Prof. Dr. Sinsi
|
Ne Kalırdı Ki Senden Geriye, Duan Olmasaydı?

İncinin ışıktan uzaklığın beşiğinde belenmesi gibi, dua da Rabbinden uzak kalışının gurbetinde bestelenir O’na sonsuz uzaklığının kuytusunda O’nun sana sonsuz yakınlığını fısıldaması, dua incisine rahimlik eder
Bir şahdamarı yakınlığından emzirilir dua
Öyle yakındır ki Rabbin sana, rahmetinin sana yakınlığını senin kendine yakınlığınla anlatır
Şahdamarı sende senden içeri olan, teninden de beri olan değil midir?
Öyle bir yakınlıktır ki bu insanın kendisini çağırmasına benzer yahut kendisinden bir şey istemesine
Kendisini çağıran kendisine kendi çağrısından önce cevap verir
Kendisinden bir şey isteyen de kendisinden istediğini baştan kabul etmiştir ki öyle ister
İşte o sonsuz uzaklık sadefinde, o uçsuz bucaksız gurbet denizinin dibinde,
Rabbini çağırmayı kendi kendine seslenmek kadar elle dokunulur hissetmelisin parmak uçlarında Rabbinden istemeyi kendinden istekte bulunmak kadar gözle görülür bir inci eylemelisin dudaklarının sıcağında
Garip değil mi?
İnci karanlıkta büyüdüğü halde, ışığa eşsiz bir pırıltı katmaya hazırdır
Seni de şaşırtmaz mı,
incinin ıssızlıkta ve sessizlikte boy attığı halde birden varlığın merkezine oturması?
Öylesine bir incidir işte dua
Sakin ve sarsıcı
Suskun ve konuşkan Nazlı ve sokulgan
Uzaklığın çocuğu ve yakınlıkların anası
Öyle önceliklidir ki dua, teninde açık yaralar bırakır Rabbin ki, o sancılardan dua gülleri büyütesin Aczinle sonsuz kudretine susamanı ister
Fakrınla nihayetsiz rahmetine acıkmanı diler
Kendini kendine yeter sanman, önce duayı elinden alıyor ve sonsuz fakirleştirir seni
Kendini susuz ve tok sanman, O’na yakarma iştahını giderir, O’na kulluk hevesinden yoksun bırakır seni Öyle hatırlıdır ki yakarışın, seni rahmetinin eşiğine gözü yaşlı, boynu bükük halde getirecek günah ve pişmanlıklarını, rahmetinin eşiğine başvurmaktan geri durduracak sevap ve hatasızlığından daha çok el üstünde tutar Rabbin
Öyle tatlıdır ki yalvarışın, seni aff ve mağfiretinin dergâhında ağlatıp sızlatan unutuşlarını ve sürçmelerini, lütuf ve bağışına muhtaç olmayacakmışsın gibi müstağni kılan susturan itaatlerinden daha çok sever Rabbin
Yeter ki bu toprak kabın içinden yakarış türküleri yükselsin
Yeter ki suskun ve soğuk dudaklar dua dua söze gelip ısınsın Yeter ki bu küskün ve dargın yüze ümitten çiçekler dokunsun
Yeter ki çamurdan bedene sahici bir nefes s/insin
Yeter ki bu boş avuçlarda dua dua kelebekler kanatlansın Yeter ki bu varlık sadefinden dua incileri dökülsün
Bu varlık sadefini o inciyi içinde taşımak için giyindin
Bu dünya seferine o inciyi içinden taşırmak için soyundun
Dudağının her kıpırtısında, dilinin damağına her dokunuşunda nice incileri kıymetsiz kılan bir kıymet kazanır bu toprak bedenin
Göğsünün her daralışında, tereddütlerinin her kımıldanışında, incecik sızılarının nefes nefes söylenmesinde, yanında, yakınında, kendine olan yakınlıktan da beride bir yakınlıkla Rabbinin rahmetinin eşiğinde bulursun kendini
Nefesine bürüdüğün her sızlayışta seni hemen işiten Semi’ ismiyle tanırsın O’nu
Kalbinin kimselere söylenmez, söylense de önemsenmez her hüznüyle seni her daim önemseyen Hakîm ismiyle varırsın huzuruna O’nun
Hata ve kusurların seni ezip mahcubiyet ateşinde yaktıkça, en sessiz iç çekişlerini ciddiye alan, ayıplamadan bağışlayan, sonra hiç yüze vurmayan, asla başa kakmayan, severek affeden, affettiği için adeta sevinen Afuvv isminin serinliğinde bulursun O’nu
En mahrem sırlarını paylaşan, en utanç verici ayıplarını şefkatiyle örtüp saklayan, en yüz kızartıcı suçlarını sonsuz anlayışının kucağında eriten Rahîm isminin eşiğine dökersin eteğindeki taşları
Nasılsa bir gün bu sadefin, bu toprak bedenin elleri çözülecek, hücreleri dağılacak, dudakları eriyecek değil mi? Öyleyse, hiç durmadan içindeki dua incisini büyütüp O’nun rahmetinin deryasına savur
Elsin sen, el; varlığın sadece bir avuç içi
Ellerin var sadece, bir de elindekiler;
elindekiler bir bir elinden kaydığı gibi, elin de elinde kalmayacak ki…
Semaya doğru açılan, varlığını duanın ayâsında toplayıp söz söz yakaran Sensin
Başka bir şey değilsin; başkaca önemli değilsin ki
Başkalarının sen yokken, sen kendi yokluğunu bilmezken, varlığın hasretini bile çekmezken ettiği “evlat duası”nın kabul edilmişliğisin
Bir duanın ete kemiğe bürünmüş halisin
Baştan ayağa, tepeden tırnağa, hece hece, hücre hücre duasın
Duasın sadece, sadece duasın 
Annen duadır
Beşiğin duadır
Ninnin duadır
Servetin duadır
Mirasın da dua 
Ne kalırdı ki senden geriye, duan olmasaydı?
Senai Demirci
|