Prof. Dr. Sinsi
|
Ebüssü'ûd Efendi
EBÜSSÜ'ÛD EFENDİ
Osmanlı âlimlerinin en meşhûrlarından Büyük velî On üçüncü Osmanlı Şeyhülislâmı olup, tefsîr, fıkıh ve diğer ilimlerde büyük âlim idi İsmi, Ahmed bin Mustafa'dır Bağdâtlı İsmâil Paşa, yaptığı inceleme ve araştırma neticesinde, isminin Mehmed değil Ahmed olduğunu tesbit etmiştir İsminin Ahmed olduğu Kâmûs-ul-A'lâm da da yazılıdır Ebüssü'ûd el-İmâdî ismiyle meşhûr olup, Hoca Çelebi ismiyle de tanınmıştır 1492 (H 898) senesinde doğdu Bâzı kaynaklarda İstanbul'da bugün Güngören diye bilinen semtte doğduğu kaydedilmiş ise de, kendi vakfiyesinde İskilip'de doğduğu yazılıdır Yine onun İmâdî nisbetine dayanılarak Kürdistandaki İmâdiye şehrinden olduğunu iddiâ edenler çıkmışsa da bu görüşlerin tamamen asılsız olduğu bugün meydana çıkmıştır 1574 (H 982) senesinde İstanbul'da vefât etti Kabri, Eyyûb Sultan'da kendi yaptırdığı medresenin yanında, Eyyûb Câmii karşısındadır
Ebüssü'ûd Efendi, âlimler yetiştiren bir âileye mensub idi Dedesi, meşhûr âlim Ali Kuşcu'nun kardeşi Mustafa İmâdî'dir Dedeleri Türkistanlı olup, Semerkand'dan Anadolu'ya gelmişlerdir Ebüssü'ûd Efendinin dedesinin babası Mehmed Kuşcu, Tîmûr Hân'ın torunu olan Uluğ Beyin yakını ve Doğancıbaşısı idi Senelerce Uluğ Beyin hizmetinde bulunup, sevgisini kazanmıştı Mehmed Kuşcu'nun oğulları Ali Kuşcu ve Ebüssü'ûd Efendinin dedesi olan Mustafa İmâdî, Uluğ Beyin elinde yetişip ilim öğrenmişlerdir Mustafa İmâdî, bilhassa tasavvufta yetişip ilerlemiştir Uluğ Beyin vefâtından sonra, Ali Kuşçu ve Mustafa İmâdî, âileleri ile birlikte Akkoyunlu devleti pâdişâhı Uzun Hasan'ın yanına gittiler Uzun Hasan onlara yakın alâka gösterdi Onlar da, siyâsî ve ilmî faâliyetleriyle hizmet ettiler Burada bulundukları sırada Ali Kuşçu, Osmanlı Sultanı Fâtih Sultan Mehmed Hana uzun Hasan'ın elçisi olarak gitmişti Ali Kuşçu'ya çok iltifât eden Fâtih Sultan Mehmed Hân, onun İstanbul'a gelmesini ısrârla istedi Uzun Hasan'dan müsâade alan Ali Kuşcu, kardeşi Mustafa İmâdî ile birlikte İstanbul'a gelip yerleşti Fâtih Sultan Mehmed Hân, onların Tebrîz'den İstanbul'a yaptıkları yolculukları için, günlüğü bin akçe olarak hesaplatıp vermiştir İstanbul'a geldiklerinde, Fâtih Sultan Mehmed Hân, Ali Kuşçu'yu Ayasofya Medresesine müderris tâyin etti Mustafa İmâdî de, ilim öğretmekle meşgûl olan tasavvuf ehli bir âlim idi İstanbul'a geldikten sonra, Ali Kuşçu, kızını kardeşi Mustafa İmâdî'nin oğlu Yavsi Muhyiddîn Mehmed'e nikâhladı Bu evlilikten Ebüssü'ûd Efendi doğdu
Ebüssü'ûd Efendinin babası, hem amcası hem de kayınbabası olan Ali Kuşcu'dan ve kendi babası Mustafa İmâdî'den ilim öğrendi Senelerce süren bu tahsîlden sonra, babası gibi o da tasavvufa yönelip zamânının meşhûr evliyâsından veAkşemseddîn hazretlerinin halîfesi olan İbrâhim Tennûrî'ye talebe oldu Onun sohbetlerinde bulunarak, tasavvufda yetişti Hocası İbrâhim Tennûrî'nin vefâtından sonra, onun halîfesi olduğu için yerine geçti ve İstanbul'da insanlara doğru yolu göstermekle meşgûl oldu İkinci Bâyezîd Han, ona büyük bir zâviye yaptırdı ve buraya mülk vakfetti İkinci Bayezîd Hân, onun sohbetlerinden çok tad alırdı Bu sebeble, ekseriyâ berâber bulunurlardı Zamânının meşhûr devlet adamları ve âlimleri, "Hünkâr Şeyhi" lakabıyla da anılan Yavsî Muhyîddîn Mehmed İskilîbî'nin sohbetine gelirler, dergâhı dolup taşardı Meşhûr târihçi Hoca Sâdeddîn Efendi, bu hâli şöyle ifâde etmiştir: "Sultanların Şeyhi, Şeyhlerin Sultânı olmuş, herkesin gönlünü kazanmıştır "
Böyle bir zâtın oğlu olan Ebüssü'ûd Efendi, küçük yaşta ilim öğrenmeye başlayıp, çocukluk ve gençlik çağında babasından dersler aldı Ondan Hâşiye-i Tecrîd'i, Şerh-i Miftâh'ı bütün hâşiyeleri ile birlikte iki kerre ve Şerh-i Mevâkıf'ı baştan sona tahkîk ederek, iyice okudu Miftâh-ül-Ulûm adlı meşhûr eserin metnini ezberledi Babası, vefât edinceye kadar onun yetişmesi için gayret gösterip, ders vererek eğitip terbiye etti ve icâzet verdi Babasından sonra; meşhûr Osmanlı âlimlerinden Müeyyedzâde Abdürrahmân Efendiden, tefsîr ve hadîs ilimlerinde âlim ve kayınbabası olan Mevlânâ Seyyidî Karamânî'den ve meşhûr Osmanlı âlimi Müftiy-yüs-Sakaleyn İbn-i Kemâl Paşadan ilim öğrendi Tahsîlini tamamlayıp, ilimde yetiştikten sonra, zamânının Şeyhülislâmı olan İbn-i Kemâl Paşanın emri ile Çankırı Medresesine müderris tâyin edildi Fakat bu vazîfeye gitmeden, o sırada İnegöl'de İshak Paşa Medresesi müderrisi Bursalı Şems Çelebi vefât ettiğinden, 1516 senesinde onun yerine tâyin edildiği sırada yirmi altı yaşlarında idi ve bu zamanda Osmanlı Devleti, mühim hâdiselerle önemli gelişmelere sahne oldu Yavuz Sultan Selîm Han, Çaldıran'da Şah İsmâil'i ve Safevîleri Anadolu'dan çıkararak, Güneydoğu sınırlarının güvenliğini sağladı Bir yıl sonra Mısır üzerine yaptığı sefer neticesinde, halîfelik Osmanlılara geçti
Ebüssü'ûd Efendi, İnegöl'deki İshak Paşa Medresesindeki müderrislik vazifesinden 1520 senesinde alındı On ay sonra 1521'de İstanbul'da Dâvûd Paşa Medresesine müderris tayin edildi Aynı sene, Sa'dî Efendi yerine Mahmûd Paşa Medresesine, 1524'de İkinci Vezîr Mustafa Paşanın Gebze'de yaptırdığı medreseye tâyin edildi 1525'de ise, Kireççizâde yerine Bursa Sultâniye Medresesine tâyin edildi 1527 senesinde Abdüllatîf Efendi yerine Sahn-ı semân Müftî Medresesi müderrisliğine terfî olundu Bu vazifesi beş sene sürdü Çok sayıda ve kıymetli âlimler yetiştirdi
Ebüssü'ûd Efendi 1532 senesinde Bursa kâdılığına tâyin edildi Bursa kâdılığı önemli mevkîlerden olup, bu vazîfede başarılı olan İstanbul kâdılığına, İstanbul kâdılığında muvaffak olan da Anadolu kâdıaskerliğine tâyin edilirdi Bundan sonra da şeyhülislâmlık makâmına getirilirdi Ebüssü'ûd Efendi, Bursa'da bir yıl kâdılık yaptıktan sonra, İstanbul kâdılığına tâyin edildi Bu vazîfesinde başarılı hizmetler yaptı Bu vazîfesinde adlî işlerin tamâmına, belediye reisliğine, denetleme ve tâkib müesseselerinin tamâmına ve idârî işlerin bir kısmına bakıyordu Ebüssü'ûd Efendi, bu vazîfesinde öyle seri ve çok çalışıyor, işleri öyle yürütüyordu ki, kâtibleri ona yetişemiyorlardı Bu sebeple kâtiplerden bir grup günün yarısında, diğer bir grub da günün diğer yarısında işleri yetiştirmeye çalışıyorlardı İstanbul kâdılığı, ilmiye sınıfı için önemli bir mevkî idi Ebüssü'ûd Efendinin İstanbul kâdılığı vazifesi üç sene sürdü Bu zaman içinde fevkalâde başarı ve mehâretle kâdılık yaptı Bundan sonra, ilmiye sınıfı için en yüksek makamlardan sayılan kadıaskerlik vazifesine tâyin edildi Normalde Anadolu kâdıaskeri, sonra da Rumeli kâdıaskeri olması gerekirken, bir rütbe atlanarak, 1537 senesinde Rumeli kâdıaskerliğine getirildi Sekiz sene bu vazifede bulunarak, büyük hizmetler yaptı Ebüssü'ûd Efendi, kâdıasker tâyin edilmeden önce gördüğü bir rüyâyı şöyle anlatmıştır: "Kadıasker olmadan bir hafta önce, rüyâmda Fâtih Sultan Mehmed Câmiinin mihrâbında benim için bir seccâde serilmiş olduğunu gördüm Halka imâm oldum ve sekiz rekat namaz kıldım Bu rüyâdan sonra kadıasker oldum Meğer bu rüyâ, kadıaskerlikte sekiz sene kalacağıma işâretmiş Keşke kıldığım o sekiz rekatlık ikindi yerine yatsı namazı kılmış olsaydım "
Kânûnî Sultan Süleymân Hân kıymetini ve ilimdeki üstünlüğünü anladığı Ebüssü'ûd Efendiyi çok sever ve değer verirdi Onu bütün seferlerinde yanında bulundurdu 1541 senesinde Budin'in fethinde, zafer şükrânesi olarak şehrin en büyük kilisesini câmiye çevirten pâdişâh burada ilk namazı Ebüssü'ûd Efendiye kıldırttı Yine pâdişâhın emri üzerine, Budin'in ve Orta Macaristan'ın tapu ve tahrir işlerini yaptı Mühim hizmetler yaptığı bu vaifesinden sonra, 1545 senesinde Fenârîzâde Muhyiddîn Efendinin ihtiyarlığı ve rahatsızlığı sebebi ile şeyhülislamlıktan ayrılması üzerine bu göreve getirildi Bu sırada elli beş yaşında bulunuyordu Otuz sene şeyhülislâmlık yaparak, dîne ve devlete üstün hizmetler yaptı
Kânûnî Sultan Süleymân Hân ve İkinci Sultan Selîm'in saltanatları zamânında 30 sene şeyhülislâmlık yaptı Osmanlı şeyhülislâmları arasında en çok bu makamda kalıp hizmeti geçen Ebüssü'ûd Efendidir Bu vazifede bulunduğu sırada çok mühim hizmetler yapmıştır Kânûnî Sultan Süleymân Hân, Ebüssü'ûd Efendiyi çok sever ve her önemli işinde onun fetvâsına mürâcaat ederdi Süleymâniye Câmiinin temel atma merâsiminde, mihrâbın temel taşını Ebüssü'ûd Efendiye koydurtmuştur Devrinde âlimler arasında bir mesele hakkında farklı hüküm ortaya çıksa, Kânûnî Sultan Süleymân Hân, Ebüssü'ûd Efendinin tarafını tercih ederdi Ebüssü'ûd Efendi, o devirde, devlet kânunlarını dînin hükümlerine uygun bir şekilde düzenlemiştir Tımar ve zeâmetlere dâir mevzûlarda verilen kararlar, genellikle Ebüssü'ûd Efendinin fetvâlarına dayanmıştır Mülâzemet usûlü de onun kadıaskerliği zamanında kurulmuştur Kânûnî, arâzi kânunnâmesini de Ebüssü'ûd Efendiye yaptırmıştır
Kânûnî Sultan Süleymân Hân 1566 (H 974) senesinde vefât edince, cenâze namazını Ebüssü'ûd Efendi kıldırdı Kılınan cenâze namazından sonra Kânûnî'nin hayatta iken yaptırdığı Süleymâniye Câmii bahçesindeki türbesine gelindi Cenâze kabre konuldu Bu sırada bir çekmece getirilip kabre konulmak istendi Şeyhülislâm Ebüssü'ûd Efendi müdâhale etti Çekmecenin niçin konulduğunu, dînimizde kıymetli bir şeyin cenâzeyle gömülmesinin mümkün olmadığını söyledi Sultan Süleymân Hanın, vefâtından bir gün önce vasiyet edip bu çekmecenin kendisi ile gömülmesini istediğini bildirdiler Ebüssü'ûd Efendi, mutlaka içindekilerin görülmesi gerektiğini, kıymetli bir şey varsa gömülemeyeceğini söyledi Çekmece Ebüssü'ûd Efendiye verilirken, elden kayıp düştü ve içindekiler döküldü Kâğıtların her birinde bir fetvâ ve altında şeyhülislâmın imzâsı vardı Ebüssü'ûd Efendi, yazıların altında kendi imzâsını görünce; "Ey Süleymân! Sen kendini kurtardın ama, biz ne yapacağız?" diyerek ağlamaya başladı Kânûnî Sultan Süleymân Han, yapacağı her işi şeyhülislâma sormuş ve aldığı fetvâya göre hareket etmişti Delîl olarak da, aldığı fetvâların yanında gömülmesini vasiyet etmişti
Ebüssü'ûd Efendi, Kânûnî Sultan Süleymân Hana hayatta iken bir vesîle ile şu meâlde bir kıt'a yazmıştı; "Asıl gerçek, gerçeği gören cihân pâdişâhının görüşüdür Onun fikri ve görüşü şeriatin senedi, dînin ise direğidir " O, sultanın kaybından duyduğu büyük üzüntü ve acıyı ifâde etmek üzere Arapça olarak şu mânâda bir şiir söylemiştir:
"Yıldırım gürültüsü mü, yoksa İsrâfil Sur'u mu?
Ki böyle doldu kıyâmet sayhalarıyla yeryüzü
Bundan her tarafa büyük bir korku isâbet etti,
Bundan bütün insanlar Tûr'daki helâk hâdisesini tattı "
Ebüssü'ûd Efendi, sekiz sene de Sultan İkinci Selîm Hân zamânında şeyhülislâmlık yaptı Sultan İkinci Selîm Hân, Ebüssü'ûd Efendiye çok hürmet edip, onu incitecek hareketlerden sakınırdı Bu dönemde de pek mühim hizmetler yaptı En mühim hizmetlerinden biri, Kıbrıs'ın fethi için fetvâ vermesi ve Kıbrıs'ın fethini sağlamasıdır Bu ada, İslâmiyetin ilk zamanlarında Eshâb-ı kirâm tarafından fethedilmişti Osmanlı Devletinin Kıbrıs üzerinde târihî bir hakka sâhib olması ve bir de o zaman Kıbrıs'a hâkim olan Venediklilerin, yapılan anlaşmayı bozarak deniz yollarına tecâvüz etmeleri sebebiyle, Kıbrıs'ın fethine fetvâ verdi
Kuruluşundan beri durmadan gelişen Osmanlı Devleti büyüdükçe, geniş arâzileri ve değişik kabîleleri içine almıştı Bütün bunların idâresinde, her devrin âlimleri pâdişâha yardımcı olmuşlar, aldıkları mühim vazifeler ile hizmet etmişlerdir Ebüssü'ûd Efendi, bu âlimlerin en başta gelenlerindendi Zamânında en parlak dönemine ulaşan Osmanlı Devletinin bu başarısına büyük katkıları olmuştur
Ebüssü'ûd Efendi, dînine bağlı, haramlardan ve şüpheli şeylerden son derece sakınan, Allah korkusu çok olan bir âlimdi Güler yüzlü, tatlı dilli olup, latîfeden hoşlanırdı Etrâfında bulunanlara yumuşaklıkla muâmele ederdi Çok ibâdet eder ve zâhidâne, dünyâya gönül vermeden yaşardı Gâyet temiz ve sâde giyinirdi Heybetinden meclisinde kimse konuşmaz, onun konuşması hürmetle dinlenirdi Devlet işlerini ve hizmetlerini mükemmel bir şekilde yürütmesi yanında, talebe yetiştirmek ve kıymetli eserler hazırlamakla da vakit geçirirdi Meşgûliyetinin çokluğuna rağmen, talebelerine zamânında ve aksatmadan derslerini verirdi Zeyrek civârındaki Çırçır'da bulunan konağında oturur, müslümanların işlerine bakardı Belli zamanlarda Topkapı sarayına giderek pâdişâhı ziyâret ederdi Bu ziyâretlerine giderken devamlı bugün Ebüssü'ûd Caddesi denilen caddeden gittiği, bu sebeple onun ismine izâfeten bu caddeye Ebüssü'ûd Caddesi denildiği bâzı kaynaklarda kaydedilmiştir
Osmanlı Devletinde yetişmiş en büyük şeyhülislâmlardan birisi idi Cinlere de fetvâ vermesiyle meşhûrdur Eyyûb Sultan'da Yazılı Medrese olarak bilinen medresede bulunduğu sırada, bir defâsında cinler kendisinden fetvâ sormak üzere gelmişlerdi İçlerinden bâzısı suâl sorarken, diğerleri de medresenin duvarlarına birşeyler yazmışlardı Cinlerin bu duvarlara yazı yazmaları sebebiyle, o medreseye "Yazılı Medrese" ismi verilmiştir Bu yazılar daha sonra üzerlerine badana çekilmek sûretiyle kapatılmıştır
Ebüssü'ûd Efendi, kendisine sorulan suâllere gâyet yerinde ve faydalı cevaplar verirdi Şeyhülislâmlığı dönemindeki fetvâlarının herbiri, bir kânun maddesi mâhiyetindeydi Bu fetvâları, Fetâvâ-i Ebüssü'ûd adlı bir kitapta toplanmıştır Sorulan suâl manzûm ise, cevâbı da kâfiye ve vezin bakımından suâle uygun olarak verilirdi Sorulan suâl nesir ve secîli ise, cevâbı da öyle olurdu Suâl Arabca ise cevabı Arabca, Farsça ise Farsça, Türkçe ise Türkçe olurdu Çoğu gün binden fazla fetvâ verirdi İki defa işlerin çokluğu sebebiyle, sabah namazından sonra sorulan suâllere cevap vermeye başlayıp, ikindi namazında bitirmiştir Birinde 1412, diğerinde 1413 fetvâ verdiği tesbit edilmiştir
Ebüssü'ûd Efendi, Yavuz Sultan Selîm ile Kânûnî Sultan Süleymân Hanın fevkalâde sevgi ve iltifâtını kazandı Kânûnî Sultan Süleymân Hanın Ebüssü'ûd Efendiye gönderdiği şu mektup, ona karşı beslediği hâlisâne duyguları dile getirmektedir Mektup özetle şöyledir:
"Halde hâldaşım, sinde sindaşım (yaşta yaşdaşım), âhiret karındaşım, Molla Ebüssü'ûd Efendi hazretlerine, sonsuz duâlarımı bildirdikten sonra, hâl ve hâtırını suâl ederim Hazret-i Hak, gizli hazînelerinden tam bir kuvvet ve dâimî selâmet müyesser eylesin! Allahü teâlânın ihsânı ile, lütuflarınızdan niyâz olunur ki, mübârek vakitlerde, muhlislerinizi şerefli kalbinizden çıkarmayınız Bizim için duâ buyurunuz ki, yere batasıca kâfirler hezîmete uğrayıp, bütün İslâm orduları mensûr ve muzaffer olup, Allahü teâlânın rızâsına kavuşalar  Duâlarınızı, yine duâlarınızı bekleyen, Hak teâlânın kulu Süleymân-ı bî riyâ "
Ebüssü'ûd Efendi, başta muhteşem bir hükümdâr olan Kânûnî Sultan Süleymân Hân, ilimde Zenbilli Ali Efendi ve İbn-i Kemâl Paşa, İmâm-ı Birgivî gibi âlimlerin, edebiyatta Fuzûlî ve Bâki gibi şâirlerin, mîmârîde Mîmar Sinân, tarihte Selânikli Mustafa ve Âlî, Nişancı Mehmed, coğrafyada Pîrî Reis, denizcilikte Barbaros ve Turgut Reis gibi meşhûr kimselerin bulunduğu bir devirde bulunmuş ve o da ilimdeki yüksek derecesi ve mahâretiyle şeyhülislâmlık makâmında hizmet etmiştir Bu devir, Osmanlı Devletinin en parlak dönemlerindendir İlimde, sanatta ve diğer birçok husûslarda en meşhûr kimseler bu devrede bir araya gelmiştir Osmanlı Devleti, o devirde dünyânın yarısına hükmeden muazzam bir devlet idi Devletin bu hâle gelmesinde, diğer Osmanlı âlimleri gibi, Ebüssü'ûd Efendinin de büyük emeği geçti Hattâ en çok emeği ve hizmeti geçen âlimlerdendir Ömrü boyunca Osmanlı Devletinde adâletin yerleşmesinde ve yaygınlaşmasında her türlü çalışmayı yapmış ve pek üstün gayretler göstermiştir
Ebüssü'ûd Efendi, bütün bu meziyet ve üstünlükleri yanında, edebiyât ve şiir sâhasında da yâdigâr eserler bırakmıştır Zamânının şâir ve edîbleri, yazdıkları nefîs kasîdelerle onu övmüşler, şânını dile getirmeğe çalışmışlardır Kendisinin Türkçe, Arabca ve Farsça şiirleri vardır Arabca şiirlerinden Kasîde-i Mîmiyye en meşhûrudur Sorulan bâzı suâllere şiirle cevap verdiği de olurdu Şiirlerinde daha ziyâde fikir hâkim olup, âlimâne ve hâkimâne yazardı
Meselâ;
"Eşk-i pür-hûn ser-be-ser tutdı cihân eknâfını,
Sîne-i sûzânım içre âteş-i hasret gibi "
Ve aynı kasîdesinde;
"Âleme beyhûde bakma, eyle im'ân-ı nazar,
Sun'i üstâd-ı ezelde, nâzır-ı ibret gibi
Her biri zerrât-ı ekvânın lisân-ı hâl ile,
Keşfeder sırr-ı cihânı hâtik-i hikmet gibi "
|