Prof. Dr. Sinsi
|
Somuncu Baba (Hâmid-İ Aksarâyî)
Hâmid-i Aksarâyî hazretleri, 1412 (H 815) senesinde, bir gün dostları ve talebeleriyle helâlleşti İki rekat namaz kıldıktan sonra, uzun uzun duâ etti Sonra Kelime-i şehâdet getirerek vefât etti Cenâze namazını Hâcı Bayram-ı Velî kıldırdı Geriye iki erkek çocuk bırakarak, bugünkü türbesinin olduğu yere defnedildi TürbesiAksaray kabristanının ortalarındadır 1980 (H 1400) senesinden îtibâren, AksaraylıŞahinBaşer Beyin gayretleriyle türbesi yeniden onarılarak bugünkü hâle gelmiştir Somuncu Baba'nın çilehânesini ve türbesini ziyâret edenler, rûhâniyetinden fevkalâde feyz ve bereketlere kavuştuklarını, dünyâyı unuttuklarını söylemişlerdir Onu vesîle ederek Allahü teâlâya yapılan duâların kabûl olduğunu da bildirmişlerdir Somuncu Baba'nın kabrinin Dârende'de olduğu da rivâyet edilmektedir
Hâmid-i Velî hazretlerini çok sevenlerden biri şöyle anlattı: "Aksaray'da memur olarak vazife yapıyordum Bir üst makâma terfîm ihtilâflı idi Şeyh Hâmid-i Velî hazretlerine gittim Türbesini ziyâret ederek, durumumu anlattım Çilehânesinde iki rekat namaz kıldıktan sonra eve geldim Gece rüyâmda Hâmid-i Velî'yi gördüm Bana; "Evlâdım, hiç üzülme, üst makâma geçeceksin Biz velîler, senin o makâma geçtikten sonra, istifâ edip, serbestçe İslâmiyete hizmet etmeni, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını insanlara bildirmeni arzu ediyoruz" buyurdu Hakîkaten, kısa zaman sonra bir üst makâma geçme emri geldi ve istifâmı vererek İslâmiyete hizmet etmeye çalıştım "
Hâmid-i Aksarâyî hazretlerinin okuduğu kasîdeler, Aksaraylıların dillerinde dolaşmaktadır Bunlardan bâzıları şöyledir:
Biz ol âşık yiğitleriz,
Akıl, rüşd bize yâr olmaz
Mey-i aşk ile sermestiz,
Bizler aslâ sarhoş olmaz
Diriyiz dâim ölmeyiz,
Karanlıkta hiç kalmayız,
Çürüyüp toprak olmayız,
Bize gece gündüz olmaz
Bizim illerde ay ve gün,
Sebât üzre durur dâim
Televvün irişür âna,
Gehî bedr ü hilâl olmaz
Bizim bahçedeki güller,
Dururlar tâze, solmazlar,
Hazân olup dökülmezler,
Kış mevsimi bahâr olmaz
Şerbeti aşk için içtik,
Ferâgat mülküne göçtük,
Yanıp aşkınla tutuştuk,
Bize tahrûk ü târ olmaz
İreldenŞems'in nûruna,
Vücûdun zerreden katre
Ne katre, ayn-ı bahr oldu
Ona çukur kenâr olmaz
Bırak ey Hâmidâ vârı,
Görem dersen sen ol yârı,
Göricek ol tecellâyı,
Ondan üstün kemâl olmaz
ATEŞSİZ FIRIN
Somuncu Baba, bir gün fırına ekmeklerini sürdü Pişmesini beklerken, yanına Pâdişâh Yıldırım Bâyezîd Hân'ın dâmâdı Seyyid Emîr Sultan geldi Elinde bir çömlek vardı "Selâmün aleyküm baba!" dedi O da; "Ve aleyküm selâm" diyerek birbirlerine bakıştılar Başka hiçbir kelime konuşmadan tanıştılar Emîr Sultan, elindeki yemek çömleğini Somuncu Baba'ya verip, içindekinin pişirilmesini ricâ etti Somuncu Baba, kabı alıp fırının ağzından içeri sürmek istediyse de, çömleği fırına sokamadı Bir daha denedi, yine olmayınca,Emîr Sultan'a döndü ve; "Anladım ki, bu çömleği fırına sen süreceksin!" dedi Emîr Sultan; "Peki" diyerek çömleği aldı ve fırının gözünden içeri rahatlıkla sürdü Fakat fırında hiç ateş yoktu Somuncu Baba fırının ağzını kapattıktan sonra; "Birazdan pişer bekleyiniz " buyurdu Bir müddet bekledikten sonra kapak açıldı Fırında hiç ateş olmadığı hâlde yemeğin piştiğini gören Emîr Sultan, Somuncu Baba'nın büyük velîlerden olduğunu anladı Orada tasavvuf üzerinde bir mikdâr sohbet ederek dost oldular
ÂHİRET İÇİN ÇALIŞIYORDUK
Hâmid-i Aksarâyî hazretleri, bir gün zirâatla uğraşan talebelerinden birine bir mikdâr tohum verdi ve; "Bu tohumların yarısını, tarlanızın bir kısmına sizin için, yarısını da tarlanızın bir kısmına bizim için ekiniz " buyurdular Talebe tohumları ekti Ekinlerin yetiştiği mevsimde tarlaya gittiler Talebenin tarlasında fevkalâde güzel yetişmiş bir ekin vardı Diğerinde hiç ekin bitmemişti Hâmid-i Velî, talebesine dönerek; "Bu tarlalardan hangisi bizim, hangisi sizindir?" buyurunca, talebe son derece utandı ve kendi tarlasını göstererek; "Bu tarla sizindir efendim" dedi O da, ekinlere bakarak; "Biz âhiret için çalışıyorduk Acabâ hangi günahımızdan dolayı dünyâmız mâmûr olmaya başladı?" deyip, üzüntüsünü dile getirdi Hocasının müteessir olduğunu gören talebe, hakîkati söyleyerek üzüntüsünü giderdi
DUÂ ÇINARI
Niğbolu’dan dönünce, Yıldırım Bâyezîd Han,
Bir câmi yaptırmayı, düşünmüştü bir zaman
Bursa Ulu Câmiyi, inşâya etti niyet,
Câminin yapılması, sona erdi nihâyet
Bir Cuma günü idi, ilân edildi o gün,
"Câmi, merâsim ile, açılacaktır bu gün"
O gün, başta pâdişâh, dâmâdı Emir Sultan
Molla Fenârî ile, kim varsa ulemâdan,
Hazır oldu her biri, hem de hâfız olanlar,
Doldurmuştu câmiyi, Bursalı müslümanlar
Hutbe okumak için, pâdişâh hazretleri,
O gün Emir Sultan’a, verdiğinde bu emri,
Dâmâdı Emir Sultan, emre peki diyerek,
Ve Somuncu Baba’yı, eliyle göstererek,
Arz etti ki: “Sultanım, baş üstüne ve fakat,
Hutbeyi okumağa, lâyıktır ancak şu zât ”
O dahî mecbûr kaldı, emre peki demeğe,
Kalkıp mimbere doğru, başladı yürümeğe
Geçerken de, Emîr’e, dedi “Ey Emîrimiz,
Niçin böyle yapıp da, beni ele verdiniz?”
O da ona cevâben, arz etti ki: “Bu yerde,
Yok idi bir başkası, sizden daha ilerde ”
Cemâat olanları, görüyor, duyuyordu,
Bu sebepten durumu, çok merak ediyordu,
Zîrâ Somuncu Baba, onların nazarında,
Ekmek satan biriydi, Bursa sokaklarında
Bunun için bu işi, etmişlerdi çok merak,
Ki Cumâ hutbesini, o nasıl okuyacak?”
Çıktı Somuncu Baba, biraz sonra mimbere,
Öyle bir hutbe irâd, etti ki müminlere,
Asla duymamışlardı, böyle bir hutbe onlar
Onun büyüklüğünü, o zaman anladılar
Hutbede Fatiha’nın, yirmi ana ilimde,
Yedi türlü tefsîri, yapılmıştı o günde
Molla Fenârî dahî, demişti ki ertesi:
“Onun büyüklüğüne, şâhittir bu hutbesi
Yedi türlü tefsirden, birincisini, yalnız
İyice anladılar, cemâatten her şahıs
İkinci tefsîrini, bir kısmı anladılar,
Üçüncüsünü ise, çok azdı anlıyanlar
Dördüncü ve sonraki, tefsîrlere gelince,
Onlardaki mânâlar, çok yüksek ve pek ince,
Olduğundan onları, anlamadı kimseler,
İlim ve mârifette, deryâ imiş o meğer ”
Namaz sona erince, câmideki cemâat,
Mübârek ellerini, öpmek istedi, fakat,
Câminin üç kapısı, var idi dışarıya,
Acep hangi kapıdan, çıkardı bu evliyâ?
Lâkin üç kapıdan da, çıkan seviniyordu,
Hepsi de, “Öpmek ile, şereflendim” diyordu
Sonra Molla Fenârî hânesine giderek,
Talebesi olmağı, arzu eylemişti pek
Lâkin o, “Bu şehirde, sırrım faş oldu” diye,
İstedi ki Bursa’dan, gitsin başka bir il’e
Bir sabah, bu niyetle, çıkmıştı ki Bursa’dan,
Duyup Molla Fenârî, yetişti arkasından
“Bir çınarın dibinde, geri döndürmek için,
Çok yalvardı ise de, mümkün olmadı lâkin
Bursa’ya doğru dönüp, mübârek zât o ara,
Duâ etti Bursa’ya, hem de Bursalılara
Duâyı, o çınarın, dibinde etti diye,
Bu gün Duâ Çınarı, deniyor o bölgeye
1) Şekâyik-ı Nu'mâniyye Tercümesi (Mecdî Efendi); s 74
2) Tâc-üt-Tevârih; c 2, s 425
3) Nefehât-ül-Üns; s 683
4) Âşıkpaşazâde Târihi; s 201
5) Semerât-ül-Fuâd; s 7
6) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye;(49 Baskı) s 1080
7) Osmanlı Müellifleri; c 1, s 54
8) RehberAnsiklopedisi; c 7, s 72
9) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c 12, s 52
10) Silsile-i İsmâil Hakkı Bursevî
11) Akşemseddîn
|