Yalnız Mesajı Göster

Ulu Ârif Çelebi

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Ulu Ârif Çelebi




ULU ÂRİF ÇELEBİ

Konya'nın büyük velîlerinden Mevlânâ Celâleddîn Muhammed Rûmî'nin torunu, SultanVeled'in oğludur İsmi, Celâleddîn Emîr Ârif olup, 1271 (H670) senesinde doğdu 1319 (H719) senesinde Konya'da vefât etti Kabri oradadır Küçük yaşta dedesi Mevlânâ hazretlerinin teveccühlerine kavuştu Babası Sultan Veled'den zâhirî ve bâtınî ilimleri öğrendi Babasının vefâtından sonra onun halîfesi, vekîli oldu

Ârif Çelebi dünyâya gelince, dedesi Mevlânâ çok sevindi Fakirlere sadakalar dağıttı, akîka kurbanları kesti, ziyâfetler verdi Üç gün çok neşeli sohbetler yaptı Böylece, Konya'da bir bayram havası yaşandı Mevlânâ torununun doğumunun yedinci günü onu kucağına alıp, oğlu SultanVeled'e; "Oğlum! Bu torunumun ismi, Celâleddîn Emîr Ârif olsun Celâleddîn diye hitâb etmez, Emîr Ârif diye çağırırsınız Çünkü babam Sultân-ül-ulemâ, bana ismim Muhammed olduğu hâlde,Celâleddîn diye hitâb ederdi Bu yavruda, yedi evliyânın nûrunu görüyorum Bunlar; Sultân-ül-ulemâ, Seyyid Burhâneddîn, Şems-i Tebrîzî, Selâhaddîn Konevî, Hüsâmeddîn Çelebi, dedesi ve babasıdır Bu sebeple, onun kadrini, kıymetini bilerek iyi yetiştirin" buyurdu

Ârif Çelebi, yaşına girmeden, öyle gösterişli, öyle güzeldi ki, görenler hayran kalır, bakmağa doyamazlardı Hattâ ona ikinci Yûsuf derlerdi

Sultân Veled anlattı: "Oğlum Ârif Çelebi, küçük iken boynundan rahatsızlandı Öyle ızdırab çekiyordu ki, biz ölecek sandık Tabîbler tedâvisinde âciz kaldılar Ârif, hastalığın güçlüğünden hiç süt emmedi, su içemedi Artık hayâtından endişeye düştük Onun çektiği ızdıraptan gözümüze uyku girmiyordu Nihâyet onu, babamın huzûruna götürüp; "Muhterem efendim! Bundan artık ümîdimiz kesildi Herhâlde vefât etmek üzeredir" diyerek üzüntümü bildirdim Bu sözlerimi sükûnetle dinleyen pederim Mevlânâ hazretleri; "Evlâdım Sultan Veled! Öyle şeyler söyleyip perişân olmayınız Üzülmeyiniz Zîrâ oğlumuz Celâleddîn Ârif, hemen gitmek üzere gelmedi Onun, benim size bir yâdigârım olarak dünyâda uzun yıllar kalacağını, insanların hidâyete, doğru yola kavuşmasına vesîle olacağını ümîd ediyorum" diyerek, Ârif Çelebi'yi kucağına aldı Hastalığa sebeb olan yerin üzerine enine ve boyuna yedişer çizgi çizdi ve; "Aklı olana bu işâret yetişir" yazısını yazdı Bir ânda çocuk gözlerini açtı Hemen annesine götürdüm, süt emzirdi Kısa zamanda hastalıktan kurtuldu Bu, babamın kerâmetinden başka bir şey değildi"

Babası SultanVeled anlattı: "Oğlum Ârif, babamın yanında ağladığı zaman, babam onu kucağına alır, mübârek parmağını ağzına uzatırdı Çocuk iştah ile babamın parmağını emerdi Bâzan öyle kuvvetli çekerdi ki, parmağı koparacak sanırdık Bu şekilde babamı üzüyor düşüncesiyle, bir daha böyle yaparsa çekip alayım, diye içimden geçirmiştim Yine parmağını hızla çektiği bir gün, babam, benim dikkatle baktığımı görünce, düşündüklerimi anlayarak; "Ey Veled! Ârif benim de oğlum değil midir?" deyince, ben de; "Siz, bizim sultânımızsınız Bizler ise, sizin köleniziz" dedim Bu sözüm üzerine; "Bizi seven köle de, talebe de, hep oğlumuzdur" buyurarak, merhametinin ne kadar çok ve herkes için geçerli olduğuna işâret buyurdular"

Ârif Çelebi'yi bâzan Mevlânâ yanına getirterek, ona teveccüh ederdi Altı aylık olduğunda ona; "Allah de, yâ Celâleddîn!" diye söyler, o da herkesin kolaylıkla anlayacağı bir şekilde üç defâ; "Allah, Allah, Allah!" derdi Bu sözleri büyük bir zevk ile dinleyen Mevlânâ hazretleri, onun ileride büyük bir velî olacağını söylerdi

Ârif Çelebi'nin vâlidesi Fâtıma hâtun anlattı: "Kayınpederimin vefâtından sonra, onun ayrılık acısının şiddetinden, üç gün üç gece, Ârif'ime süt vermek aklıma gelmedi O dahî hiç ağlamadan bekleyip, açlığını hatırlatacak bir harekette bulunmadı Fakat, üç gündür hiç yemeyip içmediği için, iyice zayıflamıştı O gece bir mikdâr uyumuştum Rüyâmda Mevlânâ hazretlerini gördüm Buyurdu ki: "Ey Fâtıma! Benim ayrılığım sebebiyle üzülüyorsanız, üzülmeyiniz Zîrâ, bende bulunan bütün kemâlâtı ve feyzleri, oğlum Ârif'e aktardım Beni arayan Ârif'imde bulur Şâyet sen de beni istersen, Ârif'de bulursun ve nûrumu onda müşâhede edersin Onun yetişmesiyle alâkalı her şeyi, mânevî olarak üzerime aldım" Bu rüyânın tesiriyle hemen uyandım Ârif Çelebi'yi üç gündür hiç doyurmadığım aklıma geldi Artık göğsümden sütler akıyordu Emîr Ârif'in yüzünü açtığımda, bana doğru tebessüm ettiğini gördüm Kucağıma alıp doyururken, cemâli dikkatimi çekti O güzel yüzündeMevlânâ'nın mübârek nûrunu gördüm Öyle heyecanlandım ki, bakmaya tâkat getiremedim Elimde olmıyarak bağırmışım Bağırdığımı, bana sonradan efendim haber verdi"

Fâtıma Hâtun, Ârif Çelebi'ye çok hürmet, izzet ve ikrâmda bulunurdu Her zaman onun hâtırını hoş tutardı Bir gün misâfir hanımların yanında çocuğuna aynı hürmeti gösterince, onlar; "Ey Fâtıma! İnsan hiç evlâdına bu kadar hürmet eder mi? Nitekim Ârif daha çocuktur" dediler Bu sözlere karşı Fâtıma Hâtun; "Bizim bu tâzim ve hürmetimiz, Ârif için az bile Onu bize Mevlânâ hazretleri emânet etti ve Ârif'e hürmet ve isteklerine riâyet etmemizi, son derece ikrâmlarda bulunmamızı emretti Ârif'im ağladığı zaman, kayınpederim parmağını ağzına koyar, büyüdüğünde zamânındaki evliyânın bir tânesi olacağını söylerdi" diye konuşunca, oradaki kadınlar söylediklerine pişmân olup, özür dilediler

Ârif Çelebi'nin Kur'ân-ı kerîm hocası anlattı: "Sultan Veled, oğlu Ârif'e son derece hürmet ve tâzimde bulunurdu Onu hiç incitmez, bütün arzularını yerine getirirdi Ârif Çelebi ne zaman babasının meclisine gelse, babası hemen ayağa kalkıp, mihrâbdaki yerini ona verirdi Bir gün haddi aşarak: "Efendim! Ârif Çelebi daha küçüktür Küçük bir çocuğa bu kadar iltifât etmeniz, tevâzu göstermeniz uygun mudur?" diye sordum Sultan Veled, bu sözlerimi sükûnetle dinledikten sonra buyurdu ki: "Oğluma olan tevâzu ve hürmetim, babam Mevlânâ hazretlerinedir Ârif'in yürüyüşü, yerinde hareketleri, sükûnetleri, oturup dinlenmeleri, ahlâkı, hâlleri hep babama benzemektedir Elimde olmayarak ona tâzimde bulunuyorum Babamın sağlığında o, süt emen çocuktu Şâyet büyük olsaydı, bu hareketleri babamdan görüp öğrendi derdik Görüldüğü gibi, onun hâl ve hareketleri, babamın tasarrufları ile olduğu meydandadır Onu görünce, babam hatırıma geliyor İşte ona olan hürmetimin sebebi budur"

Sultan Veled'in kerîmesi (kızı) anlattı: "Bir gün babam ile oturuyorduk Bir ara babamın hizmeti için kardeşim Ârif Çelebi içeri girdi Fakat içerde fazla durmayıp, dışarı çıktı O gidince, babam Sultan Veled buyurdu ki: "Sübhânallah! Babam Mevlânâ hazretlerinin hizmetlerinde çok bulundum Bana, babamın bütün talebelerinin ve diğer kimselerin mânevî makamları gösterildi Emîr Ârif'in makâmı gibi hiçbir makâma rastlamadım Onun makâmının yüksekliğini anlamaktan âciz ve hayran kaldık Onu gördüğüm zaman, kendimde bir başkalık, hâlimde bir değişiklik hissediyorum Onun gibi bir velîye daha rastlamadım Cenâb-ı Hak nazardan saklasın! Vâlidem Fâtıma hâtun söze karışarak; "Mâdem ki, Ârif'in mertebesi bu kadar yüksektir, niçin talebelerinizden, dostlarınızdan gizli tutup söylemiyorsunuz?" dediBabam da; "Hased edip, nazarı değen kötü gözlü kimselerin çıkmasından korkuyorum" diye cevap verdi

Sultan Veled, bir gün oğlu Ârif Çelebi'ye; "Evlâdım! Sen her nereye baksan, Mevlânâ'yı görür, Mevlânâ'dan bahsedersin Küçük aklınla mârifetlerden, Allahü teâlânın zâtı ve sıfatlarına âit ince bilgilerden anlatırsın Sen Mevlânâ'nın hâllerini ve makamlarını ve bu mârifetlerini nereden biliyorsun da, bize hiç tenezzül etmiyorsun?" diye sordu Ârif Çelebi de: "Efendim! Ben o yüce zâtı, mânevî âlemde gördüm O da bu fakîri gördü ve kendi kemâlâtını görebilecek gözün bağışlanmasına vesîle oldu" diye cevap verdi

Lala Fahreddîn anlattı: "Arada sırada Ârif Çelebi'yi kucağıma alıp, Hüsâmeddîn Çelebi hazretlerinin evine giderdim Hüsâmeddîn Çelebi, bizi hep kapıda karşılar, Ârif'i kucağına alarak odaya kadar götürürdü Ona her türlü yiyeceklerden, nefis şerbetlerden ziyâfet çekerdi Daha önceden alıp hazır ettiği güzel elbiseleri, kendi eliyle giydirirdi Gideceğimiz zaman da, onu omuzuna alıp eve kadar götürür ve; "Ah! Mümkün olsaydı da Ârif Çelebi'nin lalası olup hizmetiyle şereflenebilseydim Zîrâ, onun nûrunun doğu ile batıyı kuşatacağını ve âleme ışık salacağını, makâmının çok yüce olacağını hocam Mevlânâ hazretleri haber verdiler Ne mutlu o kimselere ki, Ârif Çelebi'nin hizmetiyle şereflenip, sevgilisi oluyorlar" diyerek, hasretini dile getirirdi"

Sultan Veled anlattı: "Ârif Çelebi, beş yaşlarında idi Bir gün, başı iple bağlı bir öküzün yularından tutmuş götürüyordu Onu o hâlde görünce; "Ey Ârif, bu öküz de nedir? Onu nereye götürüyorsun?" dedim Cevâbında; "Bu yular, filân beyin başına takılan yulardırÇünkü Mevlânâ dergâhına dil uzatmaktadır" dedi Çocuğun bu hâline güldüm, fakat üç gün sonra duyduk ki, o beyin evini yağma edip, başını kesmişler

Ârif, yine bir gün toprakla oynuyordu Bir müddet onu seyrettim Toprağı mezar gibi balık sırtı yapıp, başlarına taş dikti Ona; "Ârif bu nedir?" diye sordum Cevâbında; "Bu, falanın kabridir" dedi O gün, dediği gibi o kimse vefât etti

Ârif Çelebi on iki yaşlarında idi Birgün medresede dolaşırken, cübbesini yere serip; "Buyurun, cenâze namazını kılalım" dedi Ben yine hayretle; "Bu kimin cenâzesidir?" diye sorduğumda; "Üstâdımız Hüsâmeddîn Çelebi'nin cenâzesidir!" dedi O gün, Hüsâmeddîn Çelebi'nin bağda hastalandığı haberi geldi Birkaç gün sonra da vefât etti

Kendi yaşlarında bir çocuk, bize bir tas içinde keşkek yemeği getirmişti Ârif Çelebi, verilen keşkeği oturup Besmele ile yemeğe başladı Çocuk da başında bekliyor, onu seyrediyordu Küçük tas içindeki keşkeği bitirip ağzını kapattı, boş tası, bekleyen çocuğa verdi ve; "Tasın kapağını aç da bir bak bakalım ne göreceksin?" dedi Çocuk kapağı açınca, içinin keşkekle dolu olduğunu hayretle gördü Artık o çocuk, Ârif'ten hiç ayrılmaz oldu Büyüyünce de, en sâdık talebeleri arasına girdi"

Ârif Çelebi, küçük yaştan îtibâren Kur'ân-ı kerîm, hadîs, tefsîr, fıkıh ilimlerini öğrenmeye, tasavvufda yükselmeye başladı Kısa zamanda zâhirî ve bâtınî ilimlerde söz sâhibi olacak şekilde yetişti Çok zekî, pek edebli idi Her hâliyle Mevlânâ'ya benzerdi Geceleri sabahlara kadar ibâdet eder, boş yere hiç vakit geçirmezdi Devamlı ilim öğrenmeye ve insanlara faydalı olmağa gayret ederdi Çok heybetli idi Görenlerde, korku ile karışık bir saygı hâsıl olurdu Yanına beyler, emîrler, makâmı yüksek kimseler, âlimler, velîler gelir, sükût ederek onu dinlerlerdi Herkesin mertebelerine göre konuşur, sözlerinin herkes tarafından anlaşılmasını sağlardı Kimsenin kabahatini yüzüne vurmaz, sohbetlerinde ortaya konuşurdu Mânevî derecesine göre herkes hissesini alırdı Başkalarının kalblerindeki gizli bilgileri, sormak istedikleri suâlleri anladığını belli etmez, dolaylı yollardan suâllerin cevaplarını verirdi İslâmiyeti yaymak, Ehl-i sünnet îtikâdını her tarafa duyurmak için çeşitli memleketlere gitti Doğu Anadolu'yu, İran'ı, Âzerbaycan'ı gezdi Her gittiği yerde İslâmiyetin güzelliğini, büyüklüğünü anlatıp, doğru ibâdet etmenin, ihlâslı olmanın, her işi Allah rızâsı için yapmanın ehemmiyetini îzâh ederdi Geçtiği şehirlerdeki âlimler, onun sohbetlerine hayran kalırlar, ayrılırken şehir dışına kadar çıkarak, onu teşyî ederlerdi

Bir defâsında Tebrîz'e gitmek üzere yola çıktı Yolda, Selçuklu sultânının vâlilerinden birinin oğlu olanTeoman Beyle karşılaştı Teoman Bey, görünüşü insana huzur veren nûr yüzlü bu kimseye yakınlık göstererek, kim olduğunu ve nereye gittiğini sordu O da, Mevlânâ hazretlerinin torunu olduğunu ve Tebrîz'e gittiğini söyleyince, Teoman Bey çok sevindi ve kendisinin de Tebrîz'e gittiğini bildirdi Kabûl ederse berâber gidebileceklerini ve kendisine yol boyunca hizmet etmekle şereflenmek istediğini de ayrıca bildirdi



Alıntı Yaparak Cevapla