Prof. Dr. Sinsi
|
Antik Çağda Dogu Karadeniz!!
HİPPOKRAT’IN PHASİS NOTLARI (Sf 22-26)
Herodot’un çağdaşı olan Hippokrat ise, onun aksine, Phasis bölgesiyle ilgili olarak; duyumlarını ve tahminlerini değil, doğrudan kendi gözlemlerini aktarmıştır Phasis bölgesinin oldukça gerçeğe yakın coğrafi bir tasvirinin yapıldığı bu çalışmada, bölge insanları ile ilgili gözlemler ve tasvir edilen ortam, muhtemelen yazarın, bölgede sıtma gibi oldukça ciddi bir salgın hastalığın koşullarına ve belirtilerine şahit olduğu göstermektedir [Braund, D (1994)]
“Phasis’in yerlilerine gelince; onların memleketleri; sıcak, rutubetli, bataklık ve ormanlıktır; her mevsim şiddetli yağmurlar olur; bölge sakinlerinin yaşamları, bataklıkların arasında geçer; çünkü onların evleri, suların üzerinde, ağaçtan ve kamışlardan inşa edilmiştir Şehre ya da pazara nadiren yürüyerek giderler, ama daha çok tek parça ağaçtan yapılmış kanolarıyla, nehirde yukarı aşağı seyehat ederler Zira nehirde pek çok kanal vardır Onlar, güneşin altında çürümüş olan yağmur suyu birikintilerinin, sıcak ve durgun olan sularını içerler Phasis, tüm nehirlerin en durgunudur ve sakince akar Burada yetişen tüm meyveler zararlıdır Zira, aşırı miktarda su ve tüm ülkeye yayılmış bu sulardan kaynaklanan yoğun buhar yüzünden güçsüz kalan v egelişmeyen filizler, yine aynı nedenlerle, tam olaral olgunlaşamazlar Bu sebeplerden dolayı Phasisliler, geniş bedenleri ve tombul yapıları ile diğer tüm insanlardan farklı bir görünüşe sahiptirler, öyleki, şişmanlıktan eklemleri ve damarları bile görülmez Renkleri sarılık hasytalığına yakalanmışçasına soluk benizlidir Temiz olmayan sisli ve rutubetli bir atmosferi soludukları için bu nsanların tamamı oldukça kaba seslidir, ayrıca onlar doğal olarak bu ağır bedenlerini yormamak için oldukça uyuşuk davranırlar Mevsimler arasında sıcaklık açısından çok az farklılıklar vardır Rüzgarları genellikle güneyden eser ve bu ülkeye has özellikler gösteriri Bu rüzgarlar, bazı zamanlarda kuvvetli eserler, oldukça sert ve şiddetidirler, onlar buna “rüzgar senkronu” derler Kuzey rüzgarı ise onlara zor ulaşır ve estiği zaman da oldukça zayıf ve yumuşaktır  ” (Hippokrates; havalar, sular ve yerler hakkında, 15) [Jones, W H S (1923)]
Hippokrat’In bu gözlemlerini Phasis’in hangi kesiminde yaptığı bilinmemekle beraber, elde edilen arkeolojik bulgular, bu yüzyılın son çeyreğinde, Kolkha kültürünün yüksek bir üretim seviyesine ulaştığını ve merkezi feodalizmin diğer uygarlıklarla karşılaştırılabilecek düzeyde gelişmiş olduğunu göstermektedir Nispeten izole bir yaşam sürmeye devam eden dağlı kabilelerden farklı olarak, merkezi Kolkha’dai ova kültürü; Yunan ve Pers kültürleriyle güçlü bir etkileşim içinde gelişerek, yabancı Paganist ögeler ile yerli “Güneş Tanrı” ve “Ana Tanrıça” kültlerinin farklı sentezlerini ortaya çıkarmıştır
Bu nedenledir ki, ithal güneş tanrıları “”Helios” ve “Apollon” ile birlikte “Artemis” ve “Athena” tanrıçaları, oldukça geç dönemlere kadar, bu topraklarda en az kendi anavatanlarında olduğu kadar itibar görmüşlerdir Kuzeyde Azak denizinin doğu kıyısında, Kuban nehri havzasında bir öyük mezarda bulunan ve yine yıllara tarihlendirilen gümüş bir kabın üzerinde “Ben Phasis’de bulunan tanrı Apollon’Un kuluyum” yazısı okunmaktadır Geyik başlarıyla ve yılan motifleri ile süslenmiş olan bu eserin Kolkhalı bir sanatkarın ürünü olduğu tahmin edilmektedir [Tsetskhladze, G R (1994)] Güneş Tanrı ve Ana tanrıça geleneğinin eski Kolkha kültüründeki yeri ve önemi henüz tüm derinliği ile açığa çıkartılmamış olsa da; özellikle Yunan mitolojisinde, eski Kolkha krallarının, Güneş Tanrısı’nın soyundan geldiklerine inanılması ve bölgeyi referans alan Amazon söylenceleri, antik Kolkha mitolojisine dair önemli ipuçları içermektedir
Aynı döneme ait Kolkha yapımı çanak çömlek ürünlerinin miktarı ve yaygınlığı da, bölgedeki ekonomik yapının üst düzeyde gelişimini göstermektedir [Tsetskhlazde, G R ve Vnukov, S Y (1992)] Kolkha yapımı çanak çömlelere, önemli bir ihraç ürünü olarak, ülke dışındaki topraklarda da rastlamak mümkündür Karadeniz’in kuzey kıyılarında Don nehri havzasında yapılan arkeolojik kazılarda, bu dönemlere ait Kolkha yapımı çanak ve çömlek örneklerine rastlanmıştır[Brashinskii, I B (1980)]
Ekonomik ve kültürel gelişimin doğal sonucu olarak gelişen ülkeler arası ticaret, kültürler arası etkileşime de zemin hazırlamıştır Doğuda İran kültürü ile, Karadeniz sahillerinde de Yunan ticaret kolonileri ile kurulan ilişkiler, Kolkha kültürünün gelişim sürecinde önemli etkiler yaratmıştır
Bugünkü Kobuleti kasabası civarında bulunan, aynı yüzyıla ait bir Kolkha mezarlığında yapılan arkeolojik incelemelerde, o dönemde bölgenin kültür dokusunda meydana gelen değişikliklere ilişkin ipuçları elde edilmeye çalışılmıştır Buna göre 167 mezarın 42 tanesinde, cenaze güneşin doğuşu istikametine doğru gömülmüştür 19 mezarda toplam 49 tane sikke bulunmuş olup, Sinope kaynaklı bir sikke dışında, diğerlerinin tamamı Kolkha sikkesidir Sadece 6 mezarda çanak ve çömlek kalıntıları bulunmuştur ve bunlar Ege kaynaklıdır Yine sadece 2 mezarda silah araç gereçleri bulunmuştur; bunlardan birinde bir ok ucu, diğerinde ise üç tane demir mızrak ve altı tane bronz ok ucuna rastlanmıştır Bu yıllarda, yerli Kolkhalı asilzadeelere ait mezarlarda, kendi yazı dilleri olmamasına rağmen Grek harfleri ile ölen kişinin isminin kazınmış olması bu kültürel etkileşimin ilk belirtisidir Örneğin, Kolkha’nın kuzeydoğu kısmında, Sairjke civarında bulunan ve yine aynı yüzyılda yaşamış Kolkhalı savaşçılara ait olduğu sanılan mezarlardan birinin üzerinde, ölen savaşçının ismi, Grek harfleri ile “Metos” olarak yazılmıştır [Tsetskhladze, G R (1994)]
Yine bu döneme ait çok sayıda Kolkha sikkesi örneklerinin günümüze kadar ulaşmış olması, ülkede merkezi bir krallığın hüküm sürmeye devam ettiğini göstermektedir
Yüzyılın sonunda, İran seferinden dönmekte olan bir Yunan ordusuyla birlikte bugünkü Trabzon bölgesinde yaklaşık bir ay konaklayan Xenophon da bunu doğrulamakta ve o sıralar Phasis bölgesinde Aiet’in soyundan gelen bir kralın hüküm sürdüğünü bildirmektedir Güçlü ve bağımsız bir merkezi bir yönetime sahip olduğu anlaşılan Kolkha’nın aynı zamanda da zengin bir ülke olduğu, yine Xenophon’un notlarından anlaşılmaktadır Zira, normalde Trapezus üzerinden deniz yolu ile Yunanistan2a geri dönmeyi amaçlayan Yunanlı komutanlar bir süre sonra sonra fikir değiştirerek, daha doğudaki Kolkha krallığını istila etmeyi karar vermişler, ancak askerlerini ikna edemediklerinden dolayı bu düşüncelerini gerçekleştirememişlerdir [Gökçöl, T (1974)]
XENOPHON’UN NOTLARI (27-33)
Xenophon, Anabasis isimli esrinde, Doğu seferinden dönen bir Yuan ordusunun, Doğu Anadolu’yu güneyden kuzeye geçerek MÖ 400 yılında [Glombiowski,K (1994)] Karadeniz’e ulaşmasını ve oradaki Yunan kolonilerinin yardımıyla Yunanistan’a geri dönmesini anlatır Tarihe “Onbinlerin Dönüşü” olarak geçen bu seferin tüm ayrıntlı kayıtları, bu sefere katılan Xenophon tarafından tutulmuştur Xenophon’un kendi gözlemlerine dayanan bu kayıtlar, yerli halkı Kolkha kültürüne mensup olan, ancak Kolkha krallığı sınırları dışında kalan, bugünkü Trabzon bölgesine dair en eski ve en ayrıntılı tarihsel verileri içerir Yazarın bölgeye ilişkin gözlemlerinin son derece gerçekçi ve tutarlı olması nedeniyle, bu çalışma, bölgeyle ilgili en güvenilir antik yazılı kaynak niteliğini taşımaktadır
Xenophon’a göre; aylar süren yürüyüş sonunda, bugünkü Bayburt yakınlarında olduğu sanılan Gymnias isimli kente vardıklarında, kendilerine, Zigana dağlarını aşarak Karadeniz’e ulaşmalarında yardımcı olacak bir kılavuz temin etmişler, o da onlara, beş gün içinde denizi görebilecekleri konusunda söz vermiş ve sözünü tutmuştu
“  Beşinci gün Thekes isimli dağa vardılar İlk askerler doruğa varır varmaz büyük bir çığlık yükseldi Xenophon ile artçılar bunu işitince cephenin de saldırıya uğradıüğını sandılar Çünkü kendilerini, yakmış oldukları bölgenin halkı izliyordu Hatta artçılar bir pusuda bunlardan birkaçını öldürmüş ve tutsak almışlar, yirmi kadar işlenmemiş öküz derisiyle kaplı kalkan ele geçöirmişlerdi   Ama çok geçmeden askerlerin ‘Deniz, deniz’ diye haykırdıkları duyuldu (  ) Tüm askerler doruğa varınca, komutanlar gözleri yaşararak birbirlerini kucakladılar ” (Anabasis 4 7 2112) [Gökçöl, T (1974)]
Burada sözü edilen Thekes dağı, bugünkü Trabzon ilinin güneydğusunda yer alan, Madur tepesi olmalıdır Zira, Bayburt Trabzon güzergahında, denizin görülebileceği en uygun mevki Madur tepesidir Yunan ordusu bu tepeyi geçtikten sonra Ziganaların kuzey yamaçlarından aşağı, Trapezus kentine doğru ilerlemeye devam etmiş olmalıdır İlk karşılaştıkları Doğu Karadenizliler, yüksek kesimlerde yaşayan ve Xenophon’un “Mkarın” adıyla kaydettği kabileidir;
“  Sorgun ağacından kalkanlarla ve mızraklarla silahlandırılmış olan ve kıldan elbiseler giyen Makronlar ırmak geçidinin öbür kıyısında savaş düzeninde beklemekteydiler; birbirlerine cesaret veriyor ve ırmağa taş savuruyorlardı Attıkları taşlar Yunanlılara erişemiyor ve hiç bir zarar vermiyordu O zaman Atina’da kölelik ettiğini söyleyen bir asker, Xenophon’un yanına gidip bu halkın dilini bildiğini söyledi ‘Sanırım burası benim anavatanım Bir sakıncası yoksa onlarla konuşmak isterim’ dedi Xenophon ‘Hiç bir sakınca yok Haydi konuş onlarla ve önce kim olduklarını öğren’ dedi Asker soruyu onlara sordu ” Makronlarız” diye cevap verdiler Xenophon “şimdi de bize karşı neden savaş düzenine girdiklerini ve neden bize düşman olmaya gerek duyduklarını sor” dedi Çünkü ülkemizi istila ediyorsunuz” diye cevap verdilker” (Anabasis, 4 8 36) [Age]
Xenophon’un Makron’ olarak yazdığı bu isim, daha sonraları yanlış olarak Yunanca “Makro” sözcüğüne bağlanmıştır Oysa bu noktada çok önemli bir ayrıntı gözden kaçırılmıştır Zira bu kabile, Yunanlılarla tercüman aracılığıyla konuşmuş ve Xenophon onlara kendi isimlerini sorduğunda; aldığı yanıtı “makron” olarak kaydetmiştir Yunanca bilmeyen bu insanların kendilerine Yunanca isim verdikleri düşünülmeyeceğine göre, “Makron” olarak kaydedilen bu isim, yerli bir ismin Yunanca formunda yazılmış şekli olmalıdır Xenophon’a göre; Yunanlılar Makronlar’a amaçlarının istila değil denize ulaşmak olduğunu söylemişler ve onların geleneklerine göre mızraklarını karşılıklı değiştirerek Tanrıların tanıklığında barış yapmışlardı Makronlar da kendilerine yol açarak sahile ulaşmalarına yardım etmişlerdi Ancak daha aşağıda sahile yakın kesimlerde yaşayan yerli halk, Yunanlılara Makronlar kadar dostça davranmamıştı Xenophon’Un “Kolkhiler” olarak tanıttığı bu insanlar, Yunanlıları tuzağa düşürmüşler ve terk ettikleri köylerinde bol miktarda zehirli bal (deli bal) bırakarak, Yunanlıların kitle halinde komaya girmelerine sebep olmuşlardı Yunanlılar ölümcül bir etkisi olmayan bu balın etkisinden ancak üç dört gün sonra kurtulup yollarına devam edebilmişlerdi Daha sonra iki günlük bir yürüyüşle Trapezus’a ulaşan Yunan ordusunun erzak sıkıntısına düşmesi ve bu nedenle yerli halka saldırarak köylerini yağmalaması da, Anabasis’te ayrıntılı şekilde anlatılmıştır;
“  Karadeniz kıyısındaki Trapezus, Sinope’nin Kolkhilerin ülkesindeki kolonisidir Orada otuz gün kadar Kolkhilerin köylerinde kaldılar Bu köyleri üs olarak kullanıp Kolkhilerin ülkesini talan ettiler Trapezus’lular, onları şehirlerine kabul edip konukseverlik armağanı olarak öküzler, arpa unu ve şarap verdikten sonra ordugahlarna bir Pazar kurmuşlardı Ayrıca çoğu ovada yaşayan Kolkhilerle onlar lehine görüştüler ve Kolkhiler de Yunanlılara konukseverlik teminatı olarak öküzler verdiler” (Anabasis, 4 8 2224)
Tüm bu teminatlara rağmen, erzak sıkıntıları had safhaya ulaşan Yunanlılar, bir taraftan geri dönüş için gemi temin etmeye çalışırlarken, diğer taraftan bölgeyi talan etmeye devam ediyorlardı Eserinin sondaki bölümlerinden birinde, kendi ordusuyla ilgili özeleştirilerde bulunan yazar, örnek vermek amacıyla Yunanlılarca taşlanarak öldürülen Kolkhi elçilerinden ve muhafızlarından söz etmektedir Bu ada yağmacılığın yöntemi üzerinde kendi aralarında bir tartışmaya da girişmişlerdi Bu tartışmada Xenophon, yağmalama faaliyetleri sırasında daha tedbirli davranılması gerektiğini savunuyordu;
“  Pazar, ihtiyaçlarımıza yetmiyor ve bir kaç kişi dışında yiyecek satın alacak paramızyok Oysa düşman ülkede olduğumuzdan, yiyecek sağlamaya tedbirsizce gidersek çok adam kaybetmemizden korkarım Bence, yiyecek aramaya mangalar halinde gitmeli, sağ salim geri dönmek istiyorsanız kırlarda rastlanıyla dolaşacağnıza bu akımların denetimini bize bırakmalısınız (Anabasis, 5 1 67)
Xenophon’un bu öğüdünü dikkate almayarak kendi başına, yerli halka ait bir kaleye saldıran Yunanlı bir komutan, yanındaki askerlerin çoğuyla birlikte ölmüş ve bu arada çevre köylerdeki kaynakları tüketen diğer Yunanlılar da daha yüksek kesimlere yönelmişlerdi;
“ Aynı gün içinde erzak temin edip ordugaha dönmek artık imkansızlaştığından Xenophon bir kaç Trapezuslu klavuz alarak, ordunun yarısıyla Drillerin üzerine yürüdü, öbür yarısını da karargahta bıraktı, çünkü köylerinen kovulan Kolkhiler bir araya toplanıp tepelere yerleşmişlerdi Trapezuslularsa, Yunanlıları yiyecek sağlamanın kolay olduğu yerlere götürmüyor, ama zarar gördükleri Drillerin ülkesine seve seve götürüyorlardı Bu halk, dağlık ulaşılması güç bir bölgede oturuyordu ve Karadeniz’İn en savaşçı halkıydı (Anabasis, 5 2 12)
Yunanlıların “Dril” adıyla andıkları bu kabile ve onların topraklaroına yönelik Yunan saldırısı, Xenophon tarafından tüm ayrıntılarıyla uzun uzun anlatılmıştır;
“  merkezleri olan ve tümünün içinde toplandığı müstahkem bir yer vardı Bu kale olağanüstü derinlikte bir ırmak yatağı ile çevriliydi ve içine girilmesi çok zordu (  ) iç kalenin dışındaki her şey Yunanlılar tarafından yağmalanıp götürüldü (  )iç kalenin alınmasının kesinlikle imkansız olduğuna karar verildi(  ) Geri çekilmeye başladıkları zaman, düşmanlar iç kaleden topluca çıktılar; kalkanlarla, mızraklarla, baldır zırhlarıyla ve mihferlerle donanmışlardı (  ) Yunanlılar ne yapacaklarını bilmez durumda döğüşürken Xenophon bütün evleri ateşe verdi, evler ahşap olduğundan çabucak tutuşular  Yunanlılar kaleden işte böylece güçlükle, kendileriyle düşman arasında yaktıkları ateş sayesinde çekilebildiler Her şey; şehir, evler, kuleler, yanıp tahrip oldu Ertesi gün Yunanlılar ele geçirdikleri erzakla geri çekildiler Her şey; şehir, evler, kuleler yanıp kül oldu Ertesi gün Yunanlılar ele geçirdikleri erzakla geri çekildiler Ama Trapezus’a inen yol sarp ve dar olduğu için ” (Anabasis, 5 2 328)
Xenophon’un Anabasis’de Dril adıyla sözettiği kabile; yazarın aktardıklarından anlaşıldığı kadarıyla, Ziana dağlarının yüksek yamaçlarında, bugünkü Tonya, Maçka ve Torul[Torul ismide büyük ihtimalle bu kabilenin ismiyle ilişkilidir] kasabaları arasındaki bölgede yerleşik olmalıdır
“Üç günlük bir yürüyüşten sonra, Kolkhilerin ülkesinde, deniz kıyısında Sinope’nin kolonisi olan Yunan şehri Kerasus’a varıldı Orada üç gün kaldılar  ” (Anabasis, 5 3 2)
“Denizden yol almış olanlar Kerasus’tan aynı yolla ayrıldılar, öbürleri yollarına karadan devam ettiler Mossynoik’lerin sınırına varılınca bu halkla ilşkileri olan Trapezus’lu Timesitheus, topraklarından geçerken dost mu yoksa düşman kabul edileceklerini sormak için elçi olarak gönderildi  ” (Anabasis, 5 4 12)
|