Prof. Dr. Sinsi
|
Genç Yaşta Ölümün Hikmeti Nedir?
ölüler bize neyi haykırıyor?
Dünyaya gelmeden önce, bilemezdik, hangi erkeğin sulbüne geçeceğimizi, hangi hanımın rahminde büyüyeceğimizi Şimdi de bir başka cehalet tablosuyla karşı karşıyayız Üzerinde seyahat ettiğimiz bu arz küresinden, berzah âlemine hangi vasıta ile göç edeceğiz? Bu yolculukta trafik kazasına mı bineceğiz, kalp sektesine mi? Hangi hastalık bizi ölümün eşiğine getirip, ölüm meleğine teslim edecek? Beşer olarak bu sorumuza cevap vermekten son derece âciziz
Azrail (a s ) her gün beşyüzbini aşkın insanın ruhunu kabz ediyor Her gün bir deste insan, bir bağ beşer kaldırıyor bu dünyadan İçinde ihtiyarı da var genci de  Zengini de var fakiri de  Hepsinden önemlisi; içinde salihi de var, fasıkı da Mü’mini de var kâfiri de  
Bu bağ ve desteler bize şunları haykırıyorlar: “ölümde herkes eşit  Bir gün de siz biçileceksiniz Dikkat edin de gafil yakalanmayın Ölüm meleği sizi isyan üzere bulmasın
Kendinizi sefâhate değil, ibadete kaptırın Gözünüzü başkasının şusuna busuna değil, kendi ebedî hayatınıza dikin; onu düşünün, onun için bir şeyler yapmaya gayret edin Ölümünüz, vazifesini hakkıyla yapan bir askerin, kışlasını terk etmesi gibi olsun; yahut, imtihan kâğıdını doğru cevaplarla dolduran bir öğrencinin sınıftan çıkışına benzesin
İhtiyarladığınızda sizi artık taşıyamayan ayaklarınıza eskimiş ayakkabılar nazarıyla bakın Ağrılı sızılı bedeninizi yırtık elbise gibi değerlendirin Bunlara fazla önem vermeyin Yeter ki siz eskimeyin; ruhunuz dinç kalsın; bedeniniz yıprandıkça gönlünüze güç gelsin, kalbiniz kuvvetlensin  
Gönlünüz iman ve ibadet ile güçlü olursa, elbisenizden tamamen soyunacağınız o son günde sıkıntınız az olur Kalbinizi ne kadar az şeye bağlarsanız, dünyadan kopmanız da o kadar kolay olur Bu sizin elinizde  Lâkin tatbikatınız bu yolda değil Ölümü düşündükçe dünyaya daha fazla sarılıyorsunuz Ondan ayrılmanız, ruhunuza her geçen gün biraz daha zor geliyor Bilmeden kendi kuyunuzu kendi elinizle kazıyorsunuz
Halbuki bu kabir âlemi, öyle pek korkulacak gibi değil Aksine dünyadan daha güzel O âlemden bu âleme sağlam doğabiliyor musunuz, gerisini hiç düşünmeyin Buraya “berzah âlemi“ demeleri boşuna mı? Berzah, yâni perde  Dünya ile âhiret arasında bir geçit, bir köprü  Müminler için dünyadan daha güzel, cennetten daha geri  İnanmayanlar için ise tam tersi; dünyadan daha elim, cehennemden daha ferah Bir bakıma ilkbahar ve sonbahar gibi Bu mevsimler de birer perde değil mi? Birisi kış ile yaz arasında, diğeri yaz ile kış arasında  
Fırsat elinizde iken, kabrinizi orada güzelleştirmeye bakın Öyle çalışın ki, bu âlem sizin için seher vakti gibi olsun, akşamın alaca karanlığına benzemesin
Biz bütün fırsatları kaybettik Artık ne elimiz bizim, ne de dilimiz  Gafletinizi gördükçe, size bir şeyler söylemek, ondan da öte, bir şeyler haykırmak istiyoruz Ama artık ne dudaklarımızla, ne dilimizle, ne ses tellerimizle ve ne de hava tabakasıyla bir alâkamız kaldı  Şimdi bedenimiz, aslına rücû etmek üzere çürümeye terkedilmiş durumda Artık istesek de ayaklarımızı hak yola bir adım olsun attıramıyoruz Bir gün siz de bizim gibi olacak ve ömrünüzü daha iyi değerlendiremediğiniz için, “ah”lar çekeceksiniz
Ölüm, insana verilen cüz’i iradenin son sınırı Ömür, nefis ve cüz’i irade  Üçünün cenazesi birlikte kalkıyor Artık bizim için bu üçü de çok gerilerde kaldı Şimdi yaptıklarımızın karşılığını görmenin ilk durağındayız Cüz’i irademizin acı ve tatlı meyvelerini burada tadıyoruz Bize tanınan bütün fırsatlar şimdi son bulmuş durumda Allah’ın mutlak iradesinin tam hükmü altındayız O’nun lütfettiği kadar zevk alabiliyor, yahut o’nun irade buyurduğu kadar azap çekiyoruz Bu âlemden mahşere yine o’nun iradesiyle çıkacak ve kendi keyfimizce değil, Allah’ın hâkimiyeti altında hesabımızı vereceğiz
Biz mahşeri bekliyoruz, siz ölümden kaçıyorsunuz; ne garip değil mi? Ölüm sizin önünüzde duruyor, bizim ise çok gerilerimizde kaldı Yine de siz bize acıyor, bizim için elem çekiyorsunuz
“kabir, cennet bahçelerinden bir bahçe, yahut cehennem çukurlarından bir çukurdur ” Hadis-i şerifi’ni duymuşsunuzdur Bizler bu âlemde o hadis-i şerif’in mânâsını yaşıyoruz Size ilk ve son tavsiyemiz: ömrünüzü öyle geçiriniz ki, kabriniz sizin için bir küçük cennet olsun ”
“ölmeden önce ölünüz” ne demektir?
Ölümle ilgili bir hadis-i şerif: “insanlar uykudadırlar, ölünce uyanırlar ” İnsan, kendisinin âciz ve zelil, dünyanın aldatıcı ve fâni; âhiretin ise çok yakın olduğunu, tam olarak, ancak ölünce anlar Bu hadis-i şerif ile, ölmeden önce uyanmamız, hayatımıza çeki düzen vermemiz ihtar edilmekte  
Ve nihayet, ölümün hakikatine ermemizi ders veren: “ölmeden evvel ölünüz” hadis-i şerifi  Hayatta iken ölmek  Bu ölüm seçkin insanlara mahsus Bizlere düşen, elden geldiğince onlara benzemeye gayret etmek  Bu emri dinleyen insan, vücudunu ve onu kuşatan kâinatı birer yardımcı olarak görür Dünyayı misafirhane, bedeni emanet bilir Ruhunu ve kalbini onlarda boğmaz Bu hal ile hallenen insan, ölmeden evvel ölmüş demektir
İnsan ölümle birlikte hayatının hesabını da vermeye başlar Öyle ise; ömür muhasebesini dünyada yapan insan, ölmeden evvel ölmüş demektir Dünya hayatının bitimiyle yeni bir hayata geçilir O halde, bu dünyada iken âhiretine hazırlanan insan ölmeden evvel ölmüş demektir
Ölümle, insanın elinden, diğer azaları gibi, gözü ve dili de alınır O artık okuma, anlatma nimetlerinden mahrumdur Bunu düşünerek, orada yarayacakları burada öğrenen ve orada konuşulacakları burada dinleyen insan, ölmeden evvel ölmüş demektir
Ölümle birlikte mahlûkatın sevgisi de biter, korkusu da Ölü için, yaşayanlar tarafından övülmekle yerilmek eşit olduğu gibi, yazla kış arasında da fark yoktur İnsanların teveccühlerine ve yermelerine dünyada ehemmiyet vermeyen, “varlığa sevinmeyip, yokluğa üzülmeyen” insan da ölmeden evvel ölmüş demektir
Ve en önemlisi; ölümle insan hakk’a rücu eder, rabbine döner Ölmeden evvel ölenler, hakk’a bu dünyada rücu ederler; hayatlarını ilâhî emirler dairesinde geçirirler; Allah’ın rahmetine dünyada iltica eder, gazabından da yine dünyada korkarlar İşte bu bahtiyar insanlar âhirette de hakk’a rücu ederler, ama bu rücu onlar için Allah’a vâsıl olma ve lütfuna erme şeklinde tezahür eder
Ölümle, cüz’i iradenin hükmü son bulur Öyle ise, ölmeden evvel ölenler, kendi şahsî isteklerini ve nefsî arzularını hayatta iken bir tarafa atmayı başarıp, Allah’ın küllî iradesine tâbi olurlar Nefis hesabına bir şey talep etmezler Bütün arzuları helâl dairesinde olur Böylece cüz’i iradelerini bir bakıma terk eder ve ölmeden evvel ölmenin zevkine ererler
Düşünüyorum da; dünya döndükçe insan halden hâle giriyor Hücreleri, yaprak dökümü gibi, durmadan ölüyor Ve çiçek açımı gibi bir yandan da bedeninde yeni hücreler yaratılıyor Ve insan bütün bu olup bitenlere seyirci kalmaktan öte bir şey yapacak halde değil Yarını hakkında ne bir bilgisi var, ne de bir garantisi Madem ki bütün bunlarda cüz’i iradenin bir hükmü yok; onu, irademize hitap eden işlerde de bir tarafa bırakmayı başarabilsek, yâni Allah’ın rızasına muhalif hiçbir şeyi irade etmesek, çok bahtiyar olacağız
Ölmeden evvel ölmek; gerçekten, bu dünyada büyük bir lütuf, büyük bir saadet Bilindiği gibi, insan, yerde iken gök gürültüsünden ürker, şimşekten korkar, yıldırımdan kaçar  Ama uçakla bulutları yarıp onların üstüne çıktı mı, artık güneşi bulmuş ve önceki korkularından kurtulmuştur Ölmeden evvel ölmenin sırrına erenler de, ölümü hayatta iken geçmiş, mahşere bu dünyada çıkmış, hesaplarını burada vermiş ve mutî bir kul olarak hakk’a rücu etmişlerdir Artık onları benlik duygusu boğamaz, çünkü ölünün benliği olmaz Tabiat onları kendine celp edemez, zira ölünün tabiatla bir alış verişi kalmamıştır  
Onlar, peygamber efendimiz’in (a s m ) Bir emrine uyarak, dünyada “garip ve yolcu” gibi yaşamışlardır Dünyayı kalben terk etmiş, fâniye heves ve iştiha hususunda ölü gibi olmuşlardır
Cüz’i iradelerini, Allah’ın rızası istikametinde sarf etmiş, kadere râzı olmuşlardır Dalgaya karşı yüzmemiş, sahile yorulmadan varmışlardır
ölüme karşı gelmek çözüm mü?
Dişimi çektiriyordum Doktor, dişimi çekmeye zorlanırken, o da damaktan kopmamak için âdetâ direniyordu Ben, morfinin verdiği rahatlıkla, acı çekmek yerine, bu ibretli manzarayı hayalen seyrediyordum Bu hal bana ölümü hatırlatmıştı
Şöyle düşünmüştüm: bu diş, çekilmeden az önce damakla, ağızla, beyinle, kısacası bütün bir bedenle alâkalı idi Ama, çekilir çekilmez, bütün bu alâkaları kaybetti Artık o, diş değil bir kemikti Ölen insan da öyle değil miydi? Ölmeden az önce onun bedeni, hava ile, gıda ile, yer küresinin dönüşü, güneşin doğuşu, baharın gelişi gibi nice hâdiselerle alâkalı idi Ama, ölüm hâdisesiyle, ruhu bedeninden çekilince, artık onun için ne havanın, ne suyun, ne baharın, ne de gözün bir mânâsı kalmıştı Artık, dünya dönmüş veya dönmemiş, güneş doğmuş veya batmış, hava ısınmış veya soğumuş, bütün bunlar onu ilgilendirmiyordu
İşte hepimiz bir gün ölümü tadacak, yâni ruhun bedenden sıyrılıp çıkmasına şahit olacağız Artık ne gözümüz görecek, ne kulağımız işitecek Ne midemizde açlık, ne alnımızda ter  Hepsi bitecek Ve bedenimiz gömülecek toprağa  
Kurtlanan balıkları bilirsiniz; onun bir benzeri de bizim bedenimizde gerçekleşecek Daha düne kadar, yiyen beslenen beden, bu defa başka mahlûklara gıda olacak Yıldızları seyreden gözlerimiz, içlerine dolan karıncaları bile göremeyecekler Eğlence âlemlerinin birini bırakıp diğerine koşan bacaklarımız, artık böcekler âleminin istifadesi için cansız olarak uzanmaktan başka bir şey yapamayacak
Bir tarihî eseri gezen turistler gibi, ağzımızdan, burnumuzdan, kulaklarımızdan içeri giren karıncalara, o tarihî eser sessizliği ile, bir şey diyemeyeceğiz Bir tarafta erkek, beride kadın, ayrı ayrı böceklerin istifadelerine sunulmuş olarak cansız yatarlarken, onların ruhları, yaptıkları isyanların ilk sorgusuna tâbi tutulacaklar; çekecekleri azapların ilk numunelerini tadacaklar
Bu da nasıl olur, demeyiniz Bunun küçük bir misâlini rüyada yaşamıyor muyuz? Bedenimiz yatakta uzanırken, ruhumuz hapishanede işkenceye tâbi tutulmuyor mu? Kan ter içinde uyandığımızda, kendimizi sapa sağlam yatakta bulunca nasıl seviniyoruz!  
Hayatımızı, bir mahşer yolcusu olarak, güzelce tanzim edebilsek, kabir bizim için “cennet bahçelerinden bir bahçe” olacak ve biz bu bahçeye girdiğimizde dünya hayatını geride bıraktığımız için sevineceğiz
Soru: müminler hiç ölümü tatmadan, doğrudan cennete gitselerdi daha iyi olmaz mıydı?
“bize gösterdiğin numûnelerin ve gölgelerin asıllarını, memba’larını göster ” Sözler
Tattığımız nimetler cennet nimetlerine göre gölge gibi Varlık ve hayat şerefine mazhariyette aralarında gölge ile asıl arasındaki fark kadar fark var Bunun bir misâlini rüyada yaşamıyor muyuz? Rüyada yediğimiz yemekler de birer gölge Dünyadaki varlığımız da gölge bir varlık Rüyada yediğimiz nimetler dünyadakilere göre gölge makamında kaldığı gibi, dünya nimetleri de cennet nimetlerinin yanında öyle   
Yukarıdaki vecize ile bize cennetteki nimetlerin cennete layık bir üstünlük taşıdıkları ders verildiği gibi, bu dünyadaki vücudumuzun da cennettekine nispetle bir gölge olduğuna işaret ediliyor Dünyada da, rüyada olduğu gibi yine gölge, gölge ile besleniyor İşte insanın o ebed yurduna lâyık bir şekilde yeniden yaratılışına “neş’e-i uhra” diyoruz
Bazen şöyle bir soruyla karşılaşıyoruz: ben bu soruya vesvese diyeceğim “acaba müminler hiç ölümü tatmadan, doğrudan o saadet yurduna gitselerdi daha iyi olmaz mıydı?” Daha iyi olmak bir tarafa, hiç iyi olmazdı
Bu sorunun sahibi asıl ile gölgeyi fark edememiş Bu faraziyeye göre, gölge asıldan istifade etmek durumunda kalacaktı Buna da bilmem, istifade denilebilir miydi? Rüyadaki adamın, uyanık âlemde yemek yemesini farz etmek gibi bir şey
Bu vesileyle bir hatıramı nakletmek isterim: şehrin bir ucundan ötesine yaya gitmek mecburiyetinde kalmıştım Eve vardığımda hayli yorulmuştum Birden kalbime geldi: “bu ayaklarla cennete gidilmez O uçsuz bucaksız menziller, böyle birkaç kilometrede takatten düşen ayaklarla gezilmez ”
Daha sonra, zihnimin bir konuyu ancak doksan dakika dikkatle izleyebildiğini düşündüm “bu beyinle de cennete gidilmez” dedim Okumaktan yorulan ve çareyi uykuda bulan gözlerim hatırıma geldi; “bu gözlerle de cennete gidilmez” diye söylendim
Misâlleri çoğalttıkça çoğalttım ve şu hakikat ruhuma tam hükmetti: “bu gölge varlıkla âhirete gidilmez ”
İnsan, ölüm denilen büyük bir rahmet tecellisiyle bu gölge varlıktan kurtulacak ve yeniden dirilmekle âhirete uygun bir varlığa kavuşacak
|