08-04-2012
|
#1
|
|
Prof. Dr. Sinsi
|
Avcı
İyi bir avcıydı 1953 yılının bir Eylül günü, Bediüzzaman’ın “tarikatına girme” niyetiyle yollara düştü Urfa’dan kalkıp Gaziantep üzerinden Isparta’ya geldi
Heyecanla Bediüzzaman’ın yanına vardı Koşup ellerine sarıldı, öpüp başına koydu
– Merhaba, safa geldin kardeşim, otur, dedi Bediüzzaman Adını sordu:
– Abdülkadir, dedi
– Maşaallah, dedi Ben Abdülkadir ismiyle çok alakadarım ” Ve “Birkaç gündür kimseyi kabul etmiyordum, hatta yanımdaki talebelerimi de  Bana bir şey lazım olduğu zaman yazıp kapının arkasından gönderiyordum Fakat sen bana şifa oldun, dedi
Şahsî ve ailevî durumunu sormaya başladı
– Babanın adı nedir?
– Abdurrahman efendim
– Kaç kardeşsiniz?
– Altı erkek kardeşiz
– Ne iş yaparsın?
– Avcılık efendim
– Sizin orada ne gibi hayvanlar bulunur?
– Ceylan, tavşan, ördek ve keklik gibi hayvanlar bulunur efendim
– Her ava çıktığınızda ne kadar para masraf edersiniz?
– Bazen olur ki 50 lira masraf ederiz
Bediüzzaman bir müddet düşündü İnsanlara olduğu kadar hayvanlara olan şefkati de o derece fazlaydı
İlk defa ziyaretine gelen bu talebesini bu âdetinden vazgeçirmek istedi ve şu teklifte bulundu:
– Peki, dedi Siz o parayla koyun keçi gibi ehlî hayvan alıp etini yeseniz daha iyi olmaz mı?
Abdülkadir, onun dilinden dökülen her kelimeyi can kulağıyla dinliyordu
– Evet efendim, dedi Daha iyi olur muhakkak
Abdülkadir için avcılık orada tarihe gömüldü Üstad’ından ilk dersini almıştı:
Hiçbir canlının canını incitme!
Ömer Faruk Paksu
|
|
|
|