Prof. Dr. Sinsi
|
Hududullah-Allah’İn Çizdiği Sınırlar- - Ahmet Taşgetiren
“İnsan kendisini müstağni gördüğünde azgınlığa yönelir” deniyor Kur'an'da (Alak, 6) Bu, insana ilişkin ilahi bir tesbit İnsanın içinde fücur ve takva yönelişi her zaman mevcut (šems, 8) Fücur öne çıktığında güce ve akla ona göre yön tayin ediyor ve “Allah'ın sınırları”nı unutup, zulme yöneliyor Takva hali ise, “Hududullaha riayet hali”nin taa kendisi  
Zamanımız, insanoğlunun “hududullah şuuru”nun, yani dünyadaki varoluş hikmetinin kendisine bağlandığı disiplinin ciddi biçimde aşındığı bir duruma şahitlik ediyor
19 Yüzyılın pozitivist yönelişleri, yaratılışı da, Yaratıcıyı da insanın gündeminden çıkarma yönünde oluştu
“Tanrı öldü” dedi Niçe  Yer yüzünde her türlü tasarrufa yetkili bir “üstün insan”“üstün insan”ı yontula yontula yirminci yüzyılın faşist – komünist despotlarına dönüştü
Pozitivizmin babası August Comte, insanın ulaştığı gelişme seyrinde “dinin miadını doldurduğu” tezini işledi Bir dine inanmak, ilkel çağların adeti idi ona göre Akıl ve bilim insana ilişkin her sorunu çözerdi
Materyalizm, pozitivizmin açtığı çığırda bir başka savaş başlattı yaratılış ve Yaratıcı inancına karşı  
İnsan, bir müteal (aşkın) kudrete karşı başkaldırma halindeydi
Yer yer kilise otoritesine karşı isyan, Tanrı buyruğuna isyan haline dönüştü
Sonra bu felsefi zeminde dünyayı tanzim işine soyundu insan  Öyle ya, Tanrıyı devreden çıkarınca, yer yüzünü Tanrı'dan gelen buyruklarla tanzim fikrine isyan edince, tümüyle yer yüzünde üretilmiş disiplinlere ihtiyaç duyulacaktı
Pıtırak gibi toplumsal sistem projeleri çıktı ortaya  ve her biri bir coğrafyada hakim sistem haline geldi “İnsan tabiatına en uygun oldukları” iddialarıyla birbirleriyle yarıştı, birbirleriyle vuruştu, insanları vuruşturdu
Bugün yeryüzü hakimleri onlar
İnsan kuşatılmış durumda ve onlar insanı, neredeyse kılcal damarlarına kadar belirleme iddiasındalar
Oysa insan'ın Rabbi ile ilişkisi ne Niçe'nin tasavvurundaki gibi ölmüş, ne de Comte'un dediği gibi miadını doldurmuş bir ilişki
İnsanın zihninden bir “Yaratıcıya inanma” fikri silinmiş değil İnsanlar hala bir Yaratıcı ile kalbî irtibat kurma arayışındalar, ihtiyacındalar, bunun için çaba içindeler  Yer yüzünde milyarlarca insanın müteal bir kudretle kalb bağı var
Ama bu, insanın, hayatını tanzim için de Yaratıcının mesajlarına başvurduğu anlamına gelmiyor İnsan, böyle bir başvuruyu kalbî bağın zaruri uzantısı olarak görse bile bunda muvaffak olamayabiliyor İnsanı kuşatan hakim yapı, insandaki tüm hassasiyet boşluklarını işgal ediyor, ele geçiriyor ve insanı kendine göre biçimlendiriyor
İşte böyle bir ahvalde, “Hududullaha riayet” çağrısını, İslam'ın, Kur'an'ın, insanı yeniden yeniden “fıtrat mecrası”na yönlendirme çağrısı olarak okumak gerekiyor
Bu durumda, Allah'a inanan, O'nun insan için değer belirleyen Kudret olduğunu kabul eden her insan, hayatının her alanı için bir sınır arayışına girecek Bunun için hayatını ayrıştıracak, deyim yerindeyse bir kişilik MR'ı çektirecek, hangi alan “Hududullah - Allah'ın belirlediği sınırlar” içine giriyor, hangi alan dışında kalıyor, bunu tesbit edecek  Ondan sonra her alanı “Hududullah çerçevesi”nde yeniden tanzim edecek, şekillendirecek Bir noktada kendisine sunulan her yaşama modelini, “Hududullah”
Kur'an'ın insana öğrettiği “Bana Allah yeter” (Tevbe, 129) ifadesibir itmi'nanı, Allah'ın mesajlarıyla gerçekleşen bir doyumu ifade ediyor “Bana Allah yeter” diyen, Allah'ın çizdiği – belirlediği ölçülere başvuracak, Allah'ın mülkünde “Allah'tan başkası”na yönelen ise, başını taştan taşa vuracak
arayışına girdi Niçe'nin başka hiçbir kudrete karşı sorumluluk duymayan ölçüsüne vuracak, o sınırlar içine giriyor mu, girmiyor mu-ya bakacak Ahmed er - Rifai diyor ki:
“Âllah'ın çizdiği sınırlar önünde durun ve ilahi hududu çiğnemekten sakının ”
Bir sözü de şöyle:
“Cesedin şerefi, akıl denilen kıymettar varlıktır Akıl İnsan nefsini kendi sınırları içinde bağlayan bir bağdır Nitekim akıl, nefsi bağlayıp ona şer'i sınırı çiğnetmedikçe akıldır Akıl, şer'i hududu red ve kabul hususunda tereddüde düşecek olursa, o akıl değildir Kişi akıldan mahrum olunca insanlık cevherinden mahrum kalmış demektir Cevher olmayınca insanlık şerefi de gider, geride izzet ve yüceliğe layık olmayan sıklet ve kesafet yığını kalır ” (Altın Öğütler, A Taşgetiren, s 335, 336)
Bugün yeryüzünde bir insanlık taraması yapılsa, insanlık şerefine ne kadar, kesafet ve sıklet yığınına ne kadar pay düşer acaba? Zor bir soru değil mi?
Altınoluk Dergisi 2005
|