Prof. Dr. Sinsi
|
İbn-İ Hafîf
İBN-İ HAFÎF
Büyük velîlerden İsmi Muhammed bin Hafîf eş-Şîrâzî, künyesi Ebû Abdullah, lakabı İbn-i Hafîf'dir Babası sultan idi 889 (H 276) senesinde Şîrâz'da doğdu 981 (H 371)'de Şîrâz'da vefât etti Zâhir ve bâtın ilminde zamânının en meşhûr âlimi ve büyük velîsi idi Hakîkatlara dâir geniş bilgiye sâhipti ve büyük bir ifâde gücü vardı İbn-i Hafîf, Ebû Tâlib Hazrec-i Bağdâdî'nin talebesiydi Kettânî, Yûsuf bin Hüseyin er-Râzî, Ebü'l-Hüseyin Müzeyyen, Ebû Amr Dımeşkî, Hallâc-ı Mansûr, Cüneyd-i Bağdâdî ve birçok âlimin sohbetlerinde bulunmuş, onlardan ilim öğrenmiştir Kelâm ilmini İmâm-ı Eş'arî'den öğrenen İbn-i Hafîf, Şâfiî mezhebindeydi
Kendisinden ise, Ebü'l-Fadl Muhammed bin Câfer el-Husâî, Hüseyin bin Hâfız Endülüsî, Muhammed bin Abdullah Bakuya, Ebû Bekr Bâkıllânî ve daha birçok âlim hadîs-i şerîf rivâyet edip, ilim öğrenmiştir
İbn-i Hafîf hazretlerinin gıdâsı her gece sâdece yedi kuru üzümdü Hizmetçisi yedi tâne üzüm hazırlar ve onu yerdi Bedenen hafîf, rûhen yüksek bir hâle sâhipti Hizmetçisi bir gece sekiz üzüm verdi Farkına varmadan bu sekiz kuru üzümü yedi Kendinde önceki ibâdet ve zikir zevkini bulamayınca, hizmetçisine sorup yedi yerine sekiz verdiğini öğrendi Hizmetçiye; "Bundan sonra sen benim dostum değilsin! Dost olsaydın bunu yapmazdın!" diyerek, hizmetinden uzaklaştırdı Bu vazîfeyi başka bir talebesine verdi
Tasavvufta yetişmesini şöyle anlatmıştır: "Karşılaştığım ve elinde tövbe ettiğim ilk zât, Ebü'l-Abbâs Ahmed bin Yahyâ hazretleridir Önce bana hadîs-i şerîf yazmayı emretti Sonra tasavvufta yetiştirdi İlk muâmelesi şöyle oldu: Beni çarşıya götürdü Bir mescidin önünde oturup, et satan bir kasap geçinceye kadar bekledi Kasaptan bir parça et satın aldı Eti benim elime verip; "Bunu bizim eve götür, bırak gel " dedi Eti elime aldım Fakat insanlardan utanıyordum Mescide girdim eti önüme koyup, bir hamal tutup onu taşıttırsam mı diye düşünüp, Allahü teâlânın yardımı ile; "Şeyh hazretlerine muhâlefet etmeyeceğim Emrini yerine getireceğim " diyerek eti alıp götürmek için dışarı çıktım İnsanlar bana bakıp; "O ne?" diye sordukça, utancımdan bir şey söylemiyordum Eve varıp eti bırakıp geri döndüm Utancımdan iyice terlemiştim Hocamın yanına gelince, bana; "Ey evlâdım! İnsanlar seni melik çocuğu olarak bilip hürmet gösterirler Nefsin o eti taşımaktan ne hâle geldi?" diye sordu Ben de hâdiseyi aynen anlattım Tebessüm edip; "Ey evlâdım! Senin işinden dolayı Allahü teâlâya hamdettim Bunun karşılığını ilerde göreceksin " buyurdu
İbn-i Hafîf, Allahü teâlâya çok ibâdet ederdi Bâzan nâfile namazlarda bir rekatte on bin İhlâs-ı şerîf okurdu Genellikle sabahtan akşama kadar bin rekat namaz kılardı, çok sadaka dağıtırdı Bâzan halkın yanına çıkacak elbisesi kalmazdı Her sene kırk defâ uzlete, yalnızlığa çekilirdi Vefât ettiği sene de kırk defâ uzlete çekilmiş, bunların sonuncusunda vefât etmişti
Kendisi şöyle anlatır: "Tasavvufta ilerlediğim ilk sıralarda hacca gitmek için yola çıktım O zaman kendimi bir başka görüyordum Bağdât'a geldiğimde,Cüneyd-i Bağdâdî'yi bile ziyâret etmedim Çöl yoluna çıktığımda çok susamıştım, yanımda bir ip ve su kovası vardı Bir kuyu gördüm Bir ceylan bu kuyudan su içiyordu Kuyunun başına geldim ve suyun dibe çekildiğini gördüm Susuzluğa dayanamayarak; "Yâ Rabbî! Bu kulunun şu ceylan kadar da mı değeri yoktur?" dedim Sonra bir ses duydum "O ceylanın yanında, ipi ve kovası yoktu O bize güveniyordu " Bunun üzerine ipi ve kovayı attım ve yoluma devâm ettim Bir süre gittikten sonra yine bir ses; "Ey İbn-i Hafîf! Biz seni nasıl sabredeceksin diye imtihan ettik Şimdi geri dön ve suyunu iç!" dedi Geri döndüğümde, kuyunun ağzına kadar dolu olduğunu gördüm ve suyumu içip abdest aldım Medîne'ye varıncaya kadar hiç susamadım Mekke'den geri dönüşümde Bağdât'a uğradım Cumâ günü câmiye gittiğimde Cüneyd-i Bağdâdî'yi gördüm Bana; "Eğer sabretseydin, su, ayaklarının altından fışkıracak ve arkandan akacaktı " dedi
Yine şöyle anlatmıştır: "Gençliğimde bir zâtın yanına gitmiştim Bende açlık eseri görünce, evine yemeğe dâvet etti Önüme pişirilmiş, fakat tadı tuhaf bir et getirdi Onu yemekten tiksinip yiyemedim Bu halden o zât mahcûb oldu, ben de utandım Sonra bir cemâatla yola çıktım Bir ara yolumuzu kaybettik Yanımızda yiyecek bir şey kalmamıştı Birkaç gün açlığa sabrettikten sonra dayanamaz duruma geldik En sonunda yiyemiyeceğim bir şey temin ettim Tam bir lokma alacağım sırada, o zâtın evindeki yemek aklıma geldi Kendi kendime; "Bu, o zâtın mahcûb olmasına sebep oluşumun cezâsıdır " dedim Derhâl tövbe edip geri döndüm ve o zâttan özür diledim "
Kendisi şöyle anlatır: "Horasanlı bir genç, hacılara yoldaşlık ediyordu Şirâz'a gelince hastalandı Yanımızda sâlih bir zât ile hanımı vardı O genci, bakmaları için onların evine gönderdim O zât, bir gün ansızın geldi Rengi değişmişti Bana; "Allahü teâlâ ecrini yükseltsin O genç vefât etti " deyince, ben; "Senin rengin niye böyle değişti?" diye sordum "Genç dün gece bize, benim yanımdan ayrılmayınız Bu gece benim işim tamamdır " dedi Ben de evde bulunan yakınıma; "Gecenin ilk yarısı sen başında bekle, gecenin ikinci yarısı ben bekleyeyim " dedim Nöbet sırası bana geldiğinde seher vaktine kadar gencin durumunu kontrol ettim Birara uyuya kalmışım Âniden bir ses; "Uyuyor musun? Halbuki Allahü teâlâ senin evine, akıl almaz şeyler göndermiştir " dedi Titreyerek uyandım Evimde bir takım sesler ve muazzam nûrânî bir aydınlık vardı O genç, son nefesini vermek üzereydi Elini ayağını uzattım Genç, rûhunu teslim etti " diye anlattı Bunun üzerine o zâta; "Bunları kimseye söyleme " dedim Sonra techiz ve defin işleriyle uğraştık "
Şöyle naklederler: "Bir gün iki kişi uzak bir yerden İbn-i Hafîf'i ziyâret için dergâhına geldiler Dergâhda bulamayınca nerede olduğunu sorup, Adudüddevle'nin sarayına gittiğini öğrendiler Böyle bir evliyânın sultanların sarayında ne işi var? Ne yazık ki, bu zât hakkındaki kanâatımız çok iyi idi " dedikten sonra; "Çarşıyı şöyle bir dolaşalım " diye gittiler Çarşıya vardıklarında, yırtık elbiselerini diktirmek için bir terziye gittiler O sırada terzinin makası kaybolmuştu Onlara, siz çaldınız dedi Daha sonra onları zâbıtaya teslim etti Adudüddevlenin sarayına getirdi Ellerinin kesilmesi için Adudüddevle emir verdi Fakat orada bulunan İbn-i Hafîf, bunlar o işi yapmamıştır, diyerek onları kurtardı ve o zâtlara dönerek; "Sizin kanâatiniz doğrudur Fakat benim saraya gelmem, böyle işler içindir " dedi O iki zât, sonra İbn-i Hafîf'in talebesi oldular
Ebû Abdullah Muhammed bin Ber'a hazretleri diyor ki: Babam ile Mekke'de parasız kaldık Ebû Abdullah bin Hafîf de yanımızdaydı Güç hâl ile Medîne'ye geldik Ben çocuktum, acıktım diyerek ağlardım Babamı çok üzdüm Babam dayanamadı Hücre-i seâdete gelip; "Yâ Resûlallah! Bu gece sana misâfiriz " dedi Bir yana oturdu Gözlerini kapadı Biraz sonra, başını kaldırıp güldü Sonra ağladı Gözünü açıp; "Resûlullah elime para verdi " dedi Avucunu açtı Paraları gördüm Bunları hem kullandık, hem sadaka verdik Rahatça Şirâz'daki evimize geldik
Kendisi rüyâlarından birini şöyle anlatır: Bir gece rüyâmda Peygamber efendimizi gördüm Yanıma geldiler ve mübârek ayağının ucuyla beni uyandırdılar Kendisine bakınca; "Bir kimse Allahü teâlâya giden yolu öğrenir, sonra bu yoldan ayrılırsa, Allahü teâlâ bu kişiyi, âlemde hiçbir kimseye vermediği bir azap ile cezâlandırır " buyurdular
Vefât etmeden önce on yedi gün hiçbir şey yemedi Ağzından misk gibi güzel bir koku yayılıyordu Huzûrunda bulunanlar; "Böylesine güzel kokuya hiç rastlamadık " dediler
Ahmed bin Muhammed şöyle anlatmıştır: Bir defâsında kulunç hastalığına yakalanmıştım Sıhhatime kavuşmak için tabiblere gidip ilac aldım Ne kadar uğraştıysam hastalıktan bir türlü kurtulamadım Bir gece rüyâmda İbn-iHafîf hazretlerini gördüm Bana; "Sana ne oldu?" diye sorunca; "Bu hastalık beni âciz bıraktı Tabibler de çâre bulamadı " dedim Bunun üzerine; "Üzülme Yarın o hastalıktan kurtulacaksın Artık acı çekmeyeceksin " buyurdu Uyanınca, üzerimde hastalıktan eser kalmamıştı Tam sıhhate kavuştum "
İbn-i Hafîf'in rivâyet ettiği hadîs-i şerîfte Peygamber efendimiz; "Eğer Allahü teâlânın katında, bütün dünyânın bir sinek kanadı kadar kıymeti olsaydı, kâfirlere bir yudum su vermezdi " buyurdu
İbn-i Hafîf buyurdu ki: "Nefsin kırılması, Allahü teâlânın dînine hizmet etmek ile olur "
"Dört şey talebeye zarûrî lâzımdır: "Birincisi; bir binek hayvanıdır, bu sabırdır İbâdetlere yönelmede, günahlardan sakınmakta ve musîbetlere tahammülde ona binilir İkincisi; oturup rahat edebileceği ve korunup barınacağı bir evdir, bu akıldır Onunla şeytanın vesvesesinden ve nefsin helâk edici muhâlefetinden korunmak mümkün olur Üçüncüsü; görenin beğeneceği güzel bir elbisedir, bu hayâdır Bununla kötü iş ve sözlerden korunulmuş olur ve nefsi terbiye etmek mümkün olur Dördüncüsü; aydınlatıcı bir kandildir, bu da faydalı ilimdir Bu, talebeyi doğru yolda hidâyet nûruna ulaştırır "
"İnsanlara vasiyetim, şu altı şeyi muhâfaza etmeleridir: Birincisi; ahdi (anlaşmayı) muhâfaza etmektir Ahde uymamak alçaklıktır İkincisi; söz verince tutmaktır Üçüncüsü; Allahü teâlâdan gelen bütün belâ ve musîbetleri, nefsine lâzım bilip tahammül etmektir Dördüncüsü; her hâlde ve her durumda, Allahü teâlâyı unutmamak ve O'na ibâdet etmektir Beşincisi; fakirliğine sabredip, gizlemektir Altıncısı; Allah yolunda, O'na kulluk etmek için bulunmaktır "
"Sâlih bir insana en zararlı şey, nefsine kolaylık göstermesidir "
"Takvâ, seni Allahü teâlâdan uzaklaştıran her şeyden uzaklaşmandır "
"Tevekkül; olan şey ile yetinmek ve olmayan şeye râzı olmaktır "
"Kalbin olgunlaşması, Allahü teâlânın zikri ile olur "
"Îmân, Allahü teâlânın gayba âit bildirdiği bütün şeyleri, kalbin tasdîk etmesidir "
"Tasavvuf, Allahü teâlâya giden yolu bulmaktır "
"Riyâzet, nefsi hizmetle kırıp, Allahü teâlâya ibâdette gevşeklik göstermesine mâni olmaktır "
"Kul, ancak dünyâdan yüz çevirmekle Allahü teâlâya ulaşır "
|