Prof. Dr. Sinsi
|
Muhammed Ma'sûm Fârûkî
Mekke-i muazzamada bulunduğu sıralarda, büyük kardeşiHâce Muhammed Saîd hastalanmıştı Hastalığı da ağırdı Kurtulması için duâ etti Teveccüh buyurdu Ağlayarak Allahü teâlâya sığındı Ellerini kaldırarak, içli duâ eyledi Sonra buyurdu ki: "Duâ esnâsında müşâhede eyledim ki; huşû ile ellerimi kaldırıp, Allahü teâlâya duâ ettiğim sırada, mahlûkatdan milyonlarcası, bana uyarak ellerini kaldırdılar Murâdımın hâsıl olması için, duâma iştirak ettiler Böylece duâm kabûl oldu Ağabeyimin rahatsızlığı geçip tam sıhhate kavuştu "
Yine buyurdu ki: "Kâbe'de idim Hazret-i İbrâhim'i, makâm-ı İbrâhim'de gördüm Onun yakınında inanılmıyacak zuhûrlar ve garîb hâller buldum "
Peygamber efendimizin dünyâyı şereflendirdikleri Rebî'ul-evvel ayının on ikinci gecesi, Kabe'deMültezem'in yanında iken, irşâd ile meşgûl olayım mı, yoksa bu işi bırakıp uzlette, kendi başıma mı ibâdetle meşgûl olayım diye Resûlullah efendimize tazarrû, yalvarma ve ilticâda bulundum Çok kıymetli olan irşâd ile meşgûl olmam için emrolundum Allahü teâlânın rızâsının tamâmen bu işte olduğunu ve bu işe gayret etmemi bildirdi Hattâ bunu terketmemin hiçbir şekilde rızâsına uygun olmadığı anlaşıldı
Urvet-ül-vüskâ Muhammed Ma'sûm hazretleriMekke-i mükerremeden ayrılıp, Cidde'ye geldiği zaman buyurdu ki: "Nûrlar ve esrâr, Harem-i şerîfin dışında, içindekilerden daha çok görünmeğe başladı Zîrâ, huzurda iken, nûrların ziyâsının çokluğu, onlara bakmamıza mâni oluyordu Bu yüzden hiçbir tarafa bakamıyordum ve her şeyi iyice anlayamıyordum Nûrların azalması, bakmayı kolaylaştırdığı için, anlamak da mümkün oluyor " SonraMedîne'ye gitmek üzere yola çıktı
Medîne-i münevvere yoluna büyük bir sevgi ile koyuldu Mescid-i nebînin nûrlarının eserlerinin, dalgalarının görünmesi, duyulmağa başlaması, bir an evvel bu kıymetli yerlere kavuşmağı hızlandırıyordu Bunun gibi Sahâbe-i kirâmın mübârek mezârlarına ulaşmak için tam gayret ediyordu Bedir vâdisine gelince, Sugra'da yatan Bedir muhârebesi şehîdlerinden hazret-i Abdülhâris'in mezârını ziyârete gitti Yanındakilerle berâber, bir müddet mezârın başında murâkabe eyledi Sonra; "Onun mezârının başında teveccüh ettim Kendisini bulamadım Bir müddet sonra görünüp, bize doğru geldi Büyük bir neşe ile beni karşıladı " buyurdu Sonra Medîne'ye girdiler Medîne'de Peygamber efendimizin kabrini ziyâret ederek, uzun müddet murâkabe ile meşgûl oldu ve; "Peygamberlerin sonuncusu, kereminin çokluğundan ve merhametlerinin fazlalığından gözüküp yanıma geldi Lütf ve inâyet buyurup beni kucakladı O kadar nîmete kavuştum ki, bunun gibisine bu zamâna kadar kavuşmamıştım " buyurdu Orada bulunduğu müddetçe Peygamber efendimizi bu şekilde defâlarca görmüştür
Muhammed Ma'sûm hazretleri Medîne-i münevverede bulunan Eshâb-ı kirâmdan birçok zâtın ve diğer büyük zâtların medfûn bulunduğu Bakî' kabristanını da ziyârete gitti Bu ziyâreti sırasında da, Eshâb-ı kirâmın büyüklerinin rûhâniyeti ile görüştü Bakî' kabristanında vedâ ziyâreti yaparken, hazret-i Osman'ın nûr saçan mezârı başında oturdu Diğer mezârları da ziyâret için oradan ayrılırken, hazret-i Osman'ın rûhâniyeti gözüküp onu uğurladı ve üç defâ öptü Ayrıca hazret-i Abbâs'ın, hazret-i Âişe'nin, hazret-i Fâtıma'nın, Peygamber efendimizin küçük yaşta vefât eden mübârek evlâdı İbrâhim'in ve diğer büyüklerin rûhâniyetini görmüştür Onların da feyz ve bereketlerine kavuştuğunu, herbirinden ayrı ayrı hâller gördüğünü bildirmiştir
Muhammed Ma'sûm-i Fârûkî hazretlerinin yüksek talebelerinden olan MuhammedHanîf-iKâbilî, gençlik yıllarında Kâbil şehrinde bulunurken, rüyâsında iki büyük zâtı görür Kim olduklarını merak edince biri gelip; "Her ikisi de Müceddid-i elf-i sânî İmâm-ıRabbânî hazretlerinin oğludur Biri rahmetler hazînesi Muhammed Saîd, diğeri Urvet-ül-vüskâ Muhammed Ma'sûm'dur " dedi O da beni Muhammed Ma'sûm'un huzûruna götür deyince, o şahıs da; "Ben senin yanına onun işâreti ile seni götürmek için geldim " dedi Onu alıp MuhammedMa'sûm hazretlerinin huzûruna götürdü Muhammed Hanîf, büyük müjdelerle dolu olan bu rüyâsından uyanınca, gördüklerini yakınlarına anlattı Büyük bir şevk ve cezbeye kapılmıştı Bunun üzerine Kâbil'den Serhend'e gitti Serhend'e varınca Muhammed Ma'sûm hazretlerinin huzûruna girip, aynen rüyâsındaki gibi gördü Ona talebe olup bir müddet derslerine ve sohbetlerine devâm etti Hocasının büyüklüğü, ihsânı ve himmeti ile aklından, hayâlinden geçmeyen derecelere, kulakların duymadığı, gözlerin görmediği mârifetlere kavuştu Hocasından icâzet ve hilâfet alarak memleketi olan Kâbil'e döndü İnsanları irşâda ve yetiştirmeye başladı Orada bulunan bir takım kimseler, hocasının ve onun üstünlüğünü anlayamayıp karşı çıktılar Nihâyet bir grup insan aralarında anlaşıp, Hâce Muhammed Hanîf'e geldiler: "Biz bir kerâmet, bir hârika görmeyince, sizin büyüklüğünüze inanmayız " dediler Ve; "Biz bir ziyâfet hazırlayacağız Üstâdınızı dâvet ediyoruz Bugün yemek vaktinde onun Serhend'den Kâbil'e gelmesini bekliyoruz Eğer gelirse, hepimiz senin taleben oluruz " diye ilâve ettiler Hâlbuki, hocası ile arasındaki mesâfe değil bir günlük, bir aylıktan daha uzak ve yüzlerce kilometre idi Hâce Muhammed Hanîf hazretleri, hocasına olan bağlılığının çokluğundan ve Allahü teâlânın kullarına şefkatinden, bunu kabûl eyledi ve; "Hocam Muhammed Ma'sûm hazretleri yemeği ekseriyetle yatsı namazından sonra yer Siz yemekleri hazırlayın, geleceğini ümid ederim " dedi
Oradakiler gülüp oynamaya, alaylı bir şekilde yemekleri ve misâfir odasını hazırlamaya başladılar Vakit gelince Hanîf'e; "Yatsı vakti oldu Artık yemek yiyelim " dediler Hâce Muhammed Hanîf hazretleri de; "Yemeği getirin, üstâdımın yemek yeme zamânı bu zamandır " buyurdu Oradakilerin bir kısmı yemeğin getirilmesi ile meşgûl oldular Bir de ne görsünler! MuhammedMa'sûm hazretleri altı oğlu ile birlikte evin kapısından girip kendileri için ayrılmış olan minder üzerine oturdu Yüksek oğulları da babalarının etrâfında halka şeklinde oturdular Oradakiler bu hâli görünce, hayretler içinde kaldılar Ne yapacaklarını şaşırdılar Özür ve af dilediler
Muhammed Ma'sûm hazretleri buyurdu ki: "Yalnız MuhammedHanîf'in hatırı için geldim Onu çok sevdiğim ve o da bana bağlı olduğu için onu kırmadım Yoksa maksadım, niyetim kerâmet göstermek değil Sakın bundan sonra evliyâdan kerâmet istemeyiniz Büyük zarar ve ziyanlara düşersiniz " Hep berâber yemeğe başladılar Hem yediler, hem de konuştular Konuşulanlar, yenenlerden tatlıydı Orada bulunanlar, Muhammed Ma'sûm hazretlerinin sohbetini dinleyerek kalblerindeki zulmetten kurtuldular Onu sevenler arasına girip, saâdete erdiler Her ne kadar Muhammed Ma'sûm hazretlerinin orada biraz kalmasını istediler ve bu bizim için en büyük saâdettir dedilerse de, Muhammed Ma'sûm hazretleri; "Hiç kimseye haber veremedim, bundan kimsenin haberi yok, belki bize bağlı olanlarda bir merak ve üzüntü hâsıl olur " buyurup, ayrıldılar
Sofî Pâyende Tılâ Kâbilî anlatır: "MuhammedMa'sûm hazretleri bana icâzet verdikten sonra, memleketime gidip, insanları irşâd etmemi emretti Bunun üzerine; "Efendim, irşâd makâmında bulunmak, masraf ister Gelen giden çok olur Benim ise sarfedecek bir şeyim yoktur " dedim Bu sözler üzerine bana; "Ey Sofi! Bir parça kırmızı ve bir parça da siyah kâğıt getir " buyurdu Hemen gidip getirdim Mübârek elleri ile o kâğıtları, para şeklinde kesti Sonra ıslatıp bana verdi Bu kâğıtlar o anda altın ve gümüş para oldu Hayretler içerisinde kaldım Kendi kendime; "Bu tasarrufu bana ihsan etselerdi, ne iyi olurdu" dedim Kalbimden geçeni anlayıp, bana tekrar buyurdu ki: "Peki bu tasarrufu Hak teâlânın izniyle sana verdim Ama ihtiyâcın olduğu zaman, kullanırsın Kırmızı kâğıdı yuvarlak yapar, ıslatırsan altın olur Siyah kağıdı ıslatırsan gümüş olur "Sonra izin alarak, memleketime gittim Evimize her gün misâfir geliyordu Buyurdukları gibi yapıyordum Kâğıtlar, altın veya gümüş para oluyordu Hocamın bu tasarrufu ile gereken her masrafı karşılayıp irşâd vazifesine devâm ettim Halk tarafından çok sevildim ve böylece onlara hizmet ettim " Bu talebesinin ismi, altın yapan Kâbilli Sofi mânâsında; "Sofî Pâyende Tılâ Kâbilî" diye meşhûr olmuştur
Hüdâperest Hân adında bir vâli, vâliliği bırakıp, Muhammed Ma'sûm hazretlerine talebe olmuştu Bir gün evine altı misâfir gelmişti Onlara yedirecek ve ikrâm edecek bir şeyi yoktu Sohbet ve hatmi kaçırmamak için hocası Muhammed Ma'sûm'un huzûruna gitti Hocası Muhammed Ma'sûm hazretleri sıkıntısını kerâmetiyle anlayıp, sohbetten sonra, kendisine ve altı misâfirine onar tâne olmak üzere yetmiş tâne, "Enbe" denilen yemiş verdi Ayrıca altı misâfiri için, "Eşrefî" denilen altı altın para verdi ve; "Sen bizim oğlumuz yerindesin, burada bulunduğun müddetçe, sana misâfir gelirse hiç çekinmeden bize haber ver " buyurdu
MuhammedMa'sûm hazretlerinin, Sofî Pâyende Kerbâs adında bir talebesi, huzûrunda yetişip halîfelerinden oldu Yanından ayrılıp memleketine giderken, ona biraz kumaş vermişti Verirken de; "Bu kumaşta bereket vardır " buyurmuştu Sofî Pâyende uzun zaman o kumaştan bir parça keserek satıp ihtiyaçlarını temin etti Kumaş hiç eksilmiyordu Hayâtının sonuna kadar böyle devâm etti Vefâtından sonra da vasiyeti üzerine o kumaş kendisine kefen yapıldı Bunun için, kumaş yapan Sofî mânâsında "Sofî Pâyende Kerbâs" ismi ile meşhûr olup anıldı
Muhammed Ma'sûm hazretlerinin talebelerinin meşhûrlarından ve halîfelerinden olan Hâce Muhammed Sıddîk'a, Peşâver'de irşad, talebe yetiştirme vazifesi verilmişti Bu talebesi şöyle anlatmıştır: "Hocam Muhammed Ma'sûm hazretlerini çok özlemiştim Mübârek yüzünü görüp, sohbetinde bulunmak için Peşâver'den, Serhend'e gitmek üzere yola çıktım Bir katıra binip yola devâm ediyordum Yolda katır birden bire ürküp kaçmaya başladı Sonra da beni düşürdü Ayağım üzengiye takıldı, bir türlü kurtaramadım Katır, beni sürüklemeye başladı Yanımda ve çevremde beni bu hâlden kurtaracak hiçbir kimse de yoktu Tam bir çâresizlik içinde iken hocam Muhammed Ma'sûm hazretlerini hatırladım Allahü teâlânın izni ile hocamın imdâdıma yetişmesini istedim Daha böyle düşünür düşünmez hocam âniden gözüküverdi Katırı tutup durdurdu Ben ayağımı üzengiden kurtarıp, yerden kalkıncaya kadar bekledi Ayağa kalkınca hocamın ayaklarına kapanıp, bu yardımından dolayı memnûniyetimi ve muhabbetimi arzetmek istedim Fakat ben ayağa kalkar kalkmaz hocam gözden kayboldu, onu orada göremedim "
Yine, talebelerinin büyüklerinden HâceMuhammedSıddîk şöyle anlatmıştır: "Hocam MuhammedMa'sûm hazretlerinin sohbetine ve derslerine devâm ettiğim sırada, memleketime gidip gelmek üzere izin almıştım Yola çıkıp bir müddet gittikten sonra, yolda derin bir su kenarında durdum Gömleğimi yıkamak istedim Fakat bu sırada ayağım kaydı Birden bire suya düşüp batmaya başladım Su beni boyluyordu Yüzme de bilmiyordum Bir batıyor bir çıkıyordum Ölmek üzereydim Tam bu sırada hocam Muhammed Ma'sûm hazretleri gözüküp elimden tuttu ve beni boğulmaktan kurtardı Sonra da gözden kayboldu "
Yine bu talebesi şöyle anlatmıştır: "Bir gün kendimden geçip muhabbet ateşiyle yanarak sahralara düşmüştüm O kadar gitmişim ki sahraya dalıp şehirden çok uzaklaşmışım Sahrada öyle susamıştım ki, neredeyse susuzluktan ölecektim Ben bu hâlde çâresiz iken, hocam Muhammed Mâ'sûm hazretleri uzaktan gözüküverdi Hemen şevk ile sevinerek hocamın yanına koştum Tam huzûruna varınca hocam gözden kayboldu Fakat hocamın bana gözüküp, sonra da gözden kaybolduğu yerde bir pınar buldum ve suyundan içtim Böylece şiddetli susuzluktan ve helak olmaktan kurtuldum "
Muhammed Ma'sûm hazretlerinin sohbetinde bulunmakla şereflenen ve talebesi Hâce Muhammed Sıddîk'ın talebesi olan bir zât şöyle anlatmıştır: "Bir defâsında hayvanıma odun yükleyip getirirken yük devrilip yıkıldı Yalnızdım ve tekrar yüklemek için yardım edecek kimsem yoktu Çâresiz kalakaldım Tam bu sırada Muhammed Ma'sûm hazretleri birden bire karşıma çıkıverdi Yıkılan yükü hayvanın üzerine koydu ve gözden kayboldu "
Muhammed Ma'sûm hazretlerinin talebelerinin büyüklerinden olan Hâce Mûsâ şöyle anlatmıştır: "Hocam Muhammed Ma'sûm hazretleri bana, icâzet-i mutlaka ve hilâfet verip; "Size itâat ederler, sözünüzü dinlerler " buyurup, memleketime dönmemi söylediği zaman kendisine; "Bizim memleketimizdeki halk, sert tabiatlıdır, böyle şeyleri bilmezler, zâhirî bir kerâmet ve tasarruf görmezlerse bu yola girmezler Hattâ böyle olunca alay ederler Oradaki insanlar, sert tabiatlı ve sıkıntı vericidirler Onlar hakkında öyle bir teveccüh buyurunuz ki, itâat etsinler Böyle olunca elbette oradakiler de sevenlerden ve muhlislerden olurlar " diye bildirdim Bunun üzerine hocam; "Senin isminin anıldığı yerde, sana itâat ederler Bir de, senin duân her hastalığa şifâdır Onunla hastaları iyi edersin Oradaki bütün insanlar sizi severler " dedi Gerçekten hocamın buyurduğu gibi oldu "
|