Yalnız Mesajı Göster

Ma'rûf-İ Kerhî

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ma'rûf-İ Kerhî




MA'RÛF-I KERHÎ

Büyük velîlerden AdıMa'rûf bin Fîrûz, künyesi Ebû Mahfûz'dur Doğum târihi bilinmemektedir 815 (H200) senesinde Bağdat'ta vefât etti KabriBağdât'tadır Kabri başında yapılan duâ makbul ve müstecabdır Bağdât'ın Kerh beldesinden olduğu için Kerhî denilmiş ve Mârûf-ı Kerhî diye tanınmıştır Sofiyye-i aliyyenin büyüklerindendir

İranlı hıristiyan bir anne ve babanın çocuğu iken, hıristiyanlığı öğrenmesi için bir râhibe gönderildi Kardeşi Îsâ onun İslâma gelişini şöyle anlatmaktadır: "Ben ve kardeşim Ma'rûf okula gidiyorduk Hıristiyan idik Hıristiyan râhip, çocuklara (Hâşâ) Allahü teâlâ üçtür: Baba, Oğul, Ruh'ül kudûs derdi Kardeşim Ma'rûf, Allah birdir birdir diye bağırırdı Râhib onu her tarafı yara bere içerisinde bırakacak şekilde döverdi Bu hal uzun zaman devâm etti Nihâyet bir gün her tarafını parçalar şekilde dövünce kaçtı Ve bir daha dönmedi Bunun üzerine annem ona olan sevgisinden her gün gözyaşı dökerdi "Eğer Allahü teâlâ oğlumu geri gönderirse, o hangi dinde ise ben de o dîne gireceğim" derdi Annesi böyle ağlayıp gözleri yolları beklerken, evden kaçan Ma'rûf-ı Kerhî kendi hâlini şöyle anlatmaktadır: "Ayaklarım şişmiş, elbiselerim parçalanmış bir halde Kûfe'ye geldim Âdetim mescidlerde kalmaktı Bir mescide gittim Orada mübârek, yüzü nur saçan bir zâtın etrâfında bir kısım insanlar halka olmuş, onun anlattıklarını dinliyorlardı Cemâat o zâtı öyle dinliyorlardı ki, sanki başlarının üzerinde kuş vardı da kaçmasın diye hareketsiz duruyorlardı O zâta yaklaştım ve dinledim Şöyle diyordu: "Kim Allahü teâlâdan tamâmen yüz çevirirse, Allahü teâlâ da ondan tamâmen yüz çevirir Kim kalbiyle Allahü teâlâya kavuşmayı arzu eder ve O'na koşarsa, Allahü teâlâ onu rahmetiyle karşılar Bütün herkesin kalbinde O'nun muhabbeti hâsıl olur, O'na gelirler Derdlere ve belâlara sabır eden kimseye de rahmetini ihsân eder" Bu zât Muhammed ibni Semmâk idi Onun bu sözleri kalbime çok tesir etti ve beni yaratan Allahü teâlâya yöneldim Benim gizli ve açık her şeyimi bilen, Rabbime kavuşmağı istedim Allahü teâlâ da duâmı kabûl buyurdu Bu sırada İbn-i Semmâk âniden sustu Sonra insana çok tesir eden bir sesle "Bağdâtlı genç nerede?" diye sordu Oradaki cemâat bana baktı Çünkü orada benden başka yabancı yoktu Beni Şeyh İbn-i Semmâk'a götürdüler İbn-i Semmak başımı okşadı ve; "Merhabâ ey Rabbin'i arayan kişi! Merhabâ ey Allah'ın sevgisine ve muhabbetine kavuşan kişi!" dedi Bu sözleri işitince, babama beni kötüleyen râhibi hatırladım ve ağlamaya başladım Bunun üzerine "Sen ağlıyor musun?" dedi: "Evet efendim" dedim ve râhibin sözünü hatırladım Çünkü o râhip hep hakâret ederek beni babama kötülerdi Tam bu sırada; "Râhibin sözü mü?" diye sordu Ben buna çok hayret ettim Bunu nasıl biliyordu "Evet" dedim Bana; "Allahü teâlâya duâ et Senin duân kabûl olur" buyurdu ve ben de Allahü teâlâya duâ ettim Daha sonra râhibin müslüman ve sâlih olup sâlihler arasına karıştığını öğrendim Sonra İbn-i Semmâk beni İmâm-ı Ali Rızâ'ya götürdü Durumu ona anlattı ve onun elinde müslüman oldum"

Müslüman olan ve ilim tahsil edenMa'rûf-ı Kerhî, uzun seneler sonra memleketine döndü Büyük bir sabırla onu bekleyen annesi bağrına bastıktan sonra hangi din üzeresin diye sordu Ma'rûf, İslâm dîni üzereyim deyince annesi; "Eşhedü enlâ ilâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühû ve resûlüh" diyerek îmân ile şereflendi Bunun üzerine bütün âile müslüman oldu

Ma'rûf-ı Kerhî dînin emirlerini gözetmekte, ibâdette, haram ve şüphelilerden kaçmada çok meşhûr idi İmâm-ı Ali Rızâ'nın hizmetinde bulunmuş, O'nun çocuklarıyla beraber yaşamış ve ehl-i beytten bilinmiştir İmâm-ı AliRızâ; "Ma'rûf, huy ve muhabbet bakımından ehl-i beyttendir Fakat ırk ve neseb bakımından değil Muhakkak o kerem ve izzet bakımından, Selmân-ı Fârisî'nin ceddimize ilhak edilip ehl-i beytten sayıldığı gibi, o da bize dâhil edilmiştir" buyurmuştur

Ma'rûf-ı Kerhî, Dâvûd-i Tâî hazretlerinden feyz almış olup; büyük velîlerdenSırrîyi Sekâtî de, Ma'rûf-ı Kerhî'den ders ve feyz alarak yetiştiHârun Reşîd ile aynı zamanda yaşadı Muhaddis olup, zamânının meşhûr hadîs âlimlerinden hadîs dinlerdi

Ma'rûf-ı Kerhî, Bekir bin Huneys, Rabi' bin Sabîh ve bir çok âlimden hadîs öğrendi Halef bin Hişâm, Zekeriyyâ bin Yahyâ el-Mervezî, Yahyâ bin Ebî Tâlib ve bir çok hadîs âlimi de Ma'rûf-ı Kerhî'den hadîs-i şerîf rivâyet etmişlerdir

Ma'rûf-ı Kerhî (rahmetullahi aleyh), Bağdât'ın imâmı ve zâhidi lakabını aldı Dinde imâm olup, fıkıh, hadîs, tefsîr ve kelâm ilimlerinde büyük âlimdir Bütün bu ilimlerde hüccet, senet idi İctihad makâmına erişmişti

Abdülazîz bin Mansûr diyor ki: Babamdan işittim: "Biz Ahmed bin Hanbel ile berâber idik, Ma'rûf-ı Kerhî'den bahsedildi Orada olanlardan bâzıları onun ilmi zayıfdır dediler Bunun üzerine Ahmed binHanbel (rahmetullahi aleyh); "Böyle konuşmayın Siz Ma'rûf'un kavuştuğu ilimden bir şeye kavuşabildiniz mi?" diye cevap vererek onları susturmuştu Ahmed bin Hanbel ve Yahyâ binMâîn, Ma'rûf-ı Kerhî'ye mürâcaat ederler ve bir çok meseleleri ondan öğrenirlerdi"

Yahyâ bin Mâîn ve Ahmed bin Hanbel, Ma'rûf-ı Kerhî'nin yanına geldiler Yahyâ bin Mâîn, Ma'rûf-ı Kerhî'ye Secde-i sehv'i sormak istiyorduAhmed bin Hanbel,Yahyâ'ya; "Sus!" dedi Fakat o susmadı ve; "Yâ Ebel-Mahfûz, Secde-i sehv hakkında ne dersin?" diye sorduMa'rûf-ı Kerhî; "Kalbin namazdan gâfil olup, namazdan başka bir şeyle meşgûl olmasından dolayı bir cezâdır" deyince, Ahmed bin Hanbel; "Bu ne güzel ve ne mânâlı bir cevaptır" buyurdu

Kerâmet ve menkıbeleri çoktur Cömertlik ve kerem sâhibi olup, sağlığında ve vefâtından sonra da yardım yapan dört büyük velîden biridir Bunlar; Ahmed bin Hanbel, Ma'rûf-ı Kerhî, Bişr-i Hafî ve Mansûr bin Ammâr'dır

Ma'rûf-ı Kerhî bir gün namaz kılmak için ikâmet okudu ve sonraMuhammed bin Ebî Tevbe'nin öne geçip namaz kıldırmasını istedi Kendisi imâm olmadı, müezzinlik yaptı Muhammed bin Ebî Tevbe imâmlık yapmaktan çekindi ve Ma'rûf-ı Kerhî'ye; "Eğer bu namazı kıldırırsam başka namaz kıldırmam" dediMa'rûf-ıKerhî bu sözü beğenmedi ve; "Nefsinden konuşuyorsun Başka bir namaz kıldıracağını düşünmek (başka bir namaz vaktine kadar yaşayacağım diye konuşmak) tûl-i emel (uzun arzû) sahibi olmaktır Tûl-i emel sâhibi olmaktan Allahü teâlâya sığınırız Çünkü tûl-i emel, hayırlı amel yapmaya mâni olur" buyurdu

"Dünyâ dört şeyden ibârettir: Mal, söz, uyku ve yemek Mal; insanı Allahü teâlâya isyân ettirir Söz, insanı Allahü teâlâdan oyalar Uyku, insanaAllahü teâlâyı unutturur Yemek ise insanın kalbini katılaştırır" buyurdu Sırrî-yi Sekâtî buyurdu ki: Ma'rûf-ı Kerhî'yi şöyle söylerken işittim: "Kim kibirli olur, kendini büyük görürse Allahü teâlâ onu yere vurur; kim Allahü teâlâ ile münâzea ederse (karşı gelirse) Allahü teâlâ ona gazâb eder Kim Allahü teâlâya tevekkül eder O'na sığınır ve güvenirse; Allahü teâlâ onun yardımcısı olur Kim Allahü teâlâya tevâzû ederse, Allahü teâlâ onu yükseltir"

Ma'rûf-ı Kerhî'ye "Dünyâ sevgisi kalbden nasıl çıkar?" diye sorulduğu zaman buyurdu ki: "Allahü teâlâya karşı hâlis sevgi, tam bir muhabbet ve hüsn-i muâmele yâni Allahü teâlânın râzı olduğu işleri yapmak ve men ettiklerinden sakınmak ile" cevâbını verdi

Mertliğin alâmeti üçtür: "Hilafsız tam bir vefâ, istenmeden vermek ve kendisine cömertlik, iyilik yapılmadan başkalarını medh etmek" buyurdu Bir adam Ma'rûf-ı Kerhî hazretlerine gelerek; "Ey efendim! Benim Allahü teâlâya nasıl kavuşacağımı bana öğretir misin?" dedi Ma'rûf-ı Kerhî onun elinden tuttu ve pâdişâhın kapısına getirdi Kapının önünde ayağı kırık bir adam vardı Soru soran zâta o kimseyi gösterip; "İşte bunun gibi olursan Allahü teâlâya vâsıl olursun" buyurdu Bununla, ayağının ikisi de kırık bir köle, efendisinin kapısının önünde nasıl durur hiçbir yere ayrılmazsa; bir kul da Allahü teâlânın kapısında her an bekler Hiç ayrılmaz ve isyân etmezse, Allahü teâlâya kavuşur demek istedi Bir kimse gelip kendisinden kalbinin yumuşaması için duâ etmesini istedi Ona; "Ey kalbleri yumuşatan Allah'ım! Ölüm benim kalbimi yumuşatmadan sen benim kalbimi yumuşat" diye duâ et buyurdu Sırrî-yi Sekâtî hazretleri; "Kavuştuğum bütün nîmetlere Ma'rûf-ı Kerhî hazretlerinin bereketiyle kavuştum" buyurdu

Bağdât ahâlisi ve bütün müslümanlar tarafından devamlı hürmet edilirdi Kabri, duâların kabûl edildiği, hastaların şifâ bulduğu bir yerdir Duâların kabûl edildiği herkes tarafından tecrübe edilmiştir İmâm-ı Yâfiî de bunu bildirmektedir

Ma'rûf-ı Kerhî, talebesi Sırrî-yi Sekâtî'ye buyurdu ki: "Eğer Allahü teâlâya duâ eder ve bir şey istersen, O'na benim ismimi vesîle et, benim hürmetime iste!"

Muhammed bin Mansûr Tûsî haber veriyor: Bağdât'taMa'rûf-ı Kerhî'nin huzûruna gittim Yüzünde bir yara izi gördüm "Dün burada iken yüzünüzde bir şey yoktu Bu nedir bir şey mi oldu?" diye sordum "Seni ilgilendirmeyen şeyi sorma, sana yarayanı sor" dedi "Allah aşkına söyle!" dedim Şöyle anlattı: "Bu gece namaz kılıyordum Mekke'ye gidip Kâbe'yi tavaf etmek istedim Su içmek için zemzem kuyusuna gittim Ayağım kaydı ve yüzüm oraya çarptı Bu iz ondandır"

Abdest almak için Dicle'ye gitti Kur'ân-ı kerîm ve seccâdesini namaz kıldığı yerde bıraktı Bir kadın gelip bunları alıp giderken Ma'rûf arkasından koştu ona yetişti ve yüzünü görmemek için başını eğip; "Kur'ân-ı kerîm okuyan çocuğun var mı?" diye sordu Kadın hayır deyince; "Kur'ân-ı kerîmi bana ver, seccâde senin olsun" buyurdu Kadın onun bu güzel hareketine çok şaşırdı Her ikisini de oraya bıraktı Ma'rûf-ı Kerhî hazretleri; "Seccâdeyi al, sana helâl ettim" buyurdu Kadın utanarak hemen oradan uzaklaştı gitti Ma'rûf-ı Kerhî hazretleri herkese merhamet eder ve herkesin ıslâhı için çalışırdı

Bir gün, talebeleriyle Dicle kenarındaki bir hurmalıkta oturuyorlardı Dicle'nin yukarısından bir kayık geldiğini gördüler Kayıkta bir kaç erkek içki içiyor, nâra atıyordu Bu nâhoş manzara karşısında talebeleri; "Efendim bir duâ edin de, Allahü teâlâ bunları bu nehirde boğsun ve insanlar onların zararlarından kurtulsunlar" dediler

Şöyle buyurdu: "Yâ Rabbî! Sen bu kullarını dünyâda neşelendirdiğin gibi âhirette de neşelendir" Talebeleri bu duânın mânâ ve sırrını anlamadıklarını söylediler Bunun üzerine; "Benim söylediğimi (Allahü teâlâ) bilir Bekleyin şimdi görürsünüz" buyurdu" O topluluk Ma'rûf-ı Kerhî'yi görünce sazlarını kırdılar, şaraplarını döktüler ve titremeye başladılar Ma'rûf'un el ve ayaklarına kapanıp tövbe ettiler Ma'rûf-ı Kerhî; "Gördüğünüz gibi herkesin istediği oldu; ne onlar boğuldu, ne de bir kimse onlardan rahatsız oldu" buyurdular

İbn-i Merdeveyh şöyle anlatır: "Biz Ma'rûf-ı Kerhî ile berâber oturduk Yüzünden nur fışkırıyordu O nur yayılarak her tarafı aydınlatıyordu" Kendisine"Yâ Ebâ Mahfûz! Senin suyun üzerinde yürüdüğünü işittim" dedim Bunun üzerine; "Benim aslâ su üzerinde yürümem diye bir şey yoktur Fakat bir tarafa geçmek istediğim zaman, nehrin iki kenarı birleşir o zaman geçerim" buyurdular

Muhammed bin Muhallid dedi ki: Hasan bin Abdülvehhâb'a Ma'rûf-ı Kerhî'nin hayatı okunuyordu Buyurdu ki: "Ma'rûf-ı Kerhî'nin suyun üzerinde yürüdüğünü söylerler Eğer bana onun havada yürüdüğü söylenilse; onu tasdik ederim"

Bir gün abdesti bozuldu Hemen oracıkta teyemmüm etti "İşte Dicle, niçin teyemmüm ettiniz" dediklerinde; "Oraya gidinceye kadar acabâ yaşayabilir miyim? Ölüverirsem abdestsiz olmıyayım" dedi

Halîl Sayyâd anlatır: Oğlum Muhammed kaybolmuştu Annesi ve ben şaşkına dönmüştük Ma'rûf-ı Kerhî'ye geldim ve; "Ey Ebâ Mahfûz, oğlum kayboldu, annesinin aklı başından gitti" dedim "Ne istiyorsun buyurdu?" "Allah'a duâ edin de, çocuğumuzu bize iâde etsin" dedim "Yâ Rabbî, gök senin, yer senin, arasındakiler de senin Muhammed'i gönder" dedi Şam kapısına geldim Oğlumu orada gördüm "Oğlum Muhammed, geldin mi?" dedim "Şimdi Enbâr şehrinde idim, birden kendimi burada buldum" dedi



Alıntı Yaparak Cevapla