Yalnız Mesajı Göster

Bâyezîd-İ Bistâmî

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Bâyezîd-İ Bistâmî




BÂYEZÎD-İ BİSTÂMÎ

Evliyânın büyüklerinden İnsanları Hakk'a dâvet eden, onlara doğru yolu gösterip, hakîkî saâdete kavuşturan ve kendilerine Silsile-i aliyye denilen büyük âlim ve velîlerin beşincisidir Sultân-ül-Ârifîn lakabıyla meşhûrdur Künyesi, Ebû Yezîd'dir İsmi Tayfûr, babasının adı Îsâ'dır 776 (H160) veya 803 (H188)de İran'da Hazar Denizi kenarında Bistâm'da doğdu

Daha annesinin karnında iken kerâmetleri görülmeye başladı Annesi ona hâmile iken şüpheli bir şeyi ağzına alacak olsa, onu geri atıncaya kadar karnına vururdu

Çocukken bir gün câmi avlusunda oynuyordu Oradan geçmekte olan Şakîk-i Belhî kendisini görüp; "Bu çocuk büyüyünce zamânının en büyük velîsi olacak" buyurdu Yine bir gün hadîs âlimlerinden bir zât onu görünce çok hoşuna gitti Zekâ ve anlayışını ölçmek için sordu: "Güzel çocuk, namaz kılmasını güzelce biliyor musun?" Bâyezîd-i Bistâmî de ona; "Evet Allah dilerse becerebiliyorum" cevâbını verince; "Nasıl?" diye sordu Bâyezîd-i Bistâmî de; "Buyur yâ Rabbî! Emrini yerine getirmek üzere tekbir alıyor, Kur'ân-ı kerîmi tâne tâne okuyor, tâzim ile rükûya varıyor, tevâzu ile secde ediyor, vedâlaşarak selâm veriyorum" deyince, o zât hayran kalarak; "Ey sevgili ve zekî çocuk! Sende bu fazîlet ve derin anlayış varken, insanların gelip başını okşamalarına niçin izin veriyorsun?" diye sordu Bâyezîd-i Bistâmî de; "Onlar beni değil, Allahü teâlânın beni süslediği o güzelliği meshediyorlar Bana âid olmayan bir şeye dokunmalarına nasıl engel olabilirim?" cevâbını verdi

Küçük yaşta iken annesi, kendisini mektebe gönderdi Bâyezîd hazretleri, büyük bir dikkatle derse devâm ediyordu Bir gün Kur'ân-ı kerîm okumak için gittiği mektepte, okuduğu bir âyet-i kerîmenin (Lokman sûresi: 14) tesiri ile erkenden eve döndü Annesi merak edip niçin erken döndüğünü suâl edince, şöyle cevap verdi: "Bir ayet-i kerîme gördüm Allahü teâlâ o âyet-i kerîmede kendisine ve sana hizmet ve itâat etmemi emrediyor Ya benim için Allahü teâlâya duâ et, sana hizmet ve itâat etmem kolay olsun, veyahut da beni serbest bırak, hep Allahü teâlâya ibâdet ile meşgûl olayım" dedi Annesi; "Seni Allahü teâlâya emânet ettim Kendini O'na ver" dedi Bundan sonra Bâyezîd, kendini Allahü teâlâya verdi, emirlerinin hiç birisini yapmakta gevşeklik göstermedi; ama annesinin hizmetini de ihmâl etmedi Annesinin küçük bir arzusunu, büyük bir emir kabûl edip, her durumda yerine getirmeye çalışırdı Çünkü Allahü teâlânın emri de böyle idi Elinde olmadan iki sefer annesinin arzusunu yerine getiremedi Bu husûsu büyük pişmanlık içinde şöyle anlatır: "Hayâtımda yalnız iki defâ annemin arzusunu yerine getiremedim Her defâsında mutlaka bana zararı dokundu Birincide düştüm burnum ezildi İkincisinde ayağım kaydı düştüm, omuzumdaki su testisi kırıldı

Soğuk ve dondurucu bir kış gecesi idi Annesi yattığı yerden oğluna seslenip su istedi Bâyezîd-i Bistâmî hemen fırlayıp su testisini almaya gitti Fakat testide su kalmamış olduğundan çeşmeye gidip, testiyi doldurdu Buzlarla kaplı testi ile annesinin başına geldiğinde, annesinin tekrar dalmış olduğunu gördü Uyandırmaya kıyamadı O halde bekledi Nihâyet annesi uyandı ve "Su, su!" diye mırıldandı Bâyezîd elinde testi bekliyordu Şiddetli soğuk tesiri ile eli donmuş, parmakları testiye yapışmış idi Bu hâli gören annesi; "Yavrum, testiyi niçin yere koymuyorsun da elinde bekletiyorsun?" dedi Bâyezîd-i Bistâmî; "Anneciğim uyandığınız zaman, suyu hemen verebilmek için testi elimde bekliyorum" dedi Bunun üzerine annesi; "Yâ Rabbî! Ben oğlumdan râzıyım Sen de râzı ol!" diye cân u gönülden duâ etti Belki de annesinin bu duâsı sebebiyle, Allahü teâlâ ona evliyâlığın çok yüksek mertebelerine kavuşmayı ihsân etti

Gençlik yıllarında yaptığı bâzı ibâdetlerden zevk alamıyordu Bu durumu zaman zaman annesine anlatırdı ve yetişmesinde, terbiye edilmesinde bir kusur bulunup bulunmadığını sorardı ve; "Anneciğim; beni emzirdiğin zaman, benim yüzümden haramdan bir şey aldın mı? İçimde beni Rabbimden alıkoyan bir şey hissediyorum Fakat neden olduğunu bilmiyorum" derdi Annesi uzun bir müddet düşündükten sonra; "Evlâdım tek şey hatırlıyorum Sen daha küçüktün Komşulara oturmaya gitmiştim Kucağımda iken ağlamaya başladın Bir türlü susturamadım Seni susturmak için ocağın üstünde pişmekte olan tarhanaya komşudan izin almaksızın parmağımı batırıp ağzına koydum" dedi Bunun üzerine annesinden, o komşuya gidip helallik dilemesini istedi Annesi helallik diledikten sonra yaptığı ibâdetlerden zevk almaya başladı

Üveysî olup, İmâm-ı Câfer-i Sâdık'ın vefâtından kırk yıl sonra doğduğu hâlde İmâm-ı Ali Rızâ'nın sohbetinden ve bunun bereketiyle İmâm-ı Câfer-i Sâdık'ın rûhâniyetinden istifâde etti Bâyezîd, İmâm-ı Câfer-i Sâdık'ın rûhâniyetinden feyz almakla meşhûr oldu Otuz sene Şam civârında bulunup, yüz on üç âlimden ilim öğrenmiştir Aşk-ı ilâhîde o kadar ileri ve ibâdette o derece yüksekte idi ki, namaz kılarken Allah korkusundan göğüs kemikleri gıcırdar, yanında bulunanlar bunu işitirlerdi Son derece âlim, fâdıl ve edîb idi Şiirleri meşhûrdur

Bâyezîd, ilim tahsîl ettiği üstâdlarından birine olan hürmet ve muhabbetinden dolayı, onun kabrinin yanına defnedilmeyi ve kabrinin, hocasının kabrinden daha derin yapılmasını, kendi vücûdunun, hocasının vücûdundan aşağıda olmasını vasiyyet etti Hocalarının en büyüğü, Allahü teâlâya kavuşmak yolunda çok yüksek derecelere kavuşmasına vesîle olan, İmâm-ı Câfer-i Sâdık hazretleridir Feyz ve mârifeti, İmâm-ı Câfer-i Sâdık'ın mübârek rûhâniyetinden aldı

Bâyezîd-i Bistâmî hocalarından birinin huzûrunda bulunuyordu Hocası; "Şu rafdaki kitabı getir" dedi Bâyezîd; "Hangi rafdaki kitabı istiyorsunuz efendim?" dedi Hocası; "Bunca zamandır buraya gelip gidiyorsun Dershânede oturduğun yerin üstündeki rafı diyorum" deyince, Bâyezîd-i Bistâmî; "Efendim, mübârek sohbetinizi dinlemekteki dikkat ve edebe riâyetten dolayı, şu âna kadar başımı kaldırıp etrafa bakmış değilim" diye cevap verdi Hocası bu söz karşısında "Mâdem ki durum böyledir Senin işin tamamdır Şimdi artık Bistam'a dönebilirsin ve bizden öğrendiklerini başkalarına öğretebilirsin" buyurdu

Bir gün kendisine; "Mürşidin, yol göstericin kimdir?" diye sordular O da; "Bir kadın" dedi "Bu nasıl olur?" dediler Cevâbında şöyle buyurdu: "Bir gün Allahü teâlânın sevgisi ile, kendimden geçmiş olarak yolda yürüyordum Bir kadın gördüm Elinde bulunan bir çuval unu, taşımam için bana ricâda bulundu Gücüm yetmez diye düşündüm Orada kafes içinde bulunan bir arslana işâret ettim Kafes açılıp, arslan geldi Un çuvalını yükledim Fakat açıktan kerâmet göstermiş olduğum için de çok korktum ve mahcûb oldum Kadının beni tanıyıp tanımadığını öğrenmek için; "Pazara varınca kimi gördüm diyeceksin?" dedim Kadın; "Zâlim Bâyezîd'i gördüm diyeceğim" dedi Ben hayretle; "Neden?" diye sordum Kadın şöyle cevap verdi: "Allahü teâlâ, bu arslanı yük taşımak için yaratmadığı hâlde, sen niçin yük yükledin? Bu zulüm değil de nedir? Bunu, insanlar sana kerâmet sâhibi desinler diye yapmış isen çok fenâ" dedi Bunun üzerine çok ağlayıp istigfâr ettim Bundan sonra benden fevkalâde bir hâl meydana gelse, "Lâ ilâhe illallah Muhammedün resûlullah, Nûh Neciyullah, İbrâhim Halîlullah, Mûsâ Kelîmullah, Îsâ Rûhullah" yazısını veya bir nûr görüyorum Böylece, benden meydana gelen hâllerin doğru olduklarının, Allahü teâlâ tarafından tasdik olunduğunu anlıyorum"

Bâyezîd-i Bistâmî, Allahü teâlânın aşkı ile öyle bir hâlde idi ki, O'ndan başka hiçbir şeyi hatırlamazdı Yirmi yıl yanında bulunan ve hiç ayrılmayan talebesine her çağırdığında; "Yavrum ismin nedir?" diye sorardı Bir defâsında, o talebe dedi ki; "Efendim Yirmi yıldır hiç ayrılmadan, hizmetinizde bulunmakla şerefleniyorum Lâkin her defâsında ismimi sormanızın hikmetini anlıyamadım" Bâyezîd-i Bistamî; "Evlâdım, kusura bakma Her defâsında ismini soruyorum Allahü teâlânın muhabbeti kalbime gelince, beni öyle bir hâl kaplıyor ki, O'ndan başka her şeyi unutuyorum Senin ismini de hatırımda tutmaya çalışıyorum, fakat böyle hâl olunca unutuyorum Sen hiç üzülme" buyurup talebesinin gönlünü aldı

Bir gün yakınları kendisine; "Efendim, filan yerde büyük bir zât var Fazîlet ve kerâmet sâhibi bir velîdir" dediler ve daha başka sözlerle o zâtı çok medh ettiler Bunun üzerine Bâyezîd-i Bistâmî; "Madem öyledir O halde o büyük zâtı ziyârete gitmemiz lâzım oldu" buyurdular Talebelerinden bâzıları ile birlikte onun bulunduğu yere geldiler Bâyezîd-i Bistâmî bildirilen zâtın, mescide gitmekte olduğunu ve kıbleye karşı tükürdüğünü gördü Görüşmekten vazgeçip derhal geri döndü Sonra o kimse hakkında şöyle buyurdu: "Dînin hükümlerini yerine getirmekte, sünnet-i seniyyeye uymakta ve edebe riâyette zayıf birisine, nasıl olur da kerâmet sâhibi denilir Böyle bir kimsenin, Allahü teâlânın evliyâsından olması mümkün değildir" buyurdu

Bâyezîd-i Bistâmî'ye; "Bu yüksek makamlara nasıl kavuştunuz?" diye sordular Cevâbında şöyle anlattı: "Bir gece herkesin uyuduğu bir sırada, Bistâm'dan çıktım Ay her tarafı aydınlatıyordu Giderken âniden karşımda çok heybetli bir makam gördüm On sekiz bin âlem onun heybeti yanında bir zerre gibi kalıyordu Aklım başımdan gitti Beni fevkalâde bir hâl kapladı O halde iken; "Yâ Rabbî! Bu kadar büyük, bu kadar güzel bir dergâh acabâ niçin böyle boş?" dedim Hemen; "Bu dergâhın boşluğu, kimse gelmediği için değil, belki gelenlerin lâyık olmadığı ve uygunsuzluğu sebebiyle gelenleri bizim kabûl etmeyişimizdendir" diyen bir ses duydum Bir an, herkesin bu huzûra kavuşması için şefâatçi olayım diye kalbime geldi Fakat, bu şefâat makâmının Sultân-ül-Enbiyâ Muhammed Mustafâ efendimize mahsus olduğunu hatırlayıp, benim öyle düşünmemin, bu şefâat makâmına karşı edebe riâyetsizlik olacağını anlayıp, o düşüncemden vazgeçtim Bir ses duydum ki; "Ey Bâyezîd, Sultân-ül-Enbiyâ'ya olan muhabbetin ve edebe riâyetin sebebiyle, biz de senin edeb ve mertebeni yükseltiyoruz Kıyâmete kadar, Sultân-ül-Ârifîn, diye anılırsın buyuruyordu"

Sultân-ül-Ârifîn Bâyezîd-i Bistâmî'yi bir gece uyku bastırıp, sabah namazına uyanamadı Namazını kazâ edip o kadar ağlayıp inledi ki, bir ses işitti "Ey Bâyezîd, bu günâhını affeyledim Bu pişmanlık ve ağlamana da, ayrıca yetmiş bin namaz sevâbı ihsân eyledim" diyordu Aradan birkaç ay geçtikten sonra onu, yine uyku bastırdı Şeytan gelip, Bâyezîd'i Bistâmî'nin mübârek ayağından tutarak uyandırdı ve; "Kalk namazın geçmek üzeredir" dedi Bâyezîd-i Bistâmî, Şeytan'a; "Ey mel'ûn! Sen hiç böyle yapmazdın Herkesin namazının geçmesini, kazâya kalmasını isterdin Şimdi nasıl oldu da beni uyandırdın?" buyurunca, Şeytan şu cevâbı verdi: "Birkaç ay önce sabah namazını kaçırdığında, pişmanlığın ve üzüntün sebebiyle çok ağlayıp inlediğin için ayrıca yetmiş bin namaz sevâbı almıştın Bu gün, onu düşünerek, sâdece vaktin namazının sevâbına kavuşasın da, yetmiş bin namaz sevâbına kavuşmayasın diye seni uyandırdım" dedi

Zamânında binlerce velî vardı Hepsi de ibâdet, riyâzet, keşif ve kerâmet sâhibi idi Fakat asrın kutupluğu, ümmî bir demircinin üzerinde idi O bu işin sır ve hikmetine karşı hayretler içindeydi Çoluk çocuğunun nafakası için geceli gündüzlü örs başından ayrılmayan demirciyi görmek istedi Bir gün dükkânına gitti Selâm verdi Onu görünce, çocuklar gibi sevindi Ellerine sarıldı, uzun uzun öptü ve ondan duâ ricâ etti Henüz keşif âlemine girmemiş olduğu için kendi makâmından habersizdi Ondan duâ isteyince dedi ki: "Ben senin ellerinden öpeyim de, sen bana duâ et! Sizin duânıza muhtaç olan benim!" O ise şöyle cevap verdi: "Benim sana duâ etmemle, içimdeki dert hafiflemez ki!" Bunun üzerine o da; "Derdin nedir? Söyle bir çâre arayalım?" dedi "Acabâ kıyâmet gününde, bunca insanın hâli ne olur? Bunu düşünmekten, buna yanmaktan başka derdim yok" dedikten sonra hüngür hüngür ağlamaya başladı Bâyezîd-i Bistâmî'yi de ağlattı O vakit içinden; "Bunlar nefsim, nefsim diyenlerden değil, ümmetim ümmetim diyenlerdendir" diyen bir ses duydu Hemen içindeki hayret silindi Kutupluk makâmının bu demirciye niçin verildiğini sezdi Anladı ki, böyleleri, sevgili Peygamber efendimizin kalbine her an bağlıdır Onun hakîkatine mazhardır Demirciye dedi ki: "İnsanların azap çekmesinden sana ne?" Demirci de; "Bana mı ne? Benim fıtratımın mayası, şefkat suyuyla yoğurulmuştur Cehennem ehlinin bütün azâbını bana yükleseler de, onları bağışlasalar, ben saâdete ererim ve derdimden kurtulurum" dedi

O, namazda okunmak için, farz mikdarından fazla sûre ve âyet bilmiyordu Bilmediklerini Bâyezîd-i Bistâmî öğretti O da, kırk yıldır elde edemediği mânevî derecelere yükseldi İçi feyz-i ilâhî ile doldu O vakit iyice anladı ki, kutupluk sırrı başka bir şey imiş"

Bâyezîd-i Bistâmî hazretleri, kabristanda çok dolaşırdı Bir gece gezerken, gece bekçisi elindeki sopayla vurdu Bâyezîd; "Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm" dedi Bekçi birkaç kere daha vurunca sopa kırıldı Bâyezîd hazretleri eve dönünce talebelerine sopanın fiatını sordu O kadar parayı bir keseye koyarak, bir mikdar da tatlı ile berâber bir talebesiyle, o bekçiye gönderdi Bir de mektup yazarak bekçiye vermesini söyledi Mektup şöyle idi: "Muhterem Bekçi efendi, belki beni hırsız sanarak dövdün Kabahat bendedir Gece kabristanda gezmeseydim, dövmezdin Sopanızın kırılmasına da sebeb oldum Gönderdiğim parayla kendine bir sopa al! Sopanın kırılma üzüntüsünün kalbinden gitmesi için de, yolladığım tatlıyı ye! Allahü teâlânın selâmı üzerine olsun" Genç bekçi mektubu okuyunca, gelip özür dileyerek tövbe etti Onunla birlikte birkaç bekçi daha hak yola girdi

Bir sene hacca gitmek üzere yola çıktı Bir devesi vardı Azığını ve eşyâsını o deveye yüklemişti Birisi kendisine; "Bu kadar uzun yol için, bu kadar yük bu deveye fazla gelmez mi?" dedi Bâyezîd-i Bistâmî; "Acaba yükü taşıyan deve midir? Dikkat et bakalım, devenin sırtında yük var mı?" dedi O kimse dikkatle baktığında gördü ki, yük devenin sırtından bir karış yukarıda durmaktadır O kimse hayretini gizleyemeyip; "Sübhânallah!Ne kadar acâib bir iş" deyince, Bâyezîd-i Bistâmî; "Hâlimi sizden gizlesem, bana dil uzatıyorsunuz Hâlimi size açık açık göstersem hayret ediyorsunuz, tâkat getiremiyorsunuz Ben size ne yapayım bilemiyorum?" buyurdu ve yoluna devâm etti Ziyâretleri esnâsında kendisine, annesinin hizmetine gitmesi bildirildi Bistâm'a giden bir kâfile ile hemen yola çıktı Bistâm'a geldiği duyulunca bütün halk yollara dökülüp, kendisini karşıladılar Seher vakti evlerine geldi Annesi abdest almış şöyle duâ ediyordu:

"Yâ Rabbî! Benim garib oğlumu her kötülükten muhâfaza buyur Büyükleri kendisinden hoşnûd eyle Oğluma güzel hâller ve iyilikler ihsân buyur" Bunun üzerine Sultan-ül-Ârifîn kapıyı çalıp izin istedi Annesinin "Kim o?" suâline, Bâyezîd-i Bistâmî; "Senin garîb oğlun" cevâbını verdi Annesi koşup kapıyı açtı ve; "Senden ayrılık hasretiyle ağlaya ağlaya saçlarıma ak düştü, belim büküldü" dedi

Bâyezîd-i Bistâmî bir sene hac dönüşünde Hemedan'a uğrayıp, oradan bir mikdâr tohum satın aldılar Bistâm'a gelip, Hemedan'dan aldığı tohum torbasını açınca, içinde bir kaç karınca bulunduğunu gördü Bunları yuvalarından ayırmanın münâsib olmıyacağını düşünüp, tekrar Hemedan'a gitti Tohumu aldığı yere bırakıp, ondan sonra Bistâm'a döndü

Bâyezîd-i Bistâmî bir gece, talebelerinden bir kısmı ile bir yere misâfir oldular Ev sâhibi, evin aydınlanması için bir kandil yaktı Bâyezîd-i Bistâmî yanında bulunanlara; "Bu kandilde bir gariblik görüyorum Yanıyor ama ışık vermiyor Hikmeti nedir?" diye sordu Ev sâhibi; "Efendim Biz bu kandili bir gece yakmak için komşumuzdan emânet almıştık Bu akşam ikinci gece yakıyoruz" deyince, Bâyezîd, kandili söndürdü ve hemen kandili sâhibine götürüp teslim edin Arzu ederseniz, bir gece daha yakmak için izin isteyin" buyurdu Ev sâhibi kandili alıp komşusuna götürdü Olanları anlattı ve tekrar izin alıp geri getirdi Eve gelince kandili yaktılar ve oda aydınlandı Bâyezîd-i Bistâmî buyurdu ki: "İşte şimdi ışığını görüyorum"

Bâyezîd-i Bistâmî bir gün yanlışlıkla bir karıncayı öldürdü Haberi olunca, çok pişman olup üzüldü Ölü karıncayı avucuna alıp, şefkat, merhamet ve hüzün ve kırık kalbi ile karıncaya üfürünce, Allahü teâlânın izni ile karınca canlanıp yürümeye başladı

Bir gün yolda yürürken, bir gencin kendisini takib etmekte olduğunu farkedip döndü ve gence; "Niçin beni tâkip ediyorsun, istediğin nedir?" dedi Genç, edeple; "Efendim, sizin gibi olmak, yolunuzda bulunmak istiyorum Lütuf elinizi uzatıp himmet buyurun da ben de kazanayım" dedi Cevâbında; "Benim yaptıklarımı yapmadıkça, benim derimin içine girsen istifâde edemezsin Bu, Allahü teâlânın bir lütfudur" buyurdu

Bâyezîd-i Bistâmî kırk beş kere hacca gitmişti Bir gün Arafat Tepesinde oturuyordu Nefsi ona; "Bâyezîd! Senin bir benzerin var mıdır? Kırk beş defâ haccettin ve binlerce defâ hatmetme bahtiyarlığına eriştin" diye fısıldadı Bu ses onu üzdü Derhâl toparlandı ve oradaki mahşerî kalabalığa; "Kim benim kırk beş defâ yapmış olduğum haccı bir ekmeğe satın alır?" diye sordu Bir adam başını kaldırıp; "Ben alırım" dedi ve ekmeği uzattı Bâyezîd-i Bistâmî aldığı ekmeği orada bulunan bir köpeğin önüne attı Sonra işini bitirip, yol hazırlığı yaparak, Rum diyârına doğru yola çıktı Günlerce gittikten sonra bir râhip ile karşılaştı Râhib, Bâyezîd-i Bistâmî'nin elini tutup, evine misâfir götürdü Evinde ona bir oda verdi Bâyezîd-i Bistâmî kendisine ayrılan bu odada ibâdete başladı ve kalbini Allahü teâlâya çevirdi Râhip her gün onun yiyeceğini sabah akşam getirip önüne koyardı Bu hal bir ay devâm etti Bâyezîd-i Bistâmî daha sonra nefsine dönerek;

"Ey nefis! Seni kırmak istiyorum, fakat Sen o kadar kötüsün ki kırılmıyorsun" dediği sırada râhip içeri girdi ve; "İsmin nedir?" diye sordu O da; "Bâyezîd!" cevâbını verdi Râhip; "Ne güzel adamsın Keşke Mesîh'in kulu olmuş olsaydın!" deyince, bu sözler Bâyezîd-i Bistâmî'ye ağır geldi ve evi terketmek isterken râhip;

"Bizim burada kırk günü tamamla, öyle git Çünkü bizim büyük bir bayramımız var, onu görmeni çok arzu ediyorum Aynı zamanda çok değerli bir vâizimiz, sâdece bu günlerde bir defâ konuşur Onu dinlemeni istiyorum" deyince, bu teklifi kabûl ederek, kırk gün kalmaya râzı oldu Kırkıncı gün geldiğinde râhib odaya girerek; "Buyurun dışarı çıkalım, bayram günümüz geldi" dedi Bâyezîd-i Bistâmî dışarı çıkmak için hazırlandı Fakat râhib ona; "Siz bu kıyâfetle nasıl bin kadar râhibin arasına gireceksiniz? Bu yüzden üzerindeki elbiseyi çıkarıp, şu râhip elbiselerini giy ve boynuna İncil'i as!" dedi Bu teklif ona çok ağır gelmesine rağmen, bunda da bir hikmet vardır diyerek râhibin getirdiği giysileri giydi Râhiplerin arasına katıldı Hiç kimsenin dikkatini çekmedi Biraz ilerledikten sonra râhiplerin en büyüğü geldi Fakat konuşmuyordu Niçin konuşmadığı sorulduğunda; "Nasıl konuşabilirim, aranızda bir Muhammedî var!" diye cevap verdi Halk ve râhipler galeyâna gelerek; "Onu göster parçalayalım" diye bağrıştılar Başrâhip; "Hayır, yemin ederim ki söylemem, ancak ona dokunmayacağınıza söz verirseniz, onu size tanıtabilirim" dedi Bunun üzerine râhipler ve halk, Muhammedî olan zâta dokunmayacaklarına dâir yemin ettiler Başrâhip;

"Allah için ey Muhammedî! Ayağa kalk ve kendini göster" diye seslenince, Bâyezîd-i Bistâmî ayağa kalktı Baş râhip; "Adın ne?" diye sordu "Bâyezîd!" cevâbını verdi "Tahsil gördün mü?" diye sorunca; "Rabbim öğrettiği kadar bir şeyler biliyorum" dedi Bunun üzerine râhip; "O hâlde bana şu hususları cevaplandır: İkincisi olmayan biri, üçüncüsü olmayan ikiyi, dördüncüsü olmayan üçü, beşincisi olmayan dördü, altıncısı olmayan beşi, yedincisi olmayan altıyı, sekizincisi olmayan yediyi, dokuzuncusu olmayan sekizi, onuncusu olmayan dokuzu, on birincisi olmayan onu, on ikincisi olmayan on biri, on üçüncüsü olmayan on ikiyi söyle bunlar nelerdir?"



Alıntı Yaparak Cevapla