Yalnız Mesajı Göster

Bişr-İ Hâfî

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Bişr-İ Hâfî




BİŞR-İ HÂFÎ

Sekizinci ve dokuzuncu yüzyıllarda Horasan'ın Merv şehrinde ve Bağdât'ta yaşamış olan büyük velîlerden İsmi, Bişr bin Hâris Abdurrahmân, künyesi Ebû Nasr'dır Yalınayak gezdiği için "Hafî" lakabıyla bilinir Bişr-i Hâfî diye meşhûr olmuştur 767 (H150) senesinde Horasan'ın Merv şehrinde doğdu 841 (H227) senesinde Bağdât'ta vefât etti Kabri orada olup ziyâret yeridir

Îtibârlı bir âileye mensûb olan Bişr-i Hâfî, Merv reislerinden birinin oğludur Bu sebeple çocukluğu ve gençliğinin bir kısmı bolluk, refâh içinde geçti Gençliğinde kendisini oyun ve eğlenceye verdi Dünyânın câzibesine kapıldığı ve nefsin, şeytanın ve kötü arkadaşların teşviklerine kapılarak oyun ve eğlence âlemlerine daldığı gençlik yıllarında, bir gün kapısı çalındı Hizmetçisi kapıya çıkarak gelen kimseye kimi aradığını sordu Kapıdaki adam; "Bu evin sâhibi hür mü, kul mu?" diye sordu Hizmetçi, "Hürdür" diye karşılık verdi Adam; "Belli! Eğer kul olsaydı, kulluğun edebine riâyet edecek oyun ve eğlence ile uğraşmayacaktı" diyerek çıkıp gitti Hizmetçi içeri girip kapıda olanları Bişr-i Hâfî'ye anlattı Bişr-i Hâfî, yalın ayak adamın peşinden koştu Ona yetişerek söylediklerini tekrarlattı O kimsenin sözlerinden etkilendi, yaptıklarına pişmân olup tövbe etti Bir müddet sözünde durup oyun ve eğlence âlemlerine gitmediyse de, kötü arkadaşların tesiriyle tekrar eski hayâtına döndü Babasından kalan serveti için kendisinden ayrılmayan arkadaşları onu bir türlü bırakmadılar

Bir gün eğlence âlemlerinden sonra sarhoş ve bitkin olarak evine dönerken yolda üstünde Besmele yazılı bir kağıt buldu İçi sızlayıp yerden aldı Öpüp, çamurlarını silerek, temizledikten sonra, güzel kokular sürüp, evinin duvarına astı O gece âlim ve velî bir zâta, rüyâda; "Git Bişr'e söyle! İsmimi temizlediğin gibi seni temizlerim İsmimi büyük tuttuğun gibi, seni büyültürüm İsmimi güzel kokulu yaptığın gibi, seni güzel ederim İzzetime yemin ederim ki, senin ismini dünyâda ve âhirette temiz ve güzel eylerim" dendi Bu rüyâ üç defâ tekrar etti O zât sabah Bişr-i Hâfî'yi arayıp meyhânede buldu Mühim haberim var diye içerden çağırdı Bişr geldiğinde; "Kimden haber vereceksin?" dedi "Sana Allahü teâlâdan haber vereceğim" deyince, ağlamaya başladı "Bana kızıyor mu, şiddetli azap mı yapacak?" dedi Rüyâyı dinleyince arkadaşlarına; "Ey arkadaşlarım! Beni çağırdılar, bundan sonra bir daha beni buralarda göremeyeceksiniz" dedi O zâtın yanında hemen tövbe etti Bu anda ayağında ayakkabı bulunmadığı için, hiç ayakkabı giymedi Sebebini soranlara, "Allahü teâlâya tövbe ettiğim, günâh işlememeye söz verdiğim zaman yalın ayaktım O zaman giymediğim ayakkabıyı şimdi giymeye hayâ ederim Allahü teâlâ Bekara sûresi yirmi ikinci âyetinde meâlen; "Biz yeryüzünü sizin için tefriş ettik, döşedik" buyuruyor Pâdişâhların mefrûşâtı üzerinde ayakkabı ile yürümek edebe uymaz Ayağım ile yer arasında bir vâsıta olduğu hâlde onun sergisine basmayı câiz görmüyorum" derdi Bu zamandan sonra ayakkabı giymediği için kendisine yalın ayak mânâsında "Hâfî" lakabı verildi

Allahü teâlâya tövbe ettikten ve eski yaşayışını terk ettikten sonra bir müddet memleketi olan Merv'de ilim tahsîliyle meşgûl oldu Dayısı Ali bin Harşam'a talebe oldu Onun sohbetlerinde bulunup tasavvuf yolunda ilerledi İlim yolunda seyâhatlere çıktı Mekke, Kûfe, Basra, Şam ve Lübnan taraflarına gitti Gittiği yerlerdeki âlimlerin ve velîlerin ilim meclislerinde ve sohbetlerinde bulundu Bu yüzden Seyyâh Sûfilerden sayıldı En sonunda Bağdât'a gelerek yerleşti Gerek memleketinde, gerek gezdiği yerlerde ve gerekse Bağdât'ta devrinin ileri gelen âlimlerinden ilim tahsîl etti ve hadîs-i şerîf dinledi İbrâhim Sa'd, Abdurrahmân bin Zeyd bin Eslem, Hammâd bin Zeyd, Şüreyk bin Abdullah, Muâfâ bin İmrân Mûsulî, Vekî bin Cerrâh, Ebû Bekr bin Iyâş, Hafs bin Gıyâs, Abdullah bin Mübârek, Îsâ bin Yûnus, Abdullah bin Dâvûd el-Hayrî, Ebû Muâviye ed-Darîr, Zeyd bin Ebi'z-Zerka onun ilim tahsîl ettiği ve hadîs-i şerîf dinlediği âlimlerden bir kısmıdır

Onun geldiği yıllarda, dünyâ meraklılarının da âhiret sevdâlılarının da merkezi durumunda bulunan Bağdât'ta, Ahmed bin Hanbel hazretleriyle görüştü Süfyân-ı Sevrî Fudayl bin Iyâd, Muâfa bin İmrân ve İmâm-ı Mâlik hazretlerinin ilim meclislerinde ve sohbetlerinde de bulunup onlardan feyz aldı Hadîs ilminde güvenilir âlimlerden olduğu gibi, tasavvufta da yüksek derecelere kavuştu

Hanbelî mezhebinin kurucusu Ahmed bin Hanbel, Bişr-i Hâfî'yi çok sever, devamlı yanına giderdi Talebeleri; "Siz âlimsiniz Hadîste, fıkıhta, ictihadda ve bütün ilimlerde eşiniz yoktur Niye Bişr-i Hâfî gibi birini sık sık ziyâret ediyorsunuz?" dediklerinde; "Evet, dediğiniz ilimleri ondan iyi bilirim Fakat o, kalp ilimlerini benden iyi bilir" derdi

Bişr-i Hâfî'ye, bu ilme, yüksek derecelere nasıl kavuştun diye sorduklarında; "Az yemekle" deyip, "Yiyip gülen ile, yiyip ağlayan aynı olmaz" buyurdu

İlim ve fazîletteki yüksekliği, haram ve şüphelilerden sakınması sâyesinde insanlar arasında yüksek bir velî, konuşmaları ile, tesirli bir yol gösterici oldu Mânevî derecesi öylesine yükseldi ki, Halîfe Me'mûn onu ziyâret edebilmek için, Ahmed bin Hanbel'in arabuluculuk yapmasını istedi Hattâ Halîfe Me'mûn onun hakkında; "Bişr-i Hâfî'den başka bu diyarda (Bağdât'ta) kendisinden hayâ edilip çekinilecek bir kimse kalmadı" demişti

Dînî ilimlerde yüksek bir âlim, tasavvufta yüksek bir velî olan Bişr-i Hâfî, zamânının tıb bilgilerinde de söz sâhibi idi

Bir gün Bişr-i Hâfî (rahmetullahi aleyh) rahatsızlanarak tabîb Abdurrahmân'a gitti Ne gibi yemekler yiyeceğini sordu Tabîb de; "Bana soruyorsun, fakat tavsiyelerime uymuyorsun" dedi Bişr-i Hâfî de; "Hayır, uyacağım" deyince, tabîb; "Sirke ve baldan yapılmış sikencübin'i (mayhoş suyu) içer, ayvayı soyup yersin Sonra da sıcak çorba içersin" dedi Bunun üzerine Bişr-i Hâfî; "Sikencübinin yerini tutacak daha iyi bir şey bilmez misin?" diye sordu Tabîb; "Bilmem" dedi Bişr-i Hâfî; "Ben bilirim" deyince, tabîb söyle bakalım nedir?" dedi Bişr-i Hâfî; "Hurdeba (günnük otu) sirke ile berâber" dedi Sonra; "Ayvanın yerini tutacak ondan daha ucuz bir şey bilmez misin?" diye sordu Tabîb; "Bilmem" deyince; "Ben bilirim" dedi ve keçi boynuzunu anlattı Keçiboynuzundan daha iyisini sordu Tabîb, bilmem deyince, ona da nohut suyu ile inek yağını anlattı Bunun üzerine tabîb Abdurrahmân; "Sen tıb ilmine benden daha iyi vâkıfsın" diyerek bu ilimdeki üstünlüğünü kabûl etti

Allahü teâlânın emirlerine ve Peygamber efendimizin sünnetine titizlikle uyan, haram ve şüphelilerden şiddetle kaçınan Bişr-i Hâfî hazretleri, bir gece rüyâsında Peygamber efendimizi gördü Peygamber efendimiz ona; "Allahü teâlânın seni neden üstün kıldığını biliyor musun?" buyurdu O; "Hayır bilmiyorum yâ Resûlallah!" diye karşılık verdi Hazret-i Peygamber şöyle buyurdu: "Sünnetime tâbi olman, sâlihlere hizmet etmen, din kardeşlerine nasîhat etmen, Ehl-i beytimi ve Eshâbımı sevmen sebebiyle bu dereceye kavuştun" buyurdu

Bişr-i Hâfî pekçok kimseye ilim öğretip ders verdi Nuaym bin Heydâm, Muhammed bin Heydâm, İbrâhim bin Hâşim, Nasr ibni Mansûr, El-Bezzâr, Muhammed bin el-Müsennâ, Sırrî-i Sekâtî, İbrâhim bin Harbî en-Nişâbûrî Ömer bin Mûsâ el-Celâ gibi birçok âlim kendisinden ders alıp, hadîs-i şerîf okumuşlardır

İnsanlara vâz ve sohbetleriyle pek faydalı olan Bişr-i Hâfî hazretleri, onlara dünyâda ve âhirette kurtuluşa ermenin yollarını gösterdi Bir sohbetinde;

"Bir gün Bağdât'ta bir adam gördüm Bin kırbaç dayak yediği hâlde hiç sesini çıkarmadı Sonra kendisini cezâevine götürdüler Peşini tâkib ettim ve niçin dövüldüğünü kendisinden sordum Bir kadına âşık olduğundan bu hâle düştüğünü söyledi Bu kadar dayak yediği hâlde neden ses çıkarmadığını sordum Sevgilim bana bakıyordu, dedi Bunun üzerine kendisine; "Ya Allahü teâlânın seni devamlı gördüğünü bilseydin hâlin nice olurdu?" dediğimde, hemen haykırarak yere düştü ve öldü" buyurdu

Gençliğimde Abadan'a gitmiştim Cüzzamlı ve kör bir adamla karşılaştım Sarası tutmuş, karıncalar vücûduna üşüşmüş etini yiyorlardı Başını kaldırdım, kucağıma aldım, ayılıp, kendisi ile konuşmayı bekledim Ayılınca; "Benimle Rabbim arasına giren bu boş adam kimdir? Rabbim beni parça parça yapsa, benim O'na ancak sevgim artar" dedi Bundan sonra artık kul ile Allah arasında gördüğüm hiç bir hikmeti merak edip de, niçin böyle oluyor? demedim"

"Bir gün evime girince bir zât ile karşılaştım İzinsiz, evime nasıl girersin, sen kimsin dediğimde; "Ben kardeşin Hızır'ım" dedi Bana duâ et deyince, O; "Allah'ım!İbâdette bulunmasını buna kolaylaştır" diye duâ etti Biraz daha duâ et dedim "Allah'ım! İbâdetinin gizli kalmasını buna nasîb eyle" dedi

Bişr-i Hâfî hazretleri yüksek hâller sâhibiydi Bir gece evden çıkarken ayağının biri eşiğin iç, diğeri dış kısmında olduğu halde seher vaktine kadar hayret ve hayranlık içinde bekledi Kızkardeşinin kalbine; Bu gece Bişr sana geliyor" diye ilhâm olundu Kardeşi onu beklemeye başladı Bişr-i Hâfî yorgun ve perişan hâlde çıkageldi Hemen evin damına çıkmaya gayret etti Birkaç basamak yukarı çıktı Ortalık aydınlanıncaya kadar hayran hayran orada kaldı Namaz vaktinde aşağı inip câmiye gitti Namazını kılıp eve geldi Kızkardeşi; "Bu ne hâl böyle?" diye sorunca, Bişr-i Hâfî; "Hatırımdan geçti ki Bağdât'ta Bişr gibi bunca kişi bulunsun, bunlardan kimi yahûdî kimi hıristiyan, kimi de mecûsî olsun, benim ismim de Bişr olsun ve İslâmiyetle şereflenerek bunca yüksek devlete ermiş olayım! Ben ne yaptım ki bu devlete kavuştum, onlar ne yaptılar ki bu devletten mahrûm kaldılar İşte bu konuyu düşünerek şaşkın bir hâlde kaldım" buyurdu

Mansûr es-Sayyâd isimli bir zât, bir bayram günü bayram namazını kıldıktan sonra Bişr-i Hâfî hazretlerine geldi Bişr-i Hâfî ona; "Bu erken vakitte niçin geldin?" buyurdu Mansur; "Evde un ve ekmek yok onun için geldim" dedi Bişr-i Hâfî; "Allahü teâlâ düşenlerin yardımcısıdır Oltanı al ve dereye git Abdest alıp iki rekat namaz kıl Oltayı Bismillah diyerek at!" buyurdu Mansûr es-Sayyâd onun dediklerini yaptı "Bismillah" diyerek oltayı dereye attı Büyük bir balık çıktı Bişr-i Hâfî'ye geldi Bişr-i Hâfî o balığı satmasını ve ihtiyaçlarını almasını istedi O kimse balığı satıp ihtiyâcı olan yiyecekleri aldıktan sonra Bişr-i Hâfî hazretlerinin kapısını çaldı Bişr-i Hâfî ona; "Kapıyı kapat Elindekileri de hole bırak Kendin de içeri gel" buyurdu Mansûr es-Sayyâd içeri girince, Bişr-i Hâfî hazretleri; "Eğer bu isteği nefsimiz bize bildirseydi bu balık çıkmazdı" dedi

Yine bir sohbetinde buyurdu ki:

"Dünyâda azîz olmak, âhirette selâmette kalmak isteyen, diline sâhib olsun Şâhitlik yapmasın, halka imâm olmasın, hiç kimsenin yemeğini yemesin İki şey kalbe kasvet verir Çok konuşmak ve çok yemektir"

İlme çalışmayı teşvik husûsunda da buyurdu ki:

İlme çalışanın işâreti, dünyâdan kaçmaktır, dünyâyı sevip onda kalmak değil"

"Kendisiyle amel etmediğin şeyi bırakman daha iyidir İlim, amel etmektir Allahü teâlâya itâat ettiğin zaman sana öğretir Allahü teâlâya isyân edersen, sana öğretmez İlim, âlimlerin ihtiyaç malzemesidir"

"Kâmil olan Allah yolcusu ile sohbet etmek, Kur'ân-ı kerîm okuyan ile sohbet etmekten daha sevimlidir"

"Mârifetten mahrum kalan kimse, ibâdetinin tadını bulamaz"

"Sizden biri, bir eser yazacak olursa, daha çok mânâ bakımından doğruluğuna dikkat etsin"

"Âlimin sözü doğru, yediği helâl ve dünyâ malına karşı sevgisi yok ise, zühdü, dünyâya düşkün olmaması çok olur Ne yazık ki, bugün bu üç hasletten birini bile onların birinde göremiyoruz Bu durumlarıyla onlara nasıl gülelim ve nasıl yüz verelim Bu vasıfları kendinde bulundurmayanlar, ilim sâhibi olduklarını, nasıl söylerler Onlar dünyâya sarılır, dünyâyı birbirinden kıskanırlar Dünyâlık için birbirine hased ederler Devlet adamlarının yanında birbirlerini çekiştirir ve gıybet ederler Maksadları, ellerine geçen dünyâlığı, başkalarına kaptırmamak ve fânî şeyleri ellerinden kaçırmamaktır Yazıklar olsun ey âlimler! Siz peygamberlerin vârisleriydiniz İlmi alırken birçok vazîfe yüklenmiş oldunuz Şimdi o vazîfeleri yapmıyorsunuz İlminizi şeref vesilesi yapıp onunla dünyâlık kazanmaya bakıyorsunuz Âhirette, Cehennem'e ilk atılan zümre olmaktan nasıl korkmuyorsunuz, anlamıyorum!"

"Bugün ilim, onu vâsıta yapıp karnını doyuranların eline geçti"

Bir sohbetinde de sabırla ilgili olarak şöyle buyurdu:

"Sabır susmaktır Susmak sabırdandır Konuşan, susandan daha fazla verâ sâhibi olamaz Şu var ki, âlim kişi bir yerde konuşur bir yerde susar"

"Sabır güzeldir Bu ise, insanlara şikâyette bulunmamaktır"

"Emri mârûf ve nehy-i anil-münker yapmak, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirmek için, eziyetlere sabretmek gerekir"

Şükürle ilgili olarak Bişr-i Hâfî hazretleri buyurdu ki: "Âzâları içinde yalnız dili ile şükreden kimsenin şükrü az olur Çünkü gözün şükrü, bir hayır gördüğü zaman onu almak, eğer şer görürse onu örtmektir Kulağın şükrü, bir hayır işittiği zaman onu ezberlemek, şer işitirse onu unutmaktır Ellerin şükrü, onlarla hak olandan başkasını tutmamaktır Mîdenin şükrü, ilim ve hilm ile dolu olmak; ayakların şükrü de, iyilikten başkasına gitmemektir Kim böyle yaparsa hakîkaten şükredenlerden olur"

Bir sohbeti sırasında da;

"Nâfileler farzların terk edilmesine sebeb olduğu zaman nâfileleri terk ediniz İyiyi iyi olarak kabul etmeyen, çirkini de çirkin olarak kabul etmez İhtilâf ve ayrılıkla birlikte îtilâf ve birleşme olmaz

Biz nîmetler yüzünden değil, nîmetlere karşı az şükrettiğimizden bu hâle geldik Nitekim biz amelimizin azlığından değil de amelde sıdk ve ihlâsımızın olmayışından bu hâle geldik Yine bizim uğradığımız musîbetler, günâhlarımızın çokluğundan değil, hayâmızın azlığındandır, istiğfârımızın azlığından değil, vefâmızın azlığından ve süratle günâhlara düşüşümüzdendir Eğer biz derhâl günahlarımızın cezâsını görmüş olsaydık bütün günâhları bırakırdık

Ey kardeş! Bunu bil ve içini dünyâ sevgisi ve şehvetinden temizle Allahü teâlâyı çok zikret Kalbini iyice temizlediğin zaman, Allahü teâlâ seni hikmetle konuşturur ve sen zamânın bir hakîmi olursun Fakat dünyâ sevgisi ve şehveti ile birlikte hikmet sâhibi olamazsın" buyurdu

Talebelerine ve sevenlerine verdiği muhtelif vâz ve nasîhatler sırasında buyurdukları ise şunlardır:

"İnsanlar arasında tanınmak isteyen, âhiretin tadını alamaz"

"Şöhreti seven kimse, Allah'tan korkmaz"

"Övülmekten hoşlanmak kadar ahmaklık düşünülemez"

"Dünyâ ve âhirette elem ve kederlerden kurtumak istiyenler, kötü ahlâk sâhipleriyle görüşmemelidir"

"Tasavvuf nedir?" diye sorulunca, buyurdu ki: "Tasavvuf üç anlama gelir İlki mârifet nûruna ârif olmak ve verâ hâlini kaybetmemektir İkincisi, dış görünüşünü bâtıl olan şeylerden alıkoymaktır Sonuncusu ise kerâmetlerini gizlemektir"

"İnsanlardan biri, Allahü teâlâya tevekkül ettim, diyor Halbuki Allahü teâlâya karşı yalan söylüyor Gerçekten Allahü teâlâya tevekkül etseydi, O'nun, hakkındaki muâmelesine de râzı olurdu"

"Hüzün pâdişâhtır Bir yere yerleşince oraya başka bir şeyin yerleşmesine râzı olmaz"

"Ben, Muâfâ bin İmrân'dan işittim O da Süfyân-ı Sevrî'den şöyle dediğini işitmiş; insanları memnun etmek, ulaşılamayan gâyedir"

"Süfyân-ı Sevrî bir adamı ziyâret ettiği zaman, Allah seni ateşten korusun diye duâ ederdi"

"El-Evzâî şöyle buyurdu Bir zaman gelecek ki, ünsiyet sâhibi kardeş, helâl bir lokma ve sünnete uygun bir amel o zaman çok az olacak"

"Kim Allahü teâlâya yaklaşırsa, insanlardan uzak kalır"

"İnsanların sırlarını ortaya çıkaracak sorular sorma"

"Nefsim için en güvendiğim amelim, Peygamber efendimizin Eshâbına sevgi ve hürmetimdir"

"Böbürlenmen, kendi ibâdetini çok, başkasınınkini az görmendir"

"Malınız varken aç sabahlamanızı, malınız yokken tok sabahlamanıza yeğ tutarız"

"Âdemoğlunu dünyâda tâkib eden musîbetlerin başında, sevdiklerinden ayrılması gelir"

"Bir kimse bize, hadîs anlat dediği zaman, anla ki, bize kolaylık göster, demek istiyor"

"Makâmların en yükseği, ölünceye kadar fakirliğe sabretmektir"

"İki haslet vardır ki, kalbe sıkıntı verir: Çok konuşmak, çok yemek"

"Bir kul Kur'ân-ı kerîmi hatmederse, melekler onun iki gözü arasını öperler"

"Kişi gazabını yenmedikçe, takvâ sâhibi olamaz"

"Konuşmak hoşuna giderse sus, susmak hoşuna gidince konuş"

"Kim Allahü teâlâdan dünyâyı isterse, Allahü teâlâ da onun dünyâda uzun zaman kalmasını ister"

"Müminin izzeti, insanlardan uzak durmasıdır Şerefi ise gece namaz kılarak ayakta durmasıdır"

"Ana ve babanın evlatlarına duâları, bir peygamberin ümmetine olan duâsı gibidir"

"Verâ, şüphelilerden temizlenmek ve her an nefisle muhâsebe etmektir"

"Kötü insanlarla arkadaşlık yapmak, hayırlı insanlara sû-i zana, kötü düşünmeye sebeb olur"

"Cimrinin yüzüne bakmak, insanın kalbini karartır"

"Şâyet insanlar Allahü teâlânın büyüklüğünü düşünselerdi, O'na isyân etmezlerdi"

"Akıllı kimse, hayrı ve şerri bilen kimse değildir Akıllı kimse hayrı gördüğünde ona tâbi olan, şerri gördüğünde ondan kaçınan kimsedir"

"Ölümü hatırladığın zaman, dünyânın güzelliği ve şehvetleri senden gider"

"Kötülüklerini gizlediğin gibi iyiliklerini de gizle"

"Dünyâyı seven kişi ölümü sevmez"

"Melekler, kendisine hayran kaldığı kulun amelini yükseğe çıkarır ve Allahü teâlânın huzûruna götürür"

"Kişinin ameli az olursa, düşünce ve sıkıntıya mübtelâ olur"

Vaktin kıymeti ile ilgili olarak buyurdu ki:

"Dün öldü, bugün can çekişiyor, yarın doğmadı Öyle ise şu anı değerlendirmek için amele sarıl"

Neden câmide vâz vermiyorsun diye sorduklarında; "Câmide vâz vermek için câmi hüviyetli olmak, o işin ehli olmak lâzımdır" buyurarak tevâzuda bulundu



Alıntı Yaparak Cevapla