Prof. Dr. Sinsi
|
Celâleddîn-İ Rûmî
Bir gün Kâdı Sirâceddîn ismindeki bir hoca, talebelerine; "Bugün Mevlânâ'ya gidip, onu soru yağmuruna tutalım Öyle sorular hazırlıyalım ki, hiç birisine cevap veremesin " dedi Talebeler soru hazırlamaya koyuldular Kendisi de çalışmaya başladı Bir ara Kâdı Sirâceddîn'in yanında Mevlânâ hazretleri tecessüm etti Kâdı Sirâceddîn'in yüzüne dikkatlice bakıp oradan kayboldu Kâdı, talebelerine; "Mevlânâ buraya geldi " deyince, talebeler; "Biz görmedik efendim " dediler Bu hâl, Kâdı Sirâceddîn'in zihnine takıldı, düşüncelere daldı Bir saat kadar sonra Mevlânâ hazretleri tekrar orada göründü Bunu kâdı ve talebeleri gördüler Hepsine selâm verdi ve oradan ayrıldı Biraz sonra kâdı talebeleri ile namaz kılmak için büyük odaya geldiklerinde duvarlarda bir takım yazılar gördüler İncelediklerinde, Mevlânâ'ya soracağı sorular ve bu soruların cevapları geniş olarak, yazılmış idi Kâdı Sirâceddîn ve talebeleri, hayretlerinden dona kaldılar Böyle büyük bir âlim ve velînin hakkında besledikleri kötü düşüncelerine pişmân oldular Hep birlikte gidip Mevlânâ'nın talebesi olmakla şereflendiler
Malatyalı Selâhaddîn Efendi anlatır: "Gençliğimde İskenderiyye'ye ticâret için gitmiştim Gemimiz bir girdaba yakalandı, kurtulmamız imkânsızdı Korku içinde idik Herkes adaklar adamaya başladılar Tövbeler ettiler Helâllaşmaya başladılar Bu arada bana, kurtulmak için duâ etmemi ricâ ettiler Konyalı olmam hasebiyle, aklıma bir anda Allahü teâlânın evliyâ kullarından Mevlânâ hazretleri geldi Hemen; "Yâ hazret-i Mevlânâ! İmdâdımıza yetişmen için yalvarıyorum " diye seslendim O anda, herkesin gözü önünde, gelip gemimizin yanıbaşında göründü Gemiye yapışıp girdaptan kurtardı ve kayboldu İskenderiyye'den sonra Konya'ya gittik Mevlânâ'nın huzûruna çıktığımızda bize; "Elhamdülillah Allahü teâlânın sevdiği kullarından birine tâbi olanlar, dünyâda da âhirette de halâs olup, kurtulurlar " buyurdu Bunun üzerine hepimiz Mevlânâ'ya talebe olmakla saâdete kavuştuk "
Tebrizli bir tüccar, ticâret için Konya'ya gelmişti Konyalı tüccarlara; "Burada evliyâdan bir kimse var mıdır? Bir müşkilim var, onu soracağım " dedi Orada bulunanlar, Mevlânâ'nın kerâmetlerinden bahsettiler Seni ona götürelim dediler Tebrizli, Mevlânâ'nın nâmını önceden duymuştu Kabûl edip hemen Mevlânâ'nın dergâhına gittiler Tüccâr huzûra çıktığında; "Efendim, namazımı kılıyor, Allahü teâlânın emirlerini yapıp, yasaklarından kaçınıyorum Hayır-hasenâtımı yapıyor, kimseye zararım olmuyor Ancak, kalbimde ibâdetlere karşı bir soğukluk var Huzûrum yok Sebebini de bir türlü bulamıyorum Bana yardım etmenizi istirhâm ediyorum " dedi Mevlânâ, şöyle bir murâkabeden sonra: "Ey Tâcir! Sen, Magrib'de bir yol üzerinde, Allahü teâlânın velî kullarından biriyle karşılaştın Onun dış görünüşünü beğenmedin hattâ hakâret gözüyle baktın Sendeki huzursuzluğun sebebi budur İsterseniz şuraya bakın " diyerek, karşıdaki duvarı gösterdiler Tüccar duvara baktığında, bir anda duvardan pencere gibi bir boşluğun meydana geldiğini ve bu boşluktan o velî kulun yine bir yol kenarında oturduğunu gördü Mevlânâ sözüne devâm ederek; "Bu huzursuzluğunuzun çâresi de, o kimseye gidip, ondan özür dileyip, affına kavuşmaktır " buyurdu Mevlânâ, tâcire daha birçok nasîhatler yaptıktan sonra; "Muhakkak onu bul, hakkını helâl ettirip duâsını al Bizim de selâmımızı söyle " dedi Tâcir; "Peki efendim!" deyip yol hazırlıklarını yaptı ve yola koyuldu Araya araya o mübârek zâtı buldu Çok özür dileyip Mevlânâ'nın selâmını söyledi Affetmesini, hakkını helâl etmesini istirhâm eyledi Bunun üzerine o mübârek zât; "Öyle bir kapıya sığınmışsın, öyle bir kimseden yardım taleb etmişsin ki, reddetmek mümkün değil Seni Mevlânâ hazretleri hürmetine affettim Kendisini görmek istersen şuraya bak " deyince, tâcir işâret edilen yerde Mevlânâ'yı gördü Bu hâle gözleriyle şâhid olan tâcir, o kimseyle vedâlaşıp, Konya'ya geldi ve Mevlânâ'nın talebesi oldu
Mevlânâ hazretleri her halleriyle insanları doğru yola teşvik eder, vâz ve nasîhatlarıyla hasta kalplere şifâ olan sözler söylerdi Bir gün talebelerine; "Ey bizi sevenler! Sevgili Peygamberimizin gittiği Ehl-i sünnet yolundan yürüyüp, bu yolu ihyâ etmelidir Allahü teâlânın sevdiği ameller, ibâdetler ile, helâl yollardan çoluk-çocuğunun ihtiyaçlarını kazanarak, râzı olunan kullar zümresine dâhil olmalıdır Hep helâli istemeli, helâlinden yiyip, helâlinden içmeli ve helâlinden giymelidir Söylediklerimiz, dinlediklerimiz, düşündüklerimiz hep helâl olmalı Her hareketimizi Peygamber efendimizin hâl ve hareketlerine uydurmalıyız Herkes, bir sanata sâhib olmalı ve din ilimlerini iyi öğrenmelidir Talebelerimden bunu husûsen istiyorum Bizim yolumuzda olanlara, kıyâmet günü yardımcı olur, yüzlerinin ak olmasına çalışırız Ancak, edebe riâyet etmeyenler ve Ehl-i sünnet yoluna muhâlefet edenler, kıyâmet günü bizi göremeyeceklerdir " buyurdu
Bir gün huzûruna birbirlerine dargın iki kişi getirdiler Onlara barışmalarını söyledi sonra da; "Allahü teâlâ, bâzı insanları su gibi latîf, mütevâzî, dâimâ aşağıya akıcı ve yumuşak huylu, bâzılarını da toprak, taş gibi sert mizaçlı yarattı Su, toprağa karışır, meyvelerin büyümesini, canlıların içerek hayatlarının devâm etmesini sağlar O sulardan rûhlara ve bedenlere gıdâ temin edilip, menfaat sağlanır Su toprağa gitmezse, topraktan ve sudan lâyıkıyla istifâde edilmez Ey Nûreddîn! Bu arkadaşın toprak hükmünde olup, yerinden kalkmaz ve barışmaz ise, sen su gibi tevâzu üzere olup, anlaş Herkes bilir ki, iki küs olan kimseden hangisi öbüründen önce davranırsa, Cennet'e ötekinden önce girecektir Daha çok sevap kazanacaktır Dolayısıyla, bu barıştan her ikiniz de istifâde etmiş olacaksınız " buyurdu Bunu dinleyen iki küs kimse, daha çok sevap kazanmak gayretiyle hemen barıştılar
Bir kimse, geçim darlığından şikâyette bulundu Bunun üzerine Mevlânâ hazretleri o kimseye; "Eğer sana, âzâlarından birini kesip, yerine bin altın verelim deseler râzı olur musun?" diye sordu O da; "Hayır, râzı olmam " diye cevap verdi Bunun üzerine Mevlânâ hazretleri; "Ey kardeşim! Mâdem ki râzı olmazsın, niçin geçim sıkıntısından şikâyette bulunursun? Fakirim diyorsun, bu kadar altından daha kıymetli âzâların var iken, vücûdun sıhhatte ve âfiyette iken, niçin bunları sana bedâvadan ihsân eden Allahü teâlâya şükretmiyorsun? Allahü teâlâ; meâlen "Nîmetlerimin kıymetini bilir, emrettiğim gibi kullanırsanız onları arttırırım " (İbrâhim sûresi: 7) buyurdu
Mevlânâ hazretleri bütün işleri ihlâs ile, Allahü teâlânın rızâsı için yapmak lâzım olduğunu, bir misâl ile şöyle izâh ettiler: "Nişâburlu bir ilim talebesi ile bir tüccar yol arkadaşı oldular Çok fakir olduğundan talebenin ayakkabısı yoktu Yalın ayak yürürken, tüccar bir çift ayakkabı verdi Sonra tüccar, talebeye ikide bir; "Ey talebe! Yolun düzgün yerinden yürü  Sivri taşlara basma  Ayaklarını sürüme  Dikenli yerlerden gitme Ayakkabıyı eskitme  " diye tembih ediyordu Bu tenbihler talebeyi usandırdı Sonunda talebe dayanamayıp ayakkabıları çıkardı, tüccarın önüne bıraktı ve; "Ben senelerce yalın ayak seyâhat ederim Kimse bana bunun için bir şart koşmuyordu Şimdi verdiğin bu ayakkabılar için sana mahkûm olamam " dedi İşte burada olduğu gibi, yapılan hayır-hasenât karşılıksız olmalı Allahü teâlânın rızâsı için yapılmalıdır Ancak böyle olursa makbûl olur
Devlet memurlarından bir kimse, zaman zaman Mevlânâ hazretlerini ziyâret eder, vazîfesinden ayrılarak devamlı onun hizmetiyle şereflenmek istediğini bildirirdi Mevlânâ da, vazîfesini bırakmamasını ister, ona nasîhatler ederdi Bir gün ona şu menkıbeyi anlattı: "Abbâsî halîfesi Hârûn Reşîd zamânında bir zâbıta âmiri vardı Hızır aleyhisselâm ile her gün görüşüp sohbet ederlerdi Zâbıta âmiri bir gün vazîfesinden istifâ etti Zâhid olup insanlardan ayrı yaşamaya, kimseyle görüşmeyip tek başına ibâdet yapmağa başladı Fakat istifâ ettikten sonra Hızır aleyhisselâm kendisine hiç uğramaz oldu Bu duruma zâbıta âmiri çok üzüldü Her gün sabahlara kadar cenâb-ı Hakka yalvarıp, gözyaşı döktü, tövbe istigfâr etti Bir gece rüyâsında Hızır aleyhisselâmı görüp yalvardı "Ey vefâlı dost! Ben seninle devamlı olarak sohbet etmek maksadıyla dünyâ makamlarından istifâ ettim Uzlete çekilip, yalnız başıma ibâdet etmeye başladım Böylece sana kavuşurum sandım Hâlbuki tam tersine seninle artık hiç görüşemedim Beni, mübârek cemâlinize hasret bıraktınız Acabâ bunun hikmeti nedir? Yoksa bir kusûr mu işledim? Bu şekilde daha ne kadar hasretinizle yanacağım? " gibi sözlerle yanıp yakılarak ağladı Zâbıta âmirinin bu acınacak durumuna dayanamayan Hızır aleyhisselâm; "Ey azîz dostum! Benim sana görünüp sohbet etmemin sebebi, yaptığın ibâdetler, hayır hasenât ile değildi Senin o mühim vazîfeni yapıp müslümanların işlerini hak ve adâlet ile idâre ettiğin için gelip seninle sohbet ediyordum Hâlbuki, sen bu kıymetli vazîfeyi bırakıp, müslümanlara hizmeti terkettin Hattâ onları adâleti olmayan biriyle başbaşa bıraktın Sâdece kendi menfâatin için bir köşeye çekildin Kendi menfaatini müslümanlara tercih ettin Şimdi o yerine geçen şahıs, müslümanlara zulüm ve gayr-i meşrû işler ile elem vermektedir Şu anda onlar sıkıntı ve üzüntü içindeler Bunlara hep sen sebeb oldun Elbette senin şahsî menfaatinin, müslümanların umûmî menfaatleri yanında bir kıymeti yoktur Çünkü uzlete çekilip abdest almayı, namaz kılmayı, oruç tutmayı, zikir etmeyi herkes yapabilir Fakat makâmı ile müslümanlara hizmet etmeyi herkes yapamaz Bunun için artık senin yanına gelmiyorum " dedi Zâbıta âmiri bunları dinledikçe gözyaşları sel oldu ve; "Çok doğru  Çok doğru  " dedi Uyanınca, istifâ etmekle ne büyük bir hatâ yaptığını anladı Sabah olunca derhal hükümdârın huzûruna çıkıp, eski vazîfesini yeniden istedi Hükümdâr anlayışla karşılayıp, onu tekrar eski vazîfesine tâyin etti İşte bu zâbıta âmirinin vazîfesi müslümanlar için ne kadar kıymetli ise, senin vazîfen de o derece mühimdir Bunun için, benim hizmetime gelmenden çok, vazîfene devâm etmen önemlidir Çünkü senin vazîfen, pekçok müslümanı ilgilendiriyor Onların başında senin gibi adâletli ve emîn bir kimsenin bulunması lâzımdır Böylece onlar da huzur ve refah içinde yaşasınlar Bizim rızâmız bundadır İstifâ edip bize hizmette bulunmana aslâ rızâmız yoktur "
Bir gün birkaç kişi gelip Mevlânâ hazretlerine; "Efendim! Allahü teâlânın velî kulları vefât edince, tasarruf hakkına sâhib olurlar mı? Hayatta oldukları gibi insanlara yardım edip, sıkıntılarını giderirler mi?" diye sordular Mevlânâ hazretleri de; "Cenâb-ı Hakk'ın evliyâ kulları âhirete intikâl ettiklerinde, dünyâdakine oranla daha çok tasarrufa sâhib olurlar Dünyâdaki tasarruf hududlu, âhiretteki ise hududsuzdur " buyurdu Oradakiler; "Dostlarınıza ve talebelerinize dünyâdaki gibi âhirette de ihsân ve merhamet eder misiniz?" deyince, Mevlânâ; "Ey dostlarım! Kılıç kınında iken kesmez Kınından çıktığı zaman keser Bize şefâat hakkı verilirse, elbette biz de sizlere şefâat ederiz " buyurdu
Mevlânâ hazretleri kendisine vedâlaşmak üzere gelmiş bulunan ve nasîhat isteyen sevdiklerine; "Kardeşlerim! Aklınız bir servet ve bir makâma bağlı kalmasın Yalnız kalp gözlerinizin açılmasını düşünün Birbirlerinizi çok seviniz Çünkü düşmanlar pusudadır " buyurdular
Talebelerinden biri, Mevlânâ hazretlerine incir getirmişti Mevlânâ hazretleri inciri aldı ve; "Hayli güzel incir, fakat kemiği var " buyurdu ve yere bıraktı Talebe; "İncirin nasıl kemiği olur?" diye hayret etti ve yavaşça incirleri alıp gitti Bir zaman sonra tekrar bir sepet incirle dönüp geldi ve sepeti Mevlânâ hazretlerinin önüne koydu Mevlânâ hazretleri bir tane alıp yedi ve; "Bu incirin kemiği hiç yoktur " buyurdular ve incirleri orada bulunanlara dağıtmasını emrettiler
Herkes bu duruma şaşakaldı O talebe dışarı çıktığında oradakiler ona gidip inciri nereden topladığını sordular O da; "Vallahi bir dostum vardı Onun bahçesine uğradım Bahçıvanı bağda bulamadım İzni olmaksızın bir sepet toplayıp Mevlânâ hazretlerine getirdim Fakat niyetim bahçıvanı gördüğümde topladığım incirlerin bedelini ödemekti Mevlânâ hazretleri velîlik nûru ile bunu anladı ve yemedi İşte incirin kemiği buydu Bu defâ doğruca o dostun bağına vardım Ondan iyi incir satın alıp bedelini ödedim ve helâllaştım O da kabûl etti İşte Mevlânâ hazretleri bunu kabûl edip iltifâtlarda bulundu
Bir gün Mevlânâ hazretlerine kötü huylu ve kötü tabiatlı kimselerden soruldu Bunun üzerine şu ibretli hâdiseyi anlattı: "Bir gün bir akrep bir ırmağın kenarında dolaşıyordu Birdenbire bir kaplumbağa akrebin yanına gelip ona; "Burada ne yapıyorsun?" dedi Akrep; "Ben ırmağın öte yanına geçmek için bir çâre arıyorum Çünkü benim bütün yavrularım ırmağın öte yanındadır " diye söyledi Kaplumbağa da şefkati ve yabancıya iyi davranması sebebiyle onu en yakın bir akrabâsıymış gibi sırtına alıp su üzerinde yüzmeye başladı Irmağın ortasına gelince akrebin sokmak arzusu uyandı Kaplumbağanın sırtında iğnesini dokundurdu Kaplumbağa; "Ne yapıyorsun?" diye sordu Akrep; "Hünerimi gösteriyorum Sen bana iyilik edip yarama merhem koydun Ben de sana iğnemi sokuyorum Benim göstereceğim şefkat de ancak budur " dedi Bunun üzerine kaplumbağa hemen suya daldı Akrep de boğulup gitti " Mevlânâ hazretleri bundan sonra şu beytleri okudu: "Câhil, yakınlık gösterse de sonunda câhilliğinden ötürü seni incitir " Sonra da; "Ahmağın sevgisi, ayının sevgisine benzer Onun kini sevgi, sevgisi kindir Haydi kötü nefsi öldürün Bu hususta ihmal göstermeyin Onu diri bırakmayın Çünkü o akreptir " buyurdular
Bir kısım insanlar Mevlânâ hazretlerine gelip; "Bâzı kimseler mescidde dünyâ lafı ediyor " diye şikâyette bulundular Bunun üzerine Mevlânâ hazretleri; "Her kim altı yerde dünyâ sözü ile meşgûl olursa otuz yıllık temiz ve kabûl olmuş ibâdeti reddedilir ve boşa gider Bu altı yerin birincisi mescid, ikincisi ilim meclisi, üçüncüsü cenâze, dördüncüsü mezarlık, beşincisi ezan vakti, altıncısı Kur'ân-ı kerîm okunurkendir Bunların herbirisinin geniş açıklamaları vardır " buyurdu
Bir gün Selçuklu Sultanı İzzeddîn Keykâvus, Mevlânâ hazretlerini ziyârete gelmişti Mevlânâ hazretleri ona gerektiği gibi iltifat etmedi Sultan bu hâle şaştı ve tevâzu gösterip; "Mevlânâ hazretleri bana nasîhatte bulunsun " dedi Bunun üzerine Mevlânâ hazretleri; "Sana ne nasîhat vereyim? Sana çobanlık emretmişler, sen kurtluk ediyorsun Sana bekçilik emretmişler sen hırsızlık yapıyorsun Allahü teâlâ seni sultan yaptı, sen şeytanın sözü ile hareket ediyorsun " buyurdu Bu ağır nasîhat üzerine Sultan ağlayarak dışarı çıktı Medresenin kapısında başını açıp tövbe etti ve; "Yâ Rabbî! Mevlânâ hazretleri bana sert sözler söyledi ise de senin için söyledi Ben zavallı kul da bu alçak gönüllülüğü ve yakarışı gösteriyor ve sana yalvarıyorum Bana merhâmet et " dedi ve pişmanlıkla oradan ayrıldı
Bir zaman Selçuklu vezîri Muînüddîn Pervâne, Mevlânâ hazretlerini ziyârete geldi Fakat Mevlânâ hazretleri onu karşılamaya çıkmadı Vezir büyük bir sıkıntıyla Mevlânâ'nın kapısında beklemeye başladı Sultan Veled babası adına vezîre mâzeretler beyân edip özür diledi ve; "Efendim! Babam dedi ki, çok defâ benim Allahü teâlâ ile işim ve hâllerim olur Vezirler ve dostlar beni her zaman göremezler Onlar kendi hâlleri ve işleri ile meşgul olsunlar Biz gider kendilerini buluruz " buyurdu dedi Vezir bu sözler üzerine başını iki eli arasına alıp düşüncelere daldı Bu esnâda Mevlânâ hazretleri çıkageldi Vezir hemen ayağa kalkıp; "Efendim niçin bize geç görünüyorsunuz?" dedi Mevlânâ hazretleri buna hiç ses çıkarmadı Vezir; "Ben şöyle bir şey düşündüm Sanki bana; "Ey Pervâne! Muhtaç bir kimsenin beklemesi büyük zahmettir Bunu öğren ve hiç kimseyi kapıda bekletme " demek istediniz öyle değil mi?" dedi Mevlânâ hazretleri tebessüm edip; "Güzel düşünmüşsün Ama öteden beri âdettir Birinin kapısına çirkin bir dilenci gelse, onun karanlık benzini görmemek ve sesini işitmemek için eline bir şey tutuşturulup yolcu edilir Ne var ki, güzel huylu, hoş biri geldiğinde; "Ekmek pişinceye kadar biraz sabret ve bekle " derler Bizim de geç gelmemizin sebebi sizin muhabbet ve sevginizin bize hoş gelmesi ve bunları daha çok işitmek içindir Vezir sevildiğini anlayıp gözyaşlarını tutamadı Sevinçli olarak oradan ayrıldı
Mevlânâ hazretleri çok ibâdet ederdi Yine bir gece sabaha kadar namaz kılmıştı Yakınları kendisine; "Bu nasıl namazdır?" dediler Mevlânâ hazretleri onlara; "Allahü teâlânın yenilmez arslanı hazret-i Ali namaz vakti olunca titrer ve rengi solardı Ona; "Ey İmâm! Neyin var?" diye sorulduğunda, o; "Kur'ân-ı kerîmde meâlen; "Biz emâneti, göklere yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler (mesuliyetinden) korktular Onu insan yüklendi " (Ahzâb sûresi: 72) buyruldu Emânet vakti geldi " derdi Namaz sözle anlatılamayacak bir şekilde Allahü teâlâ ile konuşmaktır Hazret-i Ali'nin hâli böyle olunca bizlerinki nasıl olmalıdır?" buyurdular
Buyurdular ki; "Sünnet-i seniyyeye harfiyen uymak lâzımdır "
"Helâl kazanıp helâlden yemeli, giyinmeli, çalışmalıdır Her hareketi Resûlullah efendimize uydurmalıdır "
"Dargınlar barışmalıdır Önce davranan önce Cennet'e girer "
"Tenhâda yalnız kalınca da günahtan sakınmalıdır "
"Nefsi mağlûb etmek için, onu rahatsız etmelidir İstediği şeyi vermemelidir En tesirlisi, gündüzleri oruç tutmak, geceleri az uyuyup namaz kılmaktır "
Gururlu olmayınız, nefsinizle mücâdele, riyâzet ediniz Peygamberimiz hep riyâzet çekmiş, zenginlik istememiş, arpa ekmeğini bile doyuncaya kadar yememiştir "
"Hakîkî bir âlime, rehbere teslim olmalıdır "
Mevlânâ Celâleddîn Rûmî hazretleri 1273 senesinde hastalandı Hasta iken başkalarına olan borçlarını gönderdi Onlardan bâzıları "biz helâl etmiştik" dedilerse de tekrar gönderip almalarını sağladı "Elhamdülillah bu tehlikeden kurtulduk " diyerek kul hakkına çok dikkat etmek lâzım geldiğine işâret etti
Mevlânâ hazretleri hasta döşeğinde yatmakta iken yedi gece çok şiddetli derecede zelzele oldu Birçok evler ve bağların duvarları yıkıldı Herkes bu durumdan korkup feryâd etmeye başladı Bu sırada Mevlânâ hazretleri; "Evet zavallı toprak yağlı bir lokma istiyor Bunu vermek lâzım " buyurdu ve sonra da; "Ben size, gizlide ve açıkta Allahü teâlâdan korkmayı, az yemeyi, az uyumayı, az söylemeyi, günahlardan çekinmeyi, oruca, namaza devâm etmeyi, dâimâ şehvetten kaçmayı, halkın eziyetine ve cefâsına dayanmayı, aşağı ve sefih kimselerle düşüp kalkmaktan uzak durmayı, kerîm olan sâlih kimselerle berâber olmayı vasiyet ederim Çünkü insanların hayırlısı, insanlara faydası dokunandır Sözün hayırlısı da az ve öz olanıdır Hamd, yalnız Allahü teâlâya mahsustur " buyurdu
Mevlânâ hazretleri bir ara talebelerinin önde gelenlerinden Sirâceddîn'i yanına çağırdı ve ona bir duâ öğretti Bunu hoş ve sıkıntılı zamanlarda okumasını tenbih etti: "Yâ Rabbî! Beni sana ulaştırmaya vesîle olan Mevlânâ'ya hasret çekiyorum Sana vesîle olan sağlığı, sıhhati seni bol bol tesbîh etmek, anmak için istiyorum Yâ Rabbî! Bana, ne senin zikrini unutturacak, sana olan şevkimi söndürecek, seni tesbih ederken duyduğum lezzeti kesecek bir hastalık, ne de beni azdıracak, şer ve kötülüğümü arttıracak bir sıhhat ver Ey merhamet edenlerin en merhametlisi, merhametinle bu duâmı kabûl et "
Mevlânâ hazretlerinin hastalığında, yanına hocası Sadreddîn-i Konevî ve şehrin ileri gelen âlimleri geldiler Ziyâret esnâsında Mevlânâ'ya; "Allahü teâlâ âcil şifâlar versin İnşâallah en kısa zamanda sıhhat bulursunuz? Zîrâ siz, âlemin rûhusunuz, âlem sizinle hayat bulur " dediler Mevlânâ onlara; "Bundan sonra cenâb-ı Hak, size şifâlar, sıhhat ve âfiyetler ihsân eylesin Artık bizim işimiz bitmiştir Rabbimle aramızda, kıldan yapılmış bir gömlek kaldı Kısa zamanda o gömleği de çıkarıp nûru nûra ulaştırırlar Artık bana duâ ediniz " buyurdu
Mevlânâ hazretlerinin vefâtı sırasında medresede bulunan bir kedi feryâd etmeye başladı Bunu hasta yatağında işiten Mevlânâ; "Bu kedicik niçin feryâd ediyor biliyor musunuz?" Orada bulunan dostları ve talebeleri; "Siz bilirsiniz efendim " dediklerinde; "Bu günlerde siz, hakîkî âleme, asıl vatana göç edeceksiniz Biz çâresizleri yetim bırakacaksınız  Bizim hâlimiz ne olacak? diyor " buyurdu
Dostları, talebeleri; "Efendim! Zât-ı âlinizden sonra kime tâbi olalım Yerinize kimi bırakacaksınız?" diye sordular Mevlânâ hazretleri de; "Hüsâmeddîn Çelebi'ye tâbi olunuz Onu yerime vekil bırakıyorum " buyurdu Oradakiler bu suâli üç defâ sordular Üçünde de aynı cevâbı aldılar "Cenâze namazınızı kim kıldırsın?" diye sordular Ona da; "Hocam Sadreddîn Konevî hazretleri kıldırsın " buyurdular
Hüsâmeddîn Çelebi anlatır: "Mevlânâ hazretlerinin son günüydü Fevkalâde yiğit bir delikanlının, hocam Mevlânâ'nın bulunduğu yerde belirdiğini gördüm Mevlânâ, kalkıp bu delikanlıyı karşılayarak, bana; "Döşeği kaldırın " buyurdu Ben hayret ettim Çünkü hocam hasta idi O delikanlının yanına varıp; "Siz kimsiniz ki, hocam hasta yatağından kalkarak sizi karşıladı?" diye sordum O da; "Ben Azrâil'im Rabbimizin emrini yerine getirmek, Mevlânâ'yı öbür âleme dâvet etmek için geldim " dedi Mevlânâ da; "Rabbimiz, beni kendi hazretine dâvet ediyor Artık gitmek zamânıdır Yâ Azrâil! Çabuk ol! Beni Rabbime çabuk kavuştur!" deyip Kelime-i şehâdet getirdi Cemâziyelâhirin beşine rastlayan Pazar günü ikindi vaktinde fânî hayâta gözlerini yumdu "
Mevlânâ hazretleri vefât edince, İmâm-ı İhtiyârüddîn gasl eyleyip yıkadı Gasl ânında gördüklerini şöyle anlattı: "Mevlânâ'nın mübârek cesedini yıkamaya başlayınca, üzerime öyle bir ayrılık acısı çöktü ki ağlamaktan kendimi alamadım Yıkamak şöyle dursun, zerre kadar hareket etmeye kâdir olamadım Yüzümü yüzüne dayayıp ağladım Yardımcılarım hiç ses çıkarmıyor, bana mâni olmuyorlardı Bir ara dayanamadım Vücûduna sarılarak ağlamak istedim O anda Mevlânâ'nın eli bileğimi sıkıca tuttu Korkumdan aklım başımdan gitti Bayılmışım Kulağıma uğultu hâlinde, sâhibini göremediğim sesler geliyordu; "Nûr, nûra karıştı Âşık, Mâşuka kavuştu Bunda endişe edecek bir şey yoktur Çünkü, Allahü teâlânın velî kulları için, hiçbir korku yoktur ve onlar mahzûn da olmazlar Müminler ölmezler, belki fânî âlemden, sonsuz âleme naklolunurlar " Bu sözler beni kendime getirdi "
Şerâfeddîn-i Kayserî anlatır: "Sadreddîn-i Konevî hazretleri, talebesi Mevlânâ'nın cenâze namazını kıldırmak için ilerlediği zaman, ona birden bire bir hıçkırık gelip kendinden geçti Bir müddet sonra kendine gelip namazı kıldırdı Mevlânâ'nın vefâtına çok üzülmüştü Talebelerinin ileri gelenlerinden bâzıları; "Efendim! Namaz kıldıracağınız zaman, üzerinizde hiç görmediğimiz bir hâl vardı Acabâ hikmeti nedir?" dediler Bunun üzerine; "Namaz kıldırmak için ilerlediğim vakit, meydanda meleklerin saf saf dizilip, Peygamber efendimizin arkasında cenâze namazını kıldıklarını gördüm Gökteki meleklerin hepsi mâvi elbiseler giyinmiş ağlıyorlardı " buyurdu
Mevlânâ'yı sevenlerden Fahreddîn isminde biri vefât etmiş idi Onu rüyâda gördüler Hâli iyi idi "Bu mertebeye nasıl kavuştun?" diye sorduklarında, "Mevlânâ'nın türbesi yapılırken bir direk lâzım olmuş Bana gelip durumu bildirdiler Ben de cân u gönülden direği verdim Bu sebeple Allahü teâlâ beni magfiret eyledi " diye cevap verdi
Muhammed Hâdim şöyle anlatır: "Mevlânâ'nın yanında kırk yıl hizmet ettim Husûsî odasında ne yatak, ne de yastık gördüm Bir gece bile, yatıp uyumak ve istirâhat etmek için yanını yere koyup yattığını da bilmiyorum Mevlânâ ezân sesini duyduğu zaman, ya dizleri üzerine oturur veya ayağa kalkarak, ezân bitinceye kadar o vaziyetini hiç bozmazdı Bütün ömründe hiç ayağını uzatmamış ve yatmamıştır "
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, olgun, âlim ve velî bir müslüman idi Onun çeşitli din, mezheb, meşreb sâhibi kimseleri kendisine hayran bırakan merhameti, insan sevgisi, tevâzuu, gönül okşayıcılığı gibi üstün vasıfları, İslâm dîninin emrettiği güzel ahlâkından bâzı nümûnelerdir Onda, bunlardan başka İslâm ahlâkının diğer hususları da kemâl derecede mevcuttu Bunların hepsini saymak, İslâmiyeti tamam olarak anlamak ve anlatmakla mümkün olur Hazret-i Mevlânâ'yı yalnız bir mütefekkir, şâir gibi düşünmek ve o şekilde anlamaya çalışmak, aslı bırakıp, herhangi bir özelliği içinde sıkışıp kalmaya benzer Bu ise, en azından Mevlânâ'yı çok eksik ve yarım anlamaya, hattâ hiç anlamamaya sebeb olabilir Nitekim hazret-i Mevlânâ'yı, sözlerini, yolunu anlamanın anahtarını, kendisi bir rubâisinde şöyle dile getirmektedir:
Ben sağ olduğum müddetçe Kur'ân'ın kölesiyim
Ben Muhammed Muhtâr'ın yolunun tozuyum
Benim sözümden bundan başkasını kim naklederse,
Ben ondan da bîzârım, o sözlerden de bîzârım
|