Prof. Dr. Sinsi
|
Zünnûn-İ Mısrî
ZÜNNÛN-İ MISRÎ
Mısır’da yetişen büyük velîlerden İsmi Sevbân bin İbrâhim, künyesi Ebü’l-Feyz, lakabı Zünnûn, nisbesi el-Mısrî’dir Güney Mısır’ın Sudan’a yakın sınır bölgesinde yaşayan Nûbe kabîlesindendir Bu sebeple babası en-Nûbî nisbesiyle anılır 772 (H 155) târihinde doğdu 859 (H 245) târihinde Mısır’da vefât etti Eshâb-ı kirâmdan Amr bin Âs hazretlerinin yanına defnedildi
Zünnûn-i Mısrî hazretlerinin hocası, Mâlikî mezhebinin imâmı, Mâlik bin Enes hazretleridir Muvattâ’yı bizzat kendisinden okudu ve fıkıh ilmini ondan öğrendi Mânevî ilimleri Şeyh İsrâfil hazretlerinden öğrenip kemâle ulaştı Fakat hâlini bilmeyen pekçok kimse, ona düşman oldu ve vefâtına kadar değerini anlayamadı
Mısır’da tasavvuf ilmini ilk defâ o açıkladı Yüksek din ilimlerinin sekizincisi olan tasavvuf, ahlâk ilmi, onun açıklamasından ve izahlarından sonra Mısır’da yayıldı ve nice kimselerin dünyâ ve âhiret saâdetine kavuşmasına sebeb oldu
Zünnûn-i Mısrî hazretleri, cenâb-ı Hakk’ın âşığıydı O’nun sevgisi ile deli divâne olurdu Darda kalanların dostu, dehşet içinde olanların tesellisi ve hasrette kalanların arzusuydu
Zünnûn-i Mısrî’nin hak yolu bulması şöyle anlatılır: Bir ağaç altında otururken, iki gözü kör bir kuşun ağaçtan indiğini, yeri eşerek altın bir kutu çıkardığını gördü Dikkat edince kutunun içinde susam olduğunu ve kuşun bunu yediğini gördü Daha sonra başka bir yeri gagası ile eşti ve başka bir kutuda bulunan suyu içti Tekrar gagası ile gömdü Ağaca kondu Topraktaki kutu yerleri belirsiz hâle geldi Bu hâli gören Zünnûn-i Mısrî hazretleri, Allahü teâlâya tevekkül etmenin gerçeğini anladı ve tevekkül etmeye karar verdi Biraz ileride, bir vîrânede fakirlerle karşılaştı Geceyi birlikte geçirdiler Ertesi gün, Zünnûn-i Mısrî hazretleri, bir küp altın buldu Bu küpün ağzında bulunan tahta kapakta, Allah ismi yazılıydı Altınları fakirlere dağıttı, kendisi de tahtayı alıp, o gece de orada yattı Uyandıkça, yazıyı öpüp başına koyup gözüne sürüyordu Gece rüyâsında kendisine; “Arkadaşların altınları aldılar Sen Allahü teâlânın ismini azîz tuttun Sen de dünyâda azîz ol!” dediler Sonra uyandı O anda, gönlü ve içi nûrla doldu
Zünnûn-i Mısrî, güzel halleri ve kerâmetleriyle meşhûr oldu Zünnûn lakabının verilmesine sebeb şu hâdise olmuştur: Bir deniz yolculuğu sırasında, bindiği gemide bir tüccara âit mücevher dolu bir kese kaybolmuştu Gemide bulunanlar, sen aldın diyerek ona iftirâ edip, hakârete ve işkence yapmaya başladılar Suçsuz olduğundan, duâ ederek kurtulmak istedi Allahü teâlâya duâ edince, hemen suyun yüzüne, ağızlarında birer mücevher bulunan binlerce balık çıktı O balıkların ağzındaki mücevherden bir tâne alıp gemidekilere verdi Bu durumu gören gemideki esas hırsız keseyi getirip verdi Bunun üzerine Zünnûn-i Mısrî hazretleri işkencelerden kurtuldu Bu sebeple ismine, balık sâhibi, balıkçı mânâsında “Zünnûn” denilmiştir
Şeyhülislâm Abdullah-ı Ensârî onun hakkında; “Zünnûn, ne kerâmetle bilmek mümkün olan ve ne de makamları medhedilebilen bir zümredendir O, zamânının imâmı ve mânevî ilimlerde önderdi ” buyurdu
Bir gün Zünnûn-i Mısrî hazretlerinin yanına birisi geldi ve; “Borcum var, ödemek için hiç param yok” dedi O da yerden bir taş alarak o zâta verdi Borçlu onu çarşıya götürdüğünde, cebindeki taşın zümrüt olduğunu gördü Dört yüz altına sattı ve borcunu verdi Kalan ile de rahat geçindi
Bir genç, Allah adamlarını, velîleri inkâr ederdi Zünnûn-i Mısrî hazretleri yüzüğünü ona verip; “Bunu çarşıya götür, bir altına sat ” buyurdu Götürdü, çarşıdakiler bir gümüşten fazla vermediler Genç geri gelip durumu anlattı “Mücevherâtçılara götür, bakalım ne verirler ” buyurdu Bin altına o yüzüğü satın almak istediler Genç geri dönüp durumu haber verdi O zaman gence; “Senin Allahü teâlânın sevgili kullarını anlamadaki ilmin, çarşıdakilerin bu yüzüğü bilmeleri ve ona değer biçmeleri gibidir ” buyurdu Genç bu söz üzerine tövbe ederek kalbinden o inkârı attı
Bir gün ihtiyar bir kadın çâresiz olarak, Zünnûn-i Mısrî hazretlerinin yanına geldi ve; “Biricik oğlumu, ciğerpâremi Nil’de timsah kaptı Ne olur kurtar ” diye yalvardı Zünnûn-i Mısrî hazretleri, Nil Nehrine gitti Orada ellerini açıp; “Yâ Rabbî! Şu kadının çocuğunu kurtar ” diye yalvardı Biraz sonra, su üzerinde bir timsah göründü Kenara yaklaşıp çocuğu sağ sâlim bırakıp gitti Bu hâdise kadının çok tuhafına gitti ve; “Ey Zünnûn! Esâsen size inanmamıştım ve ciddiye de almamıştım Şimdi yanıldığımı ve Allahü teâlânın sevgili kulunun duâsını nasıl kabul ettiğini gözümle gördüm ” dedi ve Zünnûn-i Mısrî hazretlerinin büyüklüğünü kabûl etti, kendisinden özür diledi
Bir zaman iftirâ sebebiyle Zünnûn-i Mısrî hazretlerini hapsettiler Günlerce aç kaldı Bir kadın iplik parası ile hazırladığı yemekten ona gönderdi Zünnûn-i Mısrî hazretleri o yemekten yemedi Kadın bunu işitince, üzüldü “Helâl para ile yaptığımı biliyorsun, niçin yemedin?” dedi “Evet yemek helâldi Fakat zâlimin tabağı içinde getirdiler ” buyurdu Yemeği zindancıların tabağında getirmişlerdi
Zamânın hükümdârı bir gün Zünnûn hazretlerini, hakkındaki ithamların aslını öğrenmek için huzûruna çağırttı Hükümdârın yanına götürülürken yolda bir ihtiyarla karşılaştı İhtiyar, Zünnûn-i Mısrî hazretlerine bakarak; “Şimdi seni hükümdârın yanına çıkartacaklar Sakın ondan korkma, onu üstün görme, asıl korkulacak Allahü teâlâdır Kendini haklı göstermeye çalışma Yapılan ithamlar dışında isen, sana haksızlık yapılmışsa Allahü teâlâya sığın, seni kurtarır ” dedi
Hükümdârın karşısına çıkarılınca, hükümdar; “Senin için zındıktır, doğru yoldan ayrıldı, kâfirdir, diyorlar Bu ithamlara karşı ne dersin?” diye sordu
Zünnûn-i Mısrî hazretleri; “Ne söyleyeyim Hayır, değilim desem, bana bu isnâdı yapmış olan müslümanları itham etmiş, onların yalancı olduklarını söylemiş olurum Evet, öyledir desem, yalan söylemiş olurum Bu bakımdan siz reyinize mürâcaat ediniz ve hükmünüzü buna göre veriniz Ben nefsimden yana olup, onu müdâfaa edecek değilim ” dedi
Bunun üzerine, hükümdâr biraz düşünüp; “Bu kimse yapılan iftirâlardan uzaktır ” diyerek onu serbest bıraktı
Yûsuf bin Hüseyin şöyle anlatır: “Bir gün Zünnûn-i Mısrî'nin yanına gittim Bana; “Bir zaman Mısır’ın bir köyüne gidiyordum Yolda uyudum Bir müddet sonra uyandığımda, yer yarıldı ve içinden iki tabak çıktı Birisinde semsem isminde bir yemek, diğerinde ise gül suyu vardı Bana; “Ey Zünnûn bunlardan ye ve bundan iç!” dediler Ben bir müddet tereddüd ettim Sonra kalbime onları yememek isteği geldi Onlar âniden kayboldu Gâibden bir ses geldi ve dedi ki: “Ey Zünnûn bu senin için büyük bir imtihandı Sen imtihanını çok iyi verdin ” diye anlattı
Ebû Câfer anlatır: “Bir gün Zünnûn-i Mısrî hazretlerinin yanındaydım Eşyâların evliyâya itâatinden bahsediyordu “Meselâ şu sandalyeye odanın dört köşesini dön desem, döner ve eski yerine gelir ” buyurdu Sonra sandalyeye odanın dört köşesini dön dedi Sandalye odanın dört köşesini döndü ve eski yerine geldi Orada bulunan bir genç ağlamaya başladı ve; “Allah!” diyerek can verdi Bana dönerek; “Ey Ebû Câfer, eğer bize itâat eden her şeyi size gösterseydik, siz de bu genç gibi olurdunuz ” buyurdu
Bekr bin Abdurrahmân anlatır: “Bir gün Zünnûn-i Mısrî hazretleri ile birlikte yolda gidiyorduk Bir dere kenarında kuru bir ağacın üstüne oturdular O anda canım tâze hurma yemek istedi Fakat o bölgede hurma ağaçları yoktu ve hurma mevsimi de değildi Zünnûn-i Mısrî hazretlerinin bana dikkatli bir şekilde baktığını gördüm “Ey Bekir! Canın çok mu tâze hurma istiyor?” diye sorunca, ben de; “Evet efendim ” dedim O zaman kuru ağaca; “Haydi sen bizi bir hurma ağacının yanına götür!” deyince, baktım o kuru ağaç, Allahü teâlânın izniyle yürümeye başladı Bizi epey uzakta, hurmaları olmuş bir ağacın yanına götürdü Zünnûn-i Mısrî bana; “Ey Bekir, doyuncaya kadar tâze hurma ye!” dedi Ben doyuncaya kadar hurma yedim Sonra Zünnûn-i Mısrî kuru ağaca; “Bizi yerimize götür ” buyurdu O ağaç bizi eski yerimize getirdi Ben nereye gidip geldiğimizi bilmiyordum
|