Prof. Dr. Sinsi
|
İmam-İ A’Zam Ebu Hanife Hazretleri
İmam-ı A’zamın hocası Hammad bin Ebi Süleyman vefat edince, hocasının talebeleri, arkadaşları ve halkın ileri gelenleri onun yerini dolduracak âlimin, ancak İmam-ı A’zamın olduğunu görerek, ısrarla hocasının yerine geçmesini istediler “İlmin ölmesini istemem!” buyurup, ilim kürsüsüne oturdu Hocası Hammad’ın yerine müftü oldu ve talebe yetiştirmeye başladı
İmam-ı A’zam, hocası Hammad’ın yerine geçince, ilmi, vakarı, üstün tevazuu, takvası, tatlı sözleri ve güler yüzüyle herkes tarafından sevilen ve dini meselelerde insanların bütün müşkillerini çözen yegane müracaat kaynağı oldu Irak, Horasan, Harezm, Türkistan, Tuharistan, Faris diyarı (İran), Hind, Yemen ve Arabistan’ın her tarafından kitleler halinde gelen talebeler, fetva isteyenler ve dinleyicilerle etrafı dolup taşıyordu
İmam-ı A’zamın meclisinde halk tarafından sorulan suallerin cevaplandırılması ve talebeler için verilen muntazam dersler olmak üzere iki türlü müzakere yapılırdı Hergün sabah namazını, camide kılıp öğleye kadar sorulan sualleri cevaplandırır, fetva verirdi Öğleden önce kaylule (öğle vakti bir miktar uyuma) yapıp, öğle namazından sonra yatsıya kadar talebelere ders verirdi Yatsıdan sonra evine gidip biraz dinlenir, sonra tekrar camiye gelip sabaha kadar ibadet ederdi Sorulan suallere cevap vermeden önce, mesele aleni (açık) olarak müzakere edilir, talebeleri suali cevaplandırmaya çalışırdı Meselenin müzakeresi bittikten sonra, kendisi yeniden ele alıp gerekli düzeltmeleri yapar ve konuyu iyice izah ve tasvir ettikten sonra cevaplandırırdı Cevapları verildikten sonra da fetvayı bizzat söylemek suretiyle ve anlaşılır ifadelerle talebelerine yazdırırdı Bu yazılar daha sonra fıkıh kaideleri haline gelmiştir Dini bir mesele cevaplandırılıp halledilince şükür için tekbir getirirlerdi Bu esnada Kufe mescidi tekbir sadalarıyla inlerdi
Talebelerine verdiği muntazam dersleri ise çok mükemmel bir usul ile yürütürdü Bir taraftan fıkhın eski hadiselere ait bilinen hükümleri takrir edilir (anlatılır) ve müzakere yapılır, diğer taraftan yeni hadiselere ait hükümler bulunurdu Geçmiş ve yaşanmakta olan hadiselerin hükümleri takrir edilirken, bunlara benzeyen veya aynı cinsten olup da gelecekte vuku bulabilecek hadiselere ait hükümler de araştırılıp bulunurdu Dolayısıyla İmam-ı A’zamın derslerinde geçmiş ve yaşanmakta olan halin meselelerinden başka, geleceğe ait meselelere geçilmiş ve fıkhın külli (genel) kaideleri tesbit edilmiştir
İmam-ı A’zam hazretlerinin ders halkasında çözülen fiili ve nazari fıkhi meseleleri yarım milyona ulaşmıştır Bunların içinde, fıkıh ilminin anlaşılmasına yarayan sarf, nahiv ve hesaba (fen ilimlerine) ait öyle ince meseleler de vardır ki, onların meydana çıkarılması ve çözülmesinde Arap dilinin ve cebir ilminin mütehassısları dahi aciz kalmışlar, hayranlıklarını ifade etmişlerdir Çözülen fıkhi meseleler cinslerine göre kısımlara (kitaplara), kısımlar da nevilerine göre bab ve fasıllara ayrılmıştır Başta taharet bahsiyle ibadetler, münakehat, muamelat, hudud (had cezaları), ukubat, sulh, cihad ve devletler hukuku, feraiz, yani miras hukuku olmak üzere sıralanarak fıkıh düzenlenmiştir
Böylece İmam-ı A’zam, fıkıh ilmini ilk defa kollara ayırıp her branşın bilgilerini ayrı ayrı toplamış, usuller koymuş, Feraiz ve Şurut kitaplarını yazmıştır Ayrıca Eshab-ı kiramın, Peygamberimizden naklen bildirdiği iman, itikad bilgilerini de toplayıp yüzlerce talebesine bildirdi İlm-i Kelâm, yani iman bilgileri mütehassısları yetiştirdi İmam-ı Matüridi ondan gelen kelâm bilgilerini kitaplara yazdı Yetiştirdiği talebelerin sayısı dört bine ulaşmış olup, bunlardan yedi yüz otuzu ilimde iyice yükselmiş, içlerinden kırk kadarı ictihad derecesine çıkmıştır Bazı müellifler onun derslerinde yetişen talebelerinin isim ve künyelerini, mensub oldukları şehirlerini tesbit edip, yazmışlardır
İmam-ı A’zam ticaretle de uğraşırdı Talebelerinin ihtiyaçlarını kendi kazancından karşılardı Talebelerine son derece şefkatli davranır, onların ilimde iyi yetişmeleri için büyük titizlik gösterirdi Talebelerini o kadar mükemmel yetiştirmişti ki, başkalarının uzun zamanda buldukları hükümleri onlar kısa zamanda bulurdu Onun ders usulünü ve talebelerini görmek için gelen, aralarında Tabiinin büyüklerinin de bulunduğu ilmi bir heyet onların bu üstünlüğünü, başarısını görerek büyük bir memnuniyetle ayrılmışlardır Talebelerine; “Sizler benim kalbimin sevinci, hüznümün tesellisisiniz ” buyururdu
Emevilerin son zamanlarında Emevi valisi, İmam-ı A’zama devlet idaresinde bir vazife vermek isteyerek bu hususta zorlamıştır Fakat İmam-ı A’zam bir takım sebeplerden dolayı bu vazifeyi asla kabul edemeyeceğini bildirmiştir Bunun üzerine hapsedilerek işkence yapıldı Daha sonra serbest bırakılınca, hicri 130 (M 747) yılında Mekke’ye gidip orada altı yıl kadar kaldı Mekke’de de talebelere ders ve fetva vererek ilmi mütalaalar yaptı Daha sonra Abbasilerin bir devlet haline gelip kuvvetlenmesinden sonra Kufe’ye döndü Buradaki derslerine ömrünün son yıllarına kadar devam etti Otuz yıllık müddet içinde verdiği derslerinde yetişen talebelerinin herbiri o zaman çok genişlemiş olan İslam dünyasının her tarafına yayılarak müftilik, müderrislik, kadılık gibi çeşitli vazifelerle büyük hizmetler yapmak suretiyle Peygamberimizin bildirdiği yol olan Ehl-i sünnet itikadını ve fıkıh ilmini her tarafa yaydılar ve bu hususta kıymetli kitaplar yazdılar İnsanlara doğru yolu gösterip saadete kavuşturdular Bu hizmeti kendilerinden sonraki asırlara da aksettirdiler
Başta gelen talebeleri; İmam-ı Ebu Yusuf ismiyle meşhur Yakub bin İbrahim, Muhammed Şeybani, Züfer bin Hüzeyl, Hasan bin Ziyad, oğlu Hammad, Davud-i Tai, Esad bin Amr, Afiyat bin Yezid el-Advi, Kasım bin Ma’an, Ali bin Müshir, Hibban bin Ali gibi yüzlerce âlimlerdir
İmam-ı A’zam hazretleri, fıkhı; “Leh ve aleyhte olanı bilmek, tanımak” diye tarif etmiştir Bu tarife göre fıkhı tesbit etmek için, Edille-i şer’iyyeye başvururdu Bunlar Kitap, yani Kur’an-ı kerim, Sünnet (Peygamber efendimizin sözleri, fiilleri ve takrirleri), İcma-ı Ümmet (Eshab-ı kiramın bir mesele hakkındaki sözbirliği) ve Kıyas-ı Fukaha (hükmü verilmiş meselelere benzeterek bir başka meseleyi hükme bağlamak)dır
İmam-ı A’zam herhangi bir fıkıh mevzuunun işlenmesi veya fetvasının takrir edilmesi, yahut da cevabı bulunmak üzere mevzu (konu) edildiğinde, sırasıyla bu dört kaynağa baş vururdu Önce Kur’an-ı kerime bakar, hükmü aranan meselenin işaret yoluyla, iktiza yoluyla, ibare yoluyla veya delalet yoluyla cevabı varsa meseleyi ona göre çözerdi Meselenin halli için Kur’an-ı kerimde delil bulunmazsa Sünnete, burada da bulamazsa İcma-ı Ümmete bakardı Bu kaynaklarda bulursa meseleyi çözerdi, hükmünü bildirirdi Şayet sırasıyla bu üç kaynakta bulamazsa, o zaman Kıyasa başvurur ve kendisine mahsus olan istihsan kaidesiyle hüküm verir ve meseleyi çözerdi
|