Prof. Dr. Sinsi
|
Ziyâeddîn Nurşînî
Bu zamanda halka yapılacak sohbet, insanları dünyâdan soğutmaktır Umulur ki böylece âhiret işleri tatlı gelir Çünkü dünyâ ile âhiret iki kuma kadına benzer Birisi râzı olunca, diğeri darılır Allahü teâlâ bizi ve sizi kendi muhabbetine, Resûlünün muhabbetine muvaffak eylesin Âmin ”
Muhammed Ziyâeddîn Nurşînî hazretleri vefâtından yedi ay kadar önce Zirnacur taraflarında hastalandı Babası Abdurrahmân Tâgî hazretlerinin gezdiği yerleri ve oralardaki dostlarının misâfirhânelerini, evlerini hasret ve özlemle ziyâret etti Misafirhâne sâhiplerini anarak onların hallerini anlattı Sık sık ölümden bahsederek ölüme hazırlıklı olmak gerektiğini ifâde etti Halbuki daha önceleri sohbetleri sırasında daha çok muhabbetten ve muhabbeti meydana çıkaran sebeplerden bahsederdi Din ve dünyâ ehli hakkında yâni peygamberler, âlimler, evliyâlar ve devlet adamlarının hallerini anlatarak; “Bu âkibetten hiç kimse kurtulamaz Üzerinde durulacak şey kişinin âhirete hazırlık olarak işlediği amellerdir ” buyururdu
Vefâtından beş ay kadar önce sorulan bir meseleye cevap verdikten sonra, âhir zamân insanlarından şikâyet ederek buyurdu ki: “Bu adamlar daha doğrusu zamâne insanları ne kimseyi dinlerler, ne kimseye boyun eğerler, ne de herhangi bir şeyden ders alırlar Bu yüzden hiç kimse onlara faydalı olamaz Allahü teâlâ beni onların arasından alsa ne iyi olur O zaman yaptıklarına pişman olurlar, ama o pişmanlıkların hiçbir faydası olmaz ”
Muhammed Ziyâeddîn Nurşînî hazretleri vefâtından üç ay kadar önce kışın Bitlis’e gitmeye karar verdi Âilesi havanın soğukluğunu mevsimin uygun olmadığını ve hastalığını ileri sürerek bu yolculuğa mâni olmak istedi Ancak karârından vaz geçmedi Yola çıkmadan hocasının kabrini ziyâret ederken; “Bu sefer Bitlis’e gidişimizin tek sebebi Şeyhü’l-A'zam hazretlerinin kabrini ziyâret etmektir Çünkü ilkbahara kadar yüce Mevlânın neyi yaratacağını bilmiyoruz ” buyurarak ilkbahardan önce vefât edeceğini işâret etti
Bitlis’te iken bâzı Siirtliler yanına gelerek İslâmiyeti anlatmasını istediler Onların ısrarlı istekleri karşısında; “Havalar soğuk olduğu için şimdi sizin oralara gelemem Fakat ecel mühlet verirse Şubat ayında inşâallah geliriz ” buyurdu Bitlis’e gidip büyüklerin kabirlerini ziyâret ettikten sonra Nurşin’e döndü Şeyh Abdurrahmân Bilvânisî onun ziyâretine geldi Bir müddet kaldıktan sonra geri dönmek niyeti ile vedâlaşıp ayrılırken ona; “Eğer gelmek istiyorsan Şubat ayının başında gel, yoksa gelme " diyerek o târihten sonra gelirse kendisini sağ bulamayacağını işâret etti
Ziyâeddîn Nurşînî hazretleri, vefâtına bir aydan az bir zaman kala kızkardeşinin oğlu Muhammed Bâkî’nin evinde babası Üstâd-ı Âzam Abdurrahmân Tâgî hazretlerinin evinin güzel idâre edildiğini, orada çok sayıda âlim ve tasavvuf talebesinin barındığını, aynı zamanda her yöreden pek çok kimsenin Nakşibendiyye yoluna girmek üzere başvurduğunu anlattıktan sonra buyurdu ki: “Bu zamanda böyle durum büyük bir nîmettir Çok şükretmek gerekir Ama biz şükür borcunu yerine getiremiyoruz
Ziyâeddîn Nurşînî hazretlerinin tek oğlu olan Fethullah Efendi, kendisinden sekiz gün önce vefât etti Onun vefâtı üzerine; “Senden önce vefât edeceğimi ve senin geride kalacağını sanıyordum Fakat Allahü teâlâ böyle diledi Böyle oluşunun hikmetini o bilir?” buyurdu Oğlu defnedildikten sonra hastalandı Hastalığının ilk günlerinde; “Molla Fethullah gitti Görünen o ki, onun arkasından ben de kalıcı değilim, böylece dünyâ yıkılıyor ” buyurdu
Son günlerinde Nakşibendiyye yüksek yolunun fazîletini anlatarak buyurdu ki: “Bütün gücünüzü ve gayretlerinizi sonuna kadar kullanarak Nakşibendî nisbetine sâhib olunuz Bu nisbet en pahalı mücevherlerden daha değerlidir Bu nisbet şu yöreden kalkmadan önce onu elde ediniz Eğer bu yöreden kalkacak olursa bir daha Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri gibi biri bulunmaz ki Hindistan’a gitsin ve o nisbeti alıp getirsin ”
Son günlerinde hastalığı ilerlemiş olmasına rağmen Kur’ân-ı kerîm okumayı ve sohbetleri terk etmiyordu Hastalığının ve ağrılarının şiddetlenmesine rağmen son günlerinde kendini tamamen Rabbine verdi ve bütün şuuru ile Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için gayret etti Sık sık âile fertlerine ve diğer bağlılarına İslâmiyetin emir ve yasaklarından ayrılmamalarını, Nakşibendiyye yoluna bağlı kalmalarını, bütün bunları yaparken de ihlâs ve sağlam bir niyete önem vermelerini tavsiye etti Ev halkından birine yukarıdaki tavsiyeleri bildirince, ona; “Peki bu konuda bize kim rehberlik edecek, bizi kim terbiye edecek?” diye soruldu Soran kimseye hitâben buyurdu ki: “İnsanın niyeti hâlis, maksâdı sâdece Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak olunca, O kolaylık ihsân ederek kendisine ulaştıracak yolları nasılsa buldurur Fakat hâlis niyet olmazsa O’nun desteğinden ve yardımından mahrum kalınır ”
Muhammed Ziyâeddîn Nurşînî hazretleri son saatlerinde yalnız kalmayı tercih ediyor, çok az konuşarak kalbini bir noktaya bağlamak istiyordu Yanına girmek isteyen dostlarına ve ziyâretçilerine izin verirken; “Buyursunlar, fakat beni çok konuşmaya zorlamasınlar ” buyuruyordu
Vefât etmeden önceki son günün kuşluk vaktinde Üstâd-ı A'zam hazretleri hangi vakit vefât etmişti?” diye sordu “Kaba kuşluk sırasında ” diye cevap verildi Öğleden sonra kadın erkek ve çocuk bütün âile mensuplarını yanına çağırdı ve en büyük halîfesi Molla Muhammed Emîn’e, orada bulunanlara tövbe ettirmesini emretti Kendisi de yastığın yanına oturarak şöyle buyurdu: “Onlar, yâni bu yolun büyükleri iki gündür bana gerek ev halkımı, gerek buraya başvuranları irşâd etmemi ve bu işi Molla Muhammed Emîn’e havâle etmemi telkin ettiler ” Molla Muhammed Emîn’in Allah yolunda tükenmez bir hazîne olduğunu belirttikten sonra şöyle konuştu: “Önce ihlâsla tövbe ederek Allahü teâlâya yönelmeli, arkasından da Üstâd-ı A'zam Abdurrahmân Tâgî hazretlerinin türbesine giderek duâ edip eşiğine yüz sürmelisiniz Tâ ki Allahü teâlâ bu sâyede bana şifâ versin Bu yaptığınız tövbe sâdece işlemiş olduğunuz günahlardan tövbe etmek değildir Bu tövbe aynı zamanda her şeyden sıyrılıp sâdece Allah’a sığınma, yüce Nakşibendiyye yolu ile bağdaşmayan her türlü hareketten sıyrılma, bundan sonra dünyânın zînet ve hazlarına dalmaktan kaçınma, dünyânın alımlı ve göz boyayıcı menfaatleri için yarışmaktan sakınma gâyesi güdülmelidir ”
Muhammed Ziyâeddîn Nurşînî hazretleri böylece vefâtından önce yerine geçecek kimseyi belirledi ve bütün bağlıları ile talebeleri teslim edeceği bir vekil tâyin etti Vefât zamânı yaklaşmasına ve hastalığı iyice fazlalaşmasına rağmen sünnetlere eksiksiz uymaya gayret etti Rûhunu teslim edeceği anlarda bile suyu üç yudumda içti İlk yudumu besmele ile ve son yudumu da hamd ederek bitirdi Yine abdestin hiçbir sünnetini terk etmedi Vefât edeceği gece bir an önce sabah vaktinin girmesini istiyor, bu yüzden devamlı saatin kaç olduğunu soruyordu Bir kere saatin yedi olduğu söylenince; “Yediden on ikiye kadar beş saat var, o da hayli uzun ” buyurdu Hattâ komada bulunduğu sırada sabah vaktinin girip girmediğini sorarak yanında bulunanlara; “Abdest alıp, namazlarınızı kıldınız mı?” diye sordu Orada bulunanlar “Evet kıldık ”deyince; “O halde ben de abdest alıp kılayım da namazımı kaçırmayayım ” buyurdu Yatağın kenarına geldi ve eksiksiz bir abdest alıp yine eksiksiz bir şekilde namaz kıldı Ev halkından biri misvak getirdi, dişlerini misvaklamak istedi Misvağı kendisi alarak sünnete uygun bir şekilde misvakladı Şuuru son ana kadar yerindeydi Yanına gelenleri tanıyor, onlara yer gösteriyor, sorularına cevap veriyordu Bu sırada şeyhinin oğlu Muhammed Cüneyd kapıdan girince, onu tanıyarak; “Yâ Şeyh Cüneyd, şöyle buyur!” diye seslendi Bir gece önceki gördüğü rüyâsını şöyle anlattı:
“Çok sayıda asker gelip Üstâd-ı A'zam hazretlerinin türbesini ziyâret etti Yer ile gök arasını bembeyaz kuşlar doldurdu Bu beyaz kuşlardan büyük biri bana gelerek; “Hazır ol, saat on bir veya on ikiden sonra yâni sabah açtıktan sonra yola çıkacaksın ” dedi Ziyâeddîn Nurşînî hazretleri bu rüyâyı anlattıktan sonra ev halkı yanından dışarı çıkarak, bir iki kişi yanında kaldı Üzerinde ölüm alâmetleri belirince, yanında bulunan talebelerinden biri; “Anlaşılan siz bizleri şaşkın ve yetim bırakıyorsunuz Sizden sonra bizim sâhibimiz ve rehberimiz yoktur ” dedi Bu sözler üzerine; “Elhamdülillah sen varsın ” diye karşılık verdi O talebesi; “Benim varlığım sizin sâyenizle idi Yoksa ben neyim, ne faydam olabilir?” diye cevap verdi Bunun üzerine; “Allah var, O herkese yeter ” diye karşılık verdikten sonra; “Benim Allah’tan başka hiçbir şey ile alâkam kalmadı ” dedi Talebesi onun yanında her gece okuduğu Seyyidü’l-istiğfâr ile Bekara sûresinin sonunu okumaya başladı Ziyâeddîn Nurşînî hazretleri de onun arkasından okudu Yûnus aleyhisselâmın tesbihini okudu Arkasından kendisine; “Artık şimdi, Lâ ilâhe illallah, demenin vakti değil mi?” denildi Ziyâeddîn Nurşînî hazretleri; “Evet Hâce-i Ahrâr hazretlerinin belirttiğine göre bin fennin bilgisine sâhib olsan bile, bunların hepsi gider ve âhirette sana sâdece “Lâ ilâhe illallah kalır” diye cevap verdi Sonra kendi hâline net bir ses tonu ile; “İnne fî halkıssemâvâti  ” âyetinden îtibâren Âl-i İmrân sûresinin sonunu okudu Okuması bitince yanında bulunanlarla bâzı hususları konuştuktan sonra sustu Yanında bulunanlar da bir şey söylemediler Kendi eli ile bir kere dişlerini misvakladı Bir ara işâreti üzerine alnını su ile ovdular Mübârek nefesi kesilinceye kadar hiçbir söz söylemedi Mübârek dili üst damağına yapışık durumda; “Lâ ilâhe illallah” kelimesini tekrar ederek 1923 (H 1342) senesi Receb ayının 27 Cumâ günü sabah namazından sonra Bitlis’in Nurşin köyünde rûhunu teslim etti Son nefesini vereceği anda yüzünde ve alnında ayna gibi bir parıltı belirmişti Bu parıltıyı orada bulunan herkes görmüştü Ayrıca vefât edeceği günün sabahı yattığı odadan dünyâ kokularına benzemeyen hoş bir koku yayılmaya başlamıştı Yanına giren herkes bu kokuyu hissediyordu Bu koku gittikçe kuvvetlendi ve vefâtı sırasında odanın her yanını sardı ve dışarıdan bile hissedilir oldu Son nefesini verdiği anda ve cenâzesi yıkandığı zaman vücuduna değen her elbise veya bez parçasından aynı hoş koku dağılıyor ve üstelik bu koku sindiği yerden birkaç kere yıkansa bile çıkmıyordu
Muhammed Ziyâeddîn Nurşînî hazretlerinin cenâzesini Molla Abdullah Ba'lekî ile Molla Abdülkerîm Tertûî diğer dostlarının yardımı ile yıkadılar Sağlığında işâret ettiği gibi babası Abdurrahmân Tâgî hazretlerinin yanıbaşına defnedildi
Ziyâeddîn Nurşînî hazretlerinin tek oğlu olan Molla Fethullah kendisinden önce vefât etmişti Molla Fethullah’ın büyük oğlu Cemâleddîn ise kendisinden on üç gün sonra vefât etmiştir Geriye Âişe adında bir kızı ile Takıyyüddîn ve Nâsırüddîn adında iki torunu kaldı Nâsırüddîn daha sonra Şeyh Abdülhakîm Hüseynî'den hilâfet aldı Ziyâeddîn Nurşînî hazretlerinin her iki torunundan devâm eden evlatları hizmete devâm etmektedirler
Muhammed Ziyâeddîn Nurşinî hazretlerinin sevdiklerine ve talebelerine yazdığı mektûblarını, on üç halîfesinden Muhammed Alâüddîn-i Ûhînî toplamıştır Mektûbât adı verilen bu eserinde yüz on dört mektup vardır
İNSANIN ÖMRÜ KIYMETLİDİR
Ziyâeddîn Nurşînî, insanların ve kâinâtın yaratılış gâyesinden bahsederek buyurdu ki: “Ey kardeşim! Bu kâinâtın yaratılmasındaki hikmet, Allahü teâlânın mârifetine kavuşmaya, O’na yaklaşmaya ve O’na ibâdet etmeye çalışmaktır Nitekim Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmin Zâriyât sûresi 56 âyetinde meâlen; “Cinleri ve insanları ancak bana ibâdet etmeleri için yarattım ” buyurdu
İnsanlar bu dünyâya oyun, oyuncak, mal, evlat, soyu ile iftihâr etmek için gelmedi Allahü teâlânın rızâsını kazandıran ve O’nun rahmetini celb eden şeylere çalışmanız gerekmektedir İnsanın ömrü kıymetlidir Onunla alçak ve aşağı olan dünyâyı değil, en azîz ve matlûb olan âhireti istemek lâzımdır Zîrâ dünyâ, insanı Allahü teâlâdan uzaklaştıran şeylerdir ”
UTANMAK
Ziyâeddîn Nurşînî bir sohbeti sırasında şöyle buyurdu: “Eğer insan bir hıristiyan çocuğundan utandığı kadar Allahü teâlâdan utansa, o kimseden ilâhî emirlere zıt bir hareket zuhûr etmez Meselâ zinâ işlemek gibi büyük bir günâhı işlemek üzere olan kimse, bir hıristiyan çocuğunun geldiğini görse, onun kendilerini göreceğini anlasa, hemen bu kötü işten kaçınır Çocuğun görmesinden utanır Halbuki Rabbülâlemînin her an kendisiyle berâber olduğunu düşünmez O her an insanı görmektedir Vazîfeli melekler de onun durumunu bilmektedir ”
1) İşâretler; s 200-219
2) Mektûbât; s 223
3) Sohbetler; s 17, 21, 64, 274
4) Eshâb-ı Kirâm; (14 Baskı) s 213
5) El-Minah; s 216
|