Prof. Dr. Sinsi
|
Ubeydullah-İ Ahrâr
UBEYDULLAH-I AHRÂR
Türkistan'ın büyük velîlerinden Kendilerine "Silsile-i aliyye" adı verilen ve insanlara İslâmiyetin emir ve yasaklarını anlatarak dünyâ ve âhirette seâdete kavuşmalarına vesîle olan büyük âlim ve velîlerin on sekizincisidir İsmi, Ubeydullah bin Mahmûd bin Şihâbüddîn'dir Babası Mahmûd Şâşî, devrinin âlimlerinden velî bir zât idi Annesi, hazret-i Ömer'in soyundandır Ahrâr lakabıyla ve Taşkendî nisbesiyle tanınmıştır 1403 (H 806) senesinde Taşkent'te doğdu 1490 (H 895) senesinde Semerkant'ta vefât etti Kabri oradadır
Doğumundan îtibâren üstün halleri görülen Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri annesi nifastan (lohusalık hâli) temizlendikten sonra emmeye başlamıştır Yüzünde öyle bir nûr parlardı ki, görenler hayrân kalıp, ona duâ ederlerdi Dilinden Allahü teâlânın ismi hiç düşmez, devamlı zikr ile meşgûl olurdu Dedesi Hâce Şihâbüddîn, âlim ve velî bir zât idi Vefât edeceği sırada, torunlarını son olarak görüp vedâlaşmak istedi ve onlarla tek tek vedâlaştı Torunu Ubeydullah-ı Ahrâr'ı da görmek isteyip, babasına onu getirmesini söyledi Yanına getirdiklerinde o zaman çok küçüktü Getirilince, beni yatağımdan kaldırın deyip, yatağı üzerinde oturarak, Ubeydullah-ı Ahrâr'ı kucağına aldı Sarılarak ağladı ve şöyle dedi: "Benim istediğim çocuk budur Ben, bunun büyük bir zât olduğu zaman hayatta olmam Bunun âlemdeki tasarrufunu ve yaptığı hizmetleri göremem Bu çocuğun şânı âlemi tutacak, İslâmiyete hizmet edecektir Cihân pâdişâhları bunun emrine itâat edecekler Bundan zuhûr edecek işler, önceki âlimlerden zuhûr etmemiştir " Daha birçok müjdeler verdikten sonra, tekrar bağrına basıp sarılarak, Ubeydullah-ı Ahrâr'ın babası Mahmûd Şâşî'ye; "Benim bu oğlumu iyi gözet, gerektiği gibi yetiştirip terbiye et " vasiyetinde bulundu
Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri daha çocuk iken, üstün hâllere kavuşmuş olup, kerâmetleri görülüyordu Kendisi şöyle anlatmıştır:
"Mektebe gider, gelirdim Gönlüm dâimâ Allahü teâlâ ile idi Bir ân O'nu unutmaz, bir ân O'ndan gâfil olmazdım Soğuk bir kış günü, kırlık bir yerden geçerken ayağım çamura battı Kurtulmaya çalışırken ayakkabım düştü O sırada bir gaflet ârız oldu Bu işle uğraşırken, Allahü teâlâyı anmaktan uzaklaştım hissine kapıldım Karşıda köylü bir genç, çift sürüyordu; "Bak, şu genç bunca eziyyet içinde Allah'ı düşünüyor da, sen, ayağını çamurdan kurtarmak gibi küçük bir uğraşma yüzünden O'nu nasıl unutursun?" diyerek, hüngür hüngür ağlamaya başladım O zaman, herkesi kendim gibi her ân Allahü teâlâyı anar sanırdım Bülûğ yaşına erişinceye kadar, Allahü teâlâdan gâfil olanlar bulunduğunu anlıyamamıştım Allahü teâlânın, herkesi, kendisini düşünmek, hatırlamak, unutmamak için yarattığını sanırdım Sonradan anladım ki, Allahü teâlâdan gâfil olmamak, yalnız bâzı kullara mahsus ilâhî bir inâyet imiş Ancak riyâzet ve nefs mücâdelesiyle elde edilebilir, hattâ bâzılarınca bununla bile elde edilemez bir keyfiyet imiş "
Amcasının oğlu Hâce İshak da şöyle anlatmıştır: "Ben ve öbür çocuklar oyun oynarken, aramıza katılması için ne kadar ricâ etsek, ona kabûl ettiremezdik Oynar gibi görünüp, bir kenarda durur ve kendi hâllerinde olurdu "
Kendisi şöyle anlatır: Hâlimin başlangıcında, rüyâda Resûlullah'ı (sallallahü aleyhi ve sellem) gördüm Gâyet yüksek bir dağın eteğinde, Eshâbı ile topluluk hâlinde idiler Beni görünce, elleri ile benim yaklaşmamı işâret edip; "Beni bu dağın başına çıkar!" buyurdu Ben de kendilerini omuzlarıma alıp, dağın tepesine çıkardım "Ben sende böyle bir kuvvet bulunduğunu biliyordum Fakat, başkaları da görsün ve bilsin diye sana bu işi yaptırdım " buyurdular
Yine ilk zamanlarda, rüyâda Hâce Şâh-ıNakşibend Behâeddîn Buhârî hazretlerini gördüm Bâtınıma, kalbime öyle tasarruf etti ki, ayaklarımda mecâl kalmadı Ondan sonra dönüp yürüyüverdiler Ben de son gücümü sarfederek, arkalarından koştum ve yetiştim Geriye dönüp, "Mübârek olsun!" buyurdular "
Küçük yaştan îtibâren memleketi olan Taşkent'te ilim tahsîl eden Ubeydullah-ıAhrâr, ilim tahsîlinden artan zamanda Allahü teâlâya ibâdet etmek ve O'nun ismini anmakla geçirdi Allahü teâlânın rızâsına kavuşmak için gayret etti
Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri çocukluğundaki hâlini şöyle anlattı: "Küçüklüğümde, bende kuvvetli bir vâhime, hayâlgücü vardı Şöyle ki; yalnızbaşıma evden dışarı çıkamazdım Bir gece bana öyle bir hâl oldu ki, kalbim Ebû Bekr Şâşî'nin kabrini ziyâret etme şevki ile doldu Hemen evden çıktım, kabri başına varıp, kabre karşı oturdum Kalbime hiçbir korku gelmedi Bir saat kadar böyle kaldım Oradan Şeyh Hâvend Tâhûr'un kabrine gittim Yine içimde bir vehm ve korku yoktu Oradan Şeyh İbrâhim Kimyager'in kabrine, Şeyh Zeynüddîn Kûy-i Ârifan'ın kabrine gittim İçimde hiçbir korku yoktu Bundan sonra artık bende, kabirlerde ve korkulu yerlerde, büyüklerin rûhâniyyetinin bereketiyle hiçbir korku hâli kalmadı Bundan sonra hiç korkmadım Taşkent'in bütün mezarlarını dolaşmayı âdet edindim Mezarlar birbirinden uzak yerlerde idi Bir gecede hepsini dolaştığım oluyordu Bu sıralarda yeni kendime gelmiştim Ev halkı benim geceleri böyle dolaşmamdan telâşa düşmüş olacaklar ki, peşimden süt kardeşimi göndermişler Benim ne yaptığımı öğrenmek istemişler Bir gece Şeyh Hâvend Tâhûr'un kabri şerîfinin yanında idim Süt kardeşim çıkageldi Yanıma gelir gelmez, elini üzerime koyup titremeye başladı "Sana ne oldu?" dedim "Gözüme garip şeyler görünüyor, az kaldı helâk olacaktım " dedi Onu alıp, eve götürüp bıraktım Ev halkına demiş ki: "Artık ondan şüphelenmeyiniz Ondan dolayı hoşnud olunuz Biliniz ki o, bizden bambaşka bir hâle düşmüş Karanlık gecede, on kişinin bir grup hâlinde sokulamayacağı mezarlar başında kimsesiz, sabaha kadar kalmaktadır " Ev halkı bunu öğrendikten sonra, benim bambaşka bir hâle tutulduğumu anlayıp, hakkımda başka ihtimâller düşünmediler "
Yine şöyle anlatmıştır: "İlk zamanlarımda, bir gece Şeyh Ebû Bekr Kaffâl'ın mezarının başına gidip, oturmuştum Bu mezar o kadar heybetli ve korku vericiydi ki, gündüzleri bile yanına yaklaşmaktan korkarlardı Taşkend'de bir adam vardı Bize karşı inâd ve muârız idi Bize bir zarar yapmak için fırsat kollardı Meğer o gece beni gözetleyip, tâkib etmiş Ben mezarın başına varıp oturdum
Başımı eğip murâkabeye dalınca, beni korkutup dehşete düşürmek için, birdenbire bir nâra atarak üzerime doğru gelmeye başladı Hiç aldırmadım, murâkabe ve oturuşumu da bozmadım O kişi, benim bu hâlimi görünce utandı Ağlayarak önüme gelip, yüzüstü düştü Benden özür diledi Sonra bizim dostlarımızdan oldu "
Ubeydullah-ı Ahrâr'ın yetiştirilmesinde özel bir gayreti olan dayısı Hâce İbrâhim onu ilim tahsîli için Taşkent'ten Semerkant'a gönderdi İki yıl müddetle Mâverâünnehr'deki büyük âlim ve velîlerin ilim meclislerinde ve sohbetlerinde bulundu Buhârâ'ya ve Herat'a da giden Ubeydullah-ı Ahrâr, buralarda ve diğer yerlerde Şâh-ı Nakşibend Behâeddîn Buhârî hazretlerinin talebelerinin büyüklerinden bir kısmıyla ve onların da meşhûr talebelerinden bir kısmıyla görüşüp, sohbetlerinde bulundu Hâcegân yolunun diğer tabakasının büyüklerinden pekçok zâtla da görüşüp, sohbet etti Horasan'a gitmeden önce, Seyyid Kâsım Tebrîzî hazretlerinin sohbetinde bulundu Horasan'a gittikten sonra, bir defâ daha Seyyid Kâsım Tebrîzî'nin sohbetine gitti Bundan başka Herat'ta bulunan evliyâ ve meşhûr zâtların da sohbetlerinde bulundu
Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri, hocalarından Seyyid Kâsım Tebrîzî'nin sohbetinde bulunmasını şöyle anlatmıştır: "Ömrümde, Seyyid Kâsım Tebrîzî'den büyük zât görmedim Zamânın şeyhlerinden hangisine gitsem, bana bir nisbet hâsıl oluyordu Fakat bu nisbetler bir müddet sonra geçiyordu Seyyid Kâsım Tebrîzî'nin sohbetlerinde öyle bir tesir ve keyfiyet hâsıl oldu ki, elden bırakmak mümkün değildi Huzûruna her gidişimde, bütün kâinâtı, dâirenin merkezi misâli onun etrâfında dönüyor ve onda yokluğa kavuşuyor gördüm SeyyidKâsım Tebrîzî, Hâce Behâeddîn Nakşibend hazretlerinin sohbetinde bulunmuş ve nisbetlerini o yoldan almış Anlaşıldığına göre, "Hâcegân" yolunda idi Bir kapıcısı vardı Kimse ondan izinsiz huzûruna giremezdi Kapıcıya; "Buraya ne zaman Türkistanlı bir genç gelirse, ona mâni olma! Bırak istediği zaman benim yanıma girsin " diye tenbihte bulunmuştu Her gün kapısına varırdım, izin verilmiş olduğu hâlde huzûruna iki-üç günde bir girerdim Talebeleri, bana izin verildiği hâlde huzûrlarına niçin her gün çıkmadığıma hayret ederlerdi Seyyid Kâsım hazretlerinin sohbetleri çok tatlı ve o kadar hoş idi ki, gelenler ayrılmak istemezdi Sohbetin sonuna gelince talebelerine verdiği bir işâretle dağılmalarını bildirirdi Beni hiçbir vakit huzûrundan kaldırmamıştı Yakınlarına "Bâbu" diye hitâb ederdi Bana; "Bâbu senin adın nedir?" diye sordu Ubeydullah (yâni Allah'ın kulu) dedim "İsminin mânâsını gerçekleştir" buyurdu
Mevlânâ Fethullah Tebrîzî şöyle anlatmıştır: "SeyyidKâsım'ın sohbetine çok devâm ederdim Tasavvufa öyle merak salmıştım ki, tasavvufa dâir ince meselelerin konuşulduğu bu mecliste sabahlardım Gözüme uyku girmezdi Bir defâsında Seyyid Kâsım'ın sohbetindeyken, içeriye Hâce Ubeydullah-ı Ahrâr girdi Seyyid Kâsım, onu büyük bir alâka ile karşıladıktan sonra, garîb, meârif ve acâib hikmetler konuşmaya başladılar Dikkat ettim, Ubeydullah-ı Ahrâr'ın her ziyârete gelişinde, SeyyidKâsım gayr-i ihtiyârî en ince meseleleri ve sır bahislerini açardı O zaman öyle hâller olurdu ki, başka zaman o şekilde olmazdı Bir gün Ubeydullah-ı Ahrâr, Seyyid Kâsım'ın meclisinden kalkıp gittikten sonra, Seyyid Kâsım bana; "Mevlânâ Fethullah! Bu kâfilenin dili, sözleri gâyet tatlıdır Ama yalnız dinlemekle iş bitmez Eğer himmet sâhiplerinin temenni ettiği saâdete kavuşmak istersen, bu Türkistanlı gencin eteğini bırakma! O, zamânın bir hârikası, devrânının bir tânesidir Ondan çok büyük işler, tecellîler zuhûr edecek ve dünyâ onun velâyet nûruyla dolacaktır " Seyyid Kâsım'ın bu sözlerinden, içime Ubeydullah-ı Ahrâr'ın kemâl ve olgunluk zamânına ulaşma arzusu düştü Sultan Ebû Saîd zamânında, Ubeydullah-ı Ahrâr Taşkent'ten Semerkand'a geldi Hizmetine girdim Kısa zamanda Seyyid Kâsım'ın işâret ettiği üstünlükleri onda görüp anladım "
Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri şöyle anlatmıştır: "Bir gün SeyyidKâsım hazretleri bana; "Bâbu! Zamânımızda hikmet ve hârika niçin az zâhir oluyor, bilir misin? Çünkü bu zamanda bâtının tasfiyesi, kalbin temizlenmesi pek az insanda kalmıştır Olgunluğa ulaşmak, bâtının, gönlün, kalbin tasfiyesi iledir Bâtının tasfiyesi, kalbin temizlenmesi, helâl lokma yemekle mümkündür Bu zamanda helâl lokma yiyen pek azdır Bâtınını tasfiye etmiş insan da yok gibidir ki ondan ilâhî esrâr nasıl tecellî etsin?" dedikten sonra kendisi ile ilgili olarak da; "Elim tuttuğu zaman, takye diker onun parası ile geçinirdim Felç geçirip elim tutmaz olduktan sonra, babamdan kalan kütüphâneyi satarak, ticâret sermâyesi yaptım ve onunla geçinmeye başladım" dedi
Ubeydullah-ı Ahrâr'ın sohbetinde bulunduğu zâtlardan biri de,Behâeddîn Ömer hazretleridir Bu hocası hakkında buyurdu ki: "Bana Horasan şeyhlerinden Behâeddîn Ömer'in tavırları gâyet hoş gelirdi Ekseriyetle oturup sohbet ederler, gelenlerin hâline münâsib muâmele eder, hiçbir sûretle kendini halktan üstün tutmazdı "
Ubeydullah-ı Ahrâr, dört sene bu hocasının yanında kalıp, sohbetlerine devâm etti Bundan sonra, en başta gelen hocası Yâkûb-i Çerhî hazretlerine talebe oldu ve onun sohbetinde kemâle ulaştı Bu hocası ile tanışmasını şöyle anlatmıştır:
Herat'a gittiğim zaman, güzel yüzlü ve hoş kılıklı bir tüccar ile tanıştım Hâcegân yolunda olduğu anlaşılıyordu Bu yolu kimden aldığını sordum Yâkûb-i Çerhî'den aldığını söyledi Bana Yâkûb-i Çerhî'nin büyüklüğünü ve üstün hâllerini anlattı Bunun üzerineYâkûb-i Çerhî'nin sohbetine kavuşmak için, ikâmet ettiği yer olan Helfetû'ya gitmek üzere yola çıktım Çiganiyân'a varınca hastalandım Yirmi gün orada kaldım Bu sırada Yâkûb-i Çerhî hakkında menfî sözler işittim Seyahatime devâm edip etmeme husûsunda tereddüde düştüm Fakat bu kadar yol aldıktan sonra, geri dönülmeyeceğini düşünerek yola devâm ettim Yâkûb-i Çerhî hazretlerinin huzûruna kavuşunca, bana büyük iltifât gösterdi Bundan sonra bir başka gün tekrar ziyâretine gittiğimde, bu sefer sert ve haşmetli davrandı Bunun sebebini; yolda iken aleyhinde bulunanların sözlerine bakarak huzûruna gidip gitmemek husûsunda tereddüde düşmüş olmamdan dolayıdır, diye düşündüm Aradan bir saat geçmeden, bana tekrar çok lütuf ve iltifatta bulundu Şâh-ı Nakşibend Behâeddîn Buhârî hazretleri ile buluşmasını, sohbetine kavuşmasını ve münâsebetlerini anlattı Sonra bana elini uzatıp; "Gel bîat eyle, talebem ol!" buyurdu O anda yüzüne baktım yüzünde cüzzam lekesine benzer bir beyazlık gördüm Bu sebeple hemen bîat edemedim Bunu anlayıp, hemen elini geri çekti Baktım, yüzü birden bire değişip, öyle güzel bir hâl aldı ki sîmâsının güzelliğine hayran kaldım Kalbimde hâsıl olan muhabbet sebebiyle, kucaklayıp sarılmamak için kendimi zor tuttum Bu defâ elini yeniden uzatıp;
|