Yalnız Mesajı Göster

Ebüssü'ûd Efendi

Eski 08-02-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ebüssü'ûd Efendi




Ebüssü'ûd Efendi, benzeri az yetişen bir âlimdi Arabcaya ve Arab edebiyâtına vukûfiyetini ve bu husûstaki ihtisâsını zamânın âlimleri ve Arab şâirleri tasdîk etmişlerdir Arabcayı gâyet güzel yazar ve güzel konuşurdu Şemsi Paşanın yazdığı beş yüz beytlik manzûm Vikâye'nin incelemesini yapıp, yanlışlarını göstererek nâzik ve zarîf tarzda bir yazı ile iâde etmesi meşhûrdur Sorulan nükteli ve garip suâllere aynı tarzda ve aynı uslûpta cevaplar verirdi Nüktedan birinin hazîne mânâsına gelen "Hızânetü" ve çanak mânâsına gelen "Kas'atü" kelimesinin fetha ile mi yoksa kesre ile mi okunur diye sorduğu soruya; "Lâ teftah-ül-hızânete velâ teksırul-kas'ate" diye cevap verdi Burada, "hızâne"yi feth etme, yâni "fetha" ile okuma, Kas'ayı da kesr etme, "kesre" ile okuma derken, "fetha" kelimesini açma mânâsında, "kesre" kelimesini de kırma mânâsında kullanarak; "Hazîneyi açma, çanağı da kırma" diyerek, sanatlı bir ifâde kullanmıştır

Tefsîr ilminde de büyük bir âlim olduğu için, "Müfessirlerin hatîbi" ünvânı verilmiştir Yine fıkıh ilmindeki yüksek derecesinden dolayı, âlimler arasında "Nu'mân-üs-sânî (İkinci Ebû Hanîfe)" lakabıyla ve "Müftiy-yüs-sekaleyn (cinlerin ve insanların müftîsi)" ve İbn-i Kemâl Paşadan sonra "Muallim-i sânî" lakabıyla tanınmıştır Bütün ilimlerde mâhir olup, bilhassa tefsîr, fıkıh ve Arabî ilimlerde mütehassıs idi Asrında İslâm âleminde onun derecesinde bir âlim yetişmemiştir Zamânında Hanefî mezhebinin reisliği onda idi İslâm hukûkunda, usûl ve fürû' meselelerinde tam bir selâhiyete sâhipti Dört mezhebin fıkıh bilgilerine vâkıf idi

Bütün bu üstün vasıflarıyla devletine ve milletine pekçok hizmetlerde bulunan Ebüssü'ûd Efendi, 25 Ağustos 1574 (H982) târihinde 84 yaşında iken vefât etti İslâm âleminde çok tanınmış olduğundan, duyulduğu zaman büyük bir üzüntü ile karşılandı Cenâze namazını Kadıasker Muhşî Sinan Efendi, Fâtih Câmiinde kıldırdı Cenâze namazı için o devrin âlimleri, vezîrler, dîvân erkânı ve halk, büyük bir kalabalık hâlinde toplandı Cenâzesi Eyüp semtinde kendisinin yaptırdığı medresenin bahçesine defnedildi Yine Mekke ve Medîne âlimleri vefât haberini aldıkları zaman büyük bir üzüntü içerisinde Ebüssü'ûd Efendi için gâib cenâze namazı kılmışlardır Sultan İkinci Selîm Hân, Ebüssü'ûd Efendinin vefâtından dolayı pek ziyâde üzülmüştür 58 sene müddetle müderrislik, kâdılık ve şeyhülislâmlık vazifeleri ile, millete ve devlete çok hizmeti geçmiş, pâdişâhlar ve halk tarafından çok sevilmiş müstesnâ bir âlim idi Yetiştirdiği âlimler, yaptığı mühim hizmetler ve yazdığı eserleri ile hem yaşadığı, hem de sonraki asırlarda şükran ve rahmetle yâd edilen ve benzeri az yetişen bir İslâm âlimi idi

Ebüssü'ûd Efendinin talebelerinden ve o devrin en meşhûr şâirlerinden olan Bâki Efendi, Ebüssü'ûd Efendiyi metheden şu şiiri yazmıştır:

"Şer-i efâdıl-âfâk müftî-i âlem
Sipihr-i fazl-u-kemâl, âfitâb câh-ü-celâl
İmâm-ı saff-ı efâdıl, emîr-i hayl-i kirâm
Emîn-i dîn-ü-düvel, hâce-i hûceste hısâl,
Ebû Hânîfe-i sânî Ebüssü'ûd ol kim,
Fezâil içre olupdur efâdıl ona ıyâl"

Ün yapmış üstün ilim adamlarının başı ve kâinât müftüsü, kemal ve fazîletin semâsı, güneş mertebeli ve güneş otoriteli / Âlimlerin önderi, cömertler zümresinin başı / Din ve devletin emniyeti, güzel huyların nümûnesi / İkinci Ebû Hanîfe denilen o Ebüssü'ûd ki, / Tam bir fazîlet timsâli, diğer âlimler onun çocukları)

Ebüssü'ûd Efendi; uzun boylu, yanakları çukurca, buğday benizli, ak sakallı, nûrânî yüzlü, vakûr ve heybetli idi Gösterişten uzak bir şekilde giyinir, yiyip içmede, giyim ve kuşamda Eshâb-ı kirâmın ve Tâbiînin yolundan ayrılmazdı İstanbul ve memleketi olan İskilip'te yaptırmış olduğu pek çok hayrâtı vardır

İskilip'te, babası Muhyiddîn Mehmed İskilîbî'nin ve annesinin medfun bulunduğu türbenin yanında bir câmi ve bir medrese, o civarda bir de köprü yaptırmıştır İstanbul Eyyûb'de bir medrese yaptırdı Yine İstanbul'da Şehremini ve Mâcuncu semtlerinde birer çeşme ve hamam yaptırmıştır Mâcuncu'da bir konağı ve Sütlüce'de bahçeli bir yalısı vardı Tefsîrini bu yalıda yazmıştır

Ebüssü'ûd Efendi Osmanlı sultanlarından İkinci Selîm, Üçüncü Murâd veÜçüncü Mehmed'in zamanlarında yetişen ilim adamlarının çoğunun hocasıdır Bunlardan bâzıları şu zâtlardır: Mâlûlzâde Seyyîd Mehmed, Abdülkâdir Şeyhî, Hoca Sa'deddîn, Bostanzâde Mehmed Sun'ullah Efendi, Bostanzâde Mustafa, meşhûr şâir Bâki Efendi, Hâce-i sultan Atâullah, Kınalızâde Hasan ve Ali Cemâlî Efendinin oğluFudayl Efendi

Ebüssü'ûd Efendi, kendi oğullarını da ilimde yetiştirmiştir Dört oğlu iki kızı vardı Oğullarından Mehmed Çelebi, ilimde yetişip, çeşitli medreselerde müderrislik, Şam vâliliği ve Haleb kadılığı yaptı "Meylî" mahlası ile meşhûr olup, hattatlığı ve şâirliği ile de tanındı Farsçada ve şiirde mehâretli idi Farsça gazelleri vardır Bu oğlu, kırk yaşında iken vefât etmiştir

İkinci Oğlu Şemseddîn Ahmed Çelebi, Taşköprüzâde Ahmed, Efendiden ve babasından ilim öğrendi Babasına muîd, yardımcı ve asistan oldu Daha on yedi yaşında iken, Rüstem Paşa Medresesine müderris oldu Sahn-ı semân ve Şehzâde Medresesinde de müderrislik yaptı Bu oğlu da otuz yaşlarında vefât etti

En küçük oğlu Mustafa Efendiyi kendisi ilimde yetiştirip, icâzet verdi Önce Sahn Medresesi müderrisliğine tâyin edildi Edirne Selimiye Medresesinde de müderrislik yaptı Selânik Galata, Bursa,Edirne ve İstanbul kadılığı yaptı Bundan sonra Anadolu, bir sene sonra da Rumeli kadıaskerliği yaptı Hat sanatında mâhir, fıkıh ve usûl-i fıkıh ilminde âlim idi Meşhûr fıkıh kitabı Dürer'e hâşiye yazmıştır Bu oğlu da 43 yaşında vefât etmiştir Oğullarından Mustafa Çelebi hâriç, diğerleri kendisinden önce vefât etmişlerdir Kızlarından biri, şeyhülislâm Müeyyedzâde Abdülkâdir Şeyhî'nin hanımı idi Bu zât, Ebüssü'ûd Efendinin kız kardeşinin oğludur Diğer kızı, yine şeyhülislâm olan Ma'lûlzâde Mehmed Efendinin hanımı idi Bâzı kaynaklarda bir kızının daha olduğu, onun da Ali Cemâlî Efendinin oğlu Fudayl Efendinin hanımı olduğu kaydına rastlanmıştır Ebüssü'ûd Efendinin kardeşi Şeyh Nasrüddîn de âlim ve ehl-i tasavvuf bir zât idi Önce İskilib, sonra İstanbul'da insanlara rehberlik ederek irşâd vazifesi yapmıştır

Ebüssü'ûd Efendi, tefsîr, fıkıh ve diğer ilimlerde pekçok eser yazmıştır Eserlerinden en meşhuru, İrşâdü Akl-is-Selîm isimli tefsîri olup pek kıymetlidir Ebüssü'ûd Efendi yazdığı bu tefsîrde, Keşşaf Tefsîri ile, müfessirlerin baştâcı olan İmâm-ı Beydâvî'nin Envâr-üt-Tenzîl'ini kaynak olarak almıştır Bu tefsîrlerden aldığı bilgiler yanına, yeni inceleme ve mütâlaalar da ilâve etmiştir Evliyâ Çelebi, bu tefsîrden, Seyahatnâme adlı eserinde şöyle bahsetmiştir: "Üç bin ulemâdan ve bin yedi yüz kadar mûteber tefsîrden istifâde etmek, feyz almak sûretiyle yazdığı tefsîr, hâlen âlimler arasında makbûl ve medhedilen bir tefsîrdir Ona denk bir tefsîr yoktur" Mir'ât-ı Kâinât müellifi Nişancızâde de bu tefsîr için; "Yazdığı güzel tefsîr-i şerîfi dünyânın en güzel tefsîrlerindendir" demiştir

Ebüssü'ûd Efendi, bu tefsîrini nasıl yazdığı hakkında yaptığı açıklamanın bir bölümünde Keşşaf Tefsîri'nin ve İmâm-ı Beydâvî'nin Envâr-üt-Tenzîl adlı tefsîrinin, yazılmış tefsîrlerin en meşhûru ve seçilmiş tefsîrler olduğunu belirttikten sonra şöyle demektedir: "Önceden bu iki kitabı okuyup incelemekle meşgûl olurken, bunların ihtivâ ettiği cevherlere, kıymetli bilgilere, diğer kitaplarda bulduklarımı da ilâve etmek sûretiyle, güzel bir uslûb ile tertib etmek ve Allahü teâlânın lütfu olarak kalbime doğan şeyleri de, Kur'ân-ı kerîmin şânına uygun bir şekilde ilâve edip, Sultan Süleymân'ın hazîne-i şâhânesine hediye etmeyi düşündüm Lâkin seyahatlerim azmime mâni oldu Yapılacak işin büyüklüğü beni tereddüde düşürdü Aradan aylar ve yıllar geçti Meşgûliyetin çokluğu, muhârebelerde, seferlerde, beldelerde dolaşmam bu işe mâni oldu Baktım ki fırsat elden gidiyor, ecel yaklaşıyor, hayat güneşi batmak, sönmek üzere, artık meşgalemin çokluğuna bakmadan arzu ettiğim kitabı yazmaya karar verdim Allahü teâlâya sığınarak işe başladım"

Ebüssü'ûd Efendi, Sâd sûresine geldiği zaman Kânûnî Sultan Süleymân Hân tefsiri görmek istedi Yazılan kısım takdim edilince, büyük bir hürmetle karşıladı Ebüssü'ûd Efendinin o zaman iki yüz akçe olan meşihât yevmiyesini beş yüz akçeye çıkardı Büyük ihsân ve ikrâmlarda bulunup, hil'at (elbise) giydirdi Bu tefsîr 1566 senesinde yazılıp tamamlanınca, Ebüssü'ûd Efendinin yevmiyesi, yüz akçe daha ilâve edilerek altı yüz akçeye çıkarıldı Tefsîr yazılıp tamamlandıktan sonra, Mekke'ye ve Medîne'ye iki nüsha gönderilip, o zaman ilim öğrenmekte olan talebelerin istinsâh edip, yazarak çoğaltmalarına izin verildi Bu tefsîrin İstanbul ve Anadolu'nun muhtelif kütüphânelerinde bulunan çok sayıda nüshaları vardır İlk baskısı 1858-1868 seneleri arasında, Bulak'ta müstakil olarak yapılmıştır Yine Bulak'ta 1872 senesinde İmâm-ı Râzî'nin Tefsîr-i Kebîr'i Mefâtîh-ül-Gayb kenarında ikinci baskısı yapıldı Daha sonra 1889-1890 senelerinde, Kâhire'de müstakil olarak üçüncü baskısı yapıldı Aynı yıllarda İstanbul'da Dâr-üt-tabâat-il-âmire matbaasında, yine İmâm-ıRâzî'nin tefsîri kenarında dördüncü baskısı yapıldı 1952 senesinde, Mısır'da beş cild hâlinde beşinci baskısı yapıldı Ebüssü'ûd Efendinin bu tefsîri üzerine şerh ve ta'likler, incelemeler yazıldı Bu tefsîr, Mısır'da Câmi'ul-Ezher'de yıllarca ders olarak okutulmuştur

Ebüssü'ûd Efendinin diğer önemli eserleri ise şunlardır:

1) Ma'rûzât, 2) Hasm-ül-Hilâf, fil-Meshi Alel-Hıfâf, 3) Tehâfüt-ül-Emcâd fî Evveli Kitâb-il-Cihâd, 4) Meâkıd-üt-Taraf fî Evveli Tefsîri Sûret-il-Fethi min-el-Keşşâf, 5) Ğamezât-ül-Melîh fî Evveli Mebâhıs-il-Kasr-ıl-âm Minet-Telvîh, 6) Tevâkıb-ül-Enzâr fî Evveli Menâr-ül-Envâr, 7) Ta'likâtün alel-Hidâye; 8) Fetvâlar: Ebüssü'ûd Efendinin fetvâları, Bostanzâde Muhammed bin Ahmed Efendi tarafından toplanmıştır Bâblara ve fasıllara ayrılmıştır 9) Kânunnâmeler: Ebüssü'ûd Efendinin fetvâ şeklinde tertib ettiği kısımları ihtivâ eden bir eserdir 10) Risâletü Vakfinnukûd, 11) Galatât-ül-Avâm, 12) Tescîl-ül-Vakf, 13) Kânûn-ül-Muâmelât, 14) Risâle-i Mesh, 15) Münşeât, 16) Kıssa-i Hârût ve Mârût, 17) Tuhfet-üt-Tullâb fil-Münâzarât, 18) Risâletün fil-Ed'iyyet-il-Me'sûre, 19) Mektupları, 20) Şiirleri; Arabça, Farsça ve Türkçe şiirleri olup, Kasîde-i Mîmiyye'si meşhûrdur

Ebüssü'ûd Efendinin vermiş olduğu binlerce fetvâdan bir kısmı ise şu şekildedir

"Bir tavuk boğazlanıp, içi ve gursağı çıkarılmadan, kaynar suda haşlasalar, yolsalar, yemesi helâl olmaz, haramdır Kesip içi ve gursağı çıkarılıp, içi yıkandıktan sonra haşlanırsa, tüylerine necâset bulaşmamış ise, yemesi helâl olur"

"İmâm, amel-i kesîr oluncaya kadar tegannî ederse, yâhut üç harf ziyâde ederse, namazı fâsid olur Tegannî, ırlamaktır, sesini hançeresinde terdîd edip, yâni tekrarlayıp türlü sesler çıkarmaktır"

"Bir köyde veya mahallede mescid olmayıp, cemâatle namaz kılmasalar, hükûmet bunlara zorla mescid yaptırmalıdır Cemâati ihmâl edenleri tâzir etmelidir

Suâl: Namazda otururken şehâdet parmağı kaldırmak mı kaldırmamak mı daha iyidir?

Cevap: Her ikisi de iyi demişlerdir Fakat parmağı kaldırmamak daha iyi olduğu meydandadır

Suâl: Bir dilenci gelip: "Allah aşkına, Peygamber aşkına; Allah'ı seversen, Peygamber'i seversen bana bir akçe ver" dese; o dilenciye: "Allah versin!" tarzında cevap verilse veya hiç bir yardımda bulunulmasa günaha girmiş olunur mu?

Cevap: Sevmek, vermeyi gerektirmez Vermemesi sevmemesine bağlı değilse, hiçbir hatâ ve günah yoktur

Suâl: Karacaahmet tekkesine hasta götüren ve orada kurban kesen kimseler: "Hasta oraya varınca şifâ bulur" diye inansalar" dînen onlara ne gerekir?

Cevap: Eğer şifâ verenin Allahü teâlâ olduğunu bilirler ve Karacaahmed'i de sâlih bir kişi olarak tanırlarsa bir şey gerekmez

Suâl: Cenâb-ı Hak hazretleri mekan mefhumundan münezzehtir Böyle olduğu halde "Allah göklerdedir" tarzında mı veya bir başka şekilde mi inanmak gerekir?

Cevap: "Allahü teâlâ bütün mekanlardan münezzehtir Gökler, yerler onun idâresindedir İlmi ve gücüyle onlara hâkimdir" tarzında îtikâd etmek gerekir Duâ ânında elleri yukarı kaldırmak, üst cihetin, semânın, duânın kıblesi kabul edilmesinden dolayıdır

Suâl: Bir mescide imâm olmak mı yoksa marangozluk mu daha iyidir?

Cevap: Bir sanatı, namazı hiç terketmeden yürütmek, Allah katında makbul ameldir

MÜFTÎ OLSA GEREKTİR

Ebüssü'ûd Efendi, şeyhülislâm olmasıyla ilgili bir rüyâsını şöyle anlatmıştır: "Henüz daha medresede talebe iken, bir gece rüyâmda ZeyrekCâmiine girdim Câmi çok kalabalık idi "Bu topluluk nedir?" dedim "Resûl-i ekrem efendimizin dîvân-ı seâdetleridir, toplantılarıdır" denildi Hürmetle bir köşede durdum Önümde de, o devrin müftîsi İbn-i Kemâl Paşa oturuyordu Peygamber efendimiz mihrâbda bulunuyordu Sağ ve solunda Eshâb-ı kirâm efendilerimiz edeble ayakta duruyorlardı Resûlullah efendimizin huzûrunda da bir zât vardı Kıyâfetinden onu Arab zannetmiştim Peygamber efendimiz ile dizdize denilecek bir hâlde oturuyor ve konuşuyordu Acabâ bu zât kimdir ki, Eshâb-ı kirâm efendilerimiz ayakta oldukları hâlde, o, Resûlullah'ın huzûrunda oturuyor? diyerek hayret ettim Konuşmalarını dinledim; Peygamber efendimiz Arabca konuşuyorlar, o zât ise Farsça söylüyordu Peygamber efendimiz ona; "Yâ Mevlânâ Câmî, ben Arabca konuşuyorum, sen de Arabca konuş" buyurunca, Arab zannettiğim o zâtın Mevlânâ Abdürrahmân Câmî olduğunu anladım Mevlânâ Câmî, Peygamberimize; "Yâ Resûlallah! Bir hatâmdan dolayı sizden özür dilemiştim Acabâ özrüm makbûl olmadı mı?" dedi Peygamber efendimiz; "Ne yolla îtirâz etmiştin?" buyurunca, şöyle dedi: "Sizi methetmek için yazdığım bir kasîdemde; "Onun sırrına eremiyorum, O Arabdır, ben ise Acemim" demiştim" dedi Peygamber efendimiz; "Beis yok, Farsça konuşman da makbûldür" buyurdu Sonra Peygamberimiz, Mevlânâ Câmî'ye hitâben; "Şu oturan kimseyi bilir misin?" diyerek İbn-i Kemâl Paşayı gösterdiler Mevlânâ Câmî; "Bilmem yâ Resûlallah" dedi Peygamber efendimiz; "O, İbn-i Kemâl Paşadır ve hâlen ümmetimin müftîsidir" buyurdu Sonra da beni göstererek; "Ya onun arkasında oturan şu kimseyi bilir misin?" buyurdu Mevlânâ Câmî yine; "Hayır Yâ Resûlallah" dedi Peygamber efendimiz; "O, Ebüssü'ûd bin Yavsî'dir O da ümmetimin müftîsi olsa gerektir" buyurdu Bu sâdık rüyâdan tam otuz yıl sonra, bu âcize fetvâ işleri vazifesi verildi

1) Mu'cem-ül-Müellifîn; c11, s301
2) Şezerât-üz-Zeheb; c8, s398
3) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye (49 Baskı); s1072
4) Şakâyik-ı Nu'mâniyye Zeyli (Atâî); s183
5) Peçevî Târihi; c1, s52
6) Brockelmann Sup-2; s651
7) Fevâid-ül-Behiyye; s81
8) Devhât-ül-Meşâyıh; s23
9) Mir'ât-ı Kâinât; c2, s131
10) Ikd-ül-Manzûm (Vefeyât kenarında); c2, s282
11) Kâmûs-ul-A'lâm; c1, s722
12) Menâkıb-ı Ebüssü'ûd (Menâkıb Mecmûası), Süleymâniye Kütüphânesi, Es'ad Efendi kısmı, No: 3622
13) Keşf-üz-Zünûn; c1, s65, 247, 898, c2, s1219, 1481, 2036
14) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c14, s12-23

Alıntı Yaparak Cevapla