Yalnız Mesajı Göster

Tâhâ-İ Hakkârî

Eski 08-02-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Tâhâ-İ Hakkârî




Irak'tan iki seyyid genç, altı katırı hediyelerle yükleyip, Nehrî'ye, Seyyid Tâhâ hazretlerine getirmek için yola çıktılar Hârunân Köyünden geçerken, Seyyid Tâhâ hazretlerinin büyüklüğünü inkâr eden Mûsâ Bey adındaki zât, katırları yükleri ile birlikte gasbetti Gençler ağlayarak Nehrî'ye gelip Seyyid Tâhâ hazretlerini haberdâr ettiler Seyyid Tâhâ, Mûsâ Beye haber gönderip; "Bu katırların yükleri bana âid olduğundan, yükler senin olsun Bu gençler seyyiddirler Onlara merhamet et, katırlarını teslim et" buyurdu Mûsâ Bey emirlerini dinlemedi, katırları vermedi İkinci defâ haber gönderip; "Benim nâmıma ve hatırıma versin" buyurdu Buna da karşı çıkınca, Seyyid Tâhâ büyük hiddetle; "Cumâ gecesi gelsin de o vermesin görelim" buyurdu Cumâ gecesi, Nehrî'den, talebeler gidip, netîceyi öğrenmek için nöbet beklediler Meğer Bey, divânhânesinde kendine tâbi olanlarla oturmuş, Seyyid Tâhâ'nın evliyâlığını inkâr husûsunda konuşuyormuş

Bu fısk meclisinin bitişinden sonra, yatak odasına girip yatağına uzanırken, mîdesine bir ağrı girerek "Karnım! karnım!" diye bağırarak can vermiş Vaziyeti anlayan dokuz oğlu hemen Nehrî'ye gelip, katırları yükleri ile birlikte teslim ederek Seyyid Tâhâ'ya sığındılar "Lütfen, merhameten babamızın defin merâsiminde bulunup, duâ buyurunuz" dediler Onlara cevâben; "Benim bulunmam, ona bir menfaat sağlamaz" buyurdu Çocukları çok israr ettiler Hazret-i Seyyid nihâyet kalkıp, cenâzeye gitti Cenâzenin kapkara kömür gibi olduğu görüldü Definden sonra, Seyyid Tâhâ; "Benim gelişimden zerre kadar menfaatlenmedi" buyurdu Cenâb-ı Hak, bir seyyide hakâret etmenin onu üzmenin cezâsını verdi Bunu herkes açıkça gördü

Berzencî seyyidlerinden Seyyid Mûsâ, kervancıbaşı olarak İran'a gidiyordu Gâyet sarp bir yerde, ayağı kayan katırı uçuruma yuvarlanırken; "İmdâd yâ Seyyid Tâhâ!" diye bağırdı O anda bir el, hayvanı olduğu yerde durdurdu Çekip yola çıkardılar Seyyid Mûsâ, bir müddet sonra ziyâret için Nehrî'ye gitti Seyyid Tâhâ hazretleri; "Yâ Seyyid Mûsâ! Bir katır için bizi İran'a çekiyorsunuz" buyurdu

Van'ın Gürpınar kazâsından bir zât, Nehrî'ye gidip, Seyyid Tâhâ'ya talebe olmak istedi Kabûl edilince de geri dönüp evine geldi Talebe olduktan birkaç gün sonra, hayvanlarının bir kısmını kurt kaparak telef etti Şeytan; "Bu hocaya bağlanmak sana yaramadı, uğursuz geldi" diye vesvese verdi O talebe nihâyet Seyyid Tâhâ hazretlerinin daha önce kendisine hediye ettiği tesbihi iâde etti Maksadı hocasından ayrılmaktı Tesbih, Seyyid Tâhâ'ya takdim edildiğinde, tebessüm buyurdu Aradan günler geçmişti Seyyid Tâhâ hazretleri, bir gün öğle vakti namaza kalkarken, birden mübârek ellerini uzatıp; "Def ol, yâ laîn!" buyurup namaza başladılar Namazdan sonra Halîfe Köse; "Efendim, mübârek ellerinizi uzatmadaki hikmet ne idi?" diye suâl etti O da; "Gürpınar'da bir müslüman sekerâtta iken, şeytan aleyhillâne îmânsız gitmesine çalışıyordu Büyüklerin bereketiyle defedildi Adam îmânla vefât etti" buyurdu Halîfe Köse; "Tesbihi iâde eden olmasın?" dedi "Evet, odur!" buyurdu "Efendim, o edebsizlik ve terbiyesizlik etmişti" deyince de; "Bir zaman bize muhabbeti vardı" buyurdular

Seyyid Tâhâ hazretleri, bir gün câmide büyük bir cemâate namaz kıldırmak için ayağa kalkmıştı Niyetten önce, mübârek sağ elini birden ileri uzattı Geri çektiğinde bir mikdar su, mübârek cübbelerinin kolundan döküldü Canlı bir balık da yere düştü ve çırpınmağa başladı Cemâat hayrette kaldı Namaz kılındıktan sonra Halîfe Köse cesâret edip; "Efendim, bu su ve balık nereden geldi?" diye arz etti Seyyid Tâhâ hazretleri cevâben; "Kızıldeniz'de bir gemi batıyordu Talebelerimizden birinin; "İmdât yâ mübârek hocam!" diye çağırması üzerine, yardım edip, gemiyi düzelttik Büyüklerimizin himmeti, bereketiyle kurtuldular Bu su ve balık oradandır" buyurdu

Sultan Abdülmecîd Hân zamânında, Müküs kaymakamı Derviş Bey, kaymakamlıktan çıkarılmış, ayrıca yakalandığında hapse atılması emredilmişti Bu yüzden Derviş Bey, gece gündüz saklanıyor dışarı çıkamıyordu Sonunda Derviş Beyin hatırına, Arvas'ta Seyyid Fehîm hazretleri geldi Hemen huzûruna gidip, tövbe ettiğini, vazifesine yeniden iâde edilmesini ve affedilmesi için Şark bölgesinin askerî idâre âmiri olan Erzincan müşîrine şefâatçı olmasını istedi Seyyid Fehîm hazretleri kendisine sığınan kaymakama; "Allahü teâlâya hamd ve şükür olsun ki, seyyidimiz ve mürşidimiz hayattadır Böyle mühim meselelere karışmam doğru olmaz Seni bir mektupla ona göndereyim İnşâallah tesirini muhakkak görürsünüz" diye müjde verdi Kaymakam Derviş Bey, Seyyid Tâhâ hazretlerinin huzûruna varınca, takdim olunan mektubu okudu Sonra, Seyyid Tâhâ, hemen Erzincan Müşîrine şu meâlde bir emirnâme yazdı: "Derviş Beyi sana gönderiyorum İşini mutlakâ yap Senin de bana bir işin düşerse yaparım vesselâm" Mektubu Derviş Beye verdi Derviş Bey mektubu okudu, tatmin olmadı Fakat; "Bundan başka çâre yoktur" deyip, Erzincan'a yollandı Bir gece yarısı Erzincan'a ulaştı; "Şimdi bir otele ineyim, yarın Müşîrle görüşürüm" deyip, bir otele gitti Hemen karşısında polisleri gördü Meğer bütün otellerin kapısındaki polisler, Derviş Beyi bekliyormuş İsmini sordular Derviş olduğunu anlayınca, hürmet gösterip; "Hemen Müşîr Beye gidelim" dediler Derviş Bey; "Gecedir, yatıyor, rahatsız etmiyelim" dediyse de, polisler; "Bize

verilen emir ve tâlimat şudur: "Müküs'lü Derviş Bey hangi saatte gelirse, derhal bana getirin, uykuda isem uyandırın" Derviş Beyi hemen götürüp, Müşîre haber verdiler Müşîr derhal kalkıp, Derviş Beyin boynuna sarıldı ve; "Bu sekizinci gecedir Hazret-i Seyyid Tâhâ bir an bile uyku ve istirahatime müsâade buyurmadılar; "Derviş Beyi gönderiyorum, işini mutlakâ yap, serbest olsun, aksi takdirde helâk olursun" buyuruyor" dedi Hemen telgrafla Derviş Beyin tahliye edilmesini, affedildiğini, vazifesine iâde edildiğini bildirdi Serbest olarak eski yerine gönderdi Derviş Bey, dönüşünde teşekkür için Nehrî'ye Seyyid Tâhâ hazretlerine gidip, elini öptü; "Sizin yolunuza girip talebeniz olmak istiyorum" deyince, Seyyid hazretleri; "Arvas'a git, Seyyid Fehîm Efendi, yapacağın vazifeyi söylesin" buyurdu

Misâfirlerin hizmetiyle vazîfeli levâzım âmiri, bir akşam üzeri Seyyid Tâhâ hazretlerinin huzûruna gelerek; "Efendim! Bu fakîr, bu akşam üzeri, bin erkek ve beş yüz kadın misâfirin yemeklerini çıkartıp yedirdim Şu anda beş yüz kişi Nehrî'ye girmektedir Anbarlarda un kalmadı, ne yapayım?" diye arzedince, Seyyid Tâhâ; "Anbarlarda olması lâzım" buyurdu "Efendim, süpürdüm, bir şey kalmadı" deyince; "Bir daha bak" diye emretti Bunun üzerine âmir gidip baktığında, anbarların unla dolu olduğunu hayretle gördü

Seyyid Tâhâ, Nehrî'nin alt tarafında bir değirmen yapmayı düşündü Bu değirmenin plân ve projesini bizzat kendisi hazırlayıp, yapılışı esnâsında talebeleriyle berâber sırtında taş taşıdı Günlerce çalıştıktan sonra nihâyet değirmenin inşâsı tamamlandı Değirmen öyle sanatlı, öyle muntazam yapılmıştı ki, hazne kısmına buğday konulduğunda kendiliğinden çalışmaya başlar, haznede buğday bittiğinde de dururdu Bunu görenler, Seyyid Tâhâ hazretlerinin aklının çokluğuna hayran kalırlardı Nitekim halîfelerinden Seyyid Sıbgatullah şu beyti söylemiştir:

"Gözümüz revak gibi sizin eşiğinizdedir,
Kerem et, kalbime gir; evim sizin evinizdir"

Seyyid hazretleri beyti işitip, iltifâtla yanlarına teşrif buyurdu

Bir kimse şehîd olmuş ve büyük bir velînin yanına defnedilmişti Seyyid Tâhâ onun şehîdlik mertebesini görüp; "Bu kimsenin, şu büyük velîden aşağı olduğu söylenemez" buyurdu

Seyyid Tâhâ hazretleri, kendisini Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî'ye götüren velî-nîmeti amcası Seyyid Abdullah hazretlerine, bu büyük nîmetin şükrü olarak, hep hürmet ve hizmet etti Onu hep iyilikle andı ve rûhuna pekçok sevâblar hediye etti Ayrıca buyurdu ki: "Vefât ettiğimde benim kabrimi kabristanın en üst tarafına yapınız ki, sırf beni ziyârete gelenler, amcam Abdullah hazretlerinin kabrine uğramak mecbûriyetinde kalsınlar Onu da ziyâret ederek mübârek rûhuna sevâblar hediye etsinler" (O kabristanın bir yolu vardı Seyyid Abdullah'ın kabri girişte idi Seyyid Tâhâ hazretlerinin kabrine gitmek isteyenin Seyyid Abdullah'ın kabrinin yanından geçmesi lâzımdır)

Tâhâ-i Hakkârî hazretleri pek yüksek bir veliydi Nitekim bir defasında Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî hazretleri; "Beni Seyyid Abdullah ve Seyyid Tâhâ'dan üstün zannetmeyin" buyurmuştu Meclisinde olanlar; "Efendim, siz ikisinin de hocasısınız" dediler "Benim onlar yanındaki yerim, bir sultanın çocuklarını yetiştiren bir hoca gibidir Onlar sultanın çocukları olduğu için, bu hocadan üstündürler" buyurdu

Bir gün Seyyid Tâhâ hazretleri Seyyid Sıbgatullah'a buyurdular ki: "Molla Sıbgatullah! Üstâda muhabbet ve onunla sohbet, her şeyden üstündür Çünkü üstâd, kemâl mertebelerinin en yükseğine kavuşturmak ve ona mârifetleri vermekle, talebesinin hastalıklarını izâle eder, giderir"

Yine şöyle buyurdu:

"Şah-ı Nakşibend hazretleri, yolunun esâsını Eshâb-ı kirâmın (aleyhimürrıdvân) yolu üzere kurdu Onlar Resûlullah'ın (sallallahü aleyhi ve sellem) muhabbeti ile yetindikleri gibi, bize de, üstâda muhabbet yeter"

Seyyid Sıbgatullah Arvâsî hazretleri, Seyyid Tâhâ hazretlerine; "Nefehât gibi bâzı kitaplarda, bâzı evliyâ için (kuddise sirruh) bâzıları için (rahmetullahi aleyh) deniyor; hikmeti nedir?" diye suâl edince, şöyle buyurdu: "Birincisi, nefsinden tamamen kurtulanlar, ikincisi kendinde, nefsinden bir şeyler kalanlar içindir Nefsden tamâmen kurtulmak, irşâdın şartı değildir (Rahmetullahi aleyh) denenlerden de bir çoğu, irşâd makâmına oturmuşlar, büyüklerin yolunda olup, faydalı olmuşlardır"

Bir halîfesine şöyle buyurdu: "Halka önce işâretle muâmele et, bu fayda vermezse ibâre ile (söz ile) söyle Bu da fayda vermezse, ondan yüz çevir Sen birinden yüzünü çevirirsen, Resûlullah'a (sallallahü aleyhi ve sellem) kadar bütün "Silsile-i aliyye" büyükleri ondan yüz çevirir"

Bir gün, kendilerine; "Nehrî'de sâdık talebeniz kimdir?" dediler "Molla Muhammed Münhanî'dir" buyurdu "O, katı tabiatlıdır" dediler Bunun üzerine, Mevlânâ Ahmed Cüzeyrî'nin Dîvân'ındaki şu beyti okudu:

"Ehl-i tarîk, makamları seyr ederken renk renktir,
Bir kısmı ilâhî cemâl, bir kısmı celâldedir"

Çeşitli zamanlardaki sohbetleri sırasında buyurdu ki:

"Amellerinizi ucb (kendini beğenmek, ibâdeti kendinden bilmek) ile örtüp yok etmeyiniz"

"Bizim yolumuzda ucb ve riyâ yoktur Riyâ ve ucba helâl diyen, yolumuzda değildir"

"Bizim yolumuzdaki yolcuların faydaları ana ve babalarına da ulaşır"

Evliyânın vefâtından sonra istifâde hakkında; "Kılıç kınından çıkmadıkça, (rûh, bedenden çıkmadıkça) kesmez" buyurdu

"Zikr yapılmaksızın yalnız râbıta ile Hakk'a kavuşmak mümkündür

Zikr ise, râbıtasız kavuşturucu değildir"

Tâhâ-i Hakkârî hazretleri Nehri'de kaldığı kırk iki sene içinde İslâmiyetin emir ve yasaklarını insanlara anlatarak onların dünyâ ve âhirette kurtuluşları için çalıştı Bütün hocaları gibi İslâmın güzel ahlâkını yaydı Siyâsete karışmadı Pekçok velî yetiştirip onlara hilâfet verdi İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatmakla vazifelendirdi Halîfelerinin en meşhûrları şunlardır: Birâderi Seyyid Muhammed Sâlih, Seyyid Sıbgatullah Arvâsî, Seyyid Fehîm Arvâsî, dâmâdı ve kâtibi Seyyid Abdülehad, Muhammed Küfrevî, Halife Köse adıyla meşhûr olan Şeyh Tâhâ, Molla Resûl Sibkî, Mevlânâ Hacı Hakkârî, Süleymân Baradustî, Molla Muhammed Munhânî Hoşâbî, Şeyh Ahmed Meczûb Bunlardan başka halîfeleri de vardır

Seyyid Tâhâ-i Hakkârî hazretleri 1852 (H1269) senesinde bir ikindi vakti, Haram Çeşmesi denilen ağaçlık bir mevkide talebeleri ile sohbet ediyordu Sohbet ânında kendisine iki mektup arzedildi Bunları kıymetli dâmâdı Abdülehad Efendiye okuttuktan sonra; "Abdülehad! Şöhret âfettir Artık bizim dünyâdan gitmemizin zamânı geldi" buyurdu Abdülehad da; "Aman Efendim, Şam'dan gelen bu iki mektup nedir ki?" dedi O gün sohbetten sonra hâne-i saâdetlerine gitti ve orada hastalandı On bir gün hasta yattı Hastalığının ağır olmasına rağmen namazlarını mümkün olduğu kadar ayakta kılmaya çalıştı Hastalığının on ikinci, Cumartesi günü talebeleri ve yakınları ile helâllaştı, vedâlaştı, vasiyetini bildirdi Kardeşi Seyyid Sâlih hazretlerini çağırttı Onun için; "Biraderim Sâlih, kâmil, olgun bir velîdir Herkesin başı onun eteği altındadır" buyurdu Yerine kardeşi Sâlih hazretlerini halîfe bıraktı İkindi vaktinde, talebelerinin Yâsîn-i şerîf tilâvetleri arasında, mübârek rûhunu Kelime-i tevhîd getirerek teslim eyledi

Mübârek mezârı Nehrî'dedir Onu seven âşıkları, uzak yerlerden gelerek, mübârek kabrinden fışkıran nûrlardan, feyzlerden istifâde etmekte, bereketlenmektedirler

Seyyid Tâhâ-i Hakkârî hazretlerinin nesli oğullarıyla devâm etmiştir Seyyid Habîb, Seyyid Mahmûd, Seyyid Alâeddîn ve Seyyid Ubeydullah isimlerinde dört oğlu vardı Bunlardan Seyyid Habib Efendi, genç yaşta vefât etti Seyyid Mahmûd ve Seyyid Alâeddîn Efendilerin de oğulları vardı Seyyid Tâhâ-i Hakkârî hazretlerinin Seyyid Ubeydullah adındaki oğlu, nüfûzunun ve talebelerinin çokluğu ile meşhûrdur Babasının vefâtından sonra amcası Seyyid Sâlih hazretlerinin sohbet ve irşâdıyla kemâle gelmiş, 1864 senesinde amcasının vefâtından sonra irşâd makâmına oturmuştu Ehl-i sünnete çok hizmet etti Seyyid Fehîm-i Arvâsî hazretleriyle birlikte hacca gitti Sonra Taif'te ikâmete memur edildi Bir müddet sonra Kâbe-i muazzamayı tavaf esnâsında iki rekat namaz kılarken secdede vefât etti Cennet-i Mualla kabristanına defnedildi Seyyid Ubeydullah Efendinin; Seyyid Reşîd, Seyyid Alâeddîn, Seyyid Mazhar, Seyyid Abdülkâdir, Seyyid Muhammed Sıddîk isminde beş oğlu vardı Bu oğulları vâsıtasıyla nesli devâm etmiştir

ELHAMDÜLİLLAH

Seyyid Tâhâ hazretleri zamânında, İran Şâhı, Şemdinan'a yakın 145 pâre köyü, her şeyi ile berâber Seyyid Tâhâ'ya bağışladı Bu haberi kendisine getirdiklerinde, bir an başını eğip kaldırdıktan sonra; "Elhamdülillah" dedi İran şâhı ölünce, oğlu bu köyleri geri aldı Haberi Seyyid Tâhâ'ya getirdiklerinde, yine başını eğip bir an sonra kaldırdı ve; "Elhamdülillah" buyurdu Eshâbından Halîfe Köse; "Efendim! Köyleri size hediye ettikleri zaman da hamd ettiniz Geri aldıklarında da hamd ettiniz Hikmeti nedir?" diye arzedince; "Hediye ettikleri zaman kalbimi yokladım Dünyâ malına sevinmediğimi gördüm, bunun için hamd ettim Şimdi geri aldıklarında, yine kalbime baktım Hiç üzüntü bulunmadığını gördüm Yine hamd ettim" buyurdu

SENİN ARADIĞIN ŞEY BU KAPIDA YOKTUR

Musul taraflarında şeyhlik iddiâsında bulunan bir kimse, talebesinden birini Seyyid Tâhâ hazretlerinin yanına gönderdi ve; "Seyyid Tâhâ'ya, sünnete uymayan bir iş işletmeden, buraya dönme!" dedi O da kalkıp Nehrî'ye geldi Bir ikindi namazından sonra, Seyyid Tâhâ hazretlerinin mescidin kapısında duran ayakkabılarından sol ayağınınkini uzağa koydu Bununla mescidden sağ ayakla çıkmasını ve sünnete uygun olmayan bir iş yapmasını düşünmüştü Fakat Seyyid Tâhâ hazretleri, kalabalık içerisinde, o kişiye hitâb edip; "Aldığın ayakkabıyı yerine koy! Senin aradığın şey, bu kapıda yoktur" buyurdu

SEYYİDLERİ ÜZMEK

Bir zamanlar Irak'ta, Berzencî ve Hayderî,
Nâmında iki büyük, kabîle var idi ki,

Bunların arasına, girerek bir husûmet,
İlerleyip savaşa, döndü bu en nihâyet

Ne kadar sözü geçen, îtibârlı adamlar,
Araya girdiyse de, mâni olamadılar

Çâresizlik içinde, dedi ki bir çokları;
"Nehri'de Seyyid Tâhâ, barıştırır bunları"

Bir heyet tertîb edip, yollandılar Nehri'ye,
Ve bunu arz ettiler, Tâhâ-i Hakkârî'ye

Dediler: "İşte böyle, çok müşkîldir vaziyyet,
Bunu hâlletmek için, buyursanız bir himmet

Şu an iki kabîle, savaşmak üzeredir,
Kalmadı başka çâre, bütün ümit sizdedir"

Hem dînî, hem insânî, vazîfe olduğundan,
Kabûl edip, onlarla, Irak'a oldu revan

Hâdise mahalline, gelirken yavaş yavaş,
Başlamak üzereydi, neredeyse bir savaş

Lâkin teşrîf edince, oraya bu velî zât,
Ânında sona erdi, bu büyük fitne fesat

Zîrâ iki taraf da, görüp Seyyid Tâhâ'yı,
Ânında bıraktılar, bu döğüş ve kavgayı

Ve çok büyük hürmetle, onu karşıladılar,
Sonra birbirleriyle, barışıp anlaştılar

Bu mahalden Nehri'ye, dönerken bu büyük zât,
Bir çeşmenin başında, eyledi istirahat

Yanlarında bin kişi, vardı ki o zamanlar,
Buyurdu herbirine bir teveccüh ve nazar

Bu, öyle bir teveccüh ve öyle nazardı ki,
Çok az vâki olmuştu, târihte bunun gibi

Zîrâ o teveccühte, vardı ki bir bereket,
Beşyüz kişi bir anda, oldu ehl-i kerâmet

Bir gün de seyyidlerden, iki kişi, bir ara,
Bir hayli hediyeler, yükleyip katırlara,

Hediye etmek için, Tâhâ-i Hakkârî'ye,
Irak'tan yola çıkıp, gelirlerdi Nehri'ye

Lâkin Mûsâ Bey diye, bir münâfık, onları,
Durdurup, yükleriyle, gasbetti katırları

O iki seyyid ise, üzülüp bu vak'aya,
Gelip haber verdiler, bunu Seyyid Tâhâ'ya

O da bu münâfığa, gönderdi ki bir haber:
"Peygamber evlâdıdır, üzdüğün bu kimseler

Bunun için onlara, gösterip saygı hürmet,
Derhâl katırlarını, onlara iâde et

Yükler bana âitti, olsunlar onlar senin,
Ve lâkin kalplerini, kırma bu seyyidlerin"

Mûsâ Bey, bu haberi, aldı ise de, fakat,
Onun bu ricâsına, etmedi hiç iltifat

Onun bu tutumunu, öğrenip Seyyid Tâhâ,
Ona, başka biriyle, saldı bir haber daha

Yine dinlemeyince, çok üzüldü bu hâle,
Artık Hak teâlâya, etti onu havâle

Günlerden Cumâ idi, evinde o münâfık,
Gece yatmak üzere, yapıyorken hazırlık

Midesine şiddetli, bir ağrı saplanarak,
Ölüp gitti o gece, durmadan bağırarak

Kapkara, kömür gibi, olmuştu cenâzesi,
Seyyidleri üzmenin, bu oldu netîcesi

BASTON VE DAYAK

Herkî aşîretinden Molla Abdullah isminde bir müderris, iki talebesi ile ziyâret için Nehrî'ye giderken, çayın başında oturdular Molla Abdullah, talebelerine; "Herkes abdest alarak Nehrî'ye gider Abdestsiz kimse gitmez Ben bu âdeti bozup, abdest almadan gideceğim" dedi Talebeleri; "Hocam, biz bu âdeti bozmayalım, abdest alıp da gidelim" dedilerse de, Hoca Efendi; "Sanki bu dînî bir hüküm müdür? Ben yapmam!" dedi Bu arada elini yüzünü yıkarken, koltuğundan bastonu suya düşdü Elini uzatıp, bastonu almak isterken, hikmet-i ilâhî baston, onun başına, yüzüne vurarak yüzünü gözünü kan içinde bıraktı Sonra baston kayboldu O da, böyle söylediğine pişmân oldu Yaralarını sarıp, abdest aldı Nehrî'ye gitti Seyyid hazretlerinin dergâhına girince, bastonu duvarda asılı gördü Gözleri bastona takılıp kalınca, Seyyid Tâhâ hazretleri; "Herhâlde bu bastondan dayak yemişsiniz" buyurdu Molla Abdullah yaptıklarına pişmân olup, tövbe etti, talebelerinden olmakla şereflendi

1) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (51 Baskı); s1153
2) Eshâb-ı Kirâm; s211, 212, 213
3) Mecd-i Tâlid
4) Şemsü'ş-Şümûs; s135
5) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c18, s246
6) Osmanlı Târihi Ansiklopedisi; c6, s130
7) İslâm Meşhûrları Ansiklopedisi; c3, s1915-1939

Alıntı Yaparak Cevapla