Yalnız Mesajı Göster

Mûsâ Kâzım

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Mûsâ Kâzım




MÛSÂ KÂZIM

Eshâb-ı kirâmın sohbetinde bulunmakla şereflenen Tâbiîn devrinin yüksek âlimlerinden ve velîlerin büyüklerinden Oniki imâmın yedincisidir Câfer-i Sâdık'ın oğlu, İmâm-ı Ali Rızâ'nın babasıdır Resûlullah efendimizin torunu olup, hazret-i Ali ile hazret-i Fâtıma'nın evlâtlarındandır Hazret-i Hüseyin'in çocuklarından olduğu için "seyyid"dir Asıl adı, Mûsâ binCâfer-i Sâdık bin Muhammed Bâkır binAli Zeynel'âbidîn binHüseyin bin Ali bin Ebî Tâlib'dir Künyesi, "Ebü'l-Hasan" ve "Ebû İbrâhim"dir Kâzım, Sâbir, Sâlih, Emîn gibi birçok lakabları vardır En meşhûru "Kâzım"dır Hilminin (yumuşaklığının) çokluğundan, kendisine kötülük yapanlara dahi kızmayıp bağışladığından, gazabına hâkim olduğundan "Kâzım" lakabı verilmiştir

İmâmlığı, tasavvufda feyz vermesi yirmi beş sene üç ay sürmüştür Erkek çocukları, Ali Rızâ, Zeyd, İbrâhim, Ukayl, Hârun, Hasan, Hüseyin, Abdullah Ekber, Abdullah Asgar, Muhammed, Ahmed, Câfer, Yahyâ, İshâk, Abbâs, Ebü'l-Kâsım, Hamza, Abdurrahman Kâsım, Câfer-i Ekber, Câfer-i Asgar'dır Kızları ise on sekizdir Herbiri zamânının en çok ibâdet edenleri ve kerîmeleri idiler

Annesi câriye idi Adı, Humeyde-i Berberiyye'dir Mûsâ Kâzım hazretleri, Mekke ile Medîne arasında bulunan "Ebvâ" denilen yerde, 745 (H128) senesiSafer ayının yirmi üçüncü Pazar günü doğdu 802 (H 186) senesinde, Bağdat'ta hapishânede vefât etti Bağdat'ın on kilometre kuzeybatısında "Kâzımiyye" mahallesinde defnedilmiştir Bu mahalle, Dicle Nehrinden beş kilometre içerdedir Büyük ve çok süslü bir türbesi ve hemen yanında büyük bir câmii vardır Müslümanların en çok ziyâret ettiği türbelerden biridir İmâm-ı A'zam hazretlerinin türbesi de Dicle kenarındadır

Mûsâ Kâzım hazretleri yüksek bir âlim ve büyük bir velîdir Din bilgilerinde ictihad derecesine yükselmişti Her ilimde imâm, üstâd, büyük bir rehberdi Çok ibâdet ederdi Geceyi hep namazla geçirirdi Bu hâllerinden dolayı, kendisine "Sâlih kul" adını vermişlerdi Tasavvuf ilminde, Ehl-i sünnetin gözbebeğidir Bu ilme âit mârifetleri, isteyen müslümanların kalblerine akıtan bir kaynaktır Resûlullah efendimizin üç vazifesinden biri de, tasavvuf mârifetlerini, bilgilerini öğretmek ve kalblere yerleştirmekti Bu vazifeyi; kendisinden sonra dört halîfesi tam olarak yerine getirdiler Dört halîfeden sonra İslâmiyet her yere yayılmış ve müslümanların sayısı çoğalmıştı İslâm âlimleri, Resûlullah'ın, sallallahü aleyhi ve sellem vazifelerini yerine getirmekte aralarında vazife taksimi yaptılar Kelâm, akâid, îmân bilgilerini "Mütekellimîn" adı verilen âlimler yaydılar, öğrettiler Fıkıh yâni amel, ibâdetleri ve işleri öğreten âlimlere"Fukahâ" denildi Tasavvuf bilgilerini de oniki imâm ve diğer tasavvuf âlimleri öğretip kalblere akıttılar Oniki imâmın her biri, Ehl-i sünnet îtikâdındaki müslümanların gözbebeği olmuştur Onları ve bu âileye mensub olanların hepsini sevmeyi, dünyâ ve âhiret saâdetlerinin sermâyesi bilmişlerdir

Mûsâ Kâzım hazretleri, hadîs-i şerîf ilminde sika, güvenilir bir râvidir Büyük bir hadîs imâmıdır Oğulları Ali Rızâ ve İbrâhim, İsmâil, Hüseyin ile kardeşleri Ali ve Muhammed, ondan hadîs-i şerîf rivâyet etmişlerdir Resûlullah'a kadar varan bir rivâyet ile bildirdiği bir hadîs-i şerîfte buyruldu ki: "Yemekten önce el yıkamak, fakirliği yok eder Yemekten sonra yıkamak da, üzüntüyü giderir"

Mûsâ Kâzım hazretlerinin yaşadığı devirde, Ehl-i beytten olanlara maalesef birçok haksızlıklar yapılmıştır Zamanın sultanları tarafından birkaç kerre hapse atılmış ve hapiste iken vefât etmiştir Halbuki dünyâya düşkün değildi Zühd ve takvâsı çoktu Affı ve ihsânı, kerem ve cömertliği ile meşhûrdur Medîne-i münevverede otururdu Siyâsete hiç karışmadığı haldeAbbâsî halîfelerinden Muhammed Mehdî kendisini Medîne'den Bağdât'a getirterek hapsetmiş, bir müddet sonra hazret-iAli'yi rüyâsında görüp, kendisine Kur'ân-ı kerîmden meâlen; "Demek ki, idâreyi ele alırsanız, hemen yeryüzünde fesat çıkaracak ve akrabâlık bağlarını kesip atacaksınız" buyurulan Muhammed sûresi yirmi ikinci âyet-i kerîmesini okudu Bunun üzerine ertesi gün hemen Mûsâ Kâzım'ı hapisten çıkararak, kendisine ve evlatlarına karşı isyân etmeyeceğine yemin etmesini teklif etmiş, İmâm-ı Mûsâ Kâzım da; "Bu işi aslâ yapmam ve şânıma da yakıştırmam" buyurunca, doğru söylediğini tasdik etmiş ve bu teminât üzerine, Medîne'ye dönmesine izin vermişti Sonra Halîfe Hârun Reşîd, 795 yılında Umre'den dönerken, Medîne'ye uğramış, İmâm hazretlerini yanına alıp Bağdat'a getirmiştir Ardı arkası kesilmeyen hâdiselerin yatışması sona erdirilmesi düşüncesi ile Onu tekrar hapsettirmiştir Bağdât Târihi kitabının yazarı Hatîb-i Bağdâdî'nin rivâyetine göre, ölünceye kadar hapiste tutmuştur Diğer bir rivâyete göre, Hârun Reşîd de gördüğü korkulu bir rüyâ üzerine, onu hapishâneden çıkarıp, Medîne'ye göndermişti Ancak Bağdât'ta vefât etmiş olması, Hatîb-iBağdâdî'nin rivâyetini kuvvetlendirmektedir Hattâ zehirletilerek vefât ettiği de rivâyet olunur Yedi sene zindanda kaldı

Hapishânede iken Hârun Reşîd'e yazdığı mektupta şöyle dedi: "Benden belâ ve musîbet son bulmayacak, buna karşılık, sen de dâima rahat ve genişlik içerisinde olacaksın Yalnız şunu unutma; sonu gelmeyen âhirete sen de, ben de gideceğiz"

Yahyâ bin Hâlid Bermekî tarafından hurma içinde zehir verilerek öldürüldüğü rivâyet olunmaktadır Zehir verildiği gün Mûsâ Kâzım hazretleri; "Bana bugün zehir verdiler Yarın vücûdum sararacak, sonra yarısı kızaracaktır Ertesi gün de siyah olacaktır O zaman vefât ederim" buyurmuştur Dedikleri aynen olmuştur

Mûsâ Kâzım'ın hayâtı, fazîlet ve üstünlüklerle doludur Sevdiklerine ibret veren ve yol gösteren kerâmet ve menkıbeleri çoktur Ruhlara gıdâ olan sözleri o kadar çoktur ki, bâzıları kitaplara geçirilmiş, bâzıları da dilden dile, gönülden gönüle akıp gelmiştir

Onu seven ve ondan istifâde eden âlimlerden Şakîk-i Belhî"kuddise sirruh" şöyle anlatıyor:

"Hacca gidiyordum Fâriziyye'ye vardım, orada, güzel yüzlü, buğday benizli, yün elbiseli, başı sarıklı ve ayağında nalını bulunan bir genç gördüm İnsanlardan ayrı bir yerde yalnız oturuyordu Kendi kendime; "Bunun tasavvuf talebesinden olması lâzımdır, bu yolda müslümanlardan ayrı duruyor, gidip biraz ağır konuşayım da bu işten vazgeçsin" dedim Yanına yaklaşınca, bana: "Ey Şakîk" diye hitâb ederek, meâlen; "Zandan çok sakınınız, zîrâ bâzı zanlar günâhdır" buyrulan Hucurât sûresi on ikinci âyet-i kerîmesini okudu Bir tarafa doğru gitti Kendi kendime; "Bu bir sâlih kişi olmalı, adımı ve kalbimdekini bildi" dedim Arkasından, helâllaşayım diye gittim Ne kadar hızlı yürüdüysem yetişemedim Başka bir konak yerinde onu yine gördüm Namaz kılıyordu Bütün âzâları titriyor, gözlerinden yaşlar akıyordu Namazını bitirsin de helâllaşayım dedim Namazını bitirdi Yanına yaklaştım Bana; "Ey Şakîk!" diyerek, meâlen; "Ben tövbe eden, îmân edip sâlih ameller işleyen ve sonra doğru yolu bulan kimseleri elbette affederim" buyrulan Tâhâ sûresi seksen ikinci âyet-i kerîmesini okudu Beni bırakıp uzaklaştı Kendi kendime; "Bu genç yüksek bir velî olmalı, ikinci defa ismimi ve kalbimdekini bildi" dedim

Başka bir konak yerinde yine onu gördüm Bir kuyunun başında, elindeki kısa ipli kova ile su çıkarmak istiyordu Kova suya düştü Ellerini kaldırıp; "Yâ Rabbî! Sen benim Rabbimsin, su aşağıdadır Kuvvet sendedir, su içmek istiyorum" diye duâ etti Kuyudaki su yükseldi Elini uzatıp kovasını doldurdu Abdest alıp dört rekat namaz kıldı Bir kum yığınına doğru gitti Eliyle kumları kovanın içine döktü Çalkalayıp içti Yanına gidip selâm verdim Selâmımı aldı "Hak teâlânın sana ihsân ettiği nîmetlerin fazlasından bana da tattır"dedim "Hak teâlânın nîmetleri açık veya gizli her zaman bize gelir Hak teâlâya hüsn-i zanda bulun!" deyip, kovasını bana verdi İçinde kavrulmuş buğday ile şeker vardı Kovanın içine koyup çalkaladığı kum onun kerâmeti ile yiyecek hâline gelmişti Ondan daha lezzetli bir şey yememiştim, yedim ve doydum Mekke'ye gelinceye kadar onu bir daha göremedim Mekke'de gece yarısı namaza durmuştu Tam bir huşû ile inleyip ağlardı Bütün gece böyle devâm etti Sabah oldu Namaz kılıp tavaf edip dışarı çıktı Arkasında hizmetçiler vardı İnsanlar etrafına toplandılar "Bu zât kimdir?" diye sordum "Mûsâ bin Câfer bin Muhammed bin Ali bin Hüseyin'dir" dediler "Yolda bu zâttan şöyle şöyle acâib hâller gördüm" dedim "Bu hâller bu seyyid için acâib değildir dediler"

Onu seven Hâlid ez-Zabbâlî şöyle anlatıyor: Halîfe Mehdî, İmâm Kâzım'ı ilk defâ çağırmıştı Mûsâ Kâzım, bana, yol hazırlığı için çarşıdan bâzı şeyler almamı buyurdu Yüzüme baktı ve; "Seni üzüntülü görüyorum, ne oldu?" diye sordu Ben de; "Niçin üzülmeyeyim, bir zâlimin yanına gidiyorsunuz, sonunuzun da ne olacağı belli değildir" dedim "Hiç korkma, falan ay, falan günde geri döneceğim Akşamleyin beni beklersin" buyurdu Ay ve günleri sayıyordum Buyurduğu gün geldi Güneş batmasına az kalmıştı Kimse gelmedi Şeytan da içime vesvese düşürdü Kalbimde bir şüphe uyanmasından korkuyordum Çok sıkıldım O sırada Irak tarafından bir karaltı göründü Mûsâ Kâzım hazretleri bir katıra binmişti "Ey falan!" diye seslendi "Buyurun efendim buradayım" dedim "Az kalsın, kalbine şüphe geliyordu değil mi?" buyurdu "Evet öyle olacaktı" dedim Sonra; "Allahü teâlâya hamd olsun ki, bu zâlimden kurtuldun" dedim "Beni bir daha oraya götürecekler o zaman kurtulamayacağım" buyurdu



Alıntı Yaparak Cevapla