Yalnız Mesajı Göster

İmam-İ A’Zam Ebu Hanife Hazretleri

Eski 08-02-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

İmam-İ A’Zam Ebu Hanife Hazretleri




Feridüddin-i Attar hazretleri İmam-ı A’zamı şöyle anlatır;
“Şeriatın ve milletin ışığı, din ve devletin mumu, hakikatler menbaı, manevi cevherler ve ince bilgiler denizi, arif, âlim, sofi, cihanın imamı, methi bütün dillerde dolaşan, her mil*letin makbulü olanı ben nasıl anlatabilirim? Onun riyazet ve mücahedeleri, onun halvet ve müşahedelerinin sonu yoktur Firasette, siya*sette, akıllılıkta ve zekilikte bir tane idi Mü*rüvvet ve fütüvvette bir hilkat garibesi idi Cihanın kerimi, zamanın en cömerdi, devri*nin efdali ve vaktinin en âlimi idi En yüksek derece ve eşsiz mertebede idi Hazret-i İmamı-ı Ebu Hanife Kufi'nin şemaili, vasıfları Tevrat' ta, yazılı idi
(Riyazet: nefsin istediklerini yapmamak*tır, (Mücahede: ise nefsin istemediklerini yapmaktır)
Son asrın, zahir ve batın (kalp) ilimlerinde kamil, dört mezhebin fıkıh bilgilerinde mahir, büyük âlim Seyyid Abdülhakim Arvasi hazretleri buyurdu ki: “İmam-ı A’zam, İmam-ı Yusuf ve İmam-ı Muhammed de, Abdülkadir Geylani gibi büyük evliya idiler Fakat âlimler kendi aralarında iş bölümü yapmışlardır Yani herbiri zamanında neyi bildirmek icap ettiyse onu bildirmişlerdir İmam-ı A’zam zamanında fıkıh bilgisi unutuluyordu Bunun için hep fıkıh üzerinde durdu Tasavvuf hususunda pek konuşmadı Yoksa Ebu Hanife nübüvvet ve vilayet yollarının kendisinde toplandığı, Ca’fer-i Sadık hazretlerinin huzurunda iki sene bulunup öyle feyz, nur ve varidat-ı ilahiyyeye kavuşmuştur ki, bu büyük istifadesini; “O iki sene olmasaydı, Nu’man helak olurdu!” sözü ile anlatabildiler Silsile-i zehebin en büyük halkasından olan Ca’fer-i Sadık’tan tasavvufu alıp, vilayetin (evliyalığın) en son makamına kavuşmuştur Çünkü Ebu Hanife, Peygamber efendimizin varisidir Hadis-i şerifte; “Âlimler peygamberlerin varisleridir buyuruldu Varis, her hususta veraset sahibi olduğundan, zahiri ve batıni ilimlerde Peygamber efendimizin varisi olmuş olur O halde her iki ilimde de kemaldeydi
İslam âlimleri, İmam-ı A’zamı bir ağacın gövdesine, diğer âlim ve evliyayı da bu ağacın dallarına benzetmişler, O’nun her bakımdan büyük ve üstün olduğunu, diğerlerinin ise bir veya birkaç bakımdan büyük kemalata (olgunluklara, üstünlüklere) erdiklerini belirtmişlerdir
İslam dünyasında ilimleri ilk defa tedvin ve tasnif eden odur Din bilgilerini kelâm, fıkıh, tefsir, hadis, vs isimleri altında ayırarak bu ilimlere ait kaideleri tesbit etti Böylece O’nun asrında zuhur eden eski Yunan felsefesine ait kitapların tercüme edilmesiyle birlikte, bu kitaplarda yazılı bozuk sözlerin, fikirlerin din bilgileri arasına karıştırılmasını ve İslam dinine bid’atlerin sokulması tehlikesini bertaraf etti İmam-ı A’zamdan önce İslamiyetin ilk yıllarında ilimlerin tasnifi yolunda herhangi bir çalışmaya ihtiyaç duyulmamıştır Çünkü ilk asırlarda yaşıyan salih ve temiz Müslümanların ilimleri başta din bilgileri olmak üzere son derece berrak ve mükemmeldi İlk yıllarda ilimlerin kağıda geçirilmiş bir tasnif tablosu bulunmamakla beraber, İslam âlimlerinin sözlerinde, eserlerinde ve Müslümanların günlük hayatlarında kendiliğinden vücud bulmuş ve yaşanmakta olan bir ehemmiyet sırası vardı En mühim olan iman (itikad), ibadet ve ahlak bilgileriydi Bu bilgilere Yunan felsefesi, Hıristiyanlık, Yahudilik, Hint inançları, Mecusilik ve benzeri bozuk yolların İslamiyeti içten yıkmak isteyen art niyetli kimseler veya din bilgisi az olanlar tarafından karıştırılmak tehlikesi başgösterince, yüksek din bilgilerini tasnif ederek kitaplara geçirmek bir mecburiyet halini aldı İmam-ı A’zam hazretleri bu çok mühim vazifeyi mükemmel bir şekilde yerine getirerek, o asırda tartışmaları yapılan ve din bilgisi az olan Müslümanlar arasında yayılmasına çalışılan Şia, Mu’tezile, Mücessime, Cebriyye, Kaderiyye ve benzeri gibi sapık fırkaların bozukluklarını göstererek, hem onlara cevaplar vermiş ve hem de kendisinden sonraki asırlarda gelen Müslümanların İslamiyeti her bakımdan doğru, berrak haliyle öğrenmelerini ve böylece inanmalarını temin etmiştir İyi düşünüldüğünde bütün insanlığın dünya ve ahiret saadetini doğrudan doğruya ilgilendirdiği açıkça görülen bu çok mühim hizmet, İmam-ı A’zamın zamanında ve daha sonra yetişen mezhep imamları, İslam âlimleri, evliyanın büyükleri tarafından da tazim ve şükranla yad edilmiş, bu büyük imam “Ehl-i sünnetin reisi”, “İmam-ı A’zam” (en büyük imam) adıyla anılmıştır
Takvası ve menkıbeleri


İmam-ı A’zamın babası Sabit hazretleri

Şemseddin-i Sivasi'nin Menakıh-i İmam-ı A'zam isimli eserinde şöyle yazılıdır:
İmam-ı A'zamın babası Sabit (rahmetullahi aleyh) küçük yaştan beri ahlakı temiz, takva ve vera sahibi idi Yüzü gayet nurlu olup züh*dü, salahı ve ilmi pek çok idi
Bir gün bir dere kenarında abdest alıyordu Suda bir elma gördü Abdestten sonra suda çürüyüp gidecek olan bu elmayı alıp yedi Fakat tükrüğünde kan gördü Şimdiye kadar böyle bir hal görmediği için tükrükteki kanın bu elma*dan ileri geldiğini tahmin etti Yediğine pişman oldu Elmanın sahibini bulup helallaşmak için dereboyunca gitti Nihayet yediği elmaya benzeyen bir meyve bahçesi gördü Sahibini sordu Bu zatın gayet cömert ve ihsan sahibi olduğunu, hatta ağaçta bulunan bütün elmaları toplayıp götürülse yine bir şey demiyeceğini, bir elmanın ne ehemmiyeti olacağını söylediler Buna rağmen elmanın sahibini buldu, meseleyi an*lattı, ya parasını almasını veya helal etmesini istedi Bahçe sahibi gencin bu halini görünce takva ve verasının doğru olup olmadığını öğ*renmek için şöyle dedi:
- Yediğin elmam için ne vereceksin?
- Altın gümüş neyim olsa veririm
- Ben altın gümüş istemem ama, eğer kı*yamette senden davacı olmamı istemezsen bir teklifim var, onu kabul etmen gerekir
- Teklifin nedir?
- Yapacaksan söyliyeyim
- Şeriata uygunsa yapabilirim
- Kör, sağır, dilsiz ve kötürüm bir kızım var, bununla evlenmeğe razı olursan o zaman elmayı sana helal edebili*rim
Sabit hazretleri ahirete kul hakkıyla gitmemek için bu teklifi kabul etti Düğün hazırlığı yapıldı Sabit hazretlerinin ilk gece odaya girmesiyle çıkması bir oldu Hemen kayınpederine koşup, (efendim, bir yanlışlık var galiba, içeride sizin bahsettiğiniz vasıflarda bir kız yok, tam tersi!) Kayınpederi tebessüm ederek, (evladım o benim kızımdır, senin de helalindir Ben sana kör dediysem, o hiç haram görmemiştir Sağır dediysem, o hiç haram duymamıştır Dilsiz dediysem, o hiç haram konuşmamıştır Kötürüm dediysem, o hiç harama gitmemiştir Var git helalinin yanına, Allahü teâlâ mübarek ve mesut etsin)
İşte bu evlilikten, yani böyle ana babadan İmam-ı Azam Ebu Hanife hazretleri dünyaya geldi

Alıntı Yaparak Cevapla