Prof. Dr. Sinsi
|
Abdullah-İ Dehlevî
Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin en büyük kerâmeti, yetiştirdiği binlerce âlim ve evliyâdır Bunlar içinde en büyükleri; Mevlânâ Hâlid Ziyâeddîn Bağdâdî, Ebû Sa'îd Fârûkî, Mevlânâ Beşâretullah, Mevlânâ Pîrzâde, Rauf Ahmed, Mevlânâ Muhammed Cân, Mevlânâ Fâdıl Gulâm, Mevlânâ Şeyh Sa'dullah Sâhib, Mevlânâ Şeyh Abdülkerîm, Mevlânâ Şeyh Gulâm Muhammed, Mevlânâ Abdurrahmân, Mevlâna Seyyid Ahmed, Mevlânâ SeyyidAbdullah Mağribî, Mevlânâ Pîr Muhammed ve Mevlânâ Muhammed Münevver'dir
Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin gönülleri ferahlatan, kalplere neşe ve sevinç veren söz ve sohbetleri ayrı bir nîmet sofrası idi Buyururdu ki:
"Dünyâ sevgisi bütün kötülüklerin başıdır Günahların başı ise küfrdür, îmânsızlıktır "
"Hizmet görmek isteyen hocasına hizmet etsin "
"Nefsinin arzularına tâbi olan, Allahü teâlâya nasıl kul olur? Ey insan! Kime tâbi isen onun kulu olursun "
Abdullah-ı Dehlevî hazretleri yanında bulunanları terbiye edip, yetiştirdiği gibi uzakta olanlara da mektupları ile doğru yolu anlatır, gaflet, Allahü teâlâyı ve âhireti unutmaktan uyandıracak nasîhatlarda bulunurdu
Bir mektûbunda şöyle buyurdu:
Yüksek makamlar ve beğenilen hâller sâhibi Ahmed Han! Allahü teâlâ size selâmet versin Esselâmü aleyküm ve rahmetullah Münşî Naîmüddîn Han, iyi hâllerinizden çok bahsettiler Bunun için, bu birkaç satır, kırık dökük ifâdeler yığını mektubu yazdım ki, uzakta kalmış olanları inâyet nazarınızdan unutmayasınız ve teveccüh ediniz Zîrâ bu ihtiyârın ömrü günah işlemekle geçti Şikâyet, gıybet, dil uzatma, ayıblama, lânet etme, büyükleri anlayamama netîcesi sitemler şeklinde açık günahlar, yâhut huzur içinde olmayan, tecvîde riâyet edilmeden namaz kılma, boş ve lüzumsuz şeylerden kesilmeden oruç tutma, mânâsını düşünmeden Kur'ân-ı kerîm okuma ve boş vakitleri Allah korkusu ve huzûru ile geçirmeme ve sayılı nefesleri gafletle harcama şeklindeki diğer günahlar o kadar çoktur ki, amel defterimi kararttılar Binlerce teessüfler, esefler olsun ki, cihân bahçesine gül için geldik, ama diken topladık Hasretler, ziyânlar olsun ki, bize sıhhat, âfiyet ve rahatlık verildi, hepsinin şükründe kusûr ve eksiklik eyledik Pişmanlıklar olsun ki, Kur'ân-ı kerîm ve Peygamber efendimiz gibi eşsiz iki nîmet ihsân olundu Biz ise onların şükründe olacak yerde hâlâ gafletteyiz Allah korusun Hayretteyim Yarın ne yüzle Allahü teâlânın ve Peygamberinin huzûrunda kabûl görürüz Bu ne anlayışsızlıktır Bu uygunsuzluk ve liyâkâtsizlikle, şefâat ve magfiret derecesine ulaşmak çok zordur Ancak Allahü teâlânın gadabını aşmış rahmeti, ümîdimizdir Mücerred ihsânı ile muâmelesine güveniyoruz Yoksa hiç özrümüz, özür dileyecek yüzümüz yoktur
Ölüm başımızın ucunda, kıyâmet çok yakın İşe yarar hangi ameli işledik İyiler Cennet'e girip, Cennet nîmetlerine ve Hakk'ın dîdârına kavuşurlar Bizim gibi gâfiller, elli bin senelik hesâb gününde, bizi hesâba çektirecek, bırakmayacak şeylerle meşgûlüz Düşünmek lâzımdır ki, yarın elde hasret, ziyân kalmasın Allah katında kıymetli kulların yaptıkları gibi, seher vaktinde kalkıp, gözlerden hasret gözyaşları akıtmağı, mücâhede ve can çıkarırcasına gayretle ibâdet ve kullukta bulunmayı Hak teâlâ nasîb eylesin Hazret-i Münşî Naîmüddîn Han ve sevgili zât-i âliniz, husûsî zamanlarınızda, yolda kalmış ihtiyarları hatırlayınız Gıyâbî duâ kabûle daha yakındır Buradakiler ve bu fakîr size her zaman duâ ediyoruz Allahü teâlâ iki dünyâ seâdeti versin " (91 mektup)
Abdullah-ı Dehlevî namaz hakkında şöyle buyurdu: Namazı cemâatle kılmak ve "tumânînet" (rükûda, secdelerde, kavmede ve celsede her uzvun hareketsiz durması) ile kılmak, rükû'dan sonra "kavme" (kalkıp, ayakta her uzv yerine yerleşecek şekilde dik durmak) yapmak ve iki secde arasında "celse" (dik durma) yapmak bizlere Allahın Peygamberi tarafından bildirildi Kavmenin ve celsenin farz olduğunu bildiren âlimler vardır Hanefî mezhebinin müftîlerinden Kâdıhân, bu ikisinin vâcibliğini, ikisinden birisini unutunca secde-i sehv yapmanın vâcib olduğunu ve bilerek yapmıyanın namazı tekrar kılmasını bildirmiştir Müekked sünnet olduklarını bildirenler de, vâcibe yakın sünnet demişlerdir Sünneti hafif görerek, ehemmiyet vermeyerek terk etmek küfürdür Namazın kıyâmında, rükûunda, kavmesinde, celsesinde, secdelerinde ve oturulduğu zamânında, ayrı ayrı, başka başka keyfiyetler, hâller hâsıl olur
Bütün ibâdetler namaz içinde toplanmıştır Kur'ân-ı kerîm okumak, tesbîh söylemek (ya'nî sübhânallah demek), Resûlullah efendimize salevât söylemek, günahlara istigfâr etmek ve ihtiyaçları yalnız Allahü teâlâdan istiyerek O'na duâ etmek namaz içinde toplanmıştır Ağaçlar, otlar, namazda durur gibi dik duruyorlar Hayvanlar, rükû hâlinde, cansızlar da ka'dede, oturuyor gibi yere serilmişlerdir Namaz kılan, bunların ibâdetlerinin hepsini yapmaktadır Namaz kılmak, mîrâc gecesi farz oldu O gece mîrâc yapmakla şereflenen, Allahü teâlânın sevgili Peygamberine uymağı düşünerek namaz kılan bir müslüman, O yüce peygamber gibi, Allahü teâlâya yaklaştıran makamlarda yükselir
Resûlullah efendimiz; "Gözümün nûru ve lezzeti namazdadır " buyurdu Bu hadîs-i şerîf; "Allahü teâlâ namazda zuhûr ediyor, müşâhede olunuyor Böylece gözüme rahatlık geliyor " demektir Bir hadîs-i şerîfte; "Yâ Bilâl! Beni rahatlandır!" buyruldu ki; "Ey Bilâl! Ezân okuyarak ve namazın ikâmetini söyleyerek, beni rahata kavuştur " demektir Namazdan başka şeyde rahatlık arayan bir kimse, makbûl değildir Namazı zâyi eden, elden kaçıran, dînin diğer emirlerini daha çok kaçırır
Îmânı olmayan kimsenin Cehennem ateşinde sonsuz yanacağını Peygamber efendimiz haber verdi Bu haber elbette doğrudur Buna inanmak, Allahü teâlânın var olduğuna, bir olduğuna inanmak gibi lâzımdır Ateşte sonsuz yanmak ne demektir? Herhangi bir insan sonsuz olarak ateşte yanmak felâketini düşünürse, korkudan aklını kaçırması lâzım gelir Bu korkunç felâketten kurtulmanın çâresini arar
Bu ise, çok kolaydır "Allahü teâlânın var ve bir olduğuna ve Muhammed aleyhisselâmın O'nun son peygamberi olduğuna ve O'nun haber verdiği şeylerin hepsinin doğru olduğuna inanmak" insanı bu sonsuz felâketten kurtarmaktadır Bir kimse ben bu sonsuz yanmaya inanmıyorum, bunun için böyle bir felâketten korkmuyorum, bu felâketten kurtulma çârelerini aramıyorum, derse, buna deriz ki: "İnanmamak için elinde senedin, vesîkan var mı? Hangi ilim, hangi fen inanmana mâni oluyor?" Elbet vesîka gösteremeyecektir Senedi, vesîkası olmayan söze ilim, fen denir mi? Buna zan ve ihtimâl denir Milyonda, milyarda bir ihtimâli olsa da, "Sonsuz olarak ateşte yanmak" felâketinden sakınmak lâzım olmaz mı? Azıcık aklı olan kimse bile böyle felâketten sakınmaz mı? Sonsuz ateşte yanmak ihtimâlinden kurtulmak çâresini aramaz mı?
Abdullah-ı Dehlevî, ömrünün sonlarında hastalıklardan çok güçsüz kaldı İbâdetlerini zevkle, fakat büyük zorluklar içinde yapardı Buyururdu ki:
Şu şiiri okuduğum zaman Allahü teâlâ vücûduma bir güç kuvvet veriyor, gençleşiyorum
Gerçi ihtiyârım, kalbim hasta, dermansızım,
Yüzünü andıkça kuvvet gelir, gençleşirim
Yâni; her ne kadar ihtiyâr, hasta ve mecâlsiz olsam da, hakîkî sevgilinin aşkı ve O'na kavuşma isteğinin cilvelerini gördükçe gençleşirim
Vefâtları: Abdullah-ı Dehlevî her zaman şehîd olmayı arzû ederlerdi Lâkin buyururlardı ki: "Mürşidim ve üstâdımın, yânî Mazhar-ı Cân-ı Cânân hazretlerinin şehîd edilmesinden insanlara çok sıkıntılar geldi Üç sene büyük kıtlık olup, binlerce insan öldü Yine o şehîdlik hâdisesi üzerine insanlar arasında olan kavga ve gürültülerde ölenler, herkesin bildiği gibi yazıya sığmayacak kadar çoktu Onun için şehîd olmaktan vazgeçtim "
Abdullah-ı Dehlevî'nin son hastalığında bâsur ve kaşıntısı arttı Bu sırada Luknov'da bulunan Ebû Sa'îd Fârûkî'ye kısa zamanda birçok mektuplar yazıp; "Benden sonra yerime siz oturursunuz " dediler Bu haberler üzerine Ebû Sa'îd çok şaşırdı Çoluk çocuğunu Luknov'da bırakıp süratle geldi Huzurlarına gelince; "Sizinle karşılaştığım zaman içimden çok ağlayacağım diyordum Fakat öyle bir vakitte geldiniz ki, ağlayacak gücüm de yok " buyurup, çok ihsânlarda bulundular Âdetleri öyle idi ki, hastalandığında vasiyetnâme yazdırırlardı Şimdi de hem yazdırdılar hem söz ile anlattılar ve buyurdular ki:
"Devamlı zikrediniz Büyüklere bağlılığınızı muhâfaza ediniz Güzel ahlâklı olup, insanlarla iyi geçininiz Kazâ ve kader husûsunda nasıl ve niçini bırakınız Yol kardeşleri ile birlik olmayı lâzım biliniz Fakr, kanâat, rızâ, teslim, tevekkül ve ferâgat üzerine olunuz Benim cenâzemi, âsâr-i nebeviyyenin (Peygamber efendimize âit eserlerin) bulunduğu Delhi'deki Büyük Câmiye götürünüz Allah'ın Resûlünden şefâat isteyiniz "
Yine buyurdu ki:
Hazret-i Hâce Behâeddîn Nakşibend; "Bizim cenâzemizin önünde;
Huzûruna müflis olarak geldim,
Yüzünün güzelliğinden bir şey isterim
Şu boş zenbilime elini uzat,
O mübârek eline güvenirim
beytlerini okuyun!" buyurmuşlardı Ben de, bu şiirin ve ayrıca aslı Arabî olan şu şiirin güzel sesle okunmasını istiyorum:
Kerîmin huzûruna azıksız geldim,
Ne iyiliğim var, ne doğru kalbim,
Bundan daha çirkin hangi şey olur?
Azık götürürsün, O ise Kerîm
Cumartesi günü idi Mevlevî Kerâmetullah Sâhib'e; "Çabuk Meyân Sâhib'i yâni Şâh Ebû Sa'îd'i (r aleyh) çağırınız " buyurdular Mevlevî Sâhib acele kalkıp, Ebû Sa'îd hazretlerini çağırdı Kapıdan içeri girince, bakışlarını ona çevirdi ve bu hâlde, 22 Safer 1240 (m 1824) senesinde, kuşluk vakti murâkabe hâlinde iken, bu sıkıntılarla dolu dünyâdan ayrıldılar
Vefâtı haberini duyan binlerce insan toplandı Cenâze namazı Büyük Câmide kılındı Şâh Ebû Sa'îd imâm oldu Cenâzesi, üstâdı Mazhâr-ı Cân-ı Cânân hazretlerinin medfûn bulunduğu kabrin sağ yanına defnolundu
Bugün oradaki üç kabirden biri de Şâh Ebû Sa'îd hazretlerinindir Hacdan dönerlerken Tunek'de vefât etti Cenâzesini oradan getirip, Abdullah-ı Dehlevî'nin sağ yanına defnettiler Bu duruma göre, Abdullah-ı Dehlevî'nin mezârı ortada olandır
Abdullah-ı Dehlevî'nin vefâtı için; "Nevverallahu madca'ahü: Allahü teâlâ kabrini nûrlandırsın " ve "Cân be-Hak Nakşibend-i sânî dâd: İkinci Nakşibend Hakka cân verdi " târih düşürüldü Şâh Rauf Ahmed de pek güzel bir rubâî söyledi ki şöyledir:
Zamânının kayyûmu Şâh Abdullah-ı Dehlevî,
Vefât etti, açıldı ona Cennât-i naîm
Kalbimden vefâtına târih aradım, buldum:
Fî ravhın ve reyhânın ve Cennât-in-na'îm (1240)
Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin büyüklüğünü en güzel, talebesi Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri meşhur dîvânında şöyle anlatmıştır:
"Mübârek hocam karanlık ufukları aydınlatıp, mahlûkâtı dalâletten hidâyete kavuşturmaya vesîle oldu
O, hidâyet yıldızı, karanlık gecelerin dolunayı, takvâ ummânı, feyzler defînesi, yüksek hâller ve kerâmetler hazînesidir
O, hilmde yer, vekarda dağlar, ziyâ bakımından güneş, yükseklikte semâ gibidir
O, Dîn-i İslâmı en güzel bilen bir kaynak, irfân mâdeni, mahlûkâtın yardımcısı, iyilik ve ihsân menbaıdır
O, Allahü teâlâya kavuşturucuların kutbu, evtâdın rehberi, mahlûkların gavsi (yardımcısı), ebdâl isimli Hak âşıklarının maksadı, hedefidir
O, mahlûkların şeyhülislâmı, müslümanların baştâcı, büyüklerin reisi, müşkillerde mürâcaat yeridir
Gizli bir rehberlikle en iyiye götürücü, en iyi yol göstericidir Bütün gücü ile insanları Allahü teâlâya dâvet edici, çağırıcıdır
O, âlemlerin Rabbinin sevdiği bir kuldur Kim onun gösterdiği doğru yoldan giderse, sen o kimseye; "Ey emsâllerine rehber olan zât!" diye hitâb et
Nefs hevâsının bukağısıyla bağlanmış nice câhilleri, o, bir nazarla, teveccühle nefsinin elinden kurtarmıştır
Nice kâmil velîler, ondan yüz çevirdiği gibi yüksek hâllerden ve mârifetlerden mahrûm kalmıştır
Onun yüksekliğini inkâr eden nice kimseler helâk olmuş, Allahü teâlânın şiddetli azâbına yakalanmıştır
O, noksan olanların kemâle gelmesine vesîle olan, bütün kemâl ehlinin de noksanını tamamlayandır
Şânı yüceAllahü teâlâ, onu, azamet ve heybet kubbesi altında gizlemiştir "
Eserleri: 1) Makâmât-ı Mazhariyye: Hocası Mazhâr-ı Cân-ı Cânân hazretlerini pek güzel anlatmaktadır 2) Mekâtib-i şerîfe: Pek faydalı bilgiler ve nükteleri ihtiva etmektedir
EYVAH! 
Abdullah-ı Dehlevî müslümanlara çok şefkatli idi Seher vakti onlara duâ ederdi Kötülük gördüklerine de iyilik yapardı Hâkim Kudretullah Han Abdullah-ı Dehlevî hazretlerinin komşusu idi Çoğu zaman Abdullah-ı Dehlevî'yi gıybet eder, aleyhinde konuşurdu Bir gün hapse düştü Abdullah-ı Dehlevî hazretleri onu hapishâneden çıkartmak için çok uğraştı Fakat bunu ona söylemedi
Abdullah-ı Dehlevî'nin meclisindi dünyâ ile ilgili sözler konuşulmazdı Birisi gıybet etse ona mâni olur, gıybet edene; "O dediğine ben daha layıkım " derdi Bir gün yanında; pâdişahı kötülediler O gün oruçlu idi Kötüleyene dönerek; "Eyvâh orucumuz gitti!" buyurdu "Siz kimseyi kötülemediniz ki!" dendiğinde; "Evet, biz gıybet etmedik, ama dinledik Gıybette söyleyende dinleyen de aynıdır " buyurdu
O'NDAN GELENE RÂZIYIZ!
Abdullah-ı Dehlevî'nin mübârek vücûtlarında birkaç tane hastalık vardı Bu hastalıklar sebebiyle namazlarını özürlü kılardı Bunu bilen dostlarından biri dayanamayıp; "Efendim! Herkes hastalıktan kurtulmak için sizden duâ istiyor Cenâb-ı Hak da duâlarınızı reddetmiyor Her gelen, şifâya kavuşarak huzûrunuzdan ayrılıyor Hâlbuki sizdeki hastalıkları biliyoruz Duâ buyurup da bu dertlerden kurtulsanız olmaz mı?" diye sordu O da; "Onlar hastalıktan kurtulmak için duâ istiyorlar Biz ise, Allahü teâlânın verdiği bu dert ve belâlardan, O gönderdiği için râzıyız Dert ve belâlar, kemend-i mahbûb olduğundan Allahü teâlâ, bu dertleri sevdiği kullarından dilediklerine verir Bu sebeple dertlerin bizden gitmesini değil, gönderilmesini isteriz " buyurdu
O, insanların sıkıntılardan kurtulmalarına yardımcı olurdu
SÂDIK TALEBE!
Abdullah-ı Dehlevî buyurdu ki;
Talebe, sâdık olan tâlib demektir Allahü teâlânın sevgisi ile ve O'nun sevgisine kavuşmak arzusu ile yanmaktadır Bilmediği, anlayamadığı bir aşk ile şaşkın hâldedir Uykusu kaçar, göz yaşları dinmez Geçmişteki günahlarından utanarak başını kaldıramaz Her işinde Allah'dan korkar, titrer, Allahü teâlânın sevgisine kavuşturacak işleri yapmak için çırpınır Her işinde sabreder Her geçimsizlikte, sıkıntıda kusûru kendisinde görür Her nefeste Allah'ını düşünür Gaflet ile yaşamaz Kimseyle münâkaşa etmez Bir kalbi incitmekten korkar Kalbleri Allahü teâlânın evi bilir Eshâb-ı kirâm hakkında hayr konuşur ve isimleri anıldığında "r anhüm" der Hepsinin iyi olduğunu söyler Peygamber efendimiz Eshâb-ı kirâm arasında olan şeyleri konuşmamağı emir buyurdu Sâlih müslüman, bunları konuşmaz, yazmaz ve okumaz Böylece, o büyüklere karşı bir edebsizlikte bulunmaktan kendini korur O büyükleri sevmek, Allah'ın Resûlünü sevmenin nişânıdır, alâmetidir Kendi bilgisi, kendi görüşü ile evliyâ-yı kirâmı, birbirinden aşağı ve yukarı diye ayırmaz Birinin, daha yüksek, daha üstün olduğu ancak âyet-i kerîme, hadîs-i şerîf ve Sahâbe-i kirâmın sözbirliği ile anlaşılır Muhabbet sarhoşluğu elbet başkadır Aşk sâhibi mâzûrdur
HASTALIK NÎMETTİR
Abdullah-ı Dehlevî, şânı büyük bir velî,
Meşhurdu halk içinde, bir çok kerâmetleri
Bir gün biri gelerek, mübârek huzûruna,
"Oğlumuz çoktan beri, kayıptır" dedi ona
Ve ilâve etti ki: "Lütfen duâ ediniz,
Tekrardan ihsân etsin, onu bize Rabbimiz "
Onun bu sözlerini, dinleyip o büyük zât,
Buyurdu ki: "Oğlunuz, evindedir şu saat "
O kimse heyret edip, dedi: "Ama efendim,
Şimdi evden ayrılıp, huzûrunuza geldim "
O yine buyurdu ki: "Evine dön ki şu an,
Rabbimiz onu size, tekrardan etti ihsân "
"Peki efendim" deyip, evine gittiğinde,
Gördü ki oturuyor, oğlu gelmiş evinde
Yine bir gün birisi, ölüm yatağındaki,
Hastasını sırtlayıp, geldi bir seher vakti
Dedi ki:"Ey efendim, çok ağırdır hastamız,
Belki bir şifâ bulur, duâ buyurursanız "
Şöyle bir nazar etti, hastaya bir kerrecik,
Kavuştu sıhhatine, o kimse hemencecik
Böyle, binlerce kişi, duâ alıp o zâttan,
Şifâya kavuşurdu, her türlü mazarrattan
Lâkin kendisinin de, üç mühim derdi vardı,
Hattâ namazlarını, hep özürlü kılardı
Sevdiklerinden biri, buna olup muttali
Bir gün kendilerine, suâl etti bu hâli
"Efendim, bu devirde, kim hasta olsa eğer,
Kapınıza gelerek, sizden duâ isterler
Siz bir duâ edince, gelen her bir hastaya,
Her biri, duânızla, kavuşuyor şifâya
Hâlbuki sizin dahi, vardır hastalığınız,
Ve bilhassa üçünden, hiç yoktur râhatınız
Lâkin hikmet nedir ki, etmezsiniz hiç duâ?
Etseniz, size dahi, verir Allah bir devâ "
Buyurdu ki: "Kurtulmak, istiyor dertten onlar,
Bu yüzden bize gelip, hep duâ istiyorlar
Biz ise Rabbimizin, verdiği bu dertlerden,
O gönderdiği için, râzıyız herbirinden
Mahbûb-u kemenddir ki, her musîbet ve belâ,
Sevdiği kullarına, gönderir Hak teâlâ "
Kıtlık vâki olmuştu, bir zaman da Delhi'de,
Buna çok üzülmüştü, Abdullah Dehlevî de
Mescidin avlusuna, çıktı bir gün nihâyet,
Kızgın güneş altında, oturdu kısa müddet
Dedi ki: "Yâ İlâhî, yağmur yağana kadar,
Buradan gitmemeğe, bu kulun verdi karar "
O böyle söyleyince, çok geçmedi aradan,
Nehirler akar gibi, yağmur yağdı havadan
Çok nazlı kullarıdır, Allah'ın çünkü onlar,
Onların hürmetine, yağdırır yağmur ve kar
Resûlullah'tan gelen, o ilâhî feyiz, nûr,
Onların kalplerinden, herkese vâsıl olur
Bu büyük velîlerin hürmetine yâ Rabbî,
Bizi, her hâlimizde, onlara eyle tâbi
1) Mu'cem-ül-Müellifîn; cild 6, s 77
2) Esmâ-ül-Müellifîn; c 1, s 190
3) Makâmât-ı Mazhariyye; s 159
4) Hadâik-ul-Verdiyye; s 209
5) İrgâm-ül-Merîd; s 70
6) Âdab; s 10
7) Behçet-üs-Seniyye; s 8
8) Hadîkat-ül-Evliyâ; s 122
9) Reşehât Zeyli; s 72
10) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; s 431, 1081
11) RehberAnsiklopedisi; c 1, s 18
12) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c 18, s 282
13) Nüzhet-ül-Havâtır; c 7, s 306
14) Sefînet-ül-Evliya (Hüseyin Vassâf); c 2, s 28
15) Persian Literature; c 2, s 1034
16) Hazînet-ül-Asfiyâ; c 1, s 703
|