Yalnız Mesajı Göster

Zünnûn-İ Mısrî

Eski 08-02-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Zünnûn-İ Mısrî




Kendisi şöyle anlatır: “Bir gün dağlarda dolaşırken bir topluluk gördüm Hepsi bir yerinden rahatsızdı “Siz burada ne yapıyorsunuz?” diye sorduğumda bana; “Şurada bir âbid var, her sene bir sefer dışarı çıkar, bize okuyunca hepimiz şifâ buluruz” dediler Ben de onlara katılarak, dışarı çıksın diye bekledim Bir adam çıktı Yüzü sarı, vücûdu zayıf ve gözleri çukurlaşmıştı Heybetinden dağ sallandı Sonra şefkatli bir gözle onlara baktı, sonra semâya baktı, onlara doğru üfleyince, hepsi şifâ buldu Yerine gitmek isterken, eteğine yapışıp; “Allah için onları maddî hastalıklardan kurtardın Benim de mânevî hastalığımı tedâvi et” dedim “Ey Zünnûn, elini eteğimden çek! Allahü teâlâ seni gördüğü hâlde, O’nu bırakıp benim eteğimi tuttun Allahü teâlâ ikimizi de helâk eder” dedi

Zünnûn-i Mısrînin on sene canı mahallî bir yemek istedi Yememesine rağmen bir bayram gecesi nefsi kendisine; “Ne olur, bayram günü olsun bana bu yemeği versen” deyince, Zünnûn-ı Mısrî hazretleri; “Ey Nefs! Şâyet bu gece bana yardım edip de, iki rekat namazda Kur’ân-ı kerîmi hatim edersen, sana bu yemeği veririm” dedi Ertesi gün bayram namazından sonra nefsinin arzu ettiği yemeği getirdiler Tabaktan bir lokma almasına rağmen tekrar geri koydu ve namaza durdu “Niçin böyle yaptın?” deyince; “Tam yiyeceğim sırada nefsim bana en sonunda maksadıma ulaştım, dedi Ben de, hayır ulaşmadın, diyerek lokmayı geri koydum” cevâbını verdi

Bir gün bir çocuk, Zünnûn-i Mısrî hazretlerinin yanına gelip; “Bana büyük mikdârda para mîrâs kaldı Bunu sizin hizmetinizde sarf etmek istiyorum” dedi Zünnûn-i Mısrî; “Bülûğ ve reşîd çağın geldi mi?” deyince, çocuk; “Hayır” dedi Zünnûn-i Mısrî hazretleri o zaman; “Senin paranı harcamak uygun olmaz, rüşd oluncaya kadar sabret” dedi Çocuk reşîd olunca hazret-i Zünnûn’un hizmetinde bulunmaya başladı ve bütün parasını fakirlere dağıttı Bir gün önemli bir ihtiyâcı karşılamak için borç para almak îcâb edince, çocuk; "Keşke daha fazla param olsaydı da, bu yolda harcasaydım” dedi Zünnûn-i Mısrî hazretleri bu sözleri üzerine çocuğun daha olgunlaşmadığını anladı Genci yanına çağırarak; “Falan attara git, falan ottan üç dirhem versin” dedi Genç gidip söylenileni alıp getirdi Zünnûn-i Mısrî hazretleri; “Bunları havanda ez, yağda hamur hâline getir, ondan üç boncuk yap ve hepsini iğne ile delerek bana getir” dedi Genç söylenilenleri yapıp onun yanına gitti Zünnûn-i Mısrî hazretleri üç boncuğu eline aldı, biraz oğuşturdu ve duâ etti Herbiri hiç kimsenin görmediği birer mücevher oldu Gence dönerek; “Bunları al pazara götür, değerini öğren gel” dedi Genç pazara gitti, bunların herbirine yüz bin dirhem altın verildiğini öğrendi Gelip durumu Zünnûn-i Mısrî’ye bildirince, ona; “Bunları havana koy, ufala ve suya at gitsin Şunu bil ki talebelerim ekmek bulamadıkları için aç değil, istedikleri için açtırlar” dedi Bunun üzerine genç tövbe etti Gönlünde dünyânın hiçbir değeri kalmadı

Kendisi anlatır: “Bir gün Mekke’de Kâbe-i şerîfi tavaf ederken, Kâbe ile gök arasında bir nûrun sütun gibi durduğunu gördüm Sonra kaybolan bu nûrun, kimden veya kim için yükseldiğini merak ettim Tavâfımı bitirdikten sonra iki rekat namaz kıldım O nûru düşünürken, acıklı bir ses duydum Sesin kimden geldiğini merak ettim ve bir kadının Kâbe’nin örtüsüne tutunup göz yaşı döktüğünü gördüm Ağzından şu kelimeler dökülüyordu; “Ey dostlar dostu, sen bilirsin! Ey gönül dostum sen bilirsin! Sana olan sevgimi o kadar gizledim ki, kalbim ve rûhum daralmaya başladı” Kadının muhabbet ateşi içinde söylediği bu sözler içimi sızlattı Sonra kadın kendinden geçti Biraz sonra kendine gelince, şöyle niyazda bulundu: “Allahım! Ey tek sâhibim! Ey koruyucum! Bana olan sevgin hürmetine beni bağışla!” Buna şaşırdım ve kendisine yaklaşarak; “Allah'ım! Sana olan muhabbetim hürmetine, deseydin olmaz mıydı?” diye sordum Bana dikkatle baktı ve; “Yaklaş ey Zünnûn! Bilmez misin Allahü teâlâ Kur’ân-ı kerîmde sevdiği bir milletten söz ederken; “Allah onları sever, onlar da Allah'ı sever” buyurmuştur Bunun için benim O’na olan sevgim hürmetine demedim O’nun bana olan sevgisi hürmetine dedim” diye cevap verdi Ben ona; “Doğru söylediniz Fakat benim Zünnûn olduğumu nereden bildiniz?” dedim “Ey Zünnûn! Cebbâr olan Allahü teâlânın mârifetiyle tanıdım” deyince, vilâyet makâmına ulaşmış bir hâtun olduğunu gördüm Daha sonra bana; “Ey Zünnûn! Dön arkana bak, ne var?” deyince, arkama baktım, hiçbir şey göremedim, hemen kadına döndüm, kadın kaybolmuştu

Şeyhülislâm Abdullah-i Ensârî buyurdu ki: “Zünnûn-i Mısrî'nin getirdiği ilk ilim tövbedir ki, avâm ve havâs kabûl etti İkincisi tevekkül, muâmele ve muhabbet ilmi idi ki, bunu havâs kabûl etti, avâm kabûl etmedi Üçüncü ilim de, hakîkat ilmi idi ki, halkın ilim ve akıl seviyesine göre değildi Şüphesiz onu anlayamadılar ve uzaklaştılar Böylece onu inkâr ettiler, onunla vefâtına kadar mücâdele ettiler

Zünnûn-i Mısrî hazretleri sevdiklerine buyurdu ki: “Fesadın altı sebebi vardır: 1) Âhiret işindeki niyetin zayıflığı, 2) Bedenin şeytana esir olması, 3) Ecelin yakın olmasına rağmen uzun emelin gâlip gelmesi, 4) Kulun rızâsını Allahü teâlânın rızâsından önde tutmak, 5) Hevâ ve hevese uyup sünneti terk etmek, 6) Önce geçenlerin iyiliklerini söylemeyip kusurlarını araştırmak

Zünnûn-i Mısrî hazretleri az yemek yemeyi tavsiye ederdi Bu sebeple; “Ben hiçbir zaman mîdemi doyurmadım Çünkü ne zaman mîdemi dolduracak olsam, ya günaha düşerim veya günah işleme arzusuna kapılırım” buyurdu

Üç şeyin üç şeyle birlikte bulunmamasına üzülür ve şöyle derdi: “İlim var amel yok Amel var ihlâs yok, ihlâs var teslimiyet yok

Zünnûn-i Mısrî hazretleri anlatır: “Benî İsrâilde yedi yüz sene Allahü teâlâya ibâdet eden bir âbid dâimâ: “Yâ Rabbî! Senin rızânı isterim!” diyordu O sırada peygamber olan Danyal aleyhisselâma vahy geldi ki; “O âbide söyle, eğer göktekilerin ve yerdekilerin ibâdetini yapsa, yeri Cehennem'dir!” Danyal aleyhisselâm bunu o âbide bildirdi Bunu duyunca sevindi ve; “Ey Rabbimin hükmü! Ne hoşsun! O’nun kazâsı hoş geldin!” dedi Sonra da; “Ey Allah'ın peygamberi! Yedi yüz yıl Hakk'ın rızâsını istedim O’nun mülkünde kendimi sivrisinekten aşağı kabûl ettim Şimdi, Cehennem’in odunu olmaya lâyık olduğumu ve O’nun rızâsının bunda bulunduğunu, yâni Cehennem'e gideceğimi anladım Artık O’nun rızâsı olan yeri ister oldum” dedi Yine vahy geldi ki: “Ey Danyal! O kuluma söyle, o benden râzı olunca, ben de ondan râzıyım Onu Cennet ve Cemâlime lâyık eyledim

Zünnûn-i Mısrî hazretlerine; "Kul hangi sebeple Cennet'e girer?" diye soruldukta; “Beş şey ile: Eğrilik bulunmayan bir doğruluk, gevşeklik bulunmayan bir gayret, gizli âşikâr Allahü teâlâyı anmak (murâkabe etmek), yol hazırlığı yapıp, ölüme hazırlanarak, ölümü beklemek, hesâba çekilmeden önce kendini hesâba çekmek” buyurdu "Allah korkusunun alâmeti nedir?” denilince; “Bu korkunun, diğer bütün korkulardan kişiyi emin kılmasıdır” cevâbını verdi

Kulun ihlâs sâhibi kimselerden olduğu nasıl belli olur? diye sorduklarında; “Kendisini tam mânâsıyla ibâdete verip, insanların nazarında mertebe ve îtibârının silinmesini severek kabûl ettiği zaman” cevâbını verdi

İnsan, Allahü teâlânın saf kullarından olduğunu, ne zaman ve nasıl anlar? diye sordukları zaman; “İnsan bu durumu şu dört şeyle bilir Rahatı terk ederse, az olsa bile, olandan verirse, fakirleşmesi kendisine sevimli gelirse, övülmek ve kötülenmek kendisine aynı gelirse” cevâbını verdi

Bozulan kalbi düzeltmek için ne yapmak lâzımdır? diye sorduklarında; “Beş şey yapmalıdır Helâl yemek, Kur’ân-ı kerîm okumak, sâlihlerle sohbet, gece ibâdet etmek, seher vaktinde ağlamak” cevâbını verdi

Kalbini en güzel koruyan kimdir? diye sorduklarında; “Diline en çok hâkim olan” cevâbını verdi



Alıntı Yaparak Cevapla