Yalnız Mesajı Göster

Eski 03-11-2007   #7
[KAPLAN]
Varsayılan


Kadın ve Şâhidlik:

İslâm hukûkunda şâhidlik konusuna ayrı bir önem verilmiştir Sebebi ise, adâleti sağlama husûsundaki titizliktir Çünkü adâletin gerçekleşmesi, ancak şâhidlerin doğru ifâdeleriyle mümkündür Bu yüzden İslâm Dînî, şâhidlerin sözlerinin geçerli sayılması için, onlarda adâlet, hürriyet, İslâm ve şehâdet lâfzı gibi özellikleri şart koşmuştur Şâhidin dış görünümü bu sıfatları taşırsa yeterlidir, için tezkiyesi gerekmez Ancak hadlerde ve kısasta, için tezkiyesi de şarttır Çünkü bunlar, ağır cezâyı gerektirdiğinden içini de bilmek gerekli görülmüştür (173)

Kur’ân-ı Kerîm’de şâhidlikle ilgili olarak şöyle buyurulmaktadır:

"Ey îmân edenler!

Adâleti titizlikle ayakta tutan hâkimler ve Allâh için şâhidlik eden insanlar olun! (O hükmünüz veya şâhidliğiniz) velev ki kendinizin veya ana ve babalarınızın ve yakın hısımlarınızın aleyhine olsun! İsterse onlar, zengin veya fakir bulunsun!" (174)

Hz Peygamber (sav) Efendimiz, yalan şâhidlik konusunda birgün ashâbına üç kere:

"Büyük günahların en büyüğünü size haber vereyim mi?" diye sormuşlar, onların da:

"Hay hay buyurun Yâ Rasûlallâh!" demeleri üzerine şöyle buyurmuşlardır:

"Allâh’a şirk koşmak, anaya, babaya karşı gelmek"

Bundan sonra da Hz Peygamber (sav) Efendimiz, yaslandıkları yerden doğrularak:

"Dikkat ediniz, biri de yalan şâhidliktir!" diye o kadar tekrar etmişler ki, ashâb-ı kirâm, bu manzara karşısında şaşırıp:

"Keşke sükût etse!" diye temennîde bulunmuşlardır (175)

Şâhidliğin maddî cezâsı da vardır Meselâ, zinâ isnadı ile birinin aleyhine şehadette bulunmak ve gerektiği şekilde bunu isbat edememek, şâhidin seksen değnek yemesine ve bir daha sözünün muteber tutulmamasına yol açar (176)

İşte İslâm hukûkunda şâhidliğin bu tehlikeli ve ağır sorumluluğu dikkate alınarak, kadına bir mes’ûliyet arkadaşı verilmiştir Ve bunun içindir ki, Allâh hakkı olarak cezâları tertip ve tayin edilmiş bulunan zinâ, zinâ ile iftirâ, içki, hırsızlık gibi fiillerde ve bir de kısasta kadın şâhidlikten muaf tutulmuştur (177)

Hanefî mezhebinin müctehidleri, had ve kısâs dışındaki bütün dâvâlarda iki erkeğin şâhidliğini veya bir erkekle iki kadının şâhidliğini câiz ve yeterli görmüşlerdir (178)

Şâhidlikte esas mes’ele hakkın zâyî olmaması ve adâlete gölge düşürülmemesidir Bazen ölüme kadar varan had ve kısas cezâlarında kadının şâhidliğine mürâcaat edilmemesinin hikmeti, bu gibi ağır cezâlarda en küçük bir şüpheye mahal verilmemesi hassasiyetidir Çünkü kısas gibi ciddî bir dâvâda eksik bir beyanla, bir insan ölebilecek veya ölümü hak ettiği halde bir cânî kurtulacaktır Kadınlardaki unutkanlık, acıma duygusu, hislerine mağlub olmak gibi bir durum bu mes’eleye gölge düşürebilir Zîrâ Hz Peygamber (sav) Efendimiz:

"Gücünüzün yettiği kadar, şüphelerle had cezâlarını düşürünüz!" buyurmuşlardır (179)

İslâm hukûkunda erkeklerin vâkıf olamayacağı ve tamamen kadınların ilgi sahası olan doğum, bekâret, emzirme ve aybaşı gibi kadınlara mahsûs hallerde, erkeğin değil, sadece kadının hattâ tek kadının şâhidliği yeterlidir (180) Bu gibi konulara, kadınların çokça şâhid olmaları ve erkeklerden fazla gözlem ve tecrübelere sahip bulunmaları sebebiyle, tek kadının şâhidliği bile geçerli sayılmıştır Hattâ Hz Peygamber (sav) Efendimiz’in emzirme konusunda tek kadının şâhidliğini kabul ettiği bilinmektedir (181) Nitekim:

"Erkeklerin muttalî olmadıkları şeylerde kadınların şâhidliği makbûldür" (182) buyurması bunun en güzel delîlidir

Doğum için de tek bir kadının şâhidliği kabûl edilmektedir Rasûlullâh (sav) Efendimiz:

"Doğum konusunda bir kadının şâhidliği yeterlidir" (183) buyurmaktadırlar

Hz Ömer (ra), boşanma konusunda yalnız başına kadınların şâhidliğini kabul etmiştir Hz Ali (ra) da, bir çocuğun öldürülmesine şâhid olan kadınların şâhidliğini muteber saymıştır (184)

Hattâ ashâb-ı kirâm, çocukların kendi aralarında cereyân eden yaralama hâdiselerinde, yine çocukların şâhidliğini kabûl ederlerdi 185)

İbn-i Kayyım, âlimlerin şu konuda ittifâk ettiklerini kaydeder:

"Normal zamanlarda bazı hususlarda şâhidlikleri kabûl olunmayan kimselerin, ihtiyaç ve zarûret hâlinde, hakkın zâyî olmaması için aynı hâdiseler hakkındaki şâhidlikleri kabûl olunabilir" (186)

İslâm hukûkunda bazı konularda iki kadının bir erkek şâhid yerine geçmesi, kadınların erkeğin yarısı kabul edilmesinden veya erkekten daha aşağı görülmesinden dolayı değil, kendi yaratılışlarından, fizyolojik ve psikolojik özelliklerinden dolayıdır Kendileriyle ilgili konularda yalnız başlarına şâhidliklerinin geçerli sayılması da bunun en açık ve en güzel isbâtıdır Allâh Teâlâ, kadının his dünyâsını zengin yaratmıştır Çabuk sevinir, çabuk üzülür Onun esas mizacı, heyecandır ve heyecanlarıyla yaşar Muhâkemeden daha çok duygularıyla hareket eder Merhamet ve şefkat tarafı ağır bastığından hâdiselere sevgiyle yaklaşır

Ayrıca kadının en büyük vasfı anneliktir Anne, tabiî olarak vaktinin çoğunu ev içinde, çocuklarının bakımı ve terbiyesiyle geçirir Dışarıda, cemiyette cereyan eden hâdiselere fazla şâhid olamaz

Bu sebeple, şâhidlik gibi ağır sorumluluğu olan bir olayda kadınlara yardımcı bir arkadaş verilerek kolaylık getirilmiştir

İki kadın şâhid olunca, kadınlardan birisi "Diğeri nasıl olsa işin aslını söyleyecek" diyerek, şâhidliğini rahat ve doğru bir şekilde yapar Öbür kadın da aynı şekilde ve aynı mantıkla şâhidlik vazîfesini yerine getirir Her ikisi de kalben müsterih ve rahat olurlar Bu durum, hem kadınların yaratılışına ve tabiatına uygundur, hem de onlara bir rahmet ve kolaylıktır Ayrıca hâkimin karşısında kadının tek başına şâhidlik yapmasının mahremiyet açısından sakıncası da önlenmiş olur Aslında iki kadının şâhidliğinin bir erkeğin şâhidliğine denk olduğu iddiâsı, gerçeklerle hiçbir ilgisi olmayan asılsız bir iddiâdır Konu ile ilgili olarak Bakara sûresinin 282 âyet-i kerîmesinde şöyle buyrulur:

"Ey îmân edenler! Belirli bir vâdeye kadar birbirinize borçlandığınız zaman onu yazın Bunu, aranızda bir kâtib doğru olarak yazsın Erkeklerinizden iki de şâhid tutun Eğer iki erkek bulunmazsa, şâhidlerden kendilerine güvendiğiniz bir erkek ve -biri unutunca diğerinin hatırlatması için- iki kadın yeter" Yukarıda görüldüğü gibi bir bütün olarak ele alındığında, âyetin genel olarak şâhidliği düzenleyen umûmî bir hüküm koymadığı, âyet-i kerîmedeki hükmün sadece vâdeli borçlanmalarla ilgili olduğu açıkça görülür

Âyet-i kerîmede iki kadının şâhidliğinin bir erkeğin şâhidliğine denk sayıldığı değil, iki kadın şâhid bulundurulması gerektiği ifâde edilmektedir

İki kadın şâhid önerilmesinin sebebi, birisi yanılırsa diğerinin ona hatırlatması içindir Ancak âyette "iki kadın şâhidden biri mutlaka yanılır veya unutur" denmemektedir "Yanılırsa veya unutursa" denmektedir

O halde iki kadın şâhidden birisi, şâhidlik ettiği borçlanma akdiyle ilgili olarak yanılmaz veya unutmazsa, şâhidliğini tam olarak yaptığı için, erkek şâhid ile kadın şâhidin şâhidlikleri yeterli, aynı zamanda eşit değerde olacaktır Bu ise kadının şâhidliğinin, erkeğin şâhidliğine denk olabileceğini gösterir

Mîrâsda Kadın’ın Durumu:

İslâm Dîni’nde miras, şahısların ihtiyaç ve mes’ûliyetlerine göre taksime tâbi tutulmuştur Âile hayatında geçim yükü, genellikle erkeğin omuzlarındadır Erkek, hem kendisini, hem de hanımını olmak üzere en az iki kişinin geçimini sağlamak zorundadır Bunun yanında çocuklarını, annesini, babasını geçindirmek de erkeğe düşer Oysa kadın, kocasının nafakasını sağlamak zorunda değildir Kadına, ya kocası veya oğlu, babası yahut kardeşleri bakar İster anne, ister eş, isterse kız çocuk, isterse kız kardeş olsun, kadının geçimi kendisine âid olmayıp, oğul, koca, baba veya erkek kardeşin sorumluluğundadır Çoğunlukla kadın, kendisi dışında başkalarının geçimini sağlamakla da yükümlü değildir Erkek ise tam aksine eşinin, kızının, annesinin ve kızkardeşinin geçimini sağlamakla mükellefdir

İşte hem kendisine, hem hanımına, çocuklarına, gerektiğinde annesine, babasına, kızkardeşlerine bakmak, onların geçimlerini sağlamak zorunda bulunan erkeğin, gerektiğinde yine kendisinin bakıp himâye edeceği kızkardeşinden bir kat daha fazla miras alması, adâlete aykırı değil, adâletin tâ kendisidir

Kadın, kendi mal varlığında istediği gibi tasarruf etme hakkına sahiptir Kadının malî durumu yerinde olsa bile, âilenin harcamalarına katılmak zorunluluğu yoktur Bu açıdan bakılınca, kadın ile erkeğe aynı pay verilecek olsa, hisseleri aynı olduğu halde erkek, âilenin geçimini sağladığı, kadının ise böyle bir sorumluluğu olmadığı noktasında, denge erkek aleyhine bozulmuş olacaktır ki bu, erkeğe haksızlık edilmesi demektir

Erkek, evlenme sırasında kararlaştırılan ve mehir adı verilen bir mikdar mal veya parayı kendisi ile nikahlandığı kadına vermekle mükellefdir Kadının ise, erkeğe karşı böyle bir yükümlülüğü yoktur

Kadın boşandığı takdirde, iddet sûresince onun barınma, yeme-içme, giyim-kuşam masraflarını ödemek, kadını boşayan kocanın görevidir Kadının ise kocasına karşı böyle bir sorumluluğu yoktur

Görüldüğü gibi, malî mükellefiyetler bakımından kadın, erkeğe karşı eşit olmak bir yana, avantajlı bir konumda bulunmaktadır Pek çok konudaki malî yükümlülükler erkeğe verilmiştir Bu yüzden, erkeğe malî yükün ağırlığına uygun olarak iki hisse, erkeğe nazaran hemen hiçbir malî yükümlülüğü olmayan kadına da bir hisse verilmektedir

Mîrâsla ilgili olarak Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurulur:

"Allâh size, çocuklarınız hakkında, erkeğe, kadının payının iki misli (mîrâs vermenizi) emreder (Çocuklar) ikiden fazla kadın iseler, ölünün bıraktığının üçte ikisi onlarındır Eğer yalnız bir kadınsa, yarısı onundur Ölenin çocuğu varsa, ana-babasından her birinin mîrâsdan altıda bir hissesi vardır Eğer çocuğu yok da, ana-babası ona vâris olmuş ise, anasına üçte bir (düşer) Eğer ölenin kardeşleri varsa, anasına altıda bir (düşer Bütün bu paylar, ölenin) yapacağı vasiyyetten ve borçtan sonradır Babalarınız ve oğullarınızdan hangisinin size, fayda bakımından yakın olduğunu bilemezsiniz Bunlar Allâh tarafından konmuş farzlardır (paylardır) Şüphesiz Allâh, ilim ve hikmet sahibidir

Yapacakları vasiyyetten ve borçtan sonra, eşlerinizin, eğer çocukları yoksa, bıraktıklarının yarısı sizindir Çocukları varsa, bıraktıklarının dörtte biri sizindir Çocuğunuz yoksa, sizin de yapacağınız vasiyyetten ve borçtan sonra, bıraktığınızın dörtte biri, onlarındır (zevcelerinizindir) Çocuğunuz varsa, bıraktığınızın sekizde biri onlarındır Eğer bir erkek veya kadının, ana-babası ve çocukları bulunmadığı halde, malı mîrâsçılara kalırsa ve bir erkek yahud bir kızkardeşi varsa, her birine altıda bir düşer Bundan fazla iseler, üçte bire ortaktırlar (Bu taksim) yapılacak vasiyyetten ve borçtan sonra, kimse zarara uğramaksızın (yapılacak) tır Bunlar Allâh’dan size vasiyyettir Allâh her şeyi hakkıyle bilendir, halîmdir Bunlar, Allâh’ın (koyduğu) sınırlardır Kim Allâh’a ve Peygamberi’ne itâat ederse, Allâh onu zemîninden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır, (onlar) orada devamlı kalıcıdırlar, işte büyük kurtuluş budur!

Kim Allâh’a ve Peygamberi’ne karşı isyan eder ve sınırlarını aşarsa, Allâh onu, devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azâb vardır" (187)

Mîrâsdan kadına erkeğin yarısı kadar hisse verilmesi, kadının mîrâsçı olarak sahib olabileceği bütün konular için değil, sadece kadının, aynı ana-babanın çocuğu olarak erkek kardeşi ile birlikte mîrâsçı olması durumunda söz konusudur

Kadının mîrâsdaki payının durumu, iddiâ edildiği gibi, sadece erkeğin yarı hissesi değildir Bilakis, yukarıdaki âyet-i kerîmelerde de açıkça ifâde edildiği gibi, ölenin sadece kız çocukları varsa ve sayıları da ikiden fazla ise, o zaman mîrâsın üçte ikisi onların olur Şayet ölenin mîrâsçısı tek bir kız çocuğu ise, o takdirde mîrâsın yarısını almaya hak kazanır

Yine âyet-i kerîmeye göre; şâyet bir anne-babanın çocuğu vefat eder de mîrâs bırakırsa, ölenin çocukları da varsa, anne-babanın her birine mîrâsın altıda biri verilir Burada görüldüğü gibi, bir anne olarak kadına, çocuğunun mîrâsında verilen pay, bir baba olarak erkeğe verilen paya denktir Bu da açıkça göstermektedir ki, kadına, erkeğin payının yarısı kadar hisse verilmesi, umûmî bir hüküm değildir Hattâ yukarıdaki âyet-i kerîmeler, ölenin çocuğu yok ise, annenin, mîrâsın üçte birini alacağını da açıkça ifâde etmektedir Konu ile ilgili âyet-i kerîmede, bir erkeğin veya kadının, anne veya babası vefat etmişse ve çocuğu da yoksa, sadece bir erkek veya kızkardeşi varsa, mîrâsdan her birine eşit olarak altıda bir hisse düşeceği beyân edilmekle, bu durumda kadın ile erkeğin eşit hisse alacakları hükme bağlanmıştır Bu hususda kadının hangi durumda olursa olsun, mîrâsdan erkeğin hissesinin yarısı kadar pay alacağı iddiâsının ne derece asılsız ve maksadlı olduğu açıkça anlaşılmaktadır Böylece, Kur’ân-ı Kerîm’de miras ile ilgili âyet-i kerîmeler incelendiğinde görülmektedir ki, mirasta kadının payının, erkeğin payının yarısı olduğu iddiâsı, bütün durumlar için geçerli olmayıp sadece kız çocuğunun erkek kardeşi ile birlikte anne-babasına mirasçı olması durumunda söz konusudur Bunun dışında bir anne veya kızkardeş olarak ölene mirasçı olma durumunda kadının payı değişmekte, bazen ölenin kızkardeşi olarak mirasçı olma durumunda olduğu gibi- erkek ile eşit hisse de alabilmektedir

Demek ki, mirastan kadına, erkeğin hissesinin yarısı kadar pay verilmesinin, erkeği kadından üstün tutmak düşüncesi ile hiç bir ilgisi yoktur Bilakis bu taksimat, kadın ile erkeğin külfetleri ile nimetlerinin dengelenmesi ve sosyal adâletin sağlanması amacına yöneliktir

Alıntı Yaparak Cevapla