Yalnız Mesajı Göster

Sultân-Ül-Ulemâ

Eski 08-02-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Sultân-Ül-Ulemâ




Allahü teâlâya hamd olsun ki, O, İzzet, Celâl, Kudret, Kemâl, İnâm ve İfdâl sâhibidir O birdir, Samed'dir (Her yaratığın muhtaç bulunduğu eksiksiz bir mâbûddur) Doğmamış ve doğurulmamıştır O'nun benzeri yoktur Cisim ve sınırlı değildir Hiçbir şeye benzemez Hiçbir şey de O'na benzemez Mahlûkâtı ve amellerini O yaratır Mahlûkların rızıklarını ve ecellerini O takdîr etmiştir O'ndan gelen her nîmet, O'nun fadl ve ihsânıdır O'nun verdiği her cezâ da, adâletidir Allahü teâlâ, bid'at ehlinin söyledikleri hâllerden berîdir Arş, Allahü teâlâyı taşımaz Bilakis Arş da, Hamele-i Arş da (Arş'ı taşıyan melekler de) O'nun kudretinin lütfu ve ihsânı ile taşınırlar Allahü teâlânın ilmi herşeyi kuşatmıştır O'nun ilminin hâricinde hiçbir şey yoktur Hatırlarda ve gönüllerde bulunan düşünceleri, zihin faâliyetlerini bilir O hayy'dır İrâde edicidir Semî, işitici, Basîr, görücü, Alîm, Kâdir'dir, kudret sâhibidir Harf ve ses olmadan, ezelî ve kadîm kelâmı ile konuşucudur Kur'ân-ı kerîm yazılarına çok hürmet etmek lâzımdır Çünkü bunlar, Allahü teâlânın kelâmına delâlet etmektedir NitekimAllahü teâlânın isimlerine hürmet edilmesi de, bu isimler, O'nun zâtına delâlet ettiği içindir Aynı şekilde, Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uymayı temin eden, Allahü teâlâyı hatırlatan kimse ve şeylerin büyüklüğüne inanmak ve O'na hürmeti gözetmek lâzımdır Bu sebeple de peygamberlere (aleyhimüsselâm), âbidlere, sâlihlere ve Kâbe-i muazzamaya hürmet etmek lâzım gelmektedir

İmâm-ı Eş'arî'nin îtikâdı, Allahü teâlânın Kitabında ve Resûlullah efendimizin sünnet-i seniyyesinde bildirilen doksan dokuz İsm-i şerîfin delâlet ettiği şeylerdir

Allahü teâlâ ibâdet edilmeye lâyıktır O'nun Celâl sıfatı ve vasfedenlerin vasıftan ve saymaktan âciz kaldığı kemâl sıfatları vardır

Her şey Allahü teâlâya muhtaçtır Kur'ân-ı kerîmde Allahü teâlâ meâlen; "Yerde ve gökte bulunan her şey O'ndan ister" (Rahmân sûresi:29) buyuruyor Bütün mahlûklar, Allahü teâlânın kudretindedir Allahü teâlâ, Zümer sûresinin altmış yedinci âyet-i kerîmesinde meâlen; "O kâfirler, Allahü teâlâyı gerektiği gibi takdîr edemediler (büyüklüğünü anlıyamadılar) Hâlbuki kıyâmet günü, yer küresi tamâmen O'nun tasarrufundadır Gökler de O'nun yed-i kudretinde dürülmüşlerdir Allah, onların ortak koştuklarından münezzehtir ve çok yücedir" buyuruyor

Bozuk bir îtikâda sâhib olan Haşeviyye, kendilerinin Selef-i sâlihînin mezhebi üzere olduklarını iddiâ ediyorlar Hâlbuki, Selef-i sâlihîn, Allahü teâlânın birliğine, hiçbir benzeri olmadığına inanıyor, fakat Haşeviyye, Allahü teâlânın cisim olduğuna ve mahlûklara benzediğine inanıyor

Âlimler, peygamberlerin vârisleridir Onların, Peygamberlerin yaptığı gibi gerekli açıklamalarda bulunması vâcibdir Allahü teâlâ, Âl-i İmrân sûresinin yüz dördüncü âyet-i kerîmesinde meâlen; "İçinizde, insanları hayra çağıracak, iyiliği emredecek, kötülükten alıkoyacak bir topluluk bulunur İşte onlar, kurtuluşa erenlerdir" buyuruyor Allahü teâlânın cisim olduğunu ve mahlûkuna benzediğini söylemek, en büyük inkârdır En büyük iyilik ise, tevhîd ve tenzîhdir Selef-i sâlihîn, bid'atler, dînimize sonradan sokulan hurafeler ortaya çıkmadan bu mevzularda konuşmadı Ancak, bid'atler zuhûr ettiği zaman, Selef-i sâlihîn, bid'atlere büyük darbeyi vurarak, bid'at sâhiplerine en şiddetli bir şekilde karşı koydular Kaderiyye, Cehmiyye ve Cebriyye gibi bid'at ehli kimselere gerekli cevapları verdiler Böylece Allah yolunda nasıl cihâd yapılması gerekiyorsa, öylece ilim ile cihâd yaptılar Cihâd iki çeşittiBunlar: Söz ve yazı ile cihâd, kılıç ve silâh ile cihâddır

Bu Haşeviyye denen bozuk fırkanın eline bir fırsat geçtiğinde, hemen oraya yönelirler Hâlbuki Ahmed bin Hanbel, Eshâb-ı kirâm ve Selef-i sâlihînden olanlar, onların nisbet ettikleri şeyleri Allahü teâlâya nisbet etmekten berîdirler Yine onlara hayret edilir ki, ekmeğin hakîkî doyurucu, suyun hakîkî susuzluğu giderici, ateşin hakîkî bir yakıcı olmadığını, bunların sâdece bir sebeb olduğunu söyleyenleri kötülüyorlar Hâlbuki doymak, susuzluğun giderilmesi ve yakmak, sonradan meydana gelen şeylerdir Ekmek aslâ doymayı, su susuzluğun giderilmesini ve ateş de yakmayı meydana getirmez Hakîkatte bunları Allahü teâlâ yaratmaktadır Su, ateş ve ekmek, susuzluğun giderilmesine, yakmaya ve doymaya vesîle kılınmıştır Bunun için İmâm-ı Eş'arî de; doyma, susuzluğu kandırma ve yakma işini Allahü teâlânın yarattığını, ekmeğin, ateşin ve suyun ise birer sebepten ibâret olduğunu söylemiştir Çünkü Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîminde meâlen; "Ondan başka ilâh yoktur Her şeyin hâlıkı ancak O'dur" (En'âm sûresi: 102) ve "Ey insanlar! Allah'ın üzerinizdeki nîmetini hatırlayın Size, gökten ve yerden rızk verecek Allah'tan başka bir yaratıcı var mı? O'ndan başka hiçbir ilâh yoktur O hâlde hangi yönden (îmândan küfre) çevriliyorsunuz?" (Fâtır sûresi: 3) buyuruyor

Kim Allahü teâlânın rızâsını, nefsinin arzu ve isteklerine tercih ederse, Allahü teâlâ da o kuldan râzı olur Kim insanların rızâsını tercih etmek sûretiyle, Allahü teâlânın gazabına sebep olacak şeyi yaparsa, o kimseye hem Allahü teâlâ gazab eder, hem de onu insanların gözünden düşürür İslâm âlimlerinden birisi şöyle buyurmuştur: "Kim Allahü teâlânın katındaki derecesinin ne olduğunu bilmek istiyorsa, Allahü teâlânın rızâsını ne kadar gözettiğine baksın"

"Allah'ım! Hakka yardım eyle Doğruyu izhâr eyle! Bu ümmete doğru işlerinde yardım eyle Bununla dostların azîz, düşmanların zelîl olsun Sana itâat edilip yasaklarından sakınılsın!"

Bu cevap bid'at ehline ulaşınca, ellerine büyük bir fırsat geçtiğine, artık İzzeddîn bin Abdüsselâm'ın sonunun geldiğine kesin gözle bakıyorlardı Derhal bu cevapları Sultan Eşref'e ulaştırdılar Sultan Eşref, cevapları görünce çok kızdı ve; "Demek ki, bana onun hakkında söyledikleri doğru imiş Biz de onu, zamânımızda ilim ve dindarlık bakımından bir tâne diye biliyorduk Şimdi onun fâsıklardan, hattâ İslâmdan bile çıktığı anlaşılmış oldu" dediBu sırada Sultan Eşref, yanında memleketin her tarafından gelmiş bir grup fıkıh âlimi ile berâber, Ramazân-ı şerîf ayında bir iftar sofrasında idiler Orada bulunanların hiçbirisi, sultâna cevap verme cesâretinde bulunamadı Hattâ bâzıları, bozuk îtikâdda olan kimselerin sözlerini tasvîb eder yollu sözler sarfettiler Hattâ onların dedikleri gibi fetvâ verdiklerini ifâde ediyorlardı

Ertesi gün, Allahü teâlâ hakkı izhâr ve te'yid için, zamânın büyük Mâlikî âlimlerinden Cemâlüddîn Ebû Ömer bin Hâcib'i vesîle kıldı Bu zât, zamânının en büyük Mâlikî âlimi olup, ilmi ile âmil idi Sultânın yanında İzzeddîn bin Abdüsselâm hakkında konuşmuş olan kâdı ve âlimlere gitti ve onlara hitâben; "Size ne kadar şaşılır Siz hak üzeresiniz de, başkaları bâtıl üzere mi? Hakkı konuşmanız gerekirken sustunuz Allahü teâlânın rızâsını tercih etmediniz Konuşanlarınız da, sanki İzzeddîn binAbdüsselâm haksızmış gibi; "Sultâna bu ayda affetmek yaraşır" dedi Bu öyle bir sözdür ki, onun suçlu olduğu mânâsını ifâde eder Çünkü ancak suçlu affolunur Siz ise sultâna, îtikâdınızın, İbn-i Abdüsselâm'ın söylediği şekilde olduğunu ezilerek ve korkarak söylediniz Hâlbuki Selef-i sâlihîn ve sonra gelen âlimler bu îtikâd üzeredir Onlara bu hususta ancak, bozuk îtikâdda olanlar karşı çıktılar Allahü teâlâ, Bekara sûresinin kırk ikinci âyet-i kerîmesinde meâlen; "Hakkı, bâtıla karıştırıp da, bile bile gizlemeyin" buyuruyor" diyerek, hakkı gizleyip, hakka yardımcı olmadıkları için âlimleri kınadı Daha sonra orada bulunanlara, İzzeddîn bin Abdüsselâm'ın yazdıklarının doğru olduğuna dâir muvâfakat yazısı yazdırdı

Diğer taraftan, İbn-i Abdüsselâm da sultandan, Şâfiî ve Hanbelî âlimlerinden müteşekkil bir meclis kurulmasını, bu mecliste Mâlikî ve Hanefî mezhebi fıkıh âlimleri ve daha birçok İslâm âliminin de hazır bulunmasını istedi Sultânın huzurunda kendisinin mektubu okunurken, kendisine muvâfakat gösteren âlimlerin, ilk önce sultânın kızgınlığı sebebiyle bir şey diyemediklerini, istemeyerek sultânın sözüne muvâfakat gösterdiklerini de bildirdi Ayrıca; "İnanıyoruz ki, sultana hak olan îtikâd iyice anlatıldığında ona rücû' edecek, kendisine yanlış ve bozuk fikirleri doğru imiş gibi söyleyenlerin cezâsı verilecektir Sultana, babası Âdil'in (Allahü teâlâ ondan râzı olsun ve ona rahmet eylesin) yolundan gitmek lâyıktır Çünkü o, bozuk îtikâdda olan kimselere gerekli dersi verdi ve onları hor ve hakîr eyledi" dedi İbn-iAbdüsselâm'ın bu isteği sultâna ulaşınca, sultan kâğıt kalem isteyip, şunları yazdı:

"Bismillâhirrahmânirrahîm! Büyük âlim İzzeddîn bin Abdüsselâm'ın bir meclis kurulup, kâdıların ve âlimlerin burada hazır bulunarak îtikâd meselesini görüşmelerine dâir isteği bana ulaştı Fetvânı tetkîk ettim Böyle bir toplantıya ihtiyaç bırakmıyor Biz, Resûlullah efendimizin haklarında; "Benim sünnetime ve bundan sonra gelen Hulefâ-i Râşidîn'in yoluna yapışınız" buyurduğu, dört halîfenin (ranhüm) yoluna ve dört mezheb imâmının yoluna tâbiyiz Nefsin arzu ve isteklerine hâkim ve gâlib olan, hakka tâbi olan ve bid'atlerden korunmuş kimseler için bunlara tâbi olmak kâfidir Hadîs-i şerîfte; "Fitne uykudadır Fitneyi uyandırana Allahü teâlâ la'net etsin" buyurulmuştur Kim fitneyi uyandırmaya teşebbüs ederse, ona gerekli mukâbelede bulunuruz" Mektubu İbn-i Abdüsselâm'a gönderdi İbn-i Abdüsselâm'a mektup ulaşınca, okuduktan sonra şöyle bir cevap yazdı:

Bismillâhirrahmânirrahîm! Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen; "Rabbin hakkı için, biz onların hepsine muhakkak sûrette, yapmakta oldukları şeylerden soracağız (ve cezâlarını vereceğiz)" (Hicr sûresi: 92-93) buyuruyor Kudreti, kelâmı yüce, rahmeti umûmî, nîmeti bol olan Allahü teâlâya hamd eder, sonra derim ki; şüphesiz Allahü teâlâ, Habîbine meâlen şöyle buyurdu: "Eğer yeryüzündeki insanların ekserisine (ki onlar câhil ve kâfirlerdir) uyarsan, seniAllah yolundan saptırırlar Onlar, ancak zan ardından yürürler (babalarının gittiği yolu hak zannederler) ve sâdece yalan uydururlar" (En'âm sûresi:116) Allahü teâlâ, kullarına nasîhat için kitaplar indirip, Peygamberler (aleyhimüsselâm) gönderdi Saâdet sâhibi, Allahü teâlânın emirlerine uyup, yasaklarından sakınan kimsedir Allahü teâlâ, Hucurât sûresinin altıncı âyet-i kerîmesinde meâlen; "Ey îmân edenler!Eğer size bir fâsık, bir haber getirirse, onu araştırın (doğruluğunu anlayıncaya kadar tahkîk edin) Değilse, bilmiyerek bir kavme sataşırsınız da yaptığınıza pişmân olursunuz" buyuruyor Allahü teâlânın emirlerine uyup, yasaklarından kaçmak en başta gelen vazifemizdir Bir meclis kurulup, âlimlerin orada toplanmasını taleb etmem, hem sultâna, hem de müslümanlara nasîhatta bulunmak içindi Çünkü Resûlullah efendimize; "Din nedir?" diye sorulunca, Resûl-i ekrem; "Din, nasîhattır Din nasîhattır Din nasîhattır" buyurduEshâb-ı kirâm; "Kimin için yâ Resûlallah?" deyince, O da; "Allahü teâlâ için, Kur'ân-ı kerîmi için, Resûlü için, müslümanların imâmları için ve bütün müslümanlar için" buyurdu Allahü teâlâ için nasîhat, insanlara, Allahü teâlânın emirlerine uyup, yasaklarından sakınmalarını; Allahü teâlânın kitabı için nasîhat, O'nun ile amel etmeyi;Resûlullah için nasîhat, Sünnet-i seniyyeye uymayı; müslümanların imâmları için nasîhat, onlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uymalarını tavsiye etmek; müslümanlar için nasîhat, onlara Allahü teâlâya yaklaştıracak şeyleri göstermektir İşte ben de, bu meselede üzerime düşen vazifeyi yerine getirmiş bulunuyorum



Alıntı Yaparak Cevapla