Yalnız Mesajı Göster

Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram)

Eski 08-11-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Sahabelerin Hayatları (Eshab-İ Kiram)



Hadîs-i şerîf yazması ile meşhûr sahâbî:
ABDULLAH BİN AMR BİN ÂS



Abdullah bin Amr, Bedir ve Uhud harbinden başka bütün harplere katılıp, Peygamber efendimizin yanında bulundu İlk iki harbe yaşı küçük olduğu için katılamamıştır Katıldığı savaşlara süvâri olarak katıldı Ayrıca harbe gidecek askerleri tâlim ile, onları savaşa hazırlamak gibi mühim vazîfelerde bulundu Birçok harbe kumandan olarak katıldı

Askerlere binek temin et!

Abdullah bin Amr hazretleri, kumandanlığı ile ilgili bir husûsu, kendisi şöyle anlatır:

“Resûl-i ekrem efendimiz, yanımda bulunan develere askerleri bindirerek, bir tarafa göndermemi emir buyurunca, develerin askerlere kâfi gelmeyeceğini gördüm Peygamberimize mürâcaat ederek, ba’zı askerlerin yaya kaldıklarını söyledim Peygamberimiz bana şöyle buyurdu:

- Zekât olarak gelen erkek develer karşılığında, dişi develer satın alarak askerlere binek temin et!

Ben de, bir erkek deve karşılığında üç dişi deve alarak, askerlerin gidecekleri yere varmalarını sağladım

Abdullah bin Amr hazretlerinin, Peygamber efendimizin vefâtından sonra katıldığı ve büyük kahramanlıklar gösterdiği savaşlardan biri Yermük’tür Şam fâtihi olan babası Amr bin Âs da bu savaşta ordu kumandanlarından idi 240000 kişilik Bizans ordusuna karşı, 46000 kişilik İslâm ordusu, kısa zamanda zafer kazandı

Hz Abdullah bin Amr bin Âs, Peygamber efendimizin yanında bulunup, bizzat işiterek çok ilim öğrenmiştir Peygamberimizden işittiği her şeyi yazmak için izin istemiş ve aldığı müsâade üzerine pek çok hadîs-i şerîf yazmıştır

Eshâb-ı kirâmdan en çok hadîs-i şerîf rivâyet eden Ebû Hüreyre, onun hakkında buyurmuştur ki:

- Resûlullahın hadîs-i şerîflerini, Abdullah bin Amr’dan başka benden çok ezberleyen ve rivâyet eden olmamıştır Çünkü o, yazıyordu Ben yazmamıştım

Abdullah bin Amr’ın, Resûlullah efendimizden her işittiğini yazdığını gören Eshâb-ı kirâmın ileri gelenleri, ona dediler ki:

- Sen, Resûlullahtan her işittiğin şeyi yazıyorsun Hâlbuki, Resûl aleyhisselâm ba’zan gadab, kızgınlık, ba’zan da neş’eli hâllerde iken söz söylemektedir

Yazmaya devam et!

Bunun üzerine Hz Abdullah, işittiklerini yazı ile kaydetmek husûsunda tereddütte kalmış ve mes’eleyi Resûl-i ekreme arzetmişti Resûlullah efendimiz, onu dinledikten sonra buyurdular ki:

- Yazmaya devam et! Çünkü, Allahü teâlâya yemîn ederim ki, ağzımdan hak (ya’nî doğru, gerçek) olandan başka bir şey çıkmamıştır

Hz Abdullah Resûlullahtan işittiği bütün hadîs-i şerîfleri, Sahîfe-i Sâdıka adında bir mecmûada toplamıştır Kendisine sorulan suâllere, bizzat Resûlullahtan işiterek yazdığı bu mecmûayı çıkarıp bakar, sonra cevap verirdi

Hadîs-i şerîf râvîlerinden Ebû Kubeyl, Abdullah bin Amr ile ilgili şunu nakletmektedir:

“Abdullah bin Amr bin Âs’ın yanında bulunuyorduk Kendisine, İstanbul ve Roma şehirlerinden hangisinin daha evvel fethedileceği soruldu

İstanbul feth olunacaktır!

Hz Abdullah, suâli dinledikten sonra, bir sandık getirtmiş ve Sahîfe-i Sâdıka’sını çıkarmış ve ona bakıp şu cevâbı vermişti:

- Bir gün, Resûlullahın etrafında oturmuş, hadîs-i şerîf yazıyorduk Bir ara Resûl-i ekreme; “İstanbul ve Roma şehirlerinden hangisi daha evvel feth edilecek” diye soruldu (En önce Heraklius’un şehri olan İstanbul fetholunacaktır) buyurdular

Abdullah bin Amr’ın ilminden en çok istifâde eden muhitlerden biri de Basra’dır Bu şehre vâli tâyin edilenler, onun derslerine koşmayı başlıca vazîfe biliyorlardı Naklettiği ilimlerden bütün Müslümanlar faydalanmıştır

Arapçadan başka İbrânice ve Süryânice de bilen Abdullah bin Amr hazretleri, Resûlullah efendimizin mübârek ağızlarından işiterek topladığı hadîs-i şerîf mecmûasına, son derece titizlik gösterirdi İmâm-ı Mücâhid diyor ki:

- Abdullah bin Amr’ın elinde bulunan kitaplarından hangisine bakmak istesek, mâni olmazdı Fakat bu hadîs-i şerîf mecmûalarından birini okumak istediğimiz zaman, ona son derece îtinâ gösterir ve, “Ben, bunu bizzat Resûl-i ekremin mübârek ağzından işiterek topladım Onu, bütün dünyaya değişmem” derdi

Yedi yüz civârında hadîs-i şerîf rivâyet etmiştir

Abdullah bin Amr bin Âs hazretleri, uzun boylu, yakışıklı bir zât idi Zühd ve takvâsı çok olup, zirâatle iştigâl eder ve geçimini bu yoldan sağlardı Son derece cömert olup, eline geçeni dağıtır ve herkesi memnûn ederdi 684 târihinde yetmişiki yaşlarında Şam’da vefât etti

Hayrın en iyisi

Bir gün Hz Abdullah’a soruldu:

- Şerrin en fenâsı ve hayrın en iyisi hangisidir?

Buyurdu ki:

- Hayrın en iyisi; doğru söz, kötülüğü düşünmeyen kalb ve itâat eden hanımdır Şerlerin de en fenâsı; yalan söz, fenâ kalb ve itâat etmeyen hanımdır

Hz Abdullah şöyle bildiriyor:

Bir gün Resûl-i ekreme, “Yâ Resûlallah! Müslümanın hangisi hayırlıdır” diye sorduğum zaman buyurdular ki:

- Fakîrleri doyuran, tanıyıp-tanımadığı her Müslümana iltifât edendir

Abdullah bin Amr hazretleri, ilme çok ehemmiyet verirdi Buyururdu ki:

- Resûlullahtan işittim Buyurdu ki:

“İlmin azalması, âlimlerin azalması ile olur Câhil din adamları, kendi görüşleri ile fetvâ vererek fitne çıkarırlar, insanları doğru yoldan saptırırlar

Abdullah bin Amr hazretleri, gece sabaha kadar namaz kılar, gündüzleri oruç tutardı Harâmdan son derece sakınır, hattâ mubâhların çoğunu da terkederdi Kur’ân-ı kerîmi çok okurdu Ba’zan gece lâmbayı söndürür, Allah korkusundan sabaha kadar ağlardı
Çok ağlamaktan dolayı ömrünün sonuna doğru gözleri görmez olmuştu Kendisi şöyle anlatır:

Üç gün oruç tut!

Ben, devamlı olarak, geceleri ibâdetle, gündüzleri de oruçlu olarak geçireceğimi söylemiştim Benim bu sözlerim Resûlullah efendimize haber verilmişti Peygamber efendimiz de bana buyurdular ki:

- Böyle diyen sen misin?

- Evet, öyle söylemiştim ya Resûlallah!

- Bunu yapamazsın Bunun için ba’zan oruç tut, ba’zan da tutma! Hem uyu, hem de ibâdet et ve ayda üç gün oruç tut! Çünkü üzerinde bedeninin, gözlerinin, âilenin, misâfirlerin hakkı vardır Ve muhakkak ki, ayda üç gün oruç sana yeter Bu, bütün sene oruç tutmak gibidir Çünkü iyi amel, on misli ile mükâfâtlanır

- Bundan daha fazlasını yapabilirim

- Bir gün tut, iki gün boz!

- Bundan daha fazlasını yapabilirim ya Resûlallah!

- Bir gün tut, bir gün tutma! Bu Hz Dâvüd’ün orucudur ve en uygun oruç budur

- Bundan daha fazlasını yapabilirim

- Bunun fazlası yoktur

Bundan sonra Hz Abdullah diyor ki: Resûlullahın buyurduğu ayda üç gün orucu kabûl etmiş olsaydım, bana çoluk çocuğumdan ve bütün malımdan daha sevgili olacaktı

Hz Abdullah, misâfire ikrâmı çok severdi Bununla ilgili Resûlullahtan işittiği şu hadîsi söylerdi: “Allaha ve âhıret gününe îmân eden, misâfirine ikrâm etsin! Allaha ve âhıret gününe inanan, komşusuna hürmet etsin! Allaha ve âhıret gününe îmân eden, ya hayır söylesin, yâhut sussun

Abdullah bin Amr hazretleri şöyle anlatır:

Birisi Resûl-i ekreme gelip cihâda gitmek için izin istedi Resûlullah efendimiz, o kimseye buyurdu ki:

- Anan baban hayatta mı?

- Evet hayattalar yâ Resûlallah!

- Onların yanına dön ve hizmetlerinde bulun!

Çok ağlardınız

Hz Abdullah bin Amr bin Âs’ın hikmetli sözleri çoktur Buyurdular ki:

“Faydasız söz söylemeyiniz!”

"Müzevvirlik, ara bozuculuk ve iki dostun arasını açmak, Allahü teâlânın gadabına sebep olur Eğer siz benim bildiğime vâkıf olsaydınız, çok ağlardınız

Hz Abdullah, meşhûr Mısır fâtihi Âmr bin Âs’ın oğlu olup, 616 yılında doğmuştur Annesi, Rayta binti Münebbih’dir Babasından önce îmân etti Müslüman olmadan önce adı Âs idi Peygamber efendimiz Abdullah olarak değiştirdi Künyesi, Ebû Abdurrahmân’dır Abâdiledendir




Uhud şehîdlerinden:
ABDULLAH BİN CAHŞ




Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretleri, Uhud harbinde Hz Abdullah bin Cahş'la arasında geçen konuşmayı şöyle anlattı:

"Uhud’da, savaşın çok şiddetli devam ettiği bir andı Abdullah bin Cahş yanıma sokuldu, elimden tuttu ve beni bir kayanın dibine çekti Bana şunları söyledi:

- Şimdi burada sen duâ et, ben "âmin" diyeyim Sonra ben duâ edeyim, sen de "âmin" de!

Kıyasıya vuruşayım

Ben de, "Peki!" dedim ve şöyle duâ ettim:

- Allahım, bana çok kuvvetli ve çetin kâfirleri gönder Onlarla kıyasıya vuruşayım Hepsini öldüreyim Gâzi olarak, geri döneyim

Abdullah bin Cahş benim yaptığım bu duâya, bütün kalbiyle "âmin" dedi Sonra kendisi şöyle duâ etmeye başladı:

- Allahım, bana zorlu kâfirler gönder, kıyasıya onlarla vuruşayım Cihâdın hakkını vereyim Hepsini öldüreyim

En sonunda bir tanesi de beni şehîd etsin

Gönlüm böyle bir duâya "âmin" demek arzu etmiyordu Fakat, o istediği ve önceden söz verdiğim için mecbûren "âmin" dedim

Kılıcı kırıldı

Daha sonra, kılıçlarımızı çektik, savaşa devam ettik İkimiz de önümüze geleni öldürüyorduk

O, son derece bahadırâne harbediyor, düşman saflarını tarumar ediyordu Düşmana hamle üstüne hamle ediyor, şehîd olmak için derin bir iştiyakla hücûmlarını tazeliyordu

"Allah Allah!" diye çarpışırken kılıcı kırıldı O anda sevgili Peygamberimiz, ona bir hurma dalı uzatarak, savaşa devam etmesini buyurdu

Bu dal bir mu’cize olarak kılıç oldu ve önüne geleni kesmeye başladı Birçok düşmanı öldürdü"

[Daha sonra bu kılıç, vârisleri elinde uzun seneler kaldı En son bir Türk kumandanı, iki yüz altına bunu satın almıştır]

Savaşın sonuna doğru Abdullah bin Cahş, Ebûl Hakem isminde bir müşrikin attığı oklarla arzu ettiği şehâdete kavuştu

Şehîd olunca, kâfirler, bu mübârek şehîdin cesedine hücûm ederek burnunu, dudaklarını ve kulaklarını kestiler Her tarafı kana boyandı

Muharebe bittikten sonra, Abdullah bin Cahş’ı şehîd edilmiş bulan Hz Sa’d, durumu ve onun yaptığı duâyı Peygamber efendimize anlattı

Resûlullah efendimiz de, onun duâsının kabûl edildiğini ve bu dünyada istediğine kavuştuğunu, âhırette de istediğine kavuşacağının anlaşıldığını bildirdi

Hz Abdullah bin Cahş’ı ve dayısı "Seyyidüşşühedâ" ya’nî, "Şehîdlerin efendisi" Hz Hamza’yı aynı kabre defnettiler

Abdullah bin Cahş hazretleri, Resûlullahın halası Ümeyme ile Cahş’ın oğludur Zevcât-ı tâhirâttan Zeyneb binti Cahş’ın kardeşidir Habeşistan'a iki kere hicret etti Birkaç kere ordu kumandanı yapıldıHz Ebû Bekir’in vasıtasıyla, kelime-i şehâdet getirerek, ilk Müslümanlardan olmak şerefine kavuştu

En çok katlananınızdır

Abdullah bin Cahş hazretleri, İslâmiyeti heyecanla yaşayan zâtlardandı İlk Müslüman olduğu yıllarda, kâfirler kendisine her türlü ezâ ve cefâyı yapmışlardı Hepsine de îmânının verdiği güç ile mukabele etmiş, ezâ ve cefâlara katlanmıştır Peygamber efendimiz, kendisi için buyurmuştur ki:

- Açlığa ve susuzluğa en çok dayanan ve katlananınızdır

Resûlullah efendimizin şehîdler için verdiği müjdeleri duyarak, hep şehîd olmaya can atar, harplerde hep en önde kahramanca çarpışırdı

Peygamber efendimiz hicretin ikinci senesinde, Nahle’de, Kureyş müşriklerini gözetlemek üzere, ilk önce Ebû Ubeyde bin Cerrâh’ı göndermek istemişti Hz Ebû Ubeyde, Peygamber efendimizden ayrılmaya dayanamıyarak ağlamaya başladı Bunun üzerine Peygamberimiz, onu göndermekten vazgeçti Hz Abdullah bin Cahş der ki:

"O gün Resûlullah aleyhisselâm, yatsı namazını kılınca bana buyurdu ki:

- Sabahleyin yanıma gel! Silahın da yanında bulunsun! Seni bir tarafa göndereceğim

Sabah olunca mescide gittim Kılıcım, yayım, ok ve çantam üzerimde, kalkanım da yanımda idi Resûlullah efendimiz, sabah namazını kıldırdıktan sonra, muhâcirlerden benimle birlikte gidecek birkaç kişi buldu Bir mektup vererek buyurdu ki:

- Seni bu kişilerin üzerine kumandan tayin ettim Git! İki gece yol aldıktan sonra, mektubu aç! Orada yazılanlara göre hareket et!

- Yâ Resûlallah! Hangi tarafa gideyim?

- Necdiye yolunu tut! Rekiye’ye, kuyuya yönel!"

Abdullah bin Cahş hazretleri, Nahle seferine görevlendirildiği zaman, ilk defa "Emîr-ül-mü’minîn" sıfatı verildi Böylece, İslâmda ilk tayin olunan "emîr" oldu Mücâhidlerin, iki kişisi için bir develeri vardı

Kimseyi zorlama!

Sekiz veya oniki kişilik bir birlik ile iki gün sonra Melel mevkiine vardıklarında, mektubu açtı Mektupta şunlar yazılıydı:

Bismillâhirrahmânirrahîm Bu mektubu gözden geçirdiğin zaman, Mekke ile Tâif arasındaki Nahle vâdisine ininceye kadar, Allahü teâlânın ismi ve bereketiyle yürüyüp gidersin

Arkadaşlarından hiçbirini, seninle birlikte gitmeye zorlamayasın! Nahle vâdisindeki Kureyşlileri, Kureyşlilerin kervanını gözetleyip denetleyesin! Onların haberlerini bize bildiresin!

Emîr-ül-mü’minîn Hz Abdullah bin Cahş, Peygamberimizin mektubunu okuduktan sonra, "Bizler Allahü teâlânın kullarıyız ve hep O’na döneceğiz İşittim ve itâat ettim Allahü teâlânın ve sevgili Resûlünün emrini yerine getireceğim" diyerek mektubu öpüp, başına koydu Sonra arkadaşlarına dönerek dedi ki:

- Hanginiz şehîd olmayı istiyor ve özlüyorsa, benimle gelsin! Gelmek istemeyen dönüp gidebilir, hiçbirinizi zorlayıcı değilim Gelmezseniz, ben tek başıma gidip, Resûl aleyhisselâmın emrini yerine getireceğim

Biz de işittik

Arkadaşları hep birden cevap verdiler:

- Biz de, işittik Allahü teâlâya, Peygamber efendimize ve sana itâat edicileriz Nereye istersen, Allahü teâlânın bereketi ile yürü

Sa’d bin Ebî Vakkâs hazretlerinin de bulunduğu küçük ordu ile Hicâz’a doğru yol aldılar ve Nahle’ye geldiler Bir yere gizlendiler Oradan gelip geçen Kureyşîleri gözetlemeye başladılar

Bu sırada bir Kureyş kâfilesi geçti Develer yüklü idi Mücâhidler, Kureyş kâfilesine yaklaşarak, onları İslâma da’vet ettiler Kabûl etmeyince, çarpışma başladı Çarpışma sonunda, birisini öldürdüler, ikisini esir aldılar Birisi de atlı olduğu için ona yetişemediler Kâfirlerin bütün malı mücâhidlere kaldı

Hz Abdullah bin Cahş, bu ganimet mallarının beşte birini Resûlullah efendimize ayırdı Bu ganimet, Müslümanların aldıkları ilk ganimetti Bu beşte bir hisse de, ilk ayrılan beşte bir idi İlk öldürülen müşrik ve alınan esirler de, bu Nahle seferindeydi Daha henüz ganimetle ilgili âyet-i kerîmeler gelmemişti

Bundan sonra Bedir gazâsı oldu Alınan esirler için, Resûlullah efendimiz, Hz Ebû Bekir, Hz Ömer ve Hz Abdullah bin Cahş’a danıştı Hicretin üçüncü senesinde yapılan Uhud harbinde büyük kahramanlıklar gösterdi Hz Abdullah bin Cahş yiğitliğin sembolüydü

En çok özlediği

Abdullah bin Cahş, Peygamberimize çok bağlı idi Resûlullah efendimiz, onu emîr tayin ettiği vakit, kendisine sormuştu:

- Ey Abdullah! Dünyada en çok arzu ettiğin, özlediğin nedir?

Bunun üzerine, "Allah ve Resûlüne muhabbettir" diye arzetmişti

Hz Abdullah orta boylu, çok yakışıklı bir zât idi Peygamber efendimizi pek ziyâde severdi Bu muhabbet uğrunda canını fedâdan çekinmemiş, Uhud harbinde en büyük kahramanlığı göstererek, Allahü teâlânın rızâsı uğrunda şehâdet şerbetini içmiştir

Eshâb-i kirâm arasında lâkabı, "El Mücâhidü fillah", ya’nî "Allah yolunun fedâisi" idi Şehîd olduğunda 40 yaşlarında idi Allah yolunda Habeşistan’a yapılan ikinci hicretten sonra, âilece Medîne’ye hicret etmişti Medîne’ye hicret edince, Asım bin Sâbit ile kardeş oldu




Hz Ebû Bekir’in oğlu:
ABDULLAH BİN EBİ BEKR-İ SİDDIK




Hz Abdullah, babasi Ebû Bekr-i Siddîk'in da’vetiyle, küçük yaşta Müslüman oldu Peygamber efendimiz ile babası Mekke’den Medîne’ye hicretlerinde, Sevr Mağarasına geldiklerinde, habercilik vazifesini yaptı
Zekî ve kabiliyetli bir genç olduğundan, babasının emir ve direktiflerini harfiyen yerine getirirdi Gündüzleri Mekke’de Kureyşliler arasında bulunup, onların Peygamberimiz ve Hz Ebû Bekir hakkında söylediklerini, akşam vakti Sevr Mağarasına gelerek haber verirdi Geceyi orada geçirip, tanyeri ağarmadan Mekke’ye dönerdi Bu hizmeti, onun adını İslâm tarihine geçirdi

Muhâsarada yaralandi

Hz Abdullah bin Ebî Bekr-i Siddîk; hicret-i Nebevî’den sonra, Mekke’den Medîne’ye geldi Resûlullah ile hicretin 8 senesinde Mekke’nin fethinde bulundu Atike binti Zeyd bin Amr ile evliydi Mekke’nin fethinden sonra Huneyn Gazvesine katıldı Huneyn’den kaçan Sakif ve Hevâzinlilerin toplanmalarına mâni olmak için, onların sığınıp, saklandıkları Tâif Kalesini muhâsara etti Muhâsarada ok isâbet edip, yaralandı Medîne’ye yaralı olarak döndü

Hz Abdullah bin Ebî Bekr-i Siddîk, Peygamber efendimiz için hazırlanan elbiseyi yedi altına satın almıştı Sonra Resûlullahın tekfînine uygun görülmeyince, teberrüken kendine kefen için saklamıştı

Rûhunu teslim edeceği sırada, "Bunda, hayır ve bereket olsa idi, Resûlullah efendimiz tekfîn olunurdu" deyip, kendisine bunu kefen yaptırmadı

Hz Ebû Bekir’in hilâfetinin başlarında, hicretin onbirinci senesinin Şevvâl ayında Tâif’te aldığı yaranın iyileşmemesi sebebiyle vefât etti Cenâze namazını Hz Ebû Bekir kıldırdı Kabrine ise, Hz Ömer, Talha ve kardeşi Abdurrahman bin Ebî Bekir indirmişlerdir Tâif şehîdlerinden sayılır

Onun vefâtından bir müddet sonra, HzEbû Bekir’e, Sakif heyeti geldi O sırada Hz Abdullah’ın ölümüne sebep olan ok, Hz Ebû Bekir’in yanındaydı Oku, heyettekilere göstererek sordu:

- İçinizde bu oku tanıyanınız var mı?

Ben yonttum

Aclân oğullarından Hz Sa’d bin Ubeyd dedi ki:

- Bu oku ben yonttum; ucunu ben sivrilttim; tüyünü ben taktım; bunu atan da benim

Bunun üzerine Hz Ebû Bekir buyurdu ki:

- Bu ok, Abdullah bin Ebî Bekir’i şehîd eden oktur Senin elinle ona şehîdlik şerbetini içiren, onun eliyle seni öldürtmeyen Allaha hamdolsun Allahın himâyesi geniştir

Hz Abdullah bin Ebî Bekr-i Siddîk, Eshâb-i kirâmdan olup, ilk Müslümanlardandır Babası Ebû Bekr-i Siddîk, annesi Kâtile binti Abdiluzza’dır Esmâ ile anne bir kardeştir Doğum tarihi bilinmemektedir




Meleklerin Yıkadığı Sahâbînın Oğlu:
ABDULLAH BİN HANZALA




Abdullah bin Hanzala hazretleri, Eshâb-i kirâmdan, şehâdeti ile meşhûrdur Babası da, Eshâbdan olup, (Gasîl-ül-melâike) Meleklerin yıkadığı Sahâbî lakabıyla tanınmıştır Annesi Cemile binti Abdullah’tır
Babası Hanzala, Uhud vak’ası gecesi evlenmiş, ertesi gün Uhud’da şehîd olmuştur Hz Abdullah, Peygamber efendimizin vefâtında yedi yaşında idi ve Peygamberimizi görüp, gönüllere şifâ olan sohbetine kavuşmuştur

Rü’yâda gördüm

Hz Abdullah, 682 senesinde, Hara savaşında Zilhiccenin bitmesine üç gün kala, perşembe günü şehîd olmuştur

Önce sekiz oğlunu, birer birer savaş meydanına çıkarıp, hepsi şehîd olduktan sonra, kılıcının kınını kırarak askerlerin içine dalmış, şehîd oluncaya kadar mücâdele etmiştir

Abdullah bin Ebî Süfyân anlatır:

"Ben babamı şöyle derken işittim: Abdullah bin Hanzala’yı şehîd edildikten sonra rü’yâda çok güzel bir şekilde gördüm Kendisine sordum:

- Ey Ebû Abdurrahmân, sen öldürülmedin mi?

- Evet, fakat öldürülünce, Rabbim beni Cennetine koydu Ben burada serbestçe dolaşıyor ve Cennet ni’metlerinden istifade ediyorum

- Ya senin eshâbın, arkadaşların? Onlara ne oldu?

- Onlar benim sancağım etrafındadırlar Ki, sen bunu görüyorsunAramızda olan bu konuşmalardan sonra, uykumdan uyandım Gördüğüm rü’yânın Hz Abdullah bin Hanzala için hayırlı olduğunu anladım"

Süfyân bin Selim’in rivâyetine göre, Iblis, Hz Abdullah bin Hanzala’ya göründü ve ona dedi ki:

- Dinle sana birşey öğreteyim

Hz Abdullah da cevap verdi:

- Senden birşey öğrenmeye ihtiyacım yoktur

Baskasından birşey isteme!

Şeytan tekrar dedi ki:

- Dinle de, istersen alır, istemezsen almazsın

Şeytan, sonra sözlerine şöyle devam etti:

- Ey Hanzala’nın oğlu, Allahtan başkasından birşey isteme! Her istediğini Allahü teâlâdan iste! Kızdığında, nasıl bir hâl aldığına bir bak!

Sen kızdığın zaman, ben sana hakim olurum

Abdullah bin Hanzala hazretleri, ziyâret için, arkadaşları ile beraber, Sa’d bin Ubâde hazretlerinin oğlunun evine gitmişti

Namaz vakti gelince ev sahibine, imâm olmasını teklif ettiler O da misâfirlerden birinin imâm olmasını istedi Hz Abdullah şöyle rivâyette bulundu:

- Resûlullah efendimiz, "Bir kimsenin kendi yatağında yatması, hayvanına binmesi ve evinde imâmlık etmesi evlâdır" buyurdu




Resûlullahın elçilerinden:
ABDULLAH BİN HUZÂFE




Peygamber efendimiz, Hudeybiye antlaşmasından sonra, İslâmın bütün dünyaya yayılması ve insanların Cehennemden kurtulup, ebedî saâdete kavuşmaları için hükümdarlara elçiler göndermek istiyordu Zîrâ o, âlemlere rahmet olarak gönderilmişti

İstediğini emret!

Bu sebeple bir gün, Eshâb-ı kirâma buyurdular ki:

- Ba’zınızı, yabancı hükümdarlara göndermek istiyorum Sakın, İsrâiloğullarının, Peygamberlerine karşı davrandıkları gibi, siz de bana karşı davranmayasınız!

Eshâb-ı kirâm cevap verdiler:

- Yâ Resûlallah! Biz, sana karşı, hiçbir zaman, hiçbir şey hakkında aykırı davranmayız Sen, bize, istediğini emret, bizi istediğin yere gönder!

Bunun üzerine İslâmiyete da’vet etmek üzere, Hükümdarlara birer mektupla altı sahâbî gönderildi Bu altı elçiden birisi de, Abdullah bin Huzâfe idi Peygamberimiz onu, Kisrâ’ya ya’nî İran şâhına göndermişti

Peygamberimiz, mektubunu Kisrâ’ya sunmak üzere Bahreyn vâlisine vermesini de Abdullah bin Huzâfe’ye emretti

Peygamberimiz, Kisrâ’ya yazdığı mektubunda şöyle buyurdu:

“Bismillâhirrahmânirrahîm Allahın Resûlü Muhammed’den, Farsların büyüğü Kisrâ’ya!

Hidâyete uyan, doğru yolu tutanlara, Allaha ve Resûlüne îmân edenlere, Allahtan başka hiçbir ilâh ve ma’bûd olmadığına, O’nun eşi, ortağı bulunmadığına ve Muhammed’in de O’nun kulu ve Resûlü olduğuna şehâdet getirenlere selâm olsun!

Ben, seni, Allaha îmâna da’vet ediyorum! Çünki ben; Allahın, kalbleri diri ve akılları başında olanları uyarmak, kâfirler hakkında da, o azâb sözü gerçekleşmek için bütün insanlara göndermiş olduğu Peygamberiyimdir!

Öyle ise, Müslüman ol, selâmeti bul! Da’vetimden yüz çevirir, kaçınırsan, bütün Mecûsîlerin günâhı senin boynuna olsun!”

Bahreyn vâlisine verdi

Peygamberimizin, İran Şâhı’na göndermiş olduğu mektubun aslı, 1962 yılı kasımının sonuna doğru Şam’da bulunmuştur Parşömen üzerine yazılmış bulunan bu mübârek mektup, zamanla rengi değişmiş ve dokuması eskimiş yeşil bir kumaşa yapıştırılmış olup, boyu 28 cm, eni 21,5cmdir

Abdullah bin Huzâfe hazretleri, Peygamberimizin mektubunu Kisrâ’ya sunmak üzere, Bahreyn vâlisi Münzir bin Sava’ya başvurdu O da, onu Kisrâ’ya yolladı

Abdullah bin Huzâfe’nin bildirdiğine göre, kendisi, Kisrâ’nın kapısına kadar vardı Yanına girmek için izin istedi

Kisrâ, önce köşk salonunun süslenmesini emretti Sonra, Fars devlet adamlarının, daha sonra da, Peygamberimizin elçisinin içeri alınmasına müsâade etti

Abdullah bin Huzâfe hazretleri, Peygamberimizin mektubunu sunmak üzere İran Kisrâ’sının huzûruna girdi Kisrâ, Peygamberimizin mektubunun elçiden alınmasını emretti Abdullah bin Huzâfe dedi ki:

- Onu, Resûlullah efendimizin buyruğu üzere, sana kendim vereceğim!

Kisrâ bunun üzerine dedi ki:

- Öyle ise, haydi yanıma yaklaş!

Düş hayâtı yaşıyorsunuz

Abdullah bin Huzâfe, Kisrâ’ya yaklaşarak mektubu sundu Kisrâ, mektubu okutmak için Hîreli kâtibini çağırdı Mektubu ona okuttu Kâtip, mektubu:

“Allahın Resûlü Muhammed’den, Farsların büyüğü Kisrâ’ya!” diyerek okumaya başlayınca, Kisrâ, mektuba, Peygamberimizin kendi ismiyle başlamış olmasına son derecede öfkelendi Bağırdı, çağırdı

Bunun üzerine Abdullah bin Huzâfe, Kisrâ’nın huzûrunda şöyle konuştu:

- Ey Fars cemâ’atı! Sizler, yeryüzünden ancak ellerinizde bulunan bir kısmına hâkim olarak, Peygambersiz ve Kitapsız olarak sayılı günlerinizi geçiriyor, bir düş hayatı yaşıyorsunuz! Hâlbuki, yeryüzünün, hâkim olamadığınız kısmı daha çoktur

Ey Kisrâ! Senden önce, nice dünyalık ve âhıretlik hükümdarlar gelmiş geçmiş ve hüküm sürmüşlerdir Onlardan, âhıretlik olanlar,dünyadan da nasîblerini almışlar; dünyalık olanlar ise, âhıret nasîblerini yitirmişlerdir! Dünyaya çalışmakta birbirlerinden geri kalanlar, âhırette bir hizâya gelmişlerdir

Sana getirip sunduğumuz bu işi, sen küçümsüyorsun, ammâ, vallahi, nerede olursan ol, küçümsediğin şey gelince, ondan korkacak ve korunamayacaksın!

Bana mektup yazıyor ha!

Kisrâ ise öfke ile saltanatına gururlanarak dedi ki:

- Şuna bak! Benim, kulum, kölem olan kişi, kalkıyor da, bana mektup yazıyor hâ! Mülk ve saltanat, bana mahsûstur! Benim, bu husûsta ne yenilgiye uğramaktan, ne de bana bir ortak çıkacağından korkum vardır!

Firavun, İsrâiloğullarına hâkim olmuştu Siz, onlardan daha iyi ve güçlü değilsiniz Sizi, hemen hâkimiyetim altına alıvermeme ne engel var? Ben, Firavun’dan daha iyi ve güçlüyümdür!

Kisrâ, daha mektubun içinde ne denildiğini öğrenmeden mektubu alıp yırttı Ve Peygamberimizin elçisini dışarı çıkarmalarını adamlarına emretti

Abdullah bin Huzâfe hazretlerini dışarı çıkardılar

Abdullah bin Huzâfe, Kisrâ’nın huzûrundan çıkar çıkmaz, hayvanının üzerine atlayıp yol almaya koyuldu Kendi kendine dedi ki:

- Vallahi, benim için iki yoldan hangisi olursa, gam çekmem Nasıl olsa Resûlullahın mektubunu vermiş, vazîfemi yapmış bulunuyorum

Kisrâ, öfkesi geçtikten sonra, elçinin içeri alınmasını emretti Onu, Hîre’ye kadar arattırdı ise de bulduramadı

Mektubumu parçaladı

Abdullah bin Huzâfe hazretleri, Medîne’ye gelip durumu, Peygamberimize haber verdi Kisrâ’nın kızarak mektubu yırttığını söyleyince, Peygamberimiz buyurdu ki:

- Parça parça olsunlar! O, benim mektubumu parçaladı Allah da, onun mülkünü, saltanatını parçalasın!

O, kendi eliyle mülkünü parçalamış oldu! Ey Allahım! Onun mülkünü, saltanatını parçala!

Allahü teâlâ Resûlünün duâsını kabûl etmiş, Kisrâ, oğlu tarafından bir gece hançerlenerek parça parça edilmişti Hz Ömer zamanında da bütün İran toprakları zaptedilerek Müslümanların eline geçti

Abdullah bin Huzâfe hazretleri, Hz Ömer devrinde Bizanslılarla yapılan bir savaşta birçok Müslümanla birlikte esîr düşmüştü Bizanslılar, ellerine geçirdikleri esîrlere önce Hıristiyanlık telkîni yapar, kabûl ettiği takdirde serbest bırakırlar, aksi hâlde çeşitli işkencelerle öldürürlerdi

Abdullah bin Huzâfe’nin, Sahâbenin ileri gelenlerinden biri olduğunu öğrenen Kral, ona ayrı bir ehemmiyet veriyor, Hıristiyanlığı kabûl etmesi için devamlı telkînler yaptırıyordu Fakat Abdullah bin Huzâfe bu tekliflerin hiçbirisine kulak asmıyor, kelime-i şehâdeti söylemeye devam ediyordu Kral henüz ümidini kesmemişti

Hz Peygamberin yakın arkadaşlarından birisinin Hıristiyanlığı kabûl etmesi, günden güne yayılarak, Bizans’ı tehdit eden Müslümanlar arasında bir panik meydana getirecek ve Hıristiyanlık âlemi için büyük bir muvaffakiyet olacaktı

Mülküme ortak ederim

Onun için Kral, Hz Abdullah’ın Hıristiyan olması hâlinde kavuşacağı dünyalıkları durmadan arttırıyor, yeni yeni tekliflerde bulunuyordu En sonunda şöyle bir teklifte bulundu:

- Hıristiyan olmayı kabûl ettiğin takdirde, kızımı verir, seni saltanatıma ve mülküme ortak ederim

İlk Müslümanlardan olup, Mekkeli müşriklerin daha önceki işkencelerine katlanmış olan Hz Abdullah, izzetle haykırarak şu cevabı verdi:

- Değil bütün Bizans topraklarını, Arap ve Acem topraklarını da versen, bir an olsun dînimden dönmem!

Bunun üzerine Kral, Hz Abdullah’a dedi ki:

- Öyle ise öldürüleceksiniz

- Buna gücünüz yetebilir Ama îmânımı kalbimden çıkarıp atamazsınız!

Abdullah bin Huzâfe’den beklediği netîceyi alamayan Bizanslılar, Hz Abdullah’ı çarmıha gerdiler ve okçular devamlı olarak, ellerine ve ayaklarına yakın yerlere ok yağdırdılar Bu arada yine Hıristiyanlık telkînlerine devam ediliyordu

Aynı zamanda, bir kazan su kaynatılmış ve Hıristiyan olmayı reddetmiş olan diğer Müslümanlardan birisi getirilmiş, kazana atılmak üzere bekletiliyordu

Ağlamaya başladı

Derken o Müslüman kaynar suya atıldı Etrafta bulunanlar ve Hz Abdullah bu fecî durumu gördüler Sonra kazanın yanına Hz Abdullah getirildi

Bu esnada Hz Abdullah ağlamaya başladı Kral Hz Abdullah’ın korkusundan ağladığını zannederek, tekrar Hıristiyan olmasını teklif etti Hz Abdullah yine tekliflerini reddetti Bunun üzerine kral sordu:

- O hâlde niçin ağlıyorsun?

- Ben korkumdan ağlamış değilim Biz Müslümanlar Allah yolunda ölümden korkmayız Benim ağlamamın sebebi şudur ki; başımdaki saçlarım adedince canlarım bulunsa da, onlardan her biri böyle Allah yolunda ölüme gitse, diye düşündüm ve böyle bir düşünce beni ağlamaya sevketti

İslâm izzetinin müşahhas bir timsâli olan Hz Abdullah’ın bu sözleri karşısında Kral yeni bir teklifte bulundu:

- Başımdan öpersen, seni serbest bırakacağım

Bizans saltanatına ortaklık teklifi karşısında bile îmânından fedâkârlık göstermeyen Hz Abdullah, bir Hıristiyanın başından nasıl öperdi? Şöyle mukabil bir teklifte bulundu:

- Burada bulunan bütün Müslüman esîrleri serbest bıraktığın takdirde, dediğini yaparım

Hz Abdullah, kralın başını öpmeye giderken şöyle düşünüyordu:

“Bu adamın, Allahın düşmanlarından birisi olduğuna inanıyorum Bunun başını ise, ancak Müslüman kardeşlerimi serbest bırakacağı için öpüyorum

Hz Abdullah, kralın başını öptü ve o da sözünde durarak 80 Müslüman esîri serbest bıraktı

Abdullah bin Huzâfe’nin îmânından gelen izzet ve fedâkârlığı, 80 Müslümanın kurtarılmasına ve daha nicelerinin îmânını kurtarmasına vesîle olmuştu

Her Müslümanın vazîfesidir

Esîrlerle birlikte Medîne’ye dönen Hz Abdullah, Hz Ömer tarafından karşılandı Hz Ömer, Abdullah’ı tebrik etti ve orada bulunan Müslümanlara hitâben;

- Abdullah, kralın başından öperek 80 Müslüman kardeşimizin kurtuluşuna vesîle olmuştur Onun için, Abdullah’ın başından öpmek her Müslümana bir vazîfedir İşte ilk önce ben öpüyorum, dedi ve başından öptü

Abdullah bin Huzâfe, ilk Müslümanlardan idi Soyu Hz Lüey’de Peygamber efendimizle birleşmektedir Annesi Hârisoğullarındandır Müslüman olduktan sonra Mekkeli müşriklerin işkencelerine ma’rûz kaldı İki defa Habeşistan’a hicret etti

Bedir savaşından sonra Medîne’ye geldi Resûlullahla birlikte bütün savaşlara katılan Abdullah bin Huzâfe hazretleri, bir ara Peygamberimiz tarafından 50 kişilik bir seriyyenin kumandanlığına da getirilmişti Abdullah bin Huzâfe, Hz Osman devrinde Mısır’da vefât etti

Allah ondan râzı olsun

Alıntı Yaparak Cevapla