Yalnız Mesajı Göster

Genç Yaşta Ölümün Hikmeti Nedir?

Eski 08-06-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Genç Yaşta Ölümün Hikmeti Nedir?



Genç yaşta ölümün hikmeti nedir?



1- Bu ölüm de bize gösteriyorki ne zaman, nerede, ve nasıl öleceğimiz belli olmadığından her an ölecekmiş gibi kendimizi hazırlamamız gerekir


2- İnsan ne zaman ölürse, onun için en hayırlısının o zaman olduğunu düşünmek gerekir İstakbali bilemediğimizden geleceğin onun için daha hayırlı olup olmadığını da bilemeyiz Hatta daha kötü olma ihtimali de olduğundan sabır ve şükürle karşılamak gerekir


3- Her türlü meyvenin bulunduğu bir bahçe düşünelim Bazı meyveler erken olgunlaşmasına rağmen bazıları çok geç olgunlaşır Erken olgunlaşanları bekletmeden toplamak gerekir Bunları da geç olgunlaşanların zamanına kadar bekletelim demek doğru olmaz Ayrıca bu erken toplandı biraz daha kalsın denilmez Bunun gibi bir insanın ahirete toplanma zamanı geldiyse o bekletilmez Erken gitti biraz daha kalsaydı da olgunlaşsaydı denilmez Yeter ki akıl baliğ olduktan sonra istkametle yaşamış olsun


Bu vesile ile ölüm hakkında bazı soru ve cevapları da gönderiyoruz:

Ölüm nedir?



Sonsuz ilâhî fiillerden birisi: imate Yani, ölümü tattırma; ruhun bedendeki tasarrufuna son verme Ruh, Allah’ın en mükemmel, en harika ve en bilinmez eseri Muhyi (hayat verici) isminin tecellisiyle hayat nimetine kavuşmuş Bu nimet ve şeref artık ondan ebediyen geri alınmayacak Kabirde de, mahşerde de, cennet veya cehennemde de devam edecek


Ruh yaratmak gibi, her ruha uygun bir beden inşa etmek de Allah’ın en hikmetli ve rahmetli bir icraatı O ruhla bu beden arasındaki münasebeti tesis etmek de o rabbü’l-âlemînin en ince bir sanatı İşte ölüm kanunuyla o misafir ruh, bedenden soyuluyor, süzülüyor ve kendine mahsus bir başka âleme göç ediyor


Zenginliği sonsuz olan Allah, bir bedende iki misafir barındırmıyor ve ayrılan ruhun hanesini dağıtıyor, bozuyor ve yeniden aslına, yani elementlere çeviriyor İşte ruhun kabz edilmesi ve bedenin aslına dönmesi “imate” fiiliyle icra ediliyor ve böylece o canlıda mümit ismi tecelli etmiş oluyor


Nur külliyatında ölüm için getirilen birbirinden güzel tariflerden birisi: “mevt, vazife-i hayattan bir terhistir, bir paydostur, bir tebdil-i mekândır, bir tahvil-i vücuttur” Mektûbat


Ve yine ölüm hakkında ince bir tespit: “nasıl ki hayatın dünyaya gelmesi bir halk ve takdir iledir Öyle de dünyadan gitmesi de bir halk ve takdir ile, bir hikmet ve tedbir iledir” Mektûbat


Bir asker adayı için hem kıtasına teslim olduğunda, hem de terhis edildiğinde birtakım kayıtlar tutulur, işlemler yapılır Askere kayıt da bir fiil, askerden terhis de İşte yukarıdaki ifadelerde bu incelik nazarımıza sunuluyor Hayat, ihya fiiline dayandığı gibi, ölüm de imate fiiline dayanıyor İkisi de ayrı birer ilâhî ismin tecellisine hizmet ediyorlar


İhya fiiliyle cansız elementler hayata kavuşurken, imate fiiliyle bu beraberliğe son veriliyor Canlı hücreler, yerlerini kademeli olarak yeni elementlere bırakıyorlar Yeryüzünden bir grup misafir daha uğurlanıyor; yeni misafirlere yahut yeni imtihan adaylarına yer boşaltmak üzere

Her ilâhî fiil gibi imate fiili de bu âlemde aralıksız faaliyette Her saniyede yaklaşık olarak dört kişinin dünyadan göçtüğü söyleniyor Bu rakam insanlık âlemi için Buna hayvanlar âlemi de katıldığında, bu ilâhî fiilin nasıl aralıksız faaliyet gösterdiği daha iyi anlaşılır


Bir insan kalp krizi geçirirken, aynı anda bir diğeri kanserden, bir başkası akciğer yetmezliğinden hayata veda ediyor Trafik kazalarında insanlar can verirken, kaldırımlarda nice karıncalar eziliyor Kombinalarda sığırlar boğazlanıyor, çiftliklerde tavuklar kesiliyor Teknelerde balıklar, örümcek ağlarında sinekler son çırpınışlarını yapıyorlar O anda ölen hücrelerin, alyuvarların, akyuvarların, hele mikropların haddi hesabı yok Bütün bu işler imate fiiliyle icra edilmekte Sonsuz bir ilim ve hikmet ile İmate, kabir âlemine doğuş Ve imate, insan için, dünyaya gönderilmesinden çok daha ileri bir rahmet tecellisi


Nur külliyatında, çekirdeklerin ölümleriyle sümbül hayatına geçtikleri ölümün de hayat kadar bir nimet olduğu güzelce izah edilir Biz de bu müjdeli haberi hayalimizde genişletiyor ve görüyoruz ki, her ölümü bir diriliş takip ediyor ve ikinci safhalar birincilerden daha mükemmel “nutfe” safhası biterken “alâka” yani kan pıhtısı devreye giriyor “alâka”nın işi bitince sıra “mudga”ya yani et paçası geliyor


Kâinatın yaratılış safhalarında da bunu görüyoruz, bir sonraki safha öncekinden daha mükemmel Dünyada canlıların boy gösterişinde de bunu görmek mümkün Ana hatlarıyla önce bitkiler yaratılıyor, onu hayvanlar takip ediyor ve sonunda insan yaratılıyor; arza halife olmak üzere


Bütün bu rahmet ve hikmet tecellileri bize kabir âleminin dünyadan, âhiretin de kabir âleminden daha güzel ve daha mükemmel olduğunu ders veriyorlar


O halde ölüm, yeni bir mükemmele atılan adımın adı Onu kabir âlemi takip edecek ve diriliş hadisesiyle, insan yeniden beden-ruh beraberliğine kavuşacak; dünyadakinden daha ileri bir yaratılışla Ölümü ve imateyi böylece değerlendiren insan, “ölümü gülerek karşılar”

ölmek yok olmak mıdır?



Solmuş ve dalından kopmuş bir yaprak Araba altında kalmış bir kedi Yıkımına başlanılmış bir eski bina Kütüphanede tozlanmaya terkedilmiş bir şaheser Miras masasına oturtulmuş bir ömür Ve daha niceleri


İşin garibi, bu dünyaya yeni ayak basanlar, mâzinin bu değişken manzarasını görmez, göremez, yahut görmezlikten gelirler Ve yeni bir devranı sürmeye başlarlar Bu kervan da böylece gider durur


Çiçekler, öncekilerin solduğunu bilmez, yine açar Bebekler, evvelkilerin öldüğünden habersiz, yine doğar Gençler, bir gün ayrılacaklarını düşünmez, yine evlenir Müellifler, günün birinde unutulacaklarını dikkate almaz, yine yazar Kazananlar, sonunda bırakıp gideceklerinden gafil, yine çalışır


Bir kudret, kâinatı böyle çevirir; bir hikmet, canlıları böyle sevk eder ve bir sır insanları böyle çalıştırır


Arz küresi Misafir öğüten sofra Hem misafirler, hem de rızıkları o sofradan çıkıyor Sonunda her ikisi de ona dönüyorlar Toprak ana, meyveleriyle beslediği insanoğlunu sonunda bağrına basıyor Ve onu element hâline getirinceye kadar öğütüyor

İnsan, daha dün sofrasının başındayken, bugün bir sofra olarak toprağa gömülüyor ve yeraltı dünyasının istifadesine sunuluyor


Dün, koyunlar onun için otluyordu, ağaçlar meyvelerini ona uzatıyorlardı Güneş onun için doğuyor, dünya onun için dönüyordu Toprak onun için mahsûl veriyor, sular onun için akıyordu Ama şimdi o aziz misafir, hayattayken tırnağının ucuyla ezebildiği küçük hayvanların esiri olmuş Onların önünde bir sofra gibi serilmiş Bugün onunla beslenen böcekler de, bir süre sonra, ölümü tadıyorlar ve sonunda insan, tâ ilk noktasına, toprağa varıyor Toprakta başlayan hayat, yine onda son buluyor


Garip bir sır, acip bir muamma İnsan bu bilmeceyi çözemedikçe, neden zevk alabilir? Onu ne tatmin edebilir? Madem ki öğütüleceğiz, ilk hâlimize döneceğiz; o halde bu âleme niçin geldik? İnsan bu sorunun cevabını bulamadan doyasıya yiyememeli, gönlünce giyememeli, keyfince gülüp eğlenememeli Bütün bu düşünceler, mâzide, bir ahbabımın vefatı ile iç âlemime hücum eden ve beni kararsız kılan suallerden bir kısmı


Ben bu düşüncelerle, çaresizlik içinde kıvranırken, aradığımı bir şaheserin şu cümlesinde buldum Dünya hayatı için: “başka bir âlemin mahsûlâtının tezgâhı hükmünde çarkları dönüyor” deniliyordu


Dünya bir tezgâha benzetilmişti Bu tezgâhta dokunan mahsûller bir başka âlem hesabınaydı Ama görünüşte, mahsuller yine tezgâhın içinde yok oluyor, öğütülüp gidiyorlardı Öyleyse bu mahsûl manevî olmalıydı Maddî olsa, o da öğütülür giderdi


İnsan ruhunu düşündüm Onu zaman yıpratabiliyor muydu? Dünya onu eskitebilmiş miydi? Hayır! Tam aksine o, zaman geçtikçe olgunlaşıyor, bilmediklerini öğreniyor, daha da terakki ediyordu Yıpranan beden idi Toprağın öğüttüğü de beden idi Ruh bu tezgâhta dokunmamıştı ki onda öğütülebilsin O, Allah’ın şuurlu bir kanunuydu Sahifeler kanunu eskitebilir miydi? Onlar ancak yazıyı misafir edebilir, dolayısıyla onlardan ancak yazılar silinebilirdi Yazıda ifadesini bulan ve kendisini okutturan kanun ise, yazının silinmesiyle yürürlükten kalkmazdı Onu ancak koyan kaldırabilirdi


Öğretmenleri düşündüm Onlar imtihan evrakını belli bir dönem beklettikten sonra imha etmiyorlar mıydı? Çünkü geçen geçmiş, kalan kalmıştı Mezun olanlar ayrı bir âlemde, yâni okul ötesi bir başka hayat devresinde görev almış, hayatlarını saadetle sürdürmeye devam etmekteydiler Mezun olamayanlar ise, ya işsizlikle sokaklarda, kahve köşelerinde perişan olmuşlardı, yahut çok güç şartlar altında hayatlarını sürdürmeye çalışıyorlardı


Artık her iki gurubun da okuldan alacakları bir şey yoktu İmtihan evrâkının parçalanması, imhâ edilmesi, onlar için bir mânâ ifade etmiyordu İnsan da, bu dünya imtihanında, ruhuna iyi veya kötü neyi mal etmişse, onlarla bu dünyadan göçüp gidiyordu Bu değirmenin taşları, ruhu ve ona mal olanları öğütecek güce sahip değildi


Bu düşüncelerle ruhum rahatladı, gönlüm sürurla doldu İyiden iyiye anladım ki: bu dünyaya Allah’ın iradesiyle gelen, o’nun lütfuyle hayat süren insan, yine o’nun sevkiyle ölümü tadacak, mahşere çıkacak, o’na rücû edecektir


O’na mü’min, mutî, salih olarak rücû edenler, ebedî saadet menzili olan cennete sevk edilecekler


Cennet güzeller ve güzellikler diyarı Âmirin de güzeli oraya girecek, memurun da; zenginin de güzeli oraya gidecek, fakirin de İçeriye sadece güzelliklerini götürecekler Dünyevî makamları, rütbeleri ise dışarıda kalacak


Hz Ebubekir’in (ra), hz Bilâl’ı azat etmek üzere, efendisinden satın alırken yaptığı pazarlık, cennetin en güzel bir çiçeğinin, bir başka çiçeğe müşteri olmasından başka bir şey miydi?


Alıntı Yaparak Cevapla