Konu: Emperyalizm
Yalnız Mesajı Göster

Emperyalizm

Eski 08-04-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Emperyalizm



/

Aynı dönemlerde Rus ve Avrupa istihbarat birimlerinin Türkiye ve Azerbeycan'daki faaliyetleri de hızlanmıştı İşte tam o günlerde medyada Azerbeycan Devlet Başkanı Alibey'in rahatsızlandığı, ve Demirel'in tahsis ettiği ATA uçağı ile tedavi için Türkiye'de GATA'ya getirildiği haberleri çıktı

(Oysa Azerbeycan Havayolları'nın kendisine ait bir çok uçağı vardı Üstelik Azerbeycan Devleti'nin de özel uçakları vardı Ne var ki, ABD istihbaratı Aliyev'e karşı Azerbeycan'da bir suikast ihbarı almıştı -Rus ya da Avrupa kaynaklı- İhbar öylesine geniş çaplıydı ki, Azerbeycan içinde dahi kimseye güvenilmiyordu İşte bu nedenle Aliyev Türkiye'ye ait ATA uçağıyla kaçırılarak tedavi için değil, güvenliği gerekçesiyle Türkiye'ye getirilerek GATA'da koruma altına alındı Bir ay içerisinde Türk ve ABD istihbarat birimleri Azerbeycan'daki tüm tehdit unsurlarını ortadan kaldırdılar ve bir ay sonunda Aliyev güven içinde ülkesine geri döndü Böylelikle senaryonun baş aktörü itinayla korunmuş oldu)

Tüm bu geniş çaplı eylemlerin sonucunda, Petrol Boru hattı sözleşmeleri nihai safhaya ulaştı ve imza aşamasına geldi Artık ABD kendi tezinin galibiyetini ilan etmek üzereydi AB son ve tek koz olarak Türkiye'ye karşı AB kapılarını neredeyse tamamen kapayan, limitsiz tavizler isteyen bir pozisyonla Türkiye'yi sıkıştırmaya başladı Bununla da yetinmedi Kasım 2000'de Demirbank'a karşı Garanti ve Akbank tarafından başlatılan bir sıkıştırma operasyonu esnasında, bir anda fırsatı yakalayan Deutsche Bank süratle elindeki TC bonolarını satmaya ve Türkiye'deki portföyünü geri çekmeye başladı (Avrupa Merkez Bankası, ve dolayısıyla AB güdümlü olduğu sanılan bir politika neticesinde)

Bunun sonucunda İMKB rekor tabanları gördü, gecelik faizler rekor seviyeye çıktı ve bir anda Merkez Bankası döviz rezervleri rekor seviyede erimeye başladı Türkiye, adeta yapay bir krizle ekonomik bir çöküşe sürükleniyordu Kasım-Aralık 2000 dönemi basın bültenlerini karıştırırsanız, emekli politikacımız Süleyman Demirel ve Mesut Yılmaz'ın bir anda Almanya'ya karşı yaptığı bir çok sert çıkışla karşılaşırsınız Ve tam o günlerde Uncle Sam yeniden devreye girdi IMF rekor bir hızla Türkiye için yeni bir programı benimsedi ve Merkez Bankası'na çok hızlı kredi ve efektif girişleri sağladı Aynı günlerde programı denetlemek ve desteklemek amacıyla Clinton'un tahsis ettiği ABD Hazine'den sorumlu Bakan Yardımcısı'da Ankara'ya geldi; ve kriz çok kısa bir sürede atlatıldı (izleri halen yaşansa da !!!)

Fakat tam o günlerde dünyada iki yeni gelişme daha yaşanıyordu;

1) ABD'de yapılan seçimlerde yönetim el ve parti değiştiriyordu Yeni yönetimin bürokrat ve danışman kadrolarının (Stratejik Araştırmalar Enstitüsünün) hazırladığı bazı raporlar Hazar havzası petrollerinin sanıldığı kadar zengin ve fizibl olmadığı yönündeydi

2) Diğer taraftan da Yeltsin arkasından gelen Putin dönemiyle Rusya yeniden bir toparlanma sürecine girmis, ve eski Sovyet Cumhuriyeti'nin parçası olan ülkelere yeniden birliktelik çağrısı yapmış, ve Azerbeycan da bu doğrultuda Rusya ile yeniden beklenmedik bir şekilde flörtlere başlamıştı (Çünkü TC ne kadar dostane yaklaşsa da ekonomik yapısı itibarıyla, Azerbeycan ve diğer Türki Cumhuriyetleri yeterince kucaklayacak ve onların en büyük kaygısı olan ekonomik sorunlarını çözecek zenginliğe sahip değildi)

Hazar petrolleri üzerindeki egemen gücün Azerbeycan olması, ve Azeri politikasının Türkiye işbirliği ile ABD yönünde olması nedeniyle; Avrupa'nın (Kafkas-Balkan hattı geçişi tezinde mağlup olduktan sonra) yeni politikası, Hazar petrollerindeki ikinci alternatif güç olan Ermenistan'ı desteklemek yönünde olmuştur Zira daha önce (dağlık Karabağ bölgesi nedeniyle) Azerbeycan ile sıcak çatışmalara girmekten çekinmeyen Ermenistan, olası dış desteklerle girişebileceği yeni yayılımcı politikalarla Hazar havzası petrolleri üzerinde yeniden güç sağlama potansiyeline sahiptir Bu bağlamda 2000 yılının ikinci yarısından itibaren Avrupa ülkeleri (öncelikle, iki temel emperyalist zihniyetçi devlet olan başta Fransa ve ardından İngiltere'nin desteğiyle) Ermenistan'a arka çıkmış; ve Ermenistan'ın uluslararası haklılık ve saygınlık kazanmaya çalıştığı tezlerine arka çıkmaya başlamıştır Bu siyasette Avrupa'nın en önemli aracı (temelinde aslında Türk düşmanlığı değil, ancak Ermenilerin sempatisini kazanma amacı yatan) sözde soykırım yasalarını desteklemek olmuştur (Böyle bir tez ve buraya kadar anlatılan gerçekler olmasaydı, niye Avrupa 20 yüzyılın başlarında yaşanmış olduğu iddia edilen bir sözde soykırımı desteklemek için bugüne kadar beklemiş olacaktı?) Böylelikle, 1960-70'li yıllarda Orta Doğu'da Araplara karşı alternatif bir güç ve araç yaratmaya çalışarak dünyanın şımarık çocuğu İsrail'i yaratan zihniyet, yine benzer amaç ve gayelerle Kafkas'larda ve Hazar'daki petrol kontrolu için dünyanın ikinci şımarık çocuğu Ermenistan'ı yaratma yoluna girmiştir) Ermeniler'in ulusal gururunu okşayacak ve gıdıklayacak en önemli politika, Ermenilerin, ulusal itibar ve saygınlık kazanmak amacıyla, onlarca yıldır üzerinde durduğu sözde soykırım iddialarıdan geçmektedir; ve Ermenistan'ın son 20 yıllık bastırmasına rağmen (ABD ve Avrupa dahil) hiçbir dünya devleti bu iddiaları yakın geleceğe kadar açıkça desteklememiş (şu ana kadar Türkiye dolaylı çıkarlarını içeren politikaları neticesinde); ancak gelecekte Ermenistan'a duyulacak siyasi ihtiyaç doğrultusunda da açıkça inkar ve red yoluna da gidilmemiştir

Bu şartlar altında şu anda ülkemizi bekleyen en büyük tehlike, yukarıda anlatılan ve son dönemde dünyada yaşanan iki önemli gelişmede yatmaktadır

ABD'deki yeni yönetimin danışman kadrolarının öne sürdüğü ve Hazar havzası petrollerinin sanıldığı ölçüde stratejik önem taşımadığı yolundaki iddialar haklılık ve destek gördüğü takdirde, ABD'nin bölge hakkındaki siyaseti tamamen değişebilecek, ve Uncle Sam'in ekonomimiz ve siyasetimiz üzerinde sihirli el etkisi yapan desteği bir anda ortadan kalkabilecektir

Diğer iddia edilen gelişme doğrultusunda Rusya'nın toparlanma sürecine girmesi ve eski birlik ülkelerini yeniden bünyesine katma sürecine başlaması (ve Azerbeycan'ın da buna yeşil ışık yakması) sonucunda da benzer bir sonuca gidilebilecek; ve hatta ABD bu durumda Azerbeycan ve Ermenistan'a eşit mesafede durma kararı verebilecektir Bu durumun olası sonucunda önümüzdeki bir yıllık dönemde sözde Ermeni soykırım yasasının ABD senatosunda da kabul edilebileceğini görmek bizler için şaşırtıcı olmamalıdır

Bu nedenlerde ötürü, ülkemizi önümüzdeki çok kritik bir süreç ve olaylar zinciri beklemektedir Bu tezlerin doğruluğu durumunda, Türkiye dış siyasetinde çok büyük bir yalnızlığın ve desteksizliğin içine sürüklenebilir Zira son 10 yıldır Avrupa ve ABD emperyalizm savaşında Avrupa'ya sırtını dönerek ABD destekli projelerin takipçisi olan Türkiye, yukarıdaki olasılıklar neticesinde hem Avrupa, hem de ABD desteğinden uzak kalabilecek; ve bu durumda muhafazakar islam şeriatçısı iç politikanın yeniden güçlenmesi ve Türkiye'nin yüzünü İslami devlet doğrultusunda bu güdümdeki bazı Orta Doğu ülkelerine dönmesi bile kaçınılmaz olabilecektir

Ama en önemli kısa vadeli tehlike, karşılıklı çıkarların tükenmesi doğrultusunda, reelinde temelsiz olan ekonomimiz üzerindeki Uncle Sam'in sihirli el desteğinin kalkmasıyla ülkemizin büyük bir ekonomik bunalıma sürüklenmesidir Böyle bir olasılık, hükümetin şu anki ekonomik programını temelinden sarsabileceği gibi, ekonomimizi içinden çıkılmaz çok daha büyük sıkıntılara ve durgunluklara da sürükleyebilecektir

Bu nedenlerden dolayı bu tezlerde iddia edilen durumların önümüzdeki aylardaki gelişiminin izlenmesi, ülkemizin yakın geleceğindeki ekonomik ve siyasi güçlülüğünün saptanmasında büyük önem taşımaktadır

Tüm bunlardan anlaşılacak en önemli gerçek şudur ki, politikada ve iç siyasette, ve hatta uluslarası ilişkilerde yakınlık ve iyi ilişkiler diye kavramlar yoktur Bunların yerine "ÇIKARLAR" ve "ÇIKAR İLİŞKİLERİ" hakimdir Gerek siyasi zümreler, ve gerekse devletler, politikalarını belirlerken çevrelerinde ve dünyada gelişen olaylar çerçevesinde çıkarlarını temel alarak kısa ve uzun vadeli politikalarını belirler ve bunları sürekli günceller

Böylesine karmaşık siyasi ve emperyalist yönelimli komplo teorileri içerisinde, ülkemizde bir çok insan ve gurup, bu teorilere karşı siyasilerimizin basiretsizliği ve beceriksizliğinden söz etmektedir Belki sizlere garip gelecektir ama, bu teoriler dahilinde bir çok Avrupa ülkesinde bile (Almanya, Fransa, İngiltere gibi) halk aynı doğrultuda kendi siyasilerin basiretsizliklerinden yakınmaktadır Oysa ülkelerin böylesine uzun vadeli ve stratejik politik oyunlardaki rollerini, seçimlerle yönetime gelmiş ve günübirlik siyasetten sorumlu politikacılar belirlememektedir Kalkınmış tüm toplumlarda (ABD ve Avrupa ülkeleri gibi) aslında, perdenin arkasında kalıp medya önüne çıkmayan, ancak ülkelerinin bu siyasi oyunlardaki rolünü belirleyen, Ulusal Güvenlik Teşkilatları, Stratejik Planlamalar Kurum ve Enstitüleri gibi apolitik ve amedyatik bürokrat ve teknotrak tabanlı kurumlar yer almaktadır Ülkemizde de bu rolü, ordu ve siyasetin karşılıklı yer aldığı Milli Güvenlik Kurulu üstlenmiştir

Fransa ile yaşanan sözde Ermeni soykırımı yasasının kabulü esnasında, farklı iyi niyetli gurup ve zihniyetli guruplarca ortaya atılan değişik boykot ve protesto fikirleri (anti-Renault, anti-Carrefour, anti-Cartier gibi) aslında temelinde yukarıda anlatılan olayların stratejik mahiyetleri ve çıkarsal zenginlikleri doğrultusunda maalesef hiçbir yaptırımı olamayan ve ancak kısıtlı ölçekte bir öz-tatmin yaratacak eylemlerden öteye gidemeyerek çözümler getiremeyecektir

Bu bağlamda ülkemizin yapması gereken en önemli atılım, MGK'nın da ötesinde daha profesyonel, üretici ve yoğun çalışmalar sağlayacak Stratejik Planlama ve Politikalar kurumlarının oluşturulması ile bu uzman kurumların dış ilişkilerimizdeki tüm ülkelerle olan ve olabilecek çıkar ilişkilerini saptaması ve bu doğrultuda ülkemiz menfaatlerine uygun kısa, orta ve uzun vadeli tüm ilişkilerin ve kozların saptanması olacaktır
Zira ülkemiz çevresinde, son dönemlerde Avrupa Birliğine üyelik, Ermeni Soykırım tasarıları ve benzeri konularda beliren gündemlere karşılık; hiçbir yurtdışı gezi ve ikili görüşme gerçekleştiremeyen dönemsel Başbakanlarımızın, belki de yabancı dil eksikliği nedeniyle bu sorunlara aynı mesafede uzak kalan Cumhurbaşkanızın, böylesine kritik günlerde Avrupa'da lobi ve kulis faaliyetleri yapmak yerine Ankara'da kendisine ait fotoğraf sergilerini açmayı tercih eden Dışişleri bakanlarımızın, ve ülkemizin böylesinde kritik gündemde önceliklerini Süleymaniye haziresine defnedilmek istenen cemaat liderlerinin isteği üzerine Bakanlar Kurulu kararları ve benzer kararnameler imzalamayı tercih eden diğer bakanlarımızın yerine; kalıcı ve sürekli politikalar üretecek; iç siyaset, oy baskısı ve diğer dahili çıkar gurupları ve ilişkilerinden uzak durabilecek kurumların teşekkül etmesi ülkemizin menfaatlerine hizmet edebilecek en önemli icraat olacaktır

Unutulmamalıdır ki, emperyalizme karşı verilebilecek mücadelenin yolu meydanlarda ya da kampüslerde "Kahrolsun Emperyalizm" sloganları atmaktan, ABD donanmasını yuhalamaktan, ya da yabancı ateşelik ve konsoloslukları boykottan değil; çalışmak ve güçlü olmaktan geçmektedir Zira emperyalizm özünde bir sömürü düzenidir Sömürülmemenin en büyük yolu güçlü olmaktır Güçlü olmak ise hiçbir şeye muhtaç olmadan üretmek ve gerektiğinde kendi kendine yetebilecek kapasiteye sahip olmaktan geçer En önemli savunma gereçlerinin tedarikinde ABD ve diğer güçlerin teknolojilerine muhtaç olmak, sahip olmak istediğimiz silah, tank ya da helikopterleri ulusal çıkarlarımızı gözetmeksizin başkalarının belirlediği kullanım kısıtları dahilinde alabilmek, en küçük mali krizlerimizde bile ABD ya da diğer global fonların dopingine ihtiyaç duymak emperyalizme karşı direnmenin gerektirdiği güçlülüğü sağlamamaktadır

Güçlülüğün yolu, kendisi, ailesi ve çevresini kurtaracak günübirlik çözümler üreten, gayrimenkullerine yenilerini ekleyip aile efradını Miami'lerde yaşatan, ürettiklerinden aldığı dönüşü ürettiği değerlere yöneltmek yerine kendilerine yönelten çalışanların ve girişimcilerin yerini; ülkesi ve milletinin geleceği ve güçlülüğü için çalışan, yarattığı değerlerin daha üstününü yaratabilmek gayesiyle kendi istek ve egolarından fedakarlık edebilerek daha çok üreten ve çalışan bir toplum olmaktan geçmektedir

Güçlülüğün yolu, bilgi çağına girdiğimiz bu süreçte sanayi hamlesini inşaat çimentosu, demir, tütün, dondurulmuş gıda alanlarından gerçek bilgi çağı ve teknolojilerinin üretimlerine kaydırmaktan geçer Bu bağlamda, dünyada devletler üstü güçlerin ve lobilerin teşekkülünde en önemli iki sektör olan petrol ve savunma sanayi alanında (ki petrol alanında öz kaynaklarımızın yetersizliği nedeniyle kısa vadede bir şansımız yoktur) güçlü bir üretici olmaktan geçer Savunma sanayi alanındaki tam güçlülük, bir uçağın elektronik donanımından radarına, roketlerinde motoruna, ve bunların ihtiyaç duyduğu en küçük komponentlere ve tüm yazılımlarına varıncaya kadar hiçbir yurtdışı kaynak ve lisans bağımlılığı duymadan üretim yapabilme gücüdür Ancak bu şekilde, 1974 Kıbrıs harekatından sonra yaşadığımız askeri ve ticari ambargolara boyun eğmek zorunda kalmayarak emperyalist güçlerin karşısında dimdik durabilecek GÜÇLÜ bir TOPLUM olabiliriz Ve ancak bu şekilde senaryoların önündeki küçük aktörler olmak yerine, kendi senaryolarını yazan ve bu yönde hareket eden bir devlet ve millet olabiliriz

Alıntıdır

Alıntı Yaparak Cevapla