Yalnız Mesajı Göster

Esma-İ Hüsnâ'dan Esintiler

Eski 08-03-2012   #26
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Esma-İ Hüsnâ'dan Esintiler



EN-NAFİ’


Yârab, bana gelen zarar, nefsim ile benden gelir,
Elbette nîmete küfran, kadir bilmeyenden gelir,
Sen ki ed-dâr iken yârab, mülayimsin zararında;
en-Nâfi'sin ya ilâhî, her fâide senden gelir
Yârabbi
İlâhî ilhamın gizli her güzelde, her iyide,
Senden gelir cümle nîmet,
Senden gelir her fâide
Yâ İlâhî, meşgul olup fâidesiz işlerle biz,
Yaradılış gayemizi bilmeden göçüp gideriz
Yamalı düşüncelerle örteriz verdiğin aklı,
Fikrimiz fakr içinde, iz'an ezelden pasaklı,
Bugün deriz, yarın deriz,
Yârab öyle perişanız, öylesine derbederiz;
Bırakıp da nefsimizi, aklımızla harbederiz
Bunca gafletimize, bunca isyanımıza,
Yine de yardımını katarsın yanımıza
Yürürüz mülkün üstünde serazat ve sefil,
Yine de nîmet verirsin,
Çünkü sensin rızka kefil
Sensin bizleri koruyan, sensin esirgeyen,
Bilirsin bizlere neler verir zarar,
Serâzad dolaşan kişi,
Elbet encamını arar
Oysa yalnız sen bilirsin kulların encamını,
Ömrüne yayılacak garip serencâmını
Esirgersin mazlumu, zâlimin zararından,
Dönderirsin şaşkını zararlı kararından
Her kim ki uyarsa nefsinin emrine,
Elbette zarar verir yine kendi kendine
Oysa sensin her işinde kullarına fayda veren,
Elbette sensin İlâhî doğru yolu gösteren
Çağırsa da bizi her an nefsimizin sesi,
Celse de gönlümüzü İblis'in cazibesi,
Zarar görmez şeytandan, Allah'a sığınanlar,
Bilir ki nerde zarar, fayda nerdedir anlar
Gideriz dârul- bekaya, buradan gide gide,
Biliriz yalnız senden gelir bize fâide
Dünya düşman olsa n'ola, sensin en-Nâfi';
Sen dost olursan İlâhî, işte bu bize kâfi [color="#800080"]

EN-NUR


Senindir yâ ilâhî, zulmette yön veren nûr,
Senindir gönüllere aydınlık gönderen nûr,
Nurundur âlemlerin sırrını tenvir eden;
Senindir cümle envâr, senin vasfındır en-nûr
Yârabbi
Nisyân ile zihnimiz karmakarışık,
Bu düşünce zulmetine İlâhî gönder bir ışık
Gönder ki, idrâkimiz bu susuzluğa kansın,
Sen cümle karanlıkları aydınlatansın
Kirlendi fikrimiz, azaldı zikrimiz,
Şaşırdık, biz kimiz?
Susadık aydınlığa, Yârabbi bir ışık,
Bir düşünce damarından ayrılan bin bir şık
Bir aydınlık gönder bize, aklımız yıkansın,
Susadık aydınlığa, bir ışık ver ki kansın
Yârabbi var mı senden gizlimiz ve saklımız?
Şişiyor çiğnendikçe sakız gibi aklımız
Kimi zaman farkı yok mücevherin çakılla,
Önümüz aydınlanmaz bu küçücük akılla
Kendi benliğimizde dağılırız kırk kola,
Yolumuzu ısıtan, meğer ki nurun ola
Sevgimiz bir nefestir,
Sevdalarımız bir anlık,
Gözlerimiz mi kapalı, yoksa dünya mı karanlık?
Geçip gidiyorken ömür yel yeleli atlar gibi,
Haykırırız gaflet ile,
Daha erken, daha erken!
Oysa geçip giden zaman, mesafeyi katlar gibi,
Sonumuzu bile bile
Dön emrini bekliyorken;
Görmüyoruz önümüzü, gönlümüze bir nûr gönder,
Kitabım eyle mürşid, Resulünü eyle önder
Senin nurundur İlâhî, gönülde yakan çerâğı,
Sen ki gönül zulmetinde aydınlatansın şafağı
Sen ey cümle zulmete aydınlık gönderen nûr,
Sarar aydınlığın denizi, dağı
Senin o mukaddes vasfındır en-Nûr;
Sensin nûrlandıran nurun kaynağı [color="#800080"]

EL-HÂDÎ


Hidâyet ve dalâleti önümüze seren sensin,
İdrâk verip, lutfun ile hak yolu gösteren sensin,
Ulaştırırsın kulları arzu ettikleri şeye;
Ey el-Hâdî, nâr ü nuru, her muradı veren sensin
Yârabbi
Senden yardım dileyene
Sensin eyleyen inayet,
Yanlış yola gidenlere sensin veren hidâyet
Sen ki cümle kullarının
Verirsin gönlündeki her muradını,
Yol gösterirsin
Sürdürüp de nefse uyan kulların inadını,
Düşerse arzusuyla bir dalâlete;
Yine merhamet edersin
Emrine uyan kulları düşürmezsin melâmete,
Çıkarırsın Yâ İlâhî lütfedip de selâmete
Yârabbi kullarına sonsuzdur merhametin,
Senin azabın elîm, senin gazabın çetin
Şaşkınız, önümüzde yollar çatallaştı,
Lif lif çözüldü fikrimiz, düşüncemiz dolaştı,
Bu kesif sis perdesinde
Şehlâ görür gönül gözü,
Zulmet içinde gecemiz, örtünmüşüz karanlığı,
Dumanlar arasında yitirmişiz gündüzü
Ne vakte kadar sürecek bu nefis hükümranlığı?
İblis kopardı dizgini,
Yâ İlâhî şaha kalkmış nefsimiz,
Kaybetmek üzereyiz o aydınlık çizgini,
Aklımız önümüzde fırtınalı bir deniz,
Girdâb-girdâb uğunur, dalga-dalga inleriz;
Yârabbi, biz ki günü uyutan miskinleriz
Yarattığın şu dünya, etrafında güneşin
Tamamlamak üzere bekli de son turunu,
Biz ödünç sevdalara yüreği verdik peşin,
Sermişiz dikenlere son gönül huzurunu,
Aç köpekler gibiyiz üzerinde bir leşin;
Yol göster ey el-Hâdî,
Gönder bize Yârabbi, o hidâyet nurunu [color="#800080"]

EL-BEDÎ’


Tâ'zim sana, tekbîr sana; ey ilmi yüce san'atkâr,
Yarattığın cümle zerrât, her an seni eder ikrar,
Maddesiz, örneksiz, yoktan yaratansın ey el-bedî';
Tüm varı yok eder gücün, sensin yokları eden var
Yârabbi
Sen var iken, ne gök vardı, ne yer,
Sen yarattın varlıkları hikmetinle birer birer
Eriyip gittî İlâhî, çoğul içindeki tekil,
Veren sensin çiçeğe renk
Ve eşyaya uygun şekil
Ne ulu san'atkârsın ki, kimse ermez san'atma,
Ne güzel biçim vermişsin bu sonsuz kâinatına
Dağlara uyan heybet, dereye uyan akış,
Bir kelebek kanadını işlemişsin nakış nakış
Gülün teni bunca narin iken,
Yaratmışsın hikmetinle gülün dallarında diken
Yedi renge çözülür yağmur damlasında ışık,
Karanlığın aydınlığa, bülbülün gülüne âşık
Yarattığın her nesnede
Görünür İlâhî ahenk,
Bir küçücük çiçeğinde
Aydınlanır bir ayrı renk
Yarattığın canlı cansız her şeyi,
Yoktan var eylediğin maddelere verip biçim,
O erilmez san'atınla yarattın
Kaç milyar zerredir toprağı süsleyen çim?
Bir bedenin varlığına kim bilir neyi kattın?
Çözemez aklımız, çözülür idrâkin ipi,
Yarattığın insanlara bunca huyu, bunca tipi
Veren sensin
Yarattıklarının ne maddesi
Ne de bir örneği vardı,
Yoktu gülün rengi, bülbülün o yanık sesi,
Ne denizin dibi, ne dağların ardı
Ne gönül vardı seven, ne nabız vardı atan,
Ey ulu san'atkâr, ey el-Bedî1;
Her şeyi ahenk içinde sensin yaratan [color="#800080"]

EL-BAKÎ


Hükmünde devreder her şey; sensin veren, sensin alan,
Biter mekân, erir zaman, boyuttan silinir alan,
Yoktur varlığının sonu, beka senin ey el-bâkî;
Ne yer kalır, ne gök kalır, sensin yalnız bakî kalan
Yârabbi
Hiç kimseye kalmaz dünya,
Kalmaz mâlikine mülk
Gelip de gidenlerden ne sonuyuz, ne de ilk
Ay doğar, dağı döner,
Gün doğar, ufku aşar
Can kandili bir nefesle ebediyyen söner,
Herkes ömrünce yaşar
Toprağa karışır beden, sana döner son ruh,
Tükenir dünya üstünde çağlayıp duran güruh
Ne mekân kalır İlâhî, ne zaman,
Döner her şey aslına
Aslımız yokluktur bizim, biliriz;
Var ettiğin gibi, bir gün yok olup gideriz
Kalan sensin, her şeyin gelince sonu,
Ne kalır güneş, ne gök, ne yer,
Yok olur yarattığın dünya;
Ve biter o an içinde gerçek olan rüya
Bilemeyiz Yâ İlâhî,
Niçin, nasıl, neden?
Nereye gider Yârabbi, bunca can, bunca beden?
Nice erir bunca isyan, bunca inat?
Nerede kaybolur yarattığın kâinat?
Yâ İlâhî, nedir sonsuz, nedir boşluk?
Düşündükçe yelpelenir aklı kör eden sarhoşluk
Yokluktan yaratılan yok olacaktır elbet,
Biz nice anlayalım, senindir ulu hikmet
Aslolan sensin İlâhî,
Kâinatta her şey eğreti
Biz nice algılayalım bu ibreti, bu hikmeti?
Boşalır zemberek gibi, zorlasak idrâki;
İnandık ki, sonu yoktur varlığının ey el-Bâkî [color="#800080"]

Alıntı Yaparak Cevapla