Yalnız Mesajı Göster

Ziyâeddîn Nurşînî

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ziyâeddîn Nurşînî




ZİYÂEDDÎN NURŞÎNÎ

Osmanlı âlim ve velîlerinden İsmi Muhammed Ziyâeddîn’dir Nurşînî nisbesiyle meşhûr olmuştur Babası büyük velî Abdurrahmân Tâgî (Tâhî) hazretleridir 1855 (H1272) senesinde Bitlis’in Hizan ilçesine bağlı Usba köyünde doğdu 1923 (H1342) senesinde Bitlis’in Nurşin köyünde vefât etti Kabri Nurşin’de babasının türbesinin yanındadır

Ziyâeddîn Nurşînî’nin âile çevresi ilim ve fazîlet sâhibi dindâr insanlardan meydana geliyordu Dînî ilimler sâhasında söz sâhibi olmuş büyük âlim ve velîler onun yakın çevresinde yaşıyordu Zâhirî ve mânevî ilimleri tahsîl etmeye çok müsâit bir ortamda dünyâya gelen Muhammed Ziyâeddîn Efendinin çocukluğu böyle bir çevrede geçti İlk tahsîlini babası Abdurrahmân Tâgî’den aldı Zamânında medreselerde okutulan dersleri tamamlayarak ilimde yükseldi ve mollalık pâyesine ulaştı Babasının ilim meclislerine ve tasavvufî sohbetlerine devâm ederek zâhirî ilimlerde âlim, tasavvuf yolunda yüksek derece sâhibi oldu

Babası Abdurrahmân Tâgî hazretleri vefâtına yakın onu en büyük halîfesi Fethullah-ı Verkânisî’ye emânet etti Ziyâeddîn Nurşînî babasının hastalığı sırasında yanında duruyordu Üzülüyor ve ağlıyordu Bir ara gözlerini açan Abdurrahmân Tâgî hazretleri oğluna baktı ve; “Ziyâeddîn! Neden böyle yaş akıtıp ağlıyorsun?” dedi Ziyâeddîn Nurşînî edeple; “Niçin ağlamayayım İnsanın babası çok büyük tüccar olur da, dünyâsını değiştirirken evlâdı babasının malından istifâde edemezse, mîrâsına vâris olamazsa ondan daha acı bir şey olur mu?” diye cevap verdi Babası; “Oğlum! Şeyh Fethullah senin hakkında benden daha hayırlıdır Çünkü, vallahi ben seni başkalarından ayırd etmedim Halk, gözümde ne ise, sen de oydun Fakat Şeyh Fethullah seni diğerlerinden üstün tutacaktır” buyurdu Bu cevap üzerine teselli bulan Ziyâeddîn Nurşînî babasının vefâtından sonra Şeyh Fethullah-ı Verkânisî’ye talebe oldu Onun hizmet ve sohbetlerinde bulundu Böylece zâhirî ilimlerde yüksekliğinin yanında mânevî derecelerde ve tasavvuf yolunda da ilerledi

Fethullah-ı Verkânisî hazretleri, hocasının oğlu Muhammed Ziyâeddîn Nurşinî’nin yetişmesi ve olgunlaşması için özel îtinâ gösterdi Hattâ onu en ağır hizmetlerde kullanarak kınayanların kınamasına aldırmadan onu kâmil (olgun) ve mükemmil (yetiştirebilen) bir zât olarak yetiştirdi Fethullah-ı Verkânisî kışın karda kızağına biner köylere irşâda giderken, Ziyâeddîn Nurşînî’yi çağırarak kendisini çekmesini isterdi Bu duruma Abdurrahmân Tâgî hazretlerinin bâzı halîfeleri îtirâz ettiler Hocasının oğluna saygı göstermesi gerekirken, kızağa binip keyf sürüyor, hocasının oğlu ise, zahmet ve meşakkatle kızağını çekiyor” dediler Bu durumu duyan Fethullah-ı Verkânisî; “Üstâdım oğlunu bana teslim etti Ben de böyle hareket etmeyi uygun görüyorum Yok eğer size teslim etmişse bildiğiniz gibi yapmakta serbestsiniz” diyordu Nakşibendiyye yolu usûlüne göre 1889 yılında icâzet, diploma ve hilâfet, İslâmiyeti anlatma vazîfesi vererek insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatmakla vazîfelendirdi

İlim ve fazîlette yüksek bir velî olan Muhammed Ziyâeddîn Nurşînî hazretleri, hocası Fethullah-ı Verkânisî’nin sağlığında on sene, onun vefâtından sonra da 24 sene olmak üzere tam 34 yıl talebe yetiştirdi ve insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatarak onların dünyâda ve âhirette saâdete kavuşmalarına çalıştı Sohbetleri sırasında dünyâya gönül vermemek gerektiğini bildirdi Bir defâsında buyurdu ki: “Dünyâ âhiret için bir tarla olmasa, âhirete hazırlık yeri olmasa, çirkin şeylerin en çirkini, rezillerin en rezîlidir Allahü teâlâdan uzaklaşmaya, insanı âhirette faydadan mahrûm etmeye sebeptir Akıl sahibi olanların yanında kıymeti olmayan bu dünyâda insan utançtan başını eğse yeridir Nitekim sevgili Peygamberimiz; “Dünyâ, âhirette evi olmayan kimselerin evidir Malı olmayanların malıdır Aklı olmayan kimse onu toplar” buyurmuştur Eğer Allahü teâlânın katında dünyânın sivrisinek kadar kıymeti olsaydı, düşmanı olan kâfirlere ondan bir yudum su bile vermezdi Zîrâ dünyâyı yarattığı günden beri ona rahmet nazarıyla bakmamıştır

Beyt:

Bu dünyâya gönül bağlama, fâni olan dünyâ geçer
İhtiyarlık devresi geldi, tâze gençlik devresi geçecek

Güneşin herkese apaçık göründüğü gibi dünyânın kötülüğü de mâlumdur Eğer dünyânın bir değeri olsaydı, insanların ve cinlerin peygamberi olan Muhammed aleyhisselâm ona iltifât ederdi

Tasavvuf yolunda bulunmanın esâsının sohbet olduğunu bildirerek buyurdu ki: “Biliniz ki sohbetsiz geçen zaman zarardır Ömrün boşa geçmesidir Bu ömrün hakkı, ilk önce tedricî olarak şerefli sohbetin tahsîli yolunda, sarf edip, mümkün olduğu kadar sohbeti terk etmemektir Sonra tarîkatta ondan sonra sonu olmayan edeplere uymaktır Çünkü sohbet bütün kemâlâtın, olgunlukların ve mârifetlerin başlangıcıdır Geçen zaman iâde edilmez, kazâ da edilemez Ne olursa olsun sohbetsiz geçen vakitlere üzülmeli, belli zamanlarda yapılması emrolunan virdleri, vazifeleri terk etmemeli ve hocasını gözü kapalı olarak düşünmelidir Zîrâ tamâmıyla yapılması mümkün olmayan bir şeyi tamâmıyla da terk etmemelidir

Ziyâeddîn-i Nurşînî hazretleri bir sohbeti sırasında Peygamber efendimize tâbi olmanın önemini işâret ederek buyurdu ki: “Ey dostlarım! Hakîkî saâdet ve olgunluk, iki cihânın efendisi olan Peygamber efendimize tâbi olmak, O’nun tebliğ ettiği İslâmiyetin boyasıyla boyanmak, bizzat emirlerine uyarak yasakladığı şeylerden sakınmakla mümkündür Ayrıca bunları başkalarına da yaptırmalıdır Bir kimse başkasını İslâmiyetin emir ve nehiylerine muhâlefetten men edecek kudrette olup da onu men etmezse, o kimsenin ortağıdır yâni o işi birlikte yapmış sayılırlar Bir kimse Peygamber efendimizin sünnetini ve İslâmiyetin hükümlerini başkasına yaptırsa, ona hâsıl olacak ecir ve sevâbından hiçbir şey noksan olmaksızın kendisine de hâsıl olur

Ziyâeddîn Nurşînî hazretleri zamânındaki seyyidler ve âlimlerle görüşür veya mektuplar yazarak gönüllerini alırdı Seyyid Abdülhakîm Arvâsî hazretlerine yazdığı mektupta buyurdu ki: “Bu mektûb, Arvas’ın yüce kapı eşiğinin hizmetkârı olan Muhammed Ziyâeddîn’den en şerefli kardeşi, en saâdetli dost, zekâ ve temiz kalp sâhibi, kendinde güzellikleri ve dirâyeti toplayan, sâlih âlimlerin bâkiyesi Molla Abdülhakîm'edir Allahü teâlâ onu doğru ve sağlam yolda yürümeye muvaffak eylesin! Size selâmdan sonra, dünyâ ve âhirette saâdetiniz, âfetlerden selâmetiniz için, duâ eder, müstecâb duâlarını beklerim" Bâzı fıkhî suâllerine cevap verdiği bu mektûbunda Peygamber efendimizin neslinden gelen seyyidlere olan saygı ve bağlılığını bildirdi

İlmi ve fazîletiyle insanları hak yola dâvet eden Muhammed Ziyâeddîn Nurşînî hazretleri, aynı zamanda dîni, vatanı ve milleti için savaşarak büyük kahramanlıklar gösterdi Birinci Dünyâ Savaşında talebeleriyle birlikte Ruslara ve Ermenilere karşı kahramanca savaştı Kardeşleri Muhammed Saîd ve Muhammed Eşref ile birçok talebeleri şehîd oldular Din ve vatan uğruna yaptığı hizmetlerinden dolayı zamânın bütün âlimleri ve devlet adamlarının hürmet ve sevgilerine mazhâr oldu

Birinci Dünyâ Harbine katılarak büyük kahramanlıklar gösteren Muhammed Ziyâeddîn Nurşînî hazretleri, koluna isâbet eden bir mermi sebebiyle felç oldu Felcin bütün vücûda yayılmaması için Bitlis Askerî Hastânesinde sağ kolu kesildi Fakat Ziyâeddîn Nurşînî hazretleri bu ameliyatın arkasından ağır bir hastalığa tutuldu Talebeleri ve sevenleri o vefât edecek diye üzülüyorlardı Bâzan kendinden geçiyor, bâzan da ayılıyordu Bu hal üzereyken bir gün şöyle buyurdu: “Rüyâmda yanıma kalabalık bir velî grubunun geldiğini gördüm Gavsü’l-a'zam Arvâsî, Abdurrahmân Tâgî ve Şeyh Fethullah Verkânisî de aralarındaydı Dünyâda mı kalacağım yoksa âhirete mi intikâl edeceğim husûsunda aralarında uzun müzâkereler yaptılar Şeyh Fethullah Verkânisî dünyâda kalmamın daha hayırlı ve insanların hidâyete kavuşmalarına vesîle olacağımı belirterek sekiz yıl daha yaşamamı teklif etti Hazır bulunan büyüklerimiz de bu teklifi uygun görerek dağıldılar Nitekim Muhammed Ziyâeddîn Nurşînî hazretleri bu rüyânın dokuzuncu yılı başlarında vefât etti

Ziyâeddîn Nurşînî hazretleri pekçok talebe yetiştirip, İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatmakla vazîfelendirdi Bunlar; “Molla Muhammed Emîn, El-Hâc Abdülkerîm, Şeyh Ahmed el-Haznevî, Şeyh Mehmed Karaköy, Şeyh Muhammed Selîm Hızânî, Şeyh Mahmûd Zokaydî, hocası Fethullah Verkânisî’nin oğlu Şeyh Alâeddîn, Tili Şeyh Şahâbeddîn, Tili Molla Abdullah, Molla Halil Kavakî, Molla Yûsuf Hurtî, Molla Abdurrahmân Çokreşî, Şeyh İbrâhim Abrî gibi zâtlardır

Muhammed Ziyâeddîn Nurşînî hazretleri babası Abdurrahmân Tâgî hazretlerinin kabrinin bulunduğu Nurşin’den ayrı kalmak istemezdi Fakat insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatmak üzere çeşitli beldelere gitmesi gerekiyordu Ömrünün son zamanlarında Azîzân’dan Nurşin’e taşınmayı ısrarla istedi Âilesinden bâzıları da Azîzan’da kalmak istiyorlardı Azîzanlılar da Şeyh Ziyâeddîn Nurşînî hazretlerinin köyde kalması için yalvarıp dil döktüler Şeyh hazretleri bütün bu ısrarlara rağmen babası Abdurrahmân Tâgî hazretlerinden uzak kalmaktan ve onun beldesinden uzakta vefât etmekten korkuyorum, diyordu Vefâtından bir yıl önce hiçbir engele aldırış etmeksizin kesin bir kararlılıkla Azîzan’dan Nurşin’e taşındı Ömrünün son senesini Nurşin ve civârında geçirdi Abdurrahmân Tâgî hazretlerinin kaldığı ve gezdiği yerleri büyük bir özlem ve hasret içinde gezip hâtıralarını tâzeledi

Ziyâeddîn Nurşînî hazretleri Nurşin ve civârında bulunduğu sırada insanlara vâz ve nasîhat ederek İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatmaktan geri kalmadı Talebelerine ve sevenlerine hitab ederek buyurdu ki: “Allahü teâlâya ibâdet edip O’ndan korkunuz O’nun râzı olmadığı zâhir ve bâtındaki şeylerden korunmaya, mühim şeylerden ve tâatlardan olan Allah’ın emir ve yasaklarını halka duyurmaya sıkıca sarılın

Fakat ilk önce bir an dahi olsa bedenden ayrılmayan nefs-i emmâreye Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirmelidir Çünkü Allahü teâlânın nefsin şerrinden koruduğu kimseler bile nefs-i emmârenin şerriyle karşı karşıyadır Zîrâ nefs-i emmâre, sâhibine günâhları tâat şeklinde gösterir Bal içine zehir katar Öyleyse sâhibine bir şeyi yapmayı veya yapmamayı içinden geçirdiğinde, insanın onu şerîat ölçüsüyle ölçmesi lâzımdır Doğru ise güzel, değilse onu kınayıp, İslâmiyetin emri doğrultusuna çevirmesi gerekir

Nefse yapılan bu tebliğden sonra, insanlara Allahü teâlânın emreylediği şeyleri yapıp, yasak ettiği şeylerden kendilerini korumak için olmalıdır Ancak tebliğ eden kimse bunda da dikkat edip kendini gizli kalp hastalıklarından korumalıdır Bununla kendine nasîhat etmeyi irâde etmelidir Hattâ halka sohbet ettiği vakitte bile, kendi nefsinden başka bir şeye hitâb etmemelidir Yoksa sohbeti kalplere tesir etmez

Yine tebliğ eden kimse, aldatıcı, hîlekâr dünyâ hakkında korku üzere bulunmalıdır Çünkü dünyâ insanlara gelinler gibi süslenir Lâkin Allahü teâlânın sevdiği olgun bir velîden rûhânî bir imdât almış kimseden başkası onun çirkinliğini anlayamaz



Alıntı Yaparak Cevapla