Yalnız Mesajı Göster

Ebü'l-Hasan-İ Eş'arî

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ebü'l-Hasan-İ Eş'arî




EBÜ'L-HASAN-I EŞ'ARÎ

Ehl-i sünnetin îtikâddaki iki imâmından biri ve büyük velîlerden İsmi Ali bin İsmâil, künyesi Ebü'l-Hasan'dır Eshâb-ı kirâmdan Ebû Mûsâ el-Eş'arî'nin neslinden geldiği için Eş'arî nisbesiyle meşhûr olmuştur 874 (H260) veya 879 (H266) senesinde Basra'da doğdu 935 (H324) veya 941 (H330) senesinde Bağdât'ta vefât etti Kabri Bağdât'ta olup, Basra kapısı ile Kerh arasındaki kabristandadır

İmâm-ı Eş'arî diye de bilinen Ebü'l-Hasan-ı Eş'arî hazretleri küçük yaştan îtibâren ilim tahsîline yöneldi Tefsîr, hadîs ve fıkıh ilimlerini zamânının meşhur âlimlerinden Zekeriyyâ bin Yahyâ es-Sâcî, Ebû Halîfe el-Cümehî, Sehl bin Serh, Muhammed bin Yâkub el-Mukrî, Abdurrahmân bin Halef ve Ed-Dâbiî'den öğrendi Ebû İshâk Mervezî'nin hadîs derslerine devâm etti Üvey babası ve Mûtezile kelâmcılarından olan Ebû Ali el-Cübbâî'den kelâm ilmini öğrendi Kırk yaşına kadar Mûtezile bozuk yolu üzerinde bulundu Bu fırkanın meşhurları arasında yer aldı Yazdığı kitaplarında Mûtezilenin fikirlerini müdâfaa etti Kırk yaşından sonra bozuk yolda olduğunu anladı Tövbe edip Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiklerine tâbi oldu

Önceden Mûtezile yolu üzere yazdıklarını ve bildirdiklerini iptâl etti Ehl-i sünnet îtikâdı üzere kitaplar yazıp, dağıttı Ömrünün sonuna kadar bu doğru îtikâdın yayılması için uğraştı

Ebü'l-Hasan-ı Eş'arî hazretlerinin Ehl-i sünnet mezhebine geçmesi ile, kelâm ilmi, Mûtezilenin elinden kurtulmuş oldu Onların elinde tehlikeli ve zararlı iken, doğru yolda gidenlere rehber oldu Onun Ehl-i sünnete geçmesi, Ehl-i sünnet îtikâdının yayılmasında büyük bir zafer olmuştur O zaman tesirli ve zararlı olan Mûtezile yolu mensupları, İmâm-ı Eş'arî tarafından susturulmuştur Onları öyle zorlayıp sıkıştırdı ki, hepsi küçük ve güçsüz karıncalar gibi kaldılar Daha önce hocası olan Mûtezilenin ileri gelenlerinden Ebû Ali Cübbâî ile yaptığı münâzarada onu mağlûb etti Çok meşhûr olmasına rağmen, Eş'arî'nin (rahmetullahi aleyh) karşısında cevap vermekten âciz kaldı

Basra'da bir mecliste Ebü'l-Hasan Eş'arî ile Mûtezilîler arasında çetin bir münâzara oldu Mûtezilîler çok kalabalıktı Onunla münâzaraya giren herkes yeniliyor, susmak mecburiyetinde kalıyordu Öyle oldu ki, o gün artık kimse karşısına çıkamadı İkinci defâ böyle bir münâzara için gittiklerinde, Mûtezileden kimse gelmemiş, münâzaraya cesâret edememişlerdi Bunun üzerine bir zât, İmâm-ı Eş'arî'ye: "Firâr ettiler, kaçtılar yaz, kapıya as!" dedi

İmâm-ı Eş'arî'nin zamânı, Mûtezile fırkasının Ehl-i sünnete çok saldırdığı, hattâ zorbalığa baş vurduğu bir döneme rastlamaktadır Vâlilik, kâdılık gibi makâmlar, Mûtezile fırkasından olanların elinde bulunuyordu Böylece bozuk îtikâdlarını yayıyorlar, insanları saptırıp, îmânları ile oynuyorlardı Bu sırada İmâm-ı Eş'arî ve diğer Ehl-i sünnet âlimleri, kitablar yazarak onları reddediyorlar, bozuk fikirlerini çürütüyorlardı İmâm-ı Eş'arî ayrıca, Mûtezile fırkasının ileri gelenleri ile çetin münâzaralara girip, onları susturdu Kendisine, neden onların yanlarına, hattâ devlet erkânından olanlarının makâmına gittiği sorulunca, şöyle cevap vermiştir: "Onlar vâlilik, kâdılık gibi makâmlarda bulunuyorlar Kibirleri sebebi ile bize gelmezler Biz de gitmezsek, hak nasıl ortaya çıkacak? Ehl-i sünneti anlatanların, onu yayıp, hizmet edenlerin bulunduğunu nasıl bilecekler ve nasıl anlayacaklar?"

Ebû Abdullah ibni Hafîf şöyle anlatmıştır: "Gençliğimde, İmâm-ı Eş'arî hazretlerini görmek için Basra'ya gitmiştim Basra'ya vardığımda, heybetli ve güzel yüzlü, yaşlıca bir zât gördüm Ona, "Ebü'l-Hasan Eş'arî hazretlerinin evi nerededir?" dedim "Onu niçin arıyorsun?" dedi "Onu seviyorum ve görüşmek istiyorum" dedim Bana, "Yarın erkenden buraya gel" dedi Ertesi gün erkenden söylediği yere gittim Beni yanına alıp, Basra'nın ileri gelenlerinden birinin evine götürdü İçeri girince, o zâta yer gösterdiler O da oturdu Mûtezilenin meşhûr âlimleri, münâzara için orada toplanmıştı Biz girip oturduktan sonra, o mecliste bulunanlar, aralarında oturan bir Mûtezile âlimine çeşitli meseleler sormaya başladılar O şahıs cevap vermeye başlayınca, beni oraya götüren zât karşısına çıkıp, söylediği yanlış şeyleri reddediyor, doğrusunu söyleyip, onu susturuyordu Öyle konuşuyordu ki, dinleyenleri tam iknâ edip, doyurucu bilgi veriyordu Ben, bu zatın hâline ve ilmine hayran oldum Yanımda bulunan birine "Bu zat kimdir?" dedim "Ebü'l-Hasan Eş'arî'dir" dedi İmâm-ı Eş'arî evden çıktıktan sonra, yine peşinden gittim Yanına yaklaşınca, "İmâm-ı Eş'arî'yi ve hizmetini nasıl buldun?" buyurdu "Fevkalâde" dedim Sonra; "Efendim, o mecliste neden siz baştan bir mesele sormadınız? Başkaları sorduktan sonra mevzuya girdiniz?" dedim Biz, bunlarla konuşmak için söze girmiyoruz Ancak Allahü teâlânın dîninde yanlış ve sapık şeyler söylediklerinde reddediyoruz Yanlış olduğunu isbât edip, kendilerine doğrusunu bildiriyoruz" buyurdu"

İmâm-ı Eş'arî; eser yazmak, münâzaralara girmek ve kıymetli talebeler yetiştirmek sûretiyle, Ehl-i sünnet îtikâdının yayılması ve böylece insanların saâdete kavuşması husûsunda büyük hizmetler yaptı ve talebe yetiştirdi Ebû Abdullah Muhammed bin Abdullah, Ebü'l-HasanBâhilî, Ebû Abdullah bin Hafîf Şirâzî, Hâfız Ebû Bekr Cürcânî el-İsmâilî, Şeyh Ebû Muhammed Taberî el-Irakî, Zâhir bin Ahmed Serahsî, Ebû Abdullah Hameveyh es-Sayrafî, Dimyânî talebelerinden bâzılarıdır Bunlardan Ebû Abdullah Tâî, İmâm-ı Ebû Bekir Bâkillânî'nin hocasıdır Ebü'l-Hasan Bâhilî de Ebû İshâk İsferânî'nin ve hocası olan Ebû Bekr Fûrek'in hocasıdır Bu zât, önceden imâmiyye fırkasından iken, Ebü'l-Hasan Eş'arî hazretleri ile yaptığı bir münâzara ve ilmî mübâhese sonunda hatâsını anlayıp, imâmiyye fırkasını terkedip, Ehl-i sünnet îtikâdına girdi İmâm-ı Eş'arî'nin bildirdiği îtikâdı Basra'da yaydı İbn-i Hafîf ise, İmâm-ı Eş'arî'nin en meşhûr talebelerinden olup, (Şeyh-i Şiraziyyîn) Şirazlıların şeyhi, üstâdı ismiyle meşhûr olmuştur Diğer meşhûr bir talebesi olan Dimyânî ile İbn-i Hafîf, İmâm-ı Eş'ârî'nin münâzara meclislerinde yanında bulunurlardı Talebelerinden Ebû Abdullah Hameveyh es-Sayrafî, uzun müddet İmâm-ı Eş'arî'nin yanında bulunmuştur Sonra memleketi Sayraf'a dönüp, orada ders verip, talebe yetiştirmiş; İmâm-ı Eş'arî'nin bildirdiği îtikâd bilgilerini memleketinde yaymıştır Şeyh Ebû Ali Zâhir de, hocası İmâm-ı Eş'arî'den öğrendiği Ehl-i sünnet bilgilerini Horasan'da yaydı Böylece İmâm-ı Eş'arî'nin bildirdiği îtikâd bilgileri, Ehl-i sünnet mezhebi, doğuda ve batıda yayıldı Hicrî 300 senesinden îtibâren Irak havâlisinde, İran'da yayıldı Selçuklu Devleti hükümdarlarının resmî mezhebi oldu Daha sonra Atabekler tarafından müdâfaa edilip, Şam ve Bağdât çevresinde yayıldı Selâhaddîn Eyyûbî'nin fethinden sonra Mısır'da da yayıldı

Eshâb-ı kirâmın Peygamber efendimizden sallallahü aleyhi ve sellem naklederek bildirdikleri, müctehid imâmların da onlardan naklettikleri Ehl-i sünnet vel-Cemâat îtikâdını anlatmak ve yaymak için gayret sarfeden Ebü'l-Hasan-ı Eş'arî hazretleri bir sohbeti esnâsında buyurdu ki:

Allahü teâlâya hamd olsun ki, bizi doğru yola ulaştırdı ve sünnet-i seniyyeye uymayı sevdirdi Helâke götüren bid'atlerden uzaklaştırdı Kalblerimizi, yakîn denen kat'î ve kuvvetli îmânın hâsıl ettiği serinlik ve huzûr ile doldurdu Müslümanlık ile bizi azîz kıldı Bizi, Resûlüne (sallallahü aleyhi ve sellem) uyanlardan, O'nun rehberliğine yapışanlardan eyledi Bid'atlere dalıp, Resûlullah efendimizin ve Eshâb-ı kirâmın (aleyhimürrıdvân) yolundan ayrılarak yalnız kalmaktan kurtarıp, cemâatle berâber olmayı ihsân etti

Resûlullah efendimize salât-ü-selâm olsun ki, bizi Allahü teâlânın emir ve yasaklarına dâvet etti Allahü teâlâ bu hususta ona âyetleriyle yardım etti Kendisine mûcizeler vererek, hakkındaki şüpheleri giderdi Kendi rızâsına nasıl ulaşılacağını O'nun ile bildirdi İçlerinde kendisine delâlet eden deliller bulunduğunu en açık bir şekilde haber verdi Nihâyet bâtıl, sönüp gitti Hak, gâlip ve muzaffer olarak parladı Resûlullah efendimiz peygamberlik vazîfesini yerine getirdi Kendisine bildirilenleri tebliğ edip, ümmetine nasîhatta bulundu

Sevdiklerinden bir topluluğa yazdığı mektupta ise şöyle buyurdu:

Ey Bâb-ül-Ebvâb halkından olan âlimler ve büyükler! Allahü teâlâ sizleri yüce kudreti ile muhâfaza buyursun Sizlere yardım eylesin Medînet-üs-Selâm'da (Bağdât'ta) mektubunuzu aldım Allahü teâlânın nîmetleri içerisinde olduğunuzu, hâlinizin düzgünlüğünü yazıyorsunuz Bu sebeple, kederim ve üzüntülerim dağıldı Allahü teâlâya çok şükrettim Size olan ihsânını tamamlamasını, size ve bize olan nîmetlerini artırması için Allahü teâlâya yalvardım Duâları kabûl eden O'dur Büyük lütuflarda bulunmak O'na lâyıktır Allahü teâlâ yardımcınız olsun Geçen sene bir takım suâller sormuştunuz Mektubunuzda bundan da bahsediyorsunuz Verdiğim cevapları beğendiğinizi, faydalı olduğunu, doğruluğunu kabûl ettiğinizi, şüphelerinizin gittiğini, sizi kendilerine inandırmak isteyenlerden yüz çevirdiğinizi yazıyorsunuz Bunları okuyunca, dinde saptıranların, Resûlüne uymaktan alıkoyanların şüphelerinden bizi ve sizi muhâfaza buyurduğu için Allahü teâlâya hamdettim

Yine siz mektubunuzda, benden Selef-i sâlihînin asıl kabûl edip, dayandıkları bâzı hususları yazmamı istiyorsunuz Sonra gelenler de bu asıllara (bilgilere) uymak sûretiyle, bid'at sâhiplerinin düştüğü, Kur'ân-ı kerîm ve Sünnet-i seniyyeye muhâlefet durumuna düşmekten kurtulmuşlardır Bu bilgilere şiddetle ihtiyâcınız olduğunu bildirdiğiniz için, size olan hürmetim ve üzerimdeki hakkınızdan dolayı, suâllerinize ve isteklerinize cevap vermekte acele ettim

Size bâzı temel bilgileri, delilleri ile berâber bildirdim Bu deliller, sizin Selef-i sâlihîne tâbi olmakta haklı olduğunuzu, Ehl-i bid'atın ise, Selef-i sâlihîne muhâlefet edip, daha önce üzerinde bulundukları haktan sapmakla hatâ ettiklerini, bununla şer'î delillerden, Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) bildirdiği şeylerden ayrıldıklarını gösterecektir Yine bu delilleri reddeden, peygamberlerin aleyhimüsselâm getirdiklerini inkâr eden felsefecilerin yollarına uyduğunu da gösterecektir Size ve söylediklerimi düşünen diğer kimselere söylenmesi gerekenleri söyledim Allahü teâlâdan yardım diliyerek ve O'na güvenerek, sizin isteklerinizi yerine getirmekle, sevâba kavuşacağımı ümid ediyorum Allahü teâlâ bana kâfîdir ve O ne güzel vekildir

Allahü teâlâ sizi doğru yola hidâyet eylesin Biliniz ki, Selef-i sâlihînin ve onların yolunda giden halefin (sonra gelen âlimlerin) yolu şudur:

Allahü teâlâ, Muhammed aleyhisselâmı bütün dünyâya peygamber olarak gönderdiği zaman, insanlar, birbirine zıt bir takım fırkalara ayrılmışlardı Onlardan bir kısmı Allahü teâlânın gönderdiği Tevrat ve İncîl'i değiştirip, kendi uydurdukları şeyler ile insanları Allahü teâlâya dâvet ediyorlardı Bir kısmı felsefeci idi Bunların, akıl ile elde ettikleri bir takım bilgilerde, yanlış netîcelere varmaları sebebiyle, bir çok bâtıl ve yanlış yollar ortaya çıkmıştı Bir kısmı, brehmen idi Bunlar, Allahü teâlânın peygamberlerini inkâr ediyorlardı Bir kısmı, dehrî idi Bunlar da, kâinâtın sonsuz devâm edeceğini, yok olmıyacağını iddiâ ediyorlardı Bir kısmı, mecûsî idi Bunlar ise, hiç tecrübe etmedikleri, bilmedikleri şeyleri iddiâ ediyorlardı Bir kısmı putperest idi Bunlar, putlara tapıyorlardı Peygamber efendimiz ise, insanların, kâinât ve içindekilerin sonradan yaratılmış birer mahlûk olduğuna, onların hepsinin yaratıcısı, sâhibi ve mâliki olan Allahü teâlânın varlığı ve birliği inancına dâvet etti Onların, üzerinde bulundukları yolun yanlışlığını ve böyle bâtıl yolları terk etmelerini istedi Resûlullah efendimiz onların yollarının bozukluğunu, kendisinin ise, Allahü teâlâdan bildirdiği husûslarda doğru olduğunu, apaçık âyetler ve mûcizelerle isbât etti Sonra Allahü teâlâya nasıl kulluk edileceğini açıkladı Allahü teâlâ Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâmı bunları insanlara bildirmesi ve izâh etmesi için gönderdi Resûlullah efendimiz insanlara, kendilerinde dil, sûret ve daha başka yönlerden farklılıklar bulunduğunu, böyle değişikliklerin onların sonradan yaratıldığını göstermesini bildirdiği gibi, gerek kendilerinde, gerekse onların dışındaki varlıklarda, Allahü teâlânın varlığına, irâdesine ve tedbirine delâlet eden şeyler ile, Allahü teâlâyı tanıma yolunu da bildirdi Şöyle ki; Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen; "Arzda da gerçekten tasdîk edenler için birçok ibretler vardır Nefslerinizde de (hücrelerden vücûd yapınıza kadar) bir çok alâmetler vardır (ki, hep Allahü teâlânın kudretine, ilmine, azamet ve irâdesine delâlet ederler) Hâlâ görmeyecek misiniz" buyurdu (Zâriyât sûresi: 20-21)

Bir sohbeti sırasında insanın yaratılışını ve yaratılış safhalarını açıklayarak şöyle buyurdu:

İnsanın yaratılış safhaları, sûret ve şekillerindeki değişik durumlara; "Biz insanı (Âdem'i) şüphesiz ki, çamurun özünden yarattık Sonra Âdem'in neslini, sağlam bir yerde (rahimde) bir nutfe (az bir su) yaptık Sonra o nutfeyi bir kan pıhtısı hâline getirdik Ondan sonra kan pıhtısını bir parça et yaptık O et parçasını da kemikler hâline çevirdik Kemiklere de et giydirdik Sonra ona başka bir yaratılış (ruh) verdik Bak ki, şekil verenlerin en güzeli olan Allahü teâlânın şânı ne kadar yücedir" meâlindeki Mü'minûn sûresi 12-14 âyet-i kerimelerinde işâret buyuruldu

Bunlar, Allahü teâlânın varlığının muhakkak lâzım olduğunu ifâde eden, O'nun irâde ve tedbîrine delâlet eden en açık delillerdendir

İnsan, çamur özünden yaratıldı Çamur özünün bir çok şekil ve durumlara kâbiliyeti vardır Fakat, insanın başka bir sûretle değil de, kendisine has özellikleriyle mâlûm olan ve en güzel sûrette meydana gelmesi, mutlaka bir yaratıcının varlığını göstermektedir

İnsana baktığımızda şunları görüyoruz: 1 İnsanın başka varlıklarda bulunmıyan, kendisine mahsus bir sûreti vardır 2 İşitmek, görmek, koklamak, hissetmek, tatmak gibi, ihtiyaçlarını temin edebilmesi için hazırlanmış bir takım vâsıtalara (duyu organları) sâhiptir 3 İhtiyaç hâsıl oldukça, tertib üzere hazırlanmış gıdâ âletleri Meselâ, yeni doğmuş çocuk gıdâsını, önce annesini emmek sûretiyle temin eder Çünkü o, bu sırada dişsizdir Gıdâsını kendiliğinden temin edemez Bir müddet sonra, dişlerle donatılır Gıdâsını yemekle elde eder 4 Ağızdan alınan gıdâlar, mîdeye gelir Mîde, kendisine ulaşan gıdâları pişirir Bu gıdâlara öyle bir incelik verir ki, bunlar en ince yollardan geçerek, sonunda saç ve tırnaklara kadar ulaşır 5 Karaciğer, öd (safra) çıkarmak, vücûdun şeker durumunu ayarlamak, zehirleri bir dereceye kadar zararsız hâle getirmek gibi bâzı vazîfeler için hazırlanmıştır 6 Akciğer, dışarıdan temiz havayı (oksijen) alıp, kan dolaşımı ile dokulara iletmek ve kandan (karbondioksit alarak) kirlenen havayı nefesle dışarı vermek için hazırlanmıştır 8 Ayrıca alınan gıdâlardaki fazlalıkların atılması için gerekli âletler (âzâlar) Bunlardan başka, tesâdüfî olarak düşünülmesi imkânsız olan, mutlaka bunları tertip ve düzenleyen bir yaratıcının varlığını gerektiren sayılamıyacak kadar çok şey vardır Bütün bunların çamur özü ve su ile düzenlenip, kısımlara ayrılması, mutlaka bir yaratıcıyı, bir düzenleyiciyi gerektirir Bunu, düşünen her akıl sâhibi anlar Aynı şekilde, bir plân dâiresinde düzenleyen, kasdeden bir binâ yapıcısı olmadan, bir binânın meydana gelmesi bile mümkün olmayınca, bütün bu saydığımız hâllerin de bir yapıcı ve yaratıcı olmadan çamur ve su ile kendiliklerinden, tertip ve düzen içerisinde meydana gelmeleri mümkün olamaz

Ebü'l-Hasan-ı Eş'arî hazretleri Allahü teâlâdan başka her şeyin sonradan yaratıldığını ve her birisinde çeşitli hikmetler bulunduğunu îzâh etmek için buyurdu ki:

Allahü teâlâ meâlen: "Gerçekten, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelişinde, akıl sâhipleri için, Allah'ın varlığını, kudret ve azametini gösteren, kesin deliller vardır" (Âl-i İmrân sûresi: 190) âyet-i kerîmesiyle Allahü teâlâdan başka her şeyin sonradan yaratıldığı, bunları Allahü teâlânın yarattığını ve bunda çeşitli hikmetler bulunduğunu daha ziyâde beyân eyledi Feleklerin (Dünyâ, ay, güneş vs) hareketiyle, meydana gelen faydaların büyüklüğüne ve mikdârına işâret buyruldu Meselâ, gece, insanların istirahatı olduğu gibi, mahsûllerin de fazla gelen güneş harâretini (sıcaklığını) serinletmektedir Gündüz ise, mahlûkâtın dağılıp hareket etmeleri, geçimlerini temin etmeleri için yaratılmıştır Eğer devamlı gece olsa idi, karanlık, onların fayda sağlayacak şeylerin peşine düşüp, bunları elde etmeye mâni olacaktı Aynı şekilde devamlı gündüz olsa idi, bu da zararlı olurdu Gündüzün aydınlığı fırsat bilinerek tâkatın (gücün) üstünde hırsla çalışılır, kâfi miktârda istirahat etmedikleri için insanlar helâk olurlardı Bundan dolayı, onlara, çalışmaları için tâkatlarını geçmeyecek şekilde, zamanın bir kısmı gündüz, istirahatleri için yeterli bir mikdarı da gece kılındı Böylece, onların hâlleri mutedil (normal) olarak gecenin serinliğinden, gündüzün sıcaklığından, kendileri, ekinleri, malları ve hayvanları için lüzûm duyulduğu kadarını alacaklardır Böyle yapmakla, Allahü teâlâ mahlûkâtına merhamet buyurmuş, lütuf ve ihsânda bulunmuştur

Yine, mahlûkâtı kuşatan renk tabakası, onların gözlerine münâsip ve muvâfık gelen renklerden yaratılmıştır Eğer bu renk, şimdi âlemi saran renkten olmasaydı, gözleri bozacaktı

Cisimlerin büyük ve ağır olmasına rağmen, yer ve göklerin ve onlarda bulunan hükümlerin (kânunların) Allahü teâlânın tutmasına muhtaç olduğuna, meâlen; "Doğrusu, gökleri ve yeri zeval bulmaktan Allahü teâlâ koruyup, tutuyor Andolsun ki zevâl bulurlarsa, onları O'ndan başka kimse tutamaz Gerçekten O, halîmdir Azap için acele etmez, gafûrdur (çok bağışlayıcıdır)" (Fâtır sûresi: 41) âyet-i kerîmesiyle işâret buyruldu Bu âyet-i kerîme ile bize, yer ve göklerin yerlerinde durmalarının Allahü teâlâdan başkası tarafından olmadığı ve onları bir durduran olmadan da yerlerinde durmalarının mümkün olmadığı bildirildi

Ebü'l-Hasan-ı Eş'arî hazretleri vahyi kabûl etmeyen ve her şeyi âciz olan akılla îzâh etmeye çalışan felsefecileri iknâ edici delillerle susturdu Bu hususta da, buyurdu ki:

"Felsefecilerin tabiatçı inanışlarından dolayı, ağaçların ve onlardan çıkan meyvelerin ancak, yer, su, ateş ve havanın tesiri ile meydana geldiği hakkındaki iddiâlarının bozukluğunu bize; "Allahü teâlâ; "Arzda birbirine komşu kıt'alar (kara parçaları), üzüm bağları, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar vardır ki, hepsi bir su ile sulanıyor Halbuki yemişlerin de bâzısını bâzısına üstün kılıyoruz" (Tad, renk ve kıymetleri başka başkadır) Şüphesiz ki, bunlardan da düşünen bir topluluk için pekçok ibretler (alâmetler) vardır" meâlindeki Râd sûresi 4 âyetinde bildirdi



Alıntı Yaparak Cevapla