Prof. Dr. Sinsi
|
Muhammed Çelebi Sultan
Şeyh hazretleri târifi mümkün olmayacak derecede ihtiyaç hâli üzere geçinirdi Çok az yer ve yaptığı riyâzetlerini ev halkına aslâ duyurmaz, belli etmezdi Yemek vakti gelince evinden dışarı çıkar, dergâha giderdi Dergâhdakiler yemeği evde yedi zannederdi Dergâhda ve dışardan yiyecek getirseler eve giderdi Evdekiler de dergâhda yedi zannederlerdi
Mânevî âleme öyle dalmıştı ki, meleklerle cinler dediklerini yaparlardı Hızır aleyhisselâmla da çok görüşürdü Ne kadar altın ve akçe lâzım olsa seccâdesinin altında bulunurdu Masraflara ve harcama işlerine bakan talebesi onun seccâdesi altında altınlar görür, emri üzere lâzım olduğu kadar alıp harcardı Fakat altınlar hiç eksilmez aynen dururdu
Şeyh hazretleri Uluborlu'da Hacı Sinan adında birine misâfir olup, on beş gün kadar kalmıştı Ayrılıp gideceğine yakın; "Hacı Sinan! Hastalık salgını gelmek üzere Senin ev halkına bir şey olmaz Ben buradan ayrıldıktan sonra Allahü teâlânın emrini görürsün " dedi O sırada Uluborlu'da tâûn hastalığından epey hasta vardı Muhammed Çelebi Sultan'ı, sevenleri Ahurlu denilen yere kadar uğurlamışlardı Uluborlu'ya döndüklerinde, her taraftan feryad sesleri duyuluyordu Kimi oğlum, kimi kızım, anam, babam, kardeşim  diye ağlıyordu Tâûn hastalığından pekçok kimse ölmüştü Şeyh hazretlerini misâfir eden Hacı Sinan'ın evinden hiç kimse tâûndan ölmedi Korkunç salgından kurtuldular
Acem diyârında, İran taraflarında bir beldede Turâbî adında ilim ehli ve müderris bir kimseye rüyâsında Muhammed Çelebi Sultan gösterilir ve senin şeyhin bu zâttır denir Bu rüyâ üzerinde müderrisliği ve medreseyi bırakıp kendisine rüyâsında gösterilen mübârek zâtı bulup ona talebe olmak için yollara düşer Yemeden içmeden kesilir, sâde kuru ekmek gibi bâzı şeyler yer Kâbe'ye varır orada arar Rüyâsında; "Senin mürşidin Rum diyârında (Anadolu'da) sen oraya git " diye işâret olunur Günlerce yolculuk yaparak ulaştığı Mekke'den ayrılıp Medîne'ye doğru yola çıkar Medîne'de bir müddet kalır Orada da; "Rum diyarına git!" diye işâret olunur Oradan da ayrılıp yollara düşer Kudüs yakınlarında Halîlürrahmân denilen beldeye ulaşır Orada da Rum diyârına gitmesi işâret olunur Senelerce bir diyardan bir diyara gezer durur Kalbi yanık ve mahzun bir halde hep kendisine işâret edilen zâtı arar Bu hal üzere otuz sene dolaşır Nihâyet Anadolu'ya ulaşıpBurdur yakınlarında bir köye gelir Bu sırada Muhammed Çelebi Sultan da o köyde dâvetlidir Artık aradığına kavuşmuş ve işâret edilen mürşidini bulmuş olmanın sevinciyle huzûruna gidip elini öper Hâlini anlatır ve talebeliğe kabûl edilir Şeyh hazretleri Eğridir'e dergâhına dönerken, o da peşlerinden gelir Dergâha varınca talebeler hocalarını karşılarlar Sonra da sofra hazırlayıp yemeğe otururlar Turâbî de sofraya dâvet edilir Muhammed Çelebi Sultan ona iltifat edip kendi sofrasına alır Fakat Turâbî yemeklerden yemez Şeyh hazretleri niçin yemediğini sorunca; "Efendim! Sizi rü-
yâmda göreliden beri otuz senedir hayvânî gıdâ yemedim Bu perhizimi bozmamak için yemiyorum " der Bunun üzerine Şeyh hazretleri: "Şimdi kalbinde bu kadar zaman riyâzet çektim diye düşünürsün Nefsini put edinmişsin Allahü teâlâ katında makbul olmaz " dedi Bunun üzerine Turâbî tövbe istiğfâr edip, karnı doyuncaya kadar yemeklerden yedi Gece vakti olunca, Muhammed ÇelebiSultan, seccâdesini Turâbî'ye gönderdi "Bu gece seccâdemiz üzerinde otursun! Allahü teâlânın kudretini görsün " buyurdu Turâbî o gece Şeyh hazretlerinin seccâdesi üzerinde oturdu Bir ara uyudu ve rüyâsında Peygamber efendimizi ve Ricâl-i gayb denilen evliyâyı gördü Pekçok kerâmete şâhid olup mânevî ikramlara kavuştu
Barla'dan HacıDede anlatır: "Bir gün MuhammedÇelebi Sultana yalvarıp, bana hazret-i Hızır'ı göster " dedim Bu konuşmamızdan sonra bir gün dağdan çıra kesip merkebime yükledim Hayrât sâhibi merhum RüstemPaşanın tâmir ettirdiği sarp bir yol vardı Bu yoldan Barla'ya gidiyordum Sarp bir yerden geçerken merkebim yüküyle birlikte yardan aşağıya uçtu Ben merkebimden ümidi kestim Yaşlı idim Yürümeye de tâkatim yoktu Ne yapacağım diye düşünürken, karşıma atlı biri çıka geldi Merkebimi düştüğü yardan tutup yüküyle birlikte çıkardı ve yola bıraktı Beni de yükün arasına bindirdi Merkebim hayret edilecek derecede kuvvetlendi ve hızlı yürüdü Bu hâdiseden sonra bir gün yine Şeyh hazretlerinin ziyâretine gitmiştim Bu sefer de; "Sultanım! Hazret-i Hızır'ı bana göster " dedim Bana; "Merkebini kurtarıp, seni ona bindiren Hızır'dı Ben sana onu gösterdim Fakat sen tanımadın " dedi Ben bu sözleri işitince hayret ve şaşkınlık içinde ağlamaya başladım ve ayaklarına kapandım Sonra bir müddet daha berâber oturduk Bir de baktım ki birisi bize doğru geliyordu Bu gelenin hazret-i Hızır olduğunu anladım Hemen çıkıp karşıladım ve onun da ayaklarına kapanıp himmet istedim Bana bakıp buyurdu ki: "Bizi istersen tuttuğun elden gâfil olma! Beni Şeyh Muhammed Çelebi'de bulasın " deyip gözden kayboldu
Yine Barlalı Hacı Dede anlatmıştır: "Merkebimin uçuruma düştüğü o sarp yola büyük bir kaya yuvarlanıp yolu kapatmıştı Geçmek mümkün değildi Kayanın büyüklüğü âdetâ bir ev kadardı Muhammed Çelebi SultanBarla'ya bir düğüne dâvetli olarak gelmişti Huzûruna varıp yolu kapatan o kayadan bahsedip; "Sultanım, cemâate emir buyursanız da o taşı hep birlikte yoldan kaldırsak " dedim Bana; "Sen gidedur " dedi Ben de yanıma halktan bâzılarını aldım Kayanın yanına vardık Kayanın yoldan atılabilmesi için etrâfını kazmaya başladım Bu sırada Şeyh hazretleri yalnız başına oraya geliverdi Kocaman kayaya dayanıp dağdan tarafa bıraktı Bana; "Gördün mü?" dedikten sonra, gözden kayboldu Ben çok şaşkın bir halde oradan ayrılıp Barla'ya döndüm Baktım Şeyh hazretleri kalabalık bir cemâatle sohbet ediyordu Halka; "Şeyh hazretleri buradan hiç dışarı çıktı mı?" dedim Sen görüşüp gittikten sonra yerinden hiç kalkmadı " dediler O hayatta oldukça bu sırrı kimseye açmadım "
Emir Ali Çelebi, Radmos köyünden bir dervişten naklen şöyle anlatmıştır: "Bir gece hocam Muhammed Çelebi Sultan hacca gitmek üzere yola çıktı Yanında Hızır aleyhisselâm da vardı Hazret-i Hızır'ın önünde bir lamba asılıydı Bana; "Bir balta al " dediler, aldım Beni de yanlarına aldı ve virâne bir yere gittik Virânede bir yeri kazmamı emrettiklerinde, kazdım Bir altın hazînesi çıktı Bana da verseler diye düşünürken hocam bana bir akik taşı verdi ve; "Derviş! Bunu İstanbul'da sat! Başka yerde satma " dedi Sonra benden ayrılıp, hacca gittiler Bu hâdiseden sonra bir işim sebebiyle İstanbul'a gittim İstanbul'dayken param kalmadı Aklıma Şeyh hazretlerinin verdiği akik taşı geldi Bunu beş-on akçeye satabilsem diye düşündüm Bir yahûdînin dükkanına girip; "Satılık bir şeyim var " dedim Beni yalnız bir köşeye çekip; "Ne satıyorsun? Çıkar göreyim " deyince, çıkarıp gösterdim Akik taşını görünce; "Ne vereyim?" diye sordu Beş akçe mi, on akçe mi desem diye düşünmeye başladım Bir türlü fiyat söyleyemedim Hocamın himmetiyle; "Sen söyle " deyiverdim Önce elli bin akçe verdi Alay ediyor zannederek akik taşını geri istedim Hemen yüz elli bine çıktı ve satmam için ısrar etti Ben de kabûl ettim Beni evine götürüp parayı keseler içinde verdi Bu taşın çok kıymetli olduğunu söyleyip; "Şimdi ben bunu iki yüz elli bin akçeye bile satmam " dedi Muhammed Çelebi Sultan'ın bu talebesi, aldığı paralarla köyünde bir hamam yaptırdı ve zengin oldu "
Muhammed Çelebi Sultan'ın vefâtından sonra talebelerinden biri onu rüyâsında çok görür, rûhâniyetiyle irtibât kurardı Bu talebesi bir defâsında üç meselede tereddüde düşer Bunlardan biri o sene Ramazanın başlangıcı ile ilgiliydi Şehrin kâdısı Pazar günü diyor, onlarsa Cumartesi olduğunu söylüyorlardı İkinci mesele, câmilerinin kıblesinin doğru olup olmadığı husûsunda bir ihtilaf çıkmıştı Bir husus da kendisine düşmanlık yapan huzursuz eden bir kimseye bedduâ etmesi istendiği halde o etmiyordu Bu hususlarda tereddüdü vardı Bir gece rüyâsında kendisini hocası Muhammed Çelebi Sultan'ın türbesinde gördü Buraya nasıl geldim diye şaşarken hocası kabrinden çıkıp; "Allahü teâlânın izniyle biz getirdik " buyurdu Bunun üzerine; "Efendim size birkaç suâlim var " deyince, soruları sormadan suâlinin birisi mescidin kıblesi meselesi değil mi? Kıblesi doğrudur Kâbe'ye karşıdır Şüphe etme " dedi "Bir suâlim daha var " deyince; "Ramazanın başlangıcı değil mi? Cumartesi günüdür Kâdı ilim sâhibi fakat keşif sâhibi olmadığından kalp gözü açık değil " dedi "Efendim o kâdı sizin tarîkatınızı seviyor, muhabbeti var " deyince; "Evet muhabbeti var Fakat riyâ ve gösterişten geçip meydana gelmeye kâdir değildir " buyurdu "Sultanım bir suâlim daha kaldı " deyince, daha o anlatmadan; "Evet o bize mensub olan şahıs değil mi? Bizim hatırımızı gözeterek ona bedduâ etmediğin için memnun kaldık Allahü teâlânın izniyle onu bir terbiye edelim Islah olmazsa hakkından geliriz " buyurdu
BEKLEYEMEDİN Mİ?
Talebelerinden Hayreddîn Halîfe'nin oğlu Hacı Halîfe şöyle anlatmıştır: "Hacca gitmeye niyet etmiştim Kutb-ı âlem Muhammed Çelebi Sultan'dan müsâde ve duâ almak için huzûruna gittim Mesciddeydi Mescide girdiğimde mihrabda kıbleye doğru oturmuş kendi kendilerine şöyle diyorlardı: "Hey HacıHalîfe! Bir sene daha sabredemedin mi ki bizimle berâber gidesin!" Sonra geldiğimi farkedip bana döndü ve; "Hacı Halîfe! Şimdi seni anıyordum Şeyhülislâm Berdeî Sultanın rûhâniyeti senin hacca gideceğini haber verdi ve; "Bizim Hayreddîn Halîfe'nin oğlu HacıHalîfe Mekke'ye gider Ona himmet ve duâ eyle " buyurdu Ondan bildim ki hacca gidersin " dedi Beni hoş görüp uğurlarken de şöyle dedi: "HacıHalîfe! Kutbu görmek ister misin?" Ben de; "İsterim Sultanım Bunun için himmet buyurun " dedim Bana; "Arafat'a vardığın zaman sağ tarafında falan yerde bir çadırda Ricâl-i gaybı (Allahü teâlânın gizlediği sevgili kulları) toplansalar gerektir Baş tarafta yüzü örtülü oturan kutb-ı âlemdir Onu ziyâret edersin " buyurdu Arafat'a vardığımda târif ettiği gibi bir çadır buldum Çadıra girip Allah adamlarının ayaklarının bastığı topraklara yüzümü sürdüm İçerisi büyük zâtlarla doluydu Baş tarafta yüzü örtülü biri oturuyordu Târife göre yüzü örtülü olan kutb-ı zamandı Yanına yaklaşıp; "Seni yaratan Rabbimin aşkına! Sultanım lutfeyle, mübârek yüzünüzden örtüyü kaldırıver de yüzünüzü göreyim Ben size şeyhimin yüksek himmetiyle eriştim " diyerek hem ağladım hem yalvardım Benim ağladığımı ve yalvardığımı görünce yüzünden örtüyü kaldırdı Mübârek yüzüne baktım bir de gördüm ki o zât şeyhim Muhammed Çelebi Sultanın kendisidir Bu hâli görür görmez bir nâra attım Aklım başımdan gitmiş Bir müddet sonra kendime gelip toparlandım Kalkıp etrafıma baktım orada kimse yok Hacdan döndükten sonra hocamın huzûruna vardığımda; "HacıHalîfe! Kutbu gördün mü? Sakın ben hayattayken bu sırrı kimseye açma, söyleme " buyurdu
DOLAŞIP NEYLERSİN?
Muhammed Çelebi Sultan bir gün Eğridir Gölünün kenarında otururken bir ulak gelip Afşar yolunu sordu Şeyh ona; "Afşar, gölün öte yakasındadır Dolaşıp neylersin Hemen göl üzerinden yürüyüver " dedi Ulak böyle bir zâtın sözünü severek ve inanarak kabûl edip yürüdü Suyun üzerinde batmadan gidiyordu Afşar halkı onun gölün suyu üzerinde yürüyerek geldiğini görerek; "Hızır mısın?" diye etrâfına toplandılar Ulak; "Bende bir şey yoktur Karşı yakada bir sultan var onun nefesine uğradım (kavuştum) ve su üstünden yürüyüp geldim!" dedi Bu hâdiseye şâhid olan, ulağın sözlerini duyan Afşar halkı, Muhammed Çelebi Sultan hazretlerinin büyük bir velî olduğunu anlayıp muhabbetle sevdiler
DÜNYÂDA HAKKINI ALSIN
Muhammed Çelebi Sultan hazretleri, bir defâsında Uluborlu'ya dâvet edilince, halkı irşâd, doğru yolu göstermek için bu dâveti kabûl edip gider Uzun sohbetler ve vâzlarla halka öğüt verir ve vâzı son derece istifâdeli olur Dönecekleri sırada birisi evine yemeğe dâvet eder Dâveti kabul edip o gece orada kalır Ertesi gün vedâlaşıp ayrılır Bîlköy denilen yere varınca atını durdurup bir talebesini yanına çağırır; "Git şu evinde kaldığımız kimsenin kapısını çal!Bir kap iste! Kabın ağzını aç o zaman Allahü teâlânın kudretini göresin Ev sâhibine de, şeyh harcadıklarına pişman olmasın Dünyâda hakkını alsın âhirete kalmasın dedi, diyesin " der Talebesi emir üzere, kendilerini dâvet eden kimsenin evine varıp bir kap ister Kabı eline alınca dâvet eden kimse dâvet için ne kadar akçe, para harcadıysa, o kadar akçe kabın içine gaybden dökülür Ev sâhibi çok şaşırır Meğer şeyh hazretleri evinden ayrılınca, ona ziyâfet vermek için harcadığı parayı hesaplayıp ziyâfet verdiğine pişman olmuş
OMUZ VURUP KALDIRDIM
Muhammed Çelebi Sultan hazretleri Uluborlu Ovasında bulunan Yassıviran köyüne zaman zaman gidip halka vâz ve nasîhat ederdi O köyden Bedevî Dede denilen bir zât şöyle anlatmıştır: Köyümüzün bir değirmeni vardı Bu değirmeni çalıştıran akarsu ve içecek sularımız kesildi Dağdaki menbaı kurudu, akmaz oldu Halk içecek suya muhtaç hâle geldi Şeyh Sultan köyümüze gelmişti Toplanıp susuz kaldığımızı, perişan hâlimizi arzedip; "Sultanım siz kutb-i âlemsiniz Resûlullah efendimizin hürmetine yaptığınız duâ makbuldür " dedik Bunun üzerine başını eğip sessizce oturdu, murâkabeye daldı O hâle geldi ki teri sakalı üzerine damla damla aktı Bir müddet âdetâ kendinden geçmiş bir halde kaldı Mânâ âlemine dalıp gitti Sonra başını kaldırdı Gözleri iyice kızarmıştı Merakla bekliyorduk Bize bakıp; "Sizin suyunuz Ağras Suyu ile birmiş Zelzele olunca bir taş sizin suyun önünü kapatmış O taşa omuz vurup kaldırdım Suyunuz yine sizden tarafa döndü Varın görün " dedi Köy halkı gidip baktıklarında suyun yine dağdan aşağıya doğru çağlayarak akıp geldiğini gördüler Böylece o zâtın himmetiyle susuzluktan ve sıkıntıdan kurtuldular
SAKALINDAN BİR KIL ALAYIM
Uluborlu'dan Emir Halîfe anlatır: "Muhammed Çelebi Sultanın vefâtından kırk sene sonra kabrinin bir tarafı çökmüştü Tâmir etmek için kabrini açmamız îcâb etti Kabrini açınca nûra gark olmuş bir halde yattığını gördük Mübârek yüzü hiç solmamış, aynen hayattaki gibiydi Yanımda sevenlerinden biri vardı Bu kişi; "Benim bir oğlum var, bir seneden beri sıtma tutuyor, hastadır Bu zâtın sakalından bir kıl alayım, şifâ olarak götüreyim " dedi Biz şimdi durum başka, gâfil olma, alınca bir belâya düşebilirsin " dedik Fakat adam dinlemedi yanaşıp sakalından bir kılı tutarak çekti Koparamadı Şeyh hazretleri sanki canlanmış gibi başını öbür tarafa çevirdi O kişi yine aldırmayıp sakalından bir kıl koparmak için tutup çekti Bu sırada Şeyh hazretleri o kişiye öyle bir tokat vurdu ki, adam düşüp öldü Ben de korkumdan kaçıp bir kenara çekildim ve şaşkın bir halde yığılıp kaldım Sonra başkaları gelip Şeyh hazretlerinin kabrini kapattı Bu hâdisenin tesiriyle altı ay hasta yattım
1) Menâkıb-ı Burhâneddîn Eğridirî (Şerifzâde Muhammed Efendi, Süleymâniye Kütüphânesi, Hacı Mahmûd Kısmı, No: 4552)
2) Mecmûaü't-Terâcîm; s 98
3) İstanbul Târih Coğrafya Kataloğu; s 507
|