Yalnız Mesajı Göster

Ubeydullah-İ Ahrâr

Eski 08-02-2012   #4
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ubeydullah-İ Ahrâr




Oğlu Muhammed, zâhirî ilimde yüksek derecede âlim idi İlk oğlu olup, tasavvuf ilmini babasından öğrenip kemâle ulaşmıştır Bu oğlu, Hâcegân lakabı ile tanınmıştır

Hâce Muhammed Yahyâ; küçük oğlu olup, zâhirî ve bâtınî ilimlerde yüksek derecede idi Babasından feyz alarak tasavvufta yükseldi Babası, hayâtının son günlerinde onu yerine vekil bıraktı

Mevlânâ Seyyid Hasan; meşhûr talebelerinden olup, babası onu küçük yaşında iken Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin sohbetine getirmiştir Geldikleri sırada, Ubeydullah-ı Ahrâr'ın yanında bir tabak içinde bal görüp, hemen yemeye başlamıştı Ubeydullah-ı Ahrâr ona; "Senin ismin nedir?" diye sorunca, balın tadına öylesine dalmıştı ki; "Adım Bal'dır" cevâbını verdi Ubeydullah-ı Ahrâr tebessüm ederek buyurdu ki: "Bu çocukta tam bir kâbiliyet var Kendi ismini balın tadından dolayı unutup, balın lezzetine o kadar daldı ki, ismim Bal'dır dedi" Onu kucaklayıp babasından aldı Önce Kur'ân-ı kerîmi, ilk tahsîl için gereken bilgileri öğretti Sonra Ubeydullah-ı Ahrâr, ona yüksek ilimleri öğrenmesini emretti Bundan sonra da onu tasavvufda yetiştirip, yüksek derecelere kavuşturdu

Mevlânâ Kâsım; en meşhûr ve çok sevdiği talebelerindendir Hocasına tâbi olması tam idi Bu hususta örnek teşkil eden bir talebesi idi

Mevlânâ Mîr Abdülevvel; talebelerinin meşhûrlarından olup, hocasına dâmâd olmakla şereflenmiştir Tasavvufta yüksek derecelere kavuşmuştur

Mevlânâ Câfer; tasavvuf hâllerine gark olmuş bir talebesi olup, âlim ve fâdıl bir zât idi

Mevlânâ Burhâneddîn Hatelânî; bu talebesi, Semerkant'ta parmakla gösterilen âlimlerden idi

Mevlânâ Lütfullah Hatelânî; meşhûr talebelerinden olup, diğer talebesi Burhâneddîn Hatelânî'nin kızkardeşinin oğludur Din ilimlerinde âlim idi

Mevlânâ Şeyh; talebelerinin ileri gelenlerinden olup, senelerce hocasının ev ve dergâh işlerini görüp, hizmet etmiştir

Mevlânâ Sultan Ahmed; meşhûr talebelerinden olup, zâhirî ve bâtınî ilimlerde derin âlimdi

Mevlânâ Ebû Saîd Evbehî, Mevlânâ Hâce Ali Taşkendî, Mevlânâ Nûreddîn Taşkendî, Mevlânâzâde Etrârî, Mevlânâ Nasîruddîn Etrârî ve Mevlânâ İsmâil Firketî de talebelerinin meşhûrlarındandır

Ubeydullah-ı Ahrâr'ın talebelerinden biri de, Abdullah-i İlâhî'dir Simavlıdır İlim edindikten sonra, Semerkand ve Buhârâ'ya giderek feyz aldı İcâzetle şereflenip, Ubeydullah-ı Ahrâr'a intisâbı bulunan Emîr Ahmed-i Buhârî ile İstanbul'a geldi

Ubeydullah-ıAhrâr'ın bir talebesi de Abdullah-ı Semerkandî'dir Önce, Yâkûb-i Çerhî'ye talebe olmuş ve Nizâmeddîn-i Hâmûş'tan da feyz almıştır Uluğ Bey Medresesinde müderristi

Ubeydullah-ı Ahrâr'ın bir talebesi de HaydarBaba'dır Kırk sene devamlı İstanbul Eyyûb Câmiinde îtikâf etti Kânûnî SultanSüleymân bu zâtın üstün hâllerini işitince, Eyyûb Nişâncası ile Haliç arasında,Cezerî Kâsım PaşaCâmiine inen yol üzerinde "Haydar Baba Mescidi"ni yaptırdı Haydar Baba, 1550 (H 957)de vefât etti Kabri, mescide girerken solda, sed üstündedir

Eserleri:

Enîs-üs-Sâlikîn fit-Tasavuf, El-Urvet-ül-Vüskâ li Erbâb-il-İrtikâ, Rukaât, Fıkarât Risâlesi, Vâlidiyye Risâlesi

HER GÖRDÜĞÜNÜ HIZIR, HER GECEYİ KADİR BİL

Bir gün annesi tarladan kaldırdığı buğdayları, biriyle Ubeydullah-ı Ahrâr'a gönderdi Ubeydullah-ı Ahrâr buğdayları ambara koymakla meşgûlken, buğdayları getiren kimse, boş çuvallarını alıp gitti Nereye gittiği ve hangi yoldan gittiği belli değildi Ubeydullah-ı Ahrâr o anda neden bu zavallı ve garib kimseden duâ almadığına üzüldü İçine garib bir ızdırap çöktü Buğdayı olduğu gibi bırakıp koşarak o kimsenin peşine düştü Yanına vararak tevâzu ile kendisine duâ etmesini istedi ve; "Beni gönlünüze alın Hâlime biraz inâyet nazarıyla bakın Belki duânız ve himmetiniz bereketiyle Allahü teâlâ beni bağışlar, merhâmet eder de yolum açılır" dedi Onun yüzüne şaşkın ve hayret dolu ifâdelerle bakan zât; "Zannediyorum ki Türk şeyhlerinin söyledikleri; "Her geleni Hızır bil, her geceyi Kadir bil" sözüne göre hareket ediyorsun Fakat ben hiçbir özelliği olmayan kendi hâline yaşayan bir kimseyim Elimi yüzümü bile lâyıkı ile yıkamayı bilmem Senin istediğin şeyden ben haberdâr değilim O bende yoktur" dedi Ubeydullah-ıAhrâr duâ etmesi için yalvarmaya devâm etti O kimse, Ubeydullah-ı Ahrâr'ın yalvarışına dayanamayarak ellerini kaldırdı ve; "Allahü teâlâ senin kalb gözünü açsın" diye duâ etti Bu duâ bereketiyle Ubeydullah-ı Ahrâr'ın kalbinde açılmalar oldu

ONU NİÇİN KABÛL ETMEDİ?

Ubeydullah-ı Ahrâr zamânında, bir kâdı devamlı kapısına gelip, talebe olmak, onun yoluna girmek istiyordu Fakat Ubeydullah-ı Ahrâr ona iltifât etmediğinden gâyet melûl ve mahzûn bir hâlde gelip gidiyordu Birgün Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin neşeli bir ânında, yakın bir talebesi, o kâdıdan bahsedip, talebe olmak istediğini arzetti "Kâdı, boynu bükük, inâyetinizi bekliyor ve mahrum kalmaktan çok üzülüyor" dedi Ubeydullah-ı Ahrâr; "Ben, kimin içinde büyüklük ve üstünlük arzusundan bir şey sezsem, hattâ o üstünlük ve büyüklük arzusuna on yıl sonra bile kavuşacak olsa, ona Hâcegân yolundan (büyüklerin yolundan) bahsedemem" dedi Talebelerinden bâzıları, bu sözü söylediği günün târihini yazdılar Aradan on yıl geçti Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri de vefât etmişti O kâdı, on yıl sonra memleketinde hâkim ve reis makâmına çıktı Bu hâlinden çok memnun idi ve kalbinde büyüklerin yoluna girmeye dâir hiçbir istek ve arzu kalmamıştı O zaman Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin talebeleri, hocalarının onu neden kabûl etmediğinin hikmetini anladılar

SELE KAPILANLAR

Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri, bir ilkbahar mevsiminde, Herat'dan Taşkend'e gitmek üzere yola çıkmıştı Akşam olunca, yolda bir talebesinin bulunduğu yere ulaşmış ve o gece orada misâfir olmuştu Bu talebesi şöyle anlatmıştır: "Gece yatacağımız zaman bana; "Sen benim yattığım odada yat!" dedi Bunun üzerine onun yattığı odada, ondan uzak bir köşeye çekilip, orada geceledim Geceyarısı ismimi söyleyip; "Uyuyor musun! Uyanık mısın?" dedi Ben de; "Uyumuyorum efendim" dedim "Hemen kalk, kıymetli eşyâlarını topla ve derhâl dışarı çık!" buyurdu ve kendisi de süratle dışarı çıktı Bu çevrede olanları da uyandır Kıymetli eşyâlarını toplayıp hayvanlara yüklesinler Beni tâkib edip peşimden geliniz?" dedi Süratle uzak bir tepeye doğru yürüdü, biz de hemen toparlanıp onu tâkib ettik Tepeye çıkıp, üzerinde durdu Biz de yanında durduk Bizimle gelenler, bu duruma şaşırarak; "Sebeb nedir ki, geceyarısı uykumuzu bölüp buraya geldik" diyorlardıBir kısmı da ihmâl gösterip, gelmemişti Biz tepe üzerinde iken, birdenbire korkunç bir sel geldi Önüne gelen ağaç, kaya, duvar, ev ve ne varsa süpürüp götürüyordu Ayrıldığımız ev de sel suları içinde kalmış, gelmeyenler de sele kapılmıştı Kendilerini, selle uzun bir mücâdeleden sonra zor kurtardılar Pekçok yeri harab eden bu selin, o beldede bir benzeri görülmemişti Sele kapılmaktan kurtulanlar, Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin bu kerâmetini görerek, onun büyük bir velî olduğunu anladılar Ona daha çok bağlanıp, sevdiler"

OĞLUM HORASAN'A GİT!

Bir talebesi vardı, Ubeydullah Ahrâr'ın,
Yıllarca sohbetinde, bulunmuştu bu zâtın

Horasan'dan gelerek, girmişti hizmetine,
Kavuşmuştu böylece, yüksek himmetlerine

Yanına çağırarak, bir gün bu talebeyi,
Sordu: "Düşünmez misin, memlekete gitmeği?"

Arz etti ki: "Efendim, bir mecbûriyet hâriç,
Yanınızdan ayrılıp, gitmeği istemem hiç"

Buyurdu ki:"Evlâdım, Horasan'a git hemen,
Sıkıntı veriyorlar bana, baban ve annen"

Peki efendim deyip, gitti o Horasan'a,
Söyledi bunu aynen, anne ve babasına

Onlar bunu duyunca, ağladılar bir nice,
Zîrâ hatâlarını, anladılar iyice

Dediler: "Biz beş vakit, namazı müteâkip,
Ubeydullah Ahrâr'a, biraz teveccüh edip,

Ve duâ ederdik ki, peşinden Rabbimize,
Artık izin versin de, göndersin seni bize"

O dahî çok ağlayıp, gitmeğe aldı izin,
Kavuştu üstâdına, bir daha dönmeksizin

Ubeydullah Ahrâr'ı, sevenlerden birinin,
Bir hizmetçi kölesi, var idi gâyet emîn

Bir gün nasıl olduysa, kaybetti kölesini,
Aradı Semerkand'ın, her ücrâ köşesini

Lâkin bulamayınca, oldu çok müteessir,
Bunun ızdırâbiyle, dünyâsı oldu zehir

Çünkü her bir işini, yapardı o hizmetçi,
Bunun üzüntüsüyle, kavrulup yandı içi

Gezerken yine onu, aramak gâyesiyle,
Ubeydullah Ahrâr'ı, gördü talebesiyle

Atının dizginini, tutarak gidip derhâl,
Ağlayıp arz etti ki, "Böyledir işte ahvâl

O benim her şeyimdi, artık siz bilirsiniz,
Bu derdimi ancak siz, hâlledebilirsiniz"

O, eliyle gösterip, köylerden birisini,
Buyurdu: "Aradın mı, şu köyde kendisini"

Dedi: Evet aradım, lâkin hepsi nâfile
Buyurdu: "Yine ara, ordadır belki köle"

"Peki" deyip doğruca, o köye vardı hemen,
Ve buldu kölesini, o köyde hakîkaten

Su dolu bir testiyle, şaşkın oturuyordu,
Yaklaşıp, neredeydin?, diyerek ona sordu

Dedi: "Evden dışarı, çıkmıştım ki bir ara,
Bir atlı beni tutup, kaçırdı uzaklara

Sonra da Köle diye, birine sattı beni,
Günlerdir görüyordum, o zâtın hizmetini

Bu gün de göndermişti, ırmaktan su almağa,
Şu testiyi alarak, gitmiştim o ırmağa

Doldurup tam geriye, dönecektim ki, birden,
Kendimi burda buldum, şaşırdım hayretimden

"Rüyâ mı görüyorum, uyanık mıyım" diye,
Hayret içerisinde, dalmıştım düşünceye

İşte bu şaşkınlıkla, bu yerde otururken,
Sizin geldiğinizi, farkettim tâ ilerden"

O kişi öğrenince, işin hakîkatini,
Anladı o velînin, büyük kerâmetini

BAL İSTEDİM ŞARAP MI GETİRDİN

Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri, Taşkend'den Semerkand'a göçmeden önce, hizmetkârlarından birine, Semerkand'a gidip, kendisine birkaç kutu saf bal almasını emretmişti Hizmetkâr gidip, emredildiği gibi balı satın aldı Kutuları da gâyet güzel bir şekilde sarıp, dönmeye hazırlandı Tam döneceği sırada, tanıdığı bir esnafın dükkanına gidip, biraz konuşmak üzere oturdu Bal kutularını da önüne koydu Onlar konuşurken, güzel bir kadın içeri girdi Hizmetkâr, tanıdığı esnaf ile konuşurken, birkaç kere kadına şehvet nazarı ile baktı Sonra da oradan kalkıp yola çıktı Taşkend'e gelince, balları Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerine götürdü Kutuları koyunca, Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri kaşlarını çatıp; "Ey saâdetten mahrum kimse, ben sana bal ısmarlamıştım! Sen bana şarap mı getiriyorsun?" dedi Hizmetkâr; "Aman efendim, ben size emriniz üzere saf bal getirdim!" dedi Bunun üzerine kutuları açınca hepsinin şarap olduğunu gördüler Hizmetkâr, bu işin kadına bakması sebebiyle olduğunu düşünerek, hatâsını anladı ve tövbe etti

BÜYÜKLERE DANIŞIN

Ubeydullah-ı Ahrâr, Hak âşığı bir velî,
Sohbeti, insanlara, olurdu fâideli

Şefkat ve merhameti, pekçoktu yârânına,
Her kimin derdi olsa, koşup gelirdi ona

Kim düşse sıkıntıya, dünyâ ve âhiretlik,
O işin hâlli için, ona gelirlerdi ilk

Yanına giren herkes, kederli olsa da pek,
Çıkıyordu mutlaka, neş'eli ve gülerek

Öyle emir almıştı, çünkü o, üstâdından,
Girenler, sevinç ile, çıkıyordu yanından

Buyurdu: "İnsanların, rızkını cenâb-ı Hak,
Kullarının eliyle, verir âdet olarak

Her kim bol bol verirse muhtâçlara malını,
Çoğaltır Rabbimiz de, ona ihsânlarını

O kısarsa, Allah da, ona kısar şüphesiz,
Yâni ihsân edene, ihsân eder Rabbimiz"

Bir gün de buyurdu ki: "Allah adamlarının,
Yalnız zâhirlerine, bakmayın aman, sakın!

Aldanır büyüklerin, dış hâline bakanlar,
İstifâde yerine, görürler büyük zarar

Zîrâ cenâb-ı Allah, "İnsanlık sıfatları",
Altında gizlemiştir, dünyâda bu zâtları

Kureyş kâfirleri de, Allah'ın Resûlünün,
Zâhirine bakarak, aldanmışlardı o gün

Derlerdi ki: "Bu nasıl peygamberdir, şaşılır,
Bizim gibi yer içer, sokaklarda dolaşır"

Lâkin îmân edenler, O'na, peygamber diye,
Bakarak kavuştular, rızâ-i İlâhîye"

Buyurdu ki: "Îmânın, sûret ve aslı vardır,
Bu bâbda, bir büyük zât, şöyle buyurmuşlardır:

"Senelerdir îmânı, anlattım zaman zaman,
Ve lâkin üçü beşi, geçmedi tam anlayan"

Bu sözün hikmetini, hocamdan suâl ettim:
"İmânı tam anlamak, niçin zordur efendim?

Âmentü'nün îzâhı, var din kitaplarında,
Onu da her müslüman, ezber eder ânında"

Buyurdu: "Âmentü'yü, bilip ezberlemekle,
Îmânın hakîkati, kolayca geçmez ele

Asıl îmân şudur ki, Allah'tan korkusundan,
Bir küçük günah bile, geçirmez hâtırından

Meselâ kul hakkını, düşündüğünde o zât,
Ayağını uzatıp, yatamaz rahat rahat"

Bir gün de buyurdu ki: "Kardeşim aman sakın,
Büyüklere sormadan, bir işe kalkışmayın!

Yanılır ekseriyâ, çünkü sizin aklınız,
Sonu pişmanlık olur, sormadan yaparsanız

Hâlbuki akl-ı selîm, sâhibidir büyükler,
Her kararda, doğruyu, isâbet ettirirler

Kendi aklını atıp, kim uysa bu zâtlara,
Dünyâ ve âhirette, uğramaz bir zarara

Her kim de beğenirse, yalnız kendi aklını,
Kabûllenmiş demektir, o kendi zararını

Hâlbuki bir müslüman, bir iş yapmadan önce,
Bir Allah adamına, danışırsa güzelce,

Hayırsız olsa bile, netîcesi o işin,
Hayra tebdîl olunur, ona sorduğu için"

ANNEN VE BABAN RAHATIMI BOZUYOR

Reşehât kitabının müellifi şöyle anlatmıştır: "Hâce Ubeydullah-ı Ahrâr'ın huzûruna ilk gelişimde, Mevlânâ Sa'deddîn Kaşgârî hazretlerinin oğlu Mevlânâ Hâce Külân ile berâberdim Senelerce sohbet ve hizmetinde bulunmakla şereflendim Bâzan sohbet sırasında bana; "Niçin Horasan'a dönmüyorsun? Dön! Annen ve baban benim rahatımı bozuyor" buyururdu Ben, başkaları arasında bu sözü işitince çok utanırdım Nihâyet berâber geldiğim Hâce Külân, Horasan'a dönmek üzere izin istemişti Ona izin verip, bana da; "Sen de bununla birlikte süratle Horasan'a anne ve babanın hizmetine dön! Benim rahatımı bozuyorlar" buyurdu Bunun üzerine onunla berâber Horasan'a döndüm Annemin ve babamın yanına ulaşınca, hocam Ubeydullah-ı Ahrâr'ın kendileri hakkında buyurduğu sözü söyledim İkisi birden ağlaşmaya başladılar ve; "Biz her namazdan sonra, Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerine teveccüh edip, seni göndermesi için ağlayıp, duâ ediyorduk" dediler Bir müddet annemin ve babamın yanında kaldım Sonra tekrar hocamın yanına dönmem için ağlayarak, yalvararak müsâade etmelerini isteyince izin verdiler İkinci defâ hocamın sohbetiyle şereflendim Sonra bir daha, Horasan'a git buyurmadı

KÖPEK YAVRUSU

Bir defâsında, Ubeydullah-ı Ahrâr'ın huzûruna Horasan'dan fâsık biri gelmişti Bu kimse şarap içen, haram işleyen, sapık îtikâdlı biriydi O zamana kadar hiç gelmemişti Gelip oturur oturmaz, Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri onu azarlayıp, huzûrundan kovdu Bu sırada orada bulunan talebesi Mîr Abdülevvel'in kalbinde; "Uzaktan garîb bir adam, ihlâs ve niyazla gelmiş, acabâ onu neden hoşnud etmedi?" düşüncesi geçti Ubeydullah-ı Ahrâr, hemen bu talebesinin kalbinden geçen düşünceyi anlayıp; "Bu kimseyi köpek yavrusu sûretinde gördüm ve bu sebeple kovdum Köpek yavrusuna bundan iyi muâmele yapılmaz" buyurdu Bunun üzerine talebesi Abdülevvel, gelen adamın hâlini araştırıp, öğrendi Adam fâsık, haramlara dalmış, içki içen, haramlara aldırmayan birisiymiş O zaman hocasının o kimseyi, günahlara dalmasından dolayı köpek sûretinde gördüğünü ve kovmasının hikmetini anladı

İSTANBUL'UN MÂNEVÎ FÂTİHİ

Ubeydullah-ı Ahrâr'ın torunu Hâce Muhammed Kâsım'dan şöyle nakledilmiştir: "Ubeydullah-ı Ahrâr hazretleri, bir gün öğleden sonra, âniden atının hazırlanmasını istedi Atı hazırlanınca, binip Semerkant'tan süratle çıktı Talebelerinden bir kısmı da ona tâbi olup, tâkib ettiler Biraz yol aldıktan sonra Semerkant'ın dışında bir yerde talebelerine; "Siz burada durunuz!" buyurduSonra atını Abbâs Sahrâsı denilen sahrâya doğru sürdü Talebeleri arasındaMevlânâ Şeyh adıyla tanınmış bir talebesi, bir müddet daha peşinden gidip tâkib etmişti Bu talebesi şöyle anlattı: "Hâce Ubeydullah-ıAhrâr hazretleri ile sahrâya vardığımızda, atını sağa sola sürmeye başladı Sonra birdenbire gözden kayboldu"

Ubeydullah-ı Ahrâr daha sonra evine döndüğünde, talebeleri nereye ve niçin gittiğini sorduklarında; "Türk Sultânı Sultan Muhammed Hân (Fâtih), kâfirlerle harbediyordu Benden yardım istedi Ona yardım etmeye gittim Allahü teâlânın izniyle gâlib geldi Zafer kazanıldı" buyurdu

Bu hâdiseyi nakleden ve Ubeydullah-ı Ahrâr hazretlerinin torunu olan Hâce Muhammed Kâsım, babası Hâce Abdülhâdî'nin şöyle anlattığını nakletmiştir: "Bilâd-ı Rûm'a (Anadolu'ya) gittiğimde, Sultan Muhammed Fâtih Hânın oğlu Sultan Bâyezîd Hân, bana, babam Ubeydullah-ıAhrâr'ın şeklini ve şemâilini târif etti ve; "O zâtın beyaz bir atı var mıydı?" diye sordu Ben de târif ettiği bu zâtın, babam Ubeydullah-ı Ahrâr olduğunu ve beyâz bir atının olup, bâzan ona bindiğini söyledim Bunun üzerine SultanBâyezîd Hân, bana şöyle anlattı: Babam Sultan Muhammed Fâtih Hân bana şunları dedi: "İstanbul'u fethetmek üzere savaştığım sırada, harbin en şiddetli bir ânında, Şeyh Ubeydullah-ı Ahrâr Semerkandî'nin imdâdıma yetişmesini istedim Şekil ve şemâilini târif ederek şu vasıfta ve şu şekilde ve beyaz bir at üzerinde bir zât yanıma geldi; "Korkma!" buyurdu Ben de; "Nasıl endişelenmeyeyim, küffâr çok" dedim Ben böyle söyleyince, elbisesinin yeninden bakmamı söyledi Baktım, büyük bir ordu gördüm "İşte bu ordu ile sana yardıma geldim Şimdi sen falan tepenin üzerine çık, üç defâ kös vur ve orduna hücûm emri ver" buyurdu Emirlerini aynen yerine getirdim O da bana gösterdiği ordusuyla hücûma geçti Böylece düşman hezîmete uğradı İstanbul'un fetih işi gerçekleşti"

ÖLÜ KALBLERİ DİRİLTMEK

Ubeydullah-ı Ahrâr şöyle anlatmıştır: "Çocukluğumda rüyâda kendimi Şeyh Ebû Bekr-i Şâşî'nin mezarı yanında gördüm Mezarın eşiğinde Îsâ aleyhisselâm vardı Hemen ayaklarına kapandım Elleri ile başımı kaldırıp; "Gam çekme! Seni ben terbiye edeceğim!" buyurdu Rüyâyı anlattığım zâtlar, tıb ilmi ile tâbir ettiler Yâni tıb ilminden nasîbim olacağını söylediler Ben bu tâbire râzı değildim Tâbirim şuydu: Îsâ aleyhisselâm, ölüleri dirilten bir Peygamberdir Evliyâdan ihyâ sıfatına mazhâr büyüklere de "Îsevî meşreb" denirdi Mâdem ki, Îsâ aleyhisselâm bu fakîrin terbiyesini üzerine aldılar, demek bana ölü kalbleri ihyâ sıfatı verilecek Nitekim kısa bir zaman sonra, Allahü teâlâ bana öyle bir hâl ve kuvvet bahşetti ki, bende o mânâ, kemâliyle meydana geldi Vâsıtamızla nice ölü kalbler, gaflet karanlığından şühûd ve huzûr ışığına çıktılar"

1) Reşahât; s229
2) Nefehâtü'l-Üns; s441
3) Mektûbât-ı İmâm-ıRabbânî; c1, 193 mektûb
4) Şakâyık-ı Nu'mâniyye Tercümesi (Mecdi Efendi); s269
5) Câmiu Kerâmâti'l-Evliyâ; c2, s139
6) Silsiletü'l-Ârifîn (Süleymâniye Kütüphânesi, Hacı Mahmûd Bölümü, No: 2830, varak 28b, 157b, 178)
7) Mesmûât (Süleymâniye Kütüphânesi, Esad Efendi Bölümü, No: 1715, varak, 5a, 24a, 29a)
8) Tam İlmihâl Seâdet-iEbediyye; (49 Baskı) s1156
9) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c13, s107
10) Havârık-ı Âdât-ı Ahrâr; Bâyezid Kütüphânesi; No 3624

Alıntı Yaparak Cevapla