Yalnız Mesajı Göster

Hasan-İ Basrî

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Hasan-İ Basrî




HASAN-I BASRÎ

Tâbiînin ve bu devirdeki evliyânın en büyüklerinden İsmi, Hasan bin Ebi'l-Hasan Yesâr'dır Künyesi Ebû Muhammed ve Ebû Saîd'dir Aslen Basralı olduğu için Basrî ismiyle meşhûr olmuştur Babasının ismi, Firûz, Yesâr veya Câfer'dir Annesininki ise, Hayre'dir 641 (H21) senesinde Medîne-i münevverede doğdu 728 (H110) senesinde Basra'da vefât ettiKabri Basra'da Sâlihiyye adı verilen yerde olup sevenleri tarafından ziyâret edilmektedir

Hasan-ı Basrî hazretlerinin babası Basralıydı Müslüman olmadan önce Fîrûz ve Yesâr isimleriyle anılıyordu Müslüman olunca Câfer ismini aldı İslâm ordularının gittiği Meysân fethi sırasında esir düştü Eshâb-ı kirâmdan Zeyd bin Sâbit el-Ensârî'nin kölesi oldu Annesi Hayre Hâtun ise Peygamber efendimizin (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımlarından Ümmü Seleme'nin (radıyallahü anhâ) câriyesi, hizmetçisiydi Bu ikisi müslüman olmadan evlendiler Hazret-i Ömer'in halîfeliği sırasında 641 (H21) senesinde bu evlilikten Hasan-ı Basrî dünyâya geldi Doğduğunda teberrüken ad koymak üzere hazret-i Ömer'e götürdüler Hazret-i Ömer onun güzel yüzünü görünce; "Adı Hasan (güzel) olsun" buyurdu Böylece Hasan adı verildi

Hâlen müslüman olmamış olan bu âile, Medîne'deVâdi'l-Kurâ denilen yerde oturuyordu Annesi Hayre, Ümmü Seleme'nin (radıyallahü anhâ) evine gidip geliyor, onun hizmetini görüyordu Küçük Hasan-ı Basrî'yi de berâberinde götürüyordu Annesi Ümmü Seleme'nin bir ihtiyâcını görmek için dışarı çıktığında henüz bebek olan Hasan-ı Basrî ağlıyor, hazret-i Ümmü Seleme de onu şefkat dolu kollarına alarak bağrına basıyor ve hattâ onu emzirdiği oluyordu Hazret-i Ümmü Seleme; "Yâ Rabbî! Sen bu çocuğu âleme imâm ve Âdemoğullarına uyulacak kimse kıl Halk ona uysun, onun gittiği hak yolunu tutsun" diye duâ buyurdu Hazret-i Ümmü Seleme ihtiyar olduğu halde bu mübârek çocuk sebebiyle Allahü teâlâ onu emzirmesi için süt ihsân etmişti Hasan-ı Basrî'nin bütün hayâtı boyunca, fikrî yapısına ve yaşayışına tesir ederek mutluluğunu hazırlayacak olayların başta geleni belki de budur Ondaki hikmet ve fesâhatin sırrını bu hâdiseye bağlayanlar vardır

Zamanla anne ve babası müslüman oldular ve kölelikten âzâd edildiler Böylece huzurlu ve mutlu bir âilenin çocuğu olan Hasan-ı Basrî'nin çocukluğu Medîne-i münevverede geçti Bu sebepleArapçayı en iyi şekilde öğrendi Hazret-i Ümmü Seleme'nin evine annesiyle birlikte gidip gelen Hasan-ı Basrî, İslâm ahlâkıyla yetişti Çocuk yaşta Kur'ân-ı kerîmi ezberledi İlk gençlik yılları Hazret-i Osman'ın halîfeliği sırasında Halîfenin Mescid-i Nebîde irâd ettiği bir hutbeyi dinlediHazret-i Osman'ın sohbetlerinde bulunup istifâde etti Bu yüce halîfenin âsiler tarafından şehîd edilmesine şâhid oldu Hasan-ı Basrî bu sırada on dört-on beş yaşlarındaydı Medîne-i münevverede bulunduğu sırada Eshâb-ı kirâmın ileri gelenlerini görüp onların sohbetlerinde bulundu Yetmiş tânesi Bedir Harbine katılmış olan yüz otuz civârında Sahâbe-i kirâmdan (radıyallahü anhüm) ilim ve feyz alıp, hadîs-i şerîf dinledi Zâhirî ilimlerde yüksek derecelere yükseldi

Hasan-ı Basrî on beş, on altı yaşlarındayken âilesiyle birlikte Medîne-i münevvereden ayrılarak zamânın önemli ilim merkezlerinden olan Basra'ya gitti

Babasının memleketi olan Basra'ya yerleştikten sonra Abdullah bin Abbâs, Enes bin Mâlik, Abdurrahmân binSemûre, Semûre bin Cündeb, İyâd bin Himâr, Ma'kıl bin Yesâr ve Esved bin Serî radıyallahü anhüm gibi sahâbilerin ilim meclislerinde ve sohbetlerinde bulundu Hadîs, tefsîr, fıkıh ilimlerinde yüksek ilim sâhibi oldu

Bundan sonra Abdurrahmân ibniSemûre komutasındaki orduyla Sicistan'a giden Hasan-ı Basrî rahmetullahi aleyh, ilmî çalışmalarının yanında fetih ordularına da katıldı Yine İbn-i Ziyâd, Horasan'a vâli olunca onunla birlikte Horasan'a gitti On sene kadar süren faâliyetleri sırasında birçok sahâbî ile görüştü Onlardan ilim öğrendi ve rivâyetlerde bulundu Daha sonra Basra'ya dönüp orada bulunan sahâbîlerden ve Tâbiînin büyüklerinden ders almaya devâm etti BöyleceEshâb-ı kirâmın Peygamberimizden naklen bildirdiği îtikâd, îmân, zâhir ilimlerini iyice öğrendi ve yetişti

Hasan-ı Basrî hazretleri tasavvuf yoluna girmeden önce inci ticâreti ile meşgûl oldu Bu yüzden Hasan-ı Lü'lûî diye anıldı Ticâret için çeşitli yerlere gidiyordu Ticâretle uğraşıp zengin olmuştu Bir defâsında yine ticâret için Rum diyârına (Anadolu'ya) gitmek üzere yola çıktı Uzun ve meşakkatli yolculuktan sonra Kayseriyye şehrine ulaştı Vardıkları şehrin kapısında o diyârın hükümdârına kıymetli hediyeler vererek ticâret izni almak âdetti Hazırladıkları hediyeyi hükümdâra takdim etmesi için vezire götürdüler Vezir; "Bugün bir tören var, yarın takdim edelim" dedi

Hasan-ı Basrî o gece vezirin konağında misâfir kaldı Sabah olunca vezire kendilerinin de yapılacak törenleri takib etmek istediklerini bildirdi Vezir kabûl etti Vezirle birlikte tören yerine geldiler Gördükleri manzara şöyleydi: Büyük bir meydanın ortasında süslü bir çadır kurulmuştu Çadır saf ipek ve ibrişimden, direkleri ise gümüş ve altındandı Çadırın önünde parlak yumuşak şilteler, divanlar kurulmuştu Bu şilteler iyi cins atlastan ve çeşitli memleketlerden getirilmiş nâdide ve eşi bulunmayan kumaşlardan yapılmıştı Çadırın içinde ise bir tâbut bulunuyordu Hükümdârın ülkesinin ileri gelenleri, esnaf, çiftçi ve sanatkârları neleri varsa bütün malzemeleri ve âletleriyle meydanda hazırlanmışlardı Askerler ise alaylar hâlinde meydanın ortasındaki süslü çadırın etrâfında toplanmışlardı Askerler belli bir makam üzerine nâralar attılar, meydanın bir yönüne doğru çekilip gittiler Arkasından ülkenin ileri gelenleri, çiftçiler ve ticâret erbâbı kimseler çadırın etrâfında dönüp bağrıştılar Sonra onlar da bir yöne çekilip gittiler Arkasından o şehrin diğer insanları, atları üzerinde, mücevherlerle süslü civan yiğitler, feylosoflar, müneccimler, hâkimler, doktorlar ellerinde mesleklerinin işâreti olan âletlerle çadırın etrafında çeşitli nâmelerle dönüp gittiler Sonra vezir ve Kayser (hükümdâr) ve onların yakın has adamları meydanın ortasına doğru ilerleyerek ortada kurulu süslü çadıra girdiler Orada gerekli vazîfeler yapıldıktan sonra herkes evine döndü Hasan-ı Basrî de vezirle birlikte vezirin evine döndü ve yapılan tören ile ilgili bilgi sordu Vezir dedi ki: "Çadırın ortasındaki duran tâbut Rum Kayserinin oğlunun tâbutudur O genç, son derece güzellik sâhibi, kuvvetli ve heybetli idi Bütün fenlerde ve ilimlerde bilmediği bir husus yoktu Silâhşörlükte arkasını yere getiren bir er çıkmamıştı Gökten gelen bir âfet ile kazâya uğradı Kendisine verilen bütün ilaçlar ve devâlar şifâ vermedi ve öldü İşte her yıl bu günde o genci anmak için gördüğün bu törenler düzenlenir Herkes onun tabutunun bulunduğu çadırın yanına varır "Herbirimiz senin uğruna canımızı fedâya hazırız, ama ne yazık ki elimizden bir şey gelmiyor Bütün servetlerimizi, güzelliklerimizi, ilim ve hünerlerimizi emrine tahsis ettik, ama dünyâ kurulalı beri insanlar zengin fakir ölümden kurtulmaya muvaffak olamamışlardır" derler Vezir devâm ederek; "Ey tüccarbaşı! İşte bu mânâyı anlamak için Kayser ve diğer devlet erkânı ve hükümdârın yakınları çadıra girip cenâzeyi kucaklayarak tesellî bulmaya çalışırlar Ellerinden bir şey gelmediğini ve âcizliklerini anlayarak dağılırlar" dedi

Bu hâdise Hasan-ı Basrî'ye çok tesir etti Zâten dünyâ malının makam ve güzelliklerinin geçici olduğunu bilen Hasan-ı Basrî hazretleri bu hakîkati yakînen kavradı ve ticâreti bırakıp tamâmen âhirete yöneldi Dönüşünde, şehre girer girmez elindeki malların hepsini fakirlere ve ihtiyaç sâhiplerine dağıttı Basra Hâkimi olan Muhsin Ali'den el alarak tasavvuf yoluna yöneldi Tasavvuf yolunda kısa zamanda ilerleyip mânevî derecelere yükseldi Hiçbir zaman halktan bir şey kabûl etmedi Ancak hocası Muhsin Ali'nin izni ile vâz edip, talebelerini yetiştirdi

Hazret-i Ali, halîfeliği sırasında şehir şehir dolaşıp, halkını bizzat ziyâret edip dertlerini dinlemeyi kendisine âdet edinmişti Nerede bir şeyh veya vâiz görse veya duysa, giderek onu dinler, doğru yoldan ayrılanları edeplendirir, doğru olanları takdir ederdi Bu şekilde gezerken yolu Basra'ya düştü Devesinden inip orada üç gün kaldıŞehri baştan başa gezerken bir mecliste Hasan-ı Basrî'nin vâz ettiğini gördü Hemen meclisine dâhil olup vâzını dinledi ve beğendi Sonra ona; "Ey Hasan! Zamanın hâdiselerini anlatan biri misin? Yoksa hakîkî gerçeği öğretmek isteyen bir kişi misin?" diye sordu Hasan-ı Basrî; "Resûl-i ekremden bize ne ilim geldi ise onu yaymaya çalışıyoruz Haberini doğru bulduğum ilmi halka söylemekten çekinmiyorum" dedi Hazret-i Ali tebessüm ederek ona yöneldi ve tebrik etti Daha sonra meclisten dışarı çıktı Hasan-ı Basrî hazretleri onun hazret-i Ali olduğunu anlayıp hemen kürsüden indi, eteğinden tutup mübârek ayaklarına yüzünü gözünü sürüp öptü Sonra hazret-i Ali'den zikir telkini istedi Bâbü't-Taşt denilen yerde bulunuyorlardı Hazret-i Ali tasavvuf ile ilgili gizli sırları Hasan-ı Basrî'ye burada anlattı

SonraHasan-ı Basrî ona bîat etti Hazret-i Ali ona icâzet vererek zikir telkiniyle ve insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatmakla vazîfelendirdi Sonra tarîkattaki ilk Hilâfetnâme'yi yazıp Hasan-ı Basrî'ye verdi Tarîkat ehli arasında usûl olan "İzinnâme, icâzetnâme" denilen yazılı kâğıt verme usûlü hazret-i Ali'den kaldı



Alıntı Yaparak Cevapla