aslâ küfre dönmem! Allah birdir Fayda veya zararı olmayan putlara tapmam Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resûlullah

Böylece, yapılan bütün işkencelere büyük bir sabır ve metânet gösteriyordu

Allah sizi yine toplar

Îmân edenler çoğaldıkça, müşrikler, korkularından Müslümanlara akla hayâle gelmedik işkenceler yapıyorlardı Peygamber efendimiz, bu dayanılmayacak işkenceleri görünce buyurdu ki:

- Siz bâri yeryüzüne dağılın! Yüce Allah, sizi yine toplar

Eshâb-ı kirâm sordular:

- Yâ Resûlallah nereye gidelim?

- Habeş ülkesine gitseniz iyi olur Habeş ülkesinde kimse zulme uğramaz Orası doğruluk yurdudur Allahü teâlâ sizi belki orada ferahlığa kavuşturur

Bunun üzerine, içlerinde Zübeyr bin Avvâm hazretlerinin de bulunduğu 15 kişilik bir kâfile Habeşistan’a hicret etti Habeş meliki Necaşî kendilerini çok iyi karşıladı Orada rahat bir şekilde yaşadılar Necâşî de daha sonra Müslüman oldu

Hz Ümmü Seleme anlatır:

"Biz Habeşistan’da huzur içinde yaşarken, bir grup Habeşli Necâşi'ye isyân ederek saltanatını elinden almak istedi Bunların Necâşî’ye üstün gelmesinden korkuyorduk Çünkü bunlar, bize hayat hakkı tanımazdı

Necâşî de bunların üzerine yürüdü Savaş, Nil nehrinin öbür tarafında oluyordu Durum çok kritikti Necâşî’nin gâlip gelmesini istiyorduk Eshâbdan ba’zıları dediler ki:

- Kim savaş cephesine gidip, bize haber getirir?

Hz Zübeyr bin Avvâm cevap verdi:

- Ben giderim!

- Peki, sen git!

Hz Zübeyr bu sırada, Müslümanların yaşı en genç olanı idi Hz Zübeyr bin Avvâm’a bir su tulumu şişirdiler ve göğsüne astılar Sonra Nil’in üzerinde yüzdü ve orduların karşılaştığı Nil’in öteki tarafına geçti Onların yanında hazır bulundu

Müjde, Necâşî zafere erişti!

Biz ise, Necâşî’nin düşmana gâlip gelmesi ve memleketinin başında kalması için, Allahü teâlâya duâ ettik Biz durumun ne olacağı merakla beklerken, Hz Zübeyr uzaktan göründü Koşuyordu O elbisesiyle işâret ediyor ve şöyle sesleniyordu:

- Müjde, Necâşî zafere erişti ve Allahü teâlâ, onun düşmanını helâk etti ve ona memleketinde kalmaya kudret verdi

O zamana kadar böyle sevindiğimizi hatırlamıyorum

Necâşî, Allahü teâlânın izniyle o kâfiri mağlup ederek sağ sâlim sarayına döndü Resûlullahın yanına gelene kadar, biz onun yanında güzel bir hayat sürdük Sonra Eshâb-ı kirâm, Mekke’den Medîne’ye hicret edince, biz de Habeşistan’dan Medîne’ye hicret ettik"

Peygamber efendimiz Medîne’ye hicret ettiği zaman, Hz Zübeyr bin Avvâm’ı, Ensâr’dan Ka’b bin Mâlik ile kardeş yaptı

Peygamber efendimiz, Bedir muharebesinde Hz Zübeyr bin Avvâm’ı, sağ kanada kumandan tayin etti ve buyurdular ki:

- Meleklerin alâmetleri ve nişanları vardır Siz de kendinize birer alâmet ve nişan yapınız!

Savaş şiddetli geçiyordu

Bunun üzerine Zübeyr bin Avvâm hazretleri, başına sarı bir sarık sardı Her iki taraf, bütün güçleriyle saldırıya geçti Zübeyr bin Avvâm anlatır:

"Bedir günü, ben, müşriklerden Ubeyde bin Sa’îd’le karşılaştım O baştan ayağa kadar zırha bürünmüş, gözlerinden başka bir yeri görünmüyor ve at üzerinde bulunuyordu Çocukluktan beri büyük karınlı olduğu için, kendisine, Ebû Zâtil Kirş = Karın Babası denirdi O, "Ben Ebû Zâtil Kirş’im! Ben Ebû Zâtil Kirş’im!" diye meydan okuyordu

Elimdeki mızrağımı hemen onun gözüne sapladım Ubeyde yıkılıp öldü Ayağımı yanağına bastım, olanca kuvvetimle mızrağımı çekip çıkardım Fakat mızrağımın iki tarafı eğilmişti"

Meleklerin de katıldığı Bedir savaşı çok şiddetli geçiyordu Peygamber efendimiz, durmadan Allahü teâlâdan yardım diliyor ve O’na yalvarıyordu

Hz Zübeyr’in Bedir harbi esnasında gösterdiği kahramanlık çok büyüktü Vücudunda yaralanmadık bir yer kalmamıştı Üç büyük kılıç darbesi almıştı Bunlardan biri boynunda idi Bedir muharebesi Müslümanların gâlibiyetiyle netîcelendi Bu savaşta, 14 Eshâb-ı kirâm şehîd oldu 70 müşrik öldürüldü

Mekkeli müşrikler bu yenilgiyi unutamamış, bir yıl sonra tekrar Medîne’ye hareket etmişlerdi Uhud’da iki ordu yine karşılaştı Hz Zübeyr bin Avvâm ve Mikdâd bin Esved, İkrime kumandasındaki süvârileri karşılayıp, bozguna uğrattılar

Zübeyr bin Avvâm ve Mikdâd bin Esved, biner süvâriye denk tutulurdu Zübeyr bin Avvâm hazretleri, müşriklerin sancaktarı olan Kilâb’ı öldürdü ve yedi arkadaşı ile Peygamber efendimizin yanında şehîd oluncaya kadar ayrılmamak üzere yemin ettiler

Onu yere düşür!

Bu savaşın başında, Mekkeli müşriklerden biri, çarpışmak için er diledi Herkesin çekindiğini, geri durduğunu zannederek, dileğini üç kere tekrarladı

Bunun üzerine Zübeyr bin Avvâm, başına sarı bir sarık sararak meydana yürüdü Birden devenin üzerine sıçrayıp, kâfirin boğazına sarıldı Deve üzerindeki bu mücâdele devam ederken, Peygamber efendimiz buyurdu ki:

- Onu yere düşür!

Zübeyr bin Avvâm o müşriki yere düşürdü Üstüne çöküp, onu öldürdü Peygamber efendimiz, bu husûsta buyurdu ki:

- Eğer Zübeyr, onun karşısına çıkmasaydı, ben çıkacaktım

Uhud savaşında müşriklerin okçuları, Peygamber efendimizi ok yağmuruna tutunca, Eshâb-ı kirâm, Peygamber efendimizi ortalarına aldılar Atılan oklar Peygamber efendimizin sağından solundan geçiyor, ya önüne düşüyor veya üstünden aşıp geçiyordu
Zübeyr bin Avvâm ve arkadaşları, Peygamber efendimizin etrafında pervane gibi dönerek, gelen oklara ve kılıçlara vücutlarını siper ettiler

Hamdolsun iyidir

Pek çok Eshâb-ı kirâm çarpışa çarpışa şehîd oldu Düşman gerilemiş, zafere yaklaşılmıştı Zafer sevinciyle bir kısım Sahâbenin terkettikleri yerden, düşman süvârileri saldırıya geçti ve Peygamber efendimize kadar sokuldular Peygamberimiz yaralandı Eshâb-ı kirâm hemen toparlandı ve netîcede savaş tekrar Müslümanların lehine döndü

Uhud savaşı bitmişti Peygamber efendimizin vefâtı şayiası Medîne’ye ulaşınca, Peygamber efendimizin halası Safiyye hâtun hemen Uhud’a hareket etti Uhud meydanına gelince, oğlu Zübeyr’i ve Hz Ali’yi görüp, önce Resûlullahın hâlini sordu Hz Ali, "Hamdolsun iyidir" deyince, ferahladı Fakat Hz Safiyye, "Onu bana göster" deyince, Hz Ali, Peygamber efendimizi gösterdi Peygamberimiz yaralı idi Peygamberimizin sağ olduğuna şükretti

Hz Safiyye, baba-anne bir kardeşi olan Hz Hamza’nın durumunu da görmek istiyordu Peygamber efendimiz Hz Safiyye’nin gelmekte olduğunu görünce, Zübeyr bin Avvâm’a buyurdu ki:

- Anneni geri çevir, kardeşinin cesedini görmesin

Zübeyr bin Avvâm hazretleri, "Anneciğim! Resûlullah geri dönmenizi emrediyor" deyince, Hz Safiyye dedi ki:

- Eğer ona yapılanı benim görmemem için geri döneceksem, zaten ben kardeşimin cesedinin kesilip biçildiğini öğrenmiş bulunuyorum Her sıkıntıya râzıyız Allah yolunda bundan daha beter olanlarına da râzıyız Sevâbını Allahü teâlâdan bekliyeceğiz İnşâallah sabredip, katlanacağız

Hz Zübeyr bin Avvâm, durumu Peygamber efendimize bildirince, buyurdu ki:

- Öyle ise bırak görsün!

Hamza için getirdim

Hz Safiyye, kardeşi Hz Hamza’nın cesedinin yanına oturup, sessizce ağlamaya başladı Bu sırada, Peygamber efendimiz de sessizce ağladılar

Hz Zübeyr bin Avvâm anlatır:

"Annem Safiyye binti Abdülmuttalib Uhud’da yanında getirdiği iki hırkayı çıkarıp dedi ki:

- Bunları, kardeşim Hamza için getirmiştim

Hz Hamza’yı kefenlediler ve Hz Ebû Bekir, Hz Ömer, Hz Ali ve Hz Zübeyr bin Avvâm Kabre indirdiler Aynı kabre, onun gibi şehîd olan, Hz Abdullah bin Cahş’ı da koydular"

Uhud’dan dönüşte, Peygamber efendimiz yolda, münâfıklardan Ebû Azzel Cümehi’yi yakaladı Resûlullah efendimiz onu Bedir’de esîr etmişti Sonra onu lutfederek öldürmemişti O, "Yâ Resûlallah, beni bırak" dedi Resûlullah efendimiz de şöyle buyurdu:

- Vallahi bundan sonra artık, sen ellerini okşayıp, Muhammed’e iki kere hîle ettim diyemiyeceksin

Zübeyr bin Avvâm hazretleri, Allah yolunda kılıç sıyıranların ilkidir Bir gün, Peygamber efendimizin yaralandığını zannedip kılıcını sıyırdı Doğruca, Mekke’nin yukarı kısmında bulunan Resûlullahın yanına koştu Peygamber efendimiz, kendisini böyle yalın kılıç görünce, sordu:

- Ey Zübeyr! Ne var, nedir bu hâlin?

- Efendim, size bir zarar verdiler diye korktum, onun için kılıcımı sıyırdım

Bir kişi yok mu?

Hz Câbir bin Abdullah der ki:

"Hendek günü iş ağırlaşınca, Resûlullah efendimiz bize, "Benî Kureyza’nın tutum ve davranışını öğrenip gelebilecek bir kişi yok mu? diye sordular Zübeyr bin Avvâm, "Ben gider, öğrenip gelirim" dedi Gidip, onların tutum ve davranışlarını öğrenip geldi

İşler yine ağırlaşınca, Resûlullah efendimiz tekrar sordular:

- Bize, Benî Kureyza’nın tutum ve davranışını öğrenip gelebilecek bir kişi yok mu?

Yine Zübeyr bin Avvâm dedi ki:

- Ben, gider, öğrenir, gelirim

Gidip, onların tutum ve davranışlarını öğrenip geldi ve durumu arzetti:

- Yâ Resûlallah! Onları, kalelerini tâmir ederken ve harp tâlimleri yaparken gördüm Ayrıca, hayvanlarını derleyip toparlıyorlardı

Bunun üzerine Resûlullah efendimiz buyurdu ki:

- Her Peygamberin bir havârisi vardır Benim de havârim Zübeyr’dir"

Benî Kureyza Yahûdîlerinin tutum ve davranışlarını gözetlemek ve öğrenmek üzere, Peygamber efendimizin gönderdiği kişilerin ilki Hz Zübeyr bin Avvâm idi

Hendek savaşında da müşrikler bozguna uğradılar Medîne’de oturan Yahûdîler, Eshâb-ı kirâma arkadan saldırarak anlaşmayı bozdular Peygamberimiz de savaştan sonra, onları Medîne’den çıkardılar Yahûdîler Hayber kalesine toplandılar

Peygamberimiz Hendek savaşından sonra da Hayber üzerine yürüdüler Hayber'de, meşhûr Yahûdî Cengâveri Merhab, kaleden çıkarak er diledi Hz Ali çıkarak Merhab’ı öldürdü Merhab’ın katlinden sonra onun oğlu Yâsir, babasının intikamını almak için meydana çıkarak, "Bana karşı gelecek var mı" diye bağırdı

Oğlum şehîd mi oluyor?

Hz Zübeyr, hemen atını sürerek onu karşıladı ve ikisi de şiddetli bir muhârebeye tutuştular Oğlunun bu hareketini seyreden Hz Safiyye, Resûl-i ekreme yaklaşıp sordu:

- Yâ Resûlallah! Oğlum şehîd mi oluyor?

Resûl-i ekrem de, "Hayır" buyurdu

Resûl-i ekremin bu beyânından birkaç dakika sonra, Hz Zübeyr, hasmını öldürdü Zübeyr bin Avvâm, Hayber savaşında da büyük kahramanlıklar gösterdi Netîcede Hayber kalesi de alındı

Hayber kalesinin fethinden sonra Mekke’yi fethetmek için hazırlıklar yapıldı

Peygamber efendimizin Mekke’yi fethetmek için hazırlık yaptığını, müşriklere haber vermek için yazılan bir mektup, bir kadın vasıtası ile, gizlice Mekke’ye gönderildi

Sâre adındaki bu kadın, bu mektubu, başına yerleştirdikten sonra, üzerinden saçlarını belikler hâlinde örerek mektubu gizledi ve Kureyşlilere teslim etmek üzere yola çıktı

Acele gidiniz!

Bu durumu Cebrâil aleyhisselâm Peygamberimize bildirdi Peygamber efendimiz de Hz Ali, Hz Zübeyr ve Hz Mikdâd bin Esved’e buyurdu ki:

- Acele gidiniz! Hah denilen yere vardığınızda, orada, yanında bir mektup bulunan, hayvan üzerinde bir kadın bulacaksınız Mektubu ondan alınız ve bana getiriniz!

[Hah; Medîne ile Mekke arasında bir yer olup, Medîne korularındandır]

Hz Ali ve arkadaşları, durmadan at koşturarak Hah denilen yere vardılar Kadın orada idi Hz Ali kadına sordu:

- Yanında götürmekte olduğun mektup nerede?

Kadın cevap verdi:

- Benim yanımda mektup falan yok

Kadının eşyalarını aradılar, mektubu bulamayınca, Hz Ali kılıcını çekip dedi ki:

- Resûlullah efendimiz bize, senin yanında mektup olduğunu söyledi Resûlullah aslâ yalan söylemez Ya mektubu çıkarırsın veya tepene kılıcı indiririm

Kadın yeminler ederek, inkâra devam ettiyse de, Hz Ali ve arkadaşlarının işi sıkı tuttuğunu anlayınca, çâresiz olarak saçının arasından mektubu çıkarıp verdi Böylece haber verme teşebbüsü engellenmiş oldu Hz Ali ve arkadaşları da mektubu Resûlullaha getirdiler

Fetih hazırlıkları tamamlanınca Hicretin 8 senesinde Resûl-i ekremin kumandasında hareket eden binlerce mücâhid, Mekke’ye doğru ilerledi Hz Zübeyr, bu hareket esnasında Resûl-i ekremin sancağını taşıyordu Peygamber efendimiz, askerlerini Zî Tuva denilen yerde bölüklere ayırdı Bir kısmını Zübeyr bin Avvâm’ın emrine vererek Mekke’nin Kudâ tarafından girmelerini emir buyurdular

İşte o Zübeyr’dir

Mekkeli müşrikler Mekke’yi harpsiz teslim ettiler Mekke’nin fethinden sonra Huneyn vâdisinde Hevâzin müşrikleriyle savaşıldı Bu savaşta Hevâzin kabîlesi mağlup olarak geriye çekilmeye başladı Kabîlenin ileri gelenlerinden Mâlik bin Avf gitti ve iki dağ arasında yüksek bir mevkide arkadaşlarına dedi ki:

- Durunuz ki, zayıflarınız yürüsün ve geride kalanlar bize yetişsinler! Hezîmete uğrayanlar gelip onlara kavuşuncaya kadar orada durdular Mâlik, gelenlere sordu:

- Geriye bakın neler görüyorsunuz?

- Uylukları uzunca bir süvâri görüyoruz Mızrağını omuzu üzerine koymuş ve başına bir kırmızı sarık bağlamış

- İşte o, Zübeyr bin Avvâm’dır Yemin ederim ki, elbette o size ulaşır Onun için yerinizde sıkı durunuz, ayrılmayınız!

Hz Zübeyr bin Avvâm, o iki dağ arasındaki tepelik yerin dibine vardı Hevâzinliler de onu gördüler Yetişip, onlara saldırdı Oradan çıkartıp uzaklaştırıncaya kadar onlarla cenk etti

Sahâbeden Hubeyb bin Adiy’i kâfirler yakalayıp Mekke’ye götürdüler İdâm ettiler Kâfirler görsün de sevinsinler diyerek sehpadan indirmediler Kırk gün sehpada kaldı Bedeni çürüyüp, kokmadı Hep taze kan aktı

Yetmiş atlı yetişti

Resûlullah efendimiz, bunu haber alarak, onun cesedini getirmek üzere, Zübeyr bin Avvâm ve Mikdâd bin Esved’i gönderdiler Zübeyr ve Mikdâd cesedi gece ağaçtan aldılar Medîne’ye getirirken, arkalarından yetmiş atlı yetişti

Bu iki Müslüman, kendilerini korumak için Hubeyb’i yere bıraktılar Yer yarılıp Hubeyb kayboldu Kâfirler de bu hâli görüp, döndüler, gittiler

Hz Zübeyr bin Avvâm Tâif Muhâsarasına, Tebûk seferine ve Vedâ Haccına iştirak etmiştir

Amr İbn’il-Âs, Mısır’ın kalbi olan Fustat şehrini zaptetmek için Hz Ömer’den dörtbin kişilik kuvvet istediğinde, Hz Ömer ona her biri bin kişiye bedel dört kişi göndermiştir ki, bunlar; Hz Zübeyr bin Avvâm, Hz Mikdâd bin Esved, Hz Ubâde bin Sâmit ve Hz Mesleme bin Muhalled idi Zübeyr bin Avvâm, yedi aylık muhâsaradan sonra Fustat şehrini zaptetmeye muvaffak olmuştur Sonra İskenderiyye üzerine yürüyerek, burasının da alınmasında büyük rol oynamıştır

Hz Zübeyr, namaz kılarken İbni Cermuz tarafından şehîd edildi Şehîd olduğunda 67 yaşında bulunuyordu Hz Ali, Hz Zübeyr’in vefâtına çok üzülmüş olup, cenâze namazını bizzat kendisi kıldırdı

Hz Zübeyr bin Avvâm, uzun boylu, beyaz tenli, zarif, kibar bir kimse idi Emânete son derece riâyet eder, hassasiyet gösterirdi Hz Zübeyr bin Avvâm, kendisine emânet edilen şeyleri saklamak için ne yapacağını şaşırırdı

Ticaret ve ziraat ile meşgûl olurdu Medîne’nin en zenginlerinden sayılırdı Medîne etrafındaki arsalardan başka Basra, Kûfe ve Mısır’da da bir hayli emlâkı vardı şehîd edildiğinde mîrâsçılarının herbirine kırkbin dirhem gümüş kaldı

Dilencilikten hayırlıdır

Etrafındaki fakirlerin hepsinin maişetini temin etmek husûsunda büyük gayretler sarfetmiştir Borç para isteyene borç para verir, cihâda gitmek isteyenleri Allah rızâsı için donatırdı Zekâtını zamanında ve muntazaman verirdi Şu hadîs-i şerîfi naklederdi:

(Birinizin ipi alıp, odun yüklenerek satması ve Allahın onun yüzünü ak etmesi, dilencilikten hayırlıdır İstediği kimseden birşey alsın veya almasın böyledir)

Bütün servetine ve zenginliğine rağmen, o, son derece sâde yaşardı Sâde giyinir, sâde yemek yer ve zînet eşyasına iltifat etmezdi Ancak, silâhına hassasiyet gösterirdi Bu itibârla kılıcının kabzasını gümüşten yaptırmıştı

(Talha ile Zübeyr, Cennette komşularımdır) hadîs-i şerîfi ile medhedildi Az hadîs bildirdi Bir tanesi şöyledir:

(Bilmediğini hadîs olarak söyleyen, Cehennemde azâb görecektir)

Hz Ömer, vefât edeceği zaman, halîfe olmaya lâyık gördüğü altı kişiden biri Talha, biri de Zübeyr’dir

Alıntı Yaparak Cevapla