Konu: Molla Câmî
Yalnız Mesajı Göster

Molla Câmî

Eski 08-02-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Molla Câmî




MollaCâmî'nin meclisine, bir gün edebi kıt olan biri geldi Büyüklerin huzûrunda izin verilmeden konuşulmayacağını bilmiyordu Zühdden takvâdan dem vurmağa, bilgiçlik taslamağa başladı Bir müddet sonra sofra kuruldu ve yemek yenmeye başlandı Sofrada tuz yoktu O kimse, hizmetçiye; "Ben yemeğe tuz ile başlarım Tuz getir" dedi Onun bu hâline Molla Câmî üzüldü ve; "Ekmekte tuz vardır Ona niyet eyle" buyurdu Bu sırada ekmeği tek elle koparan birine de; "Ekmeği bir el ile koparmak mekruhtur" deyince, Molla Câmî de; "Yemek esnâsında başkalarının el ve ağızlarına bakmak, ekmeği tek el ile koparmaktan daha çok mekruhtur" buyurdu O kimseye bu söz de kâfi gelmedi Bir ara yine; "Yemek yerken konuşmak sünnettir" dedi Molla Câmî de; "Çok konuşmak mekruhtur" buyurdu O edebi kıt kimse, artık yemek sonuna kadar hiç konuşmadı

Bir kimse Molla Câmî'ye gelerek; "Bana öyle bir şey öğretin ki, kalan ömrümde onu yaparak cenâb-ı Hakk'ın rızâsını kazanayım" dedi Molla Câmî; "Hocam Sâdüddîn-i Kaşgârî'ye de aynı suâli sormuşlardı Cevap olarak, mübârek elini sol göğsü üzerine götürüp, kalbini işâret etti Bununla meşgûl olun, kalbinizden kötü huyları çıkarıp, yerine iyi ve beğenilen huyları yerleştirin demek istedi" buyurdu

Molla Câmî'yi çok sevenlerden biri anlattı: "Mevlânâ Abdurrahmân Câmî ile hacca berâber gitmiştik Bağdât'a geldiğimizde hastalandım Her geçen gün hastalığımın arttığını hissediyor, öleceğimi sanıyordum Mevlânâ hazretleri de ziyâretime hiç gelmemişti Bunun için de ayrıca üzülüyordum Aradan günler geçtiği hâlde, yataktan kalkamıyordum Birgün arkadaşımızın biri koşarak yanıma gelip; "Mevlânâ Câmî seni ziyâret için geliyor" diyerek müjdeledi Bu sevinçli haber, bende yatağımdan doğrulacak kadar bir kuvvet meydana getirdi Yatağın içine oturup beklemeğe başladım Derken odama girdi Onun girmesiyle, loş odam birden aydınlanıverdi Yatağımın kenarına oturdu Hâlimi, hatırımı sordu Buna cevap olarak; "Âşıkların ümid içinde yüz yıl bile bekliyeceğini" bir şiirle anlattım Başını önüne eğip, gözlerini yumdu ve bir müddet murâkabeye vardı O ânda benden bir ter boşanmaya başladı Başını kaldırıp bana; "Terlemeğe başladınız, yatağa giriniz İnşâallah tez zamanda iyi olacaksınız" buyurdu Odamdan ayrılıp gittikten sonra, yatağa girdim Yatakta beni şiddetli bir ter bastı Terimi kurulamak için doğrulduğumda, hiçbir şeyimin kalmadığını gördüm Mevlânâ Câmî hazretlerinin teveccühleri bereketi ile hastalıktan kurtuldum"

Geylanlı büyük velîlerden biri hastalandı Her geçen gün hastalığının şiddeti artıyordu Görenler; "Bu hastalıktan kurtulmak imkânsızdır Mutlaka ölür" diyorlardı Herkes ümîdini kesmişti Hastalığının iyice ağırlaştığı bir gün, talebeleri, oğulları ve yakınları başında toplandılar Artık vefâtını bekliyorlardı Bir ara hasta gözlerini açtı Yatağında doğrulmaya başladı Etrâfındakiler hayretle hastaya bakıyorlardıÇünkü, günlerce değil doğrulmak, bir taraftan bir tarafa dönemiyordu Şimdi ise bir ânda yatağından doğruldu Ayağa kalktı Tamâmiyle iyileşmiş gibi hareket ediyordu Oradakilere iyi olduğunu, hiçbir ağrı ve sızının kalmadığını söyleyince, ahbabları dağılıp evlerine gittiler Herkes gidince, yakınlarından birine; "O kadar hasta idim ki, sanki rûhum bedenden ayrılmak üzereydi O ızdıraplı ânımda, gözüme Mevlânâ Câmî hazretleri göründü Yanıma oturup bana teveccüh etti ve iltifatlarda bulundu, iyi olacağımı bildirerek kayboldu Ben de, o gittikten sonra hemen ayağa kalktım Hiçbir rahatsızlığımın kalmadığını gördüm" dedi

Talebelerinden Muhammed Rucî anlattı: "İlkbahar mevsimiydi Yağmurlardan sular çoğalmıştı Bir gün hocamız Mevlânâ Câmî ile Malan Irmağının kenarında oturuyor ve sohbetiyle şerefleniyorduk Bir ara ırmağın üst tarafından, akıp gelmekte olan bir kirpi gördük Kirpinin karnı üst tarafta olduğu hâlde, suların akıntısıyla sürüklenerek geliyordu Belli ki ölüydü Tam bizim önümüzden geçerken, hocamız Mevlânâ Câmî hazretleri elini uzatarak, ölü kirpiyi suyun içinden alıp inceledi Hiçbir hayat belirtisi yoktu Kirpinin dikenli sırtını okşadı Bir müddet sonra kirpi kımıldamaya başladı ve ayağa kalktıCanlanan kirpi, normal hâlde insanlardan kaçması lâzım iken, Mevlânâ Câmî'ye doğru gelip, ön ayaklarını ve başını havaya kaldırarak, hürmet gösterir gibi beklemeğe başladı Kalkacağımız zaman, Mevlânâ Câmî, kirpiyi o hâlinden normal hâle getirdi Kalkıp şehre doğru yürümeğe başladık Fakat kirpi peşimizden gelmeğe başladı Ancak şehre yaklaşınca peşimizi bıraktı

Mevlânâ Câmî'nin talebelerinden biri anlattı: "Bir gün hocamın mübârek cemâlini ve tatlı sohbetini arzulayarak huzûruna gitmek için yola koyuldum Yolda giderken, karşıma fevkalâde güzel bir kadın çıktı İkinci defâ görmemek için gözümü başka tarafa çevirdim Fakat elimde olmayarak başımı çevirip bir daha bakmak istedim O anda yanımdan geçmekte olan odun taşıyan hamalın bir odunu gözüme çarptı Öyle acıdı ki, sanki gözüme ok saplanmıştı Gözümden kan akmaya başladı Yabancı kadına bakmanın cezâsını hemen görmüştüm Kan durduktan sonra hocamın bulunduğu mescide gittim Yanındaki kimselere nasîhat ediyordu Bir kenara oturup dinlemeye başladım Hocamın bir ara sohbetin mevzûsunu değiştirerek; "Birisi yolda gelirken, yanından geçmekte olan bir güzele bakmış O anda bir el peydâ olup, o kimsenin gözüne bir tokat vurmuş Bu tokatın dehşetinden göz yaşları dinmemiş ve gözünden kan akıtmış Hafiften bir nidâ gelip; "Bir kere harama bakmaya bir dokunmak kâfidir Eğer sen bakmaya devâm edersen, biz de dokunmamızı arttırırız" buyurmuş" Hocam bunu anlattıktan sonra, benden tarafa bakarak; "İnsan harama bakmaktan gözü korumalıdır ki, ona el uzatmasınlar" buyurdu"

Molla Câmî, 1492 (H898) senesinde bir Cumâ günü, dostlarının okuduğu Kur'ân-ı kerîmi dinledi ve ezan okunurken son nefesinde Kelime-i şehâdeti getirdikten sonra vefât etti Sultan Hüseyin Baykara, vezîri Ali Şîr Nevâî, âlimler, seyyidler ve bütün Heratlılar, Molla Câmî'nin evine koştular Hazırlıklar bitirildikten sonra, büyük bir cemâat cenâze namazını kıldı ve hocası Sâdüddîn-i Kaşgârî'nin kabri yakınına defnedildi Mübârek kabri ziyârete açıktırDünyânın dört bucağından gelen âşıkları, onu ziyâret ederek, mübârek rûhundan saçılan feyzlerden istifâde ederler Türbesindeki kitâbede şu yazılar okunmaktadır: "Hüvelbâkî, bâkî olan ancak Allahü teâlâdır Yeryüzünde olan her şey fânîdir Yalnız kerem sâhibi olan Rabbimiz bâkîdir İlim ve hikmet sırlarına ermiş, bahçelerin hoş sesli bülbülü, kutbların en büyüğü, müslümanların gözlerinin nûru olan efendimiz Abdurrahmân Câmî "kuddise sirruh", Allahü teâlânın dâvetine uyarak, selîm bir kalb ile, meâlen; "Ey (îmânda sebât gösteren, Allah'ı anmakla) mutmainne olan nefs! Dön Rabbine, (Cennet'te sana hazırladığı nîmetlere), sen O'ndan (sana verdiklerinden ötürü) râzı, O da senden râzı olarak haydi gir (sâlih) kullarımın içine Gir Cennet'ime" buyurulan (Fecr sûresi: 27, 28, 29, 30 âyet-i kerîmeleri) emir gereğince, bu aldatıcı dünyâ tuzağından, zevk ve safâ ile dolu Cennet köşklerine uçtu

Buyurduğu güzel sözlerinden bâzıları:

"Akıl dışında olan şeyler, keşif, müşâhede ve kalb gözü ile anlaşılır Akıl bunları anlıyamaz Nitekim, his uzuvları da, aklın anladığı şeyleri anlayamıyor"

"Seven o kimselerdir ki, sevgilisinden ne kadar düşmanlık görse, yine dostluğunu arttırır Sevgilisinden başına binlerce sitem taşı gelse, onlar ancak aşk binâsını sağlamlaştırır"

"İlim, sana zarûri oldukça kazanmaya çalış, sana gerekli olmayan bilgileri elde etmeye uğraşma, zarûri bilgiyi kazandıktan sonra da, onunla amel etmekten başka bir şey isteme"

"Her kime şu beş saâdet verilmiş ise, tatlı yaşayışın dizgini onun eline bırakılmıştır: 1- Vücud sağlığı, 2- Güven, 3- Rızık genişliği, 4- Şefkatli ve vefâlı arkadaş, 5- Ferâgat duygusu"

"Akıllılar, ölümle sona eren her nîmeti, nîmetten saymazlar Ömür, ne kadar uzun olursa olsun ölüm yüz gösterince, o uzunluğun ne faydası olur? Nîmetin değeri, sonsuz olmasında ve yok olmak tehlikesinden uzak bulunmasındadır"

"Üç zümreye, üç şey çirkin düşer: Pâdişâhlara sertlik, âlimlere mal sevdâsı, zenginlere cimrilik"

"İhtiyarlık, gençliğin sonu ve netîcesidir Netice ise, başa bağlıdır Gençliğini iyi geçirenin, ihtiyarlığının da iyi geçeceği umulur"

"Kötü kimse, başkalarının ayıplarını saymak isterken, kendini dile getirir"

"Bir kimse bütün ilimleri kendinde toplasa, Allahü teâlânın rızâsına uygun hareket etmedikçe kurtulamaz"

"Önceden Allahü teâlânın adını dile getirip, O'nu övmeden mübârek bir işe başlayan kimse, cılız bir kuş gibi uçmağa güç yetiremez Gâyesine ulaşmadan kanatları kırılır, bir daha kalkmayacak gibi yere düşer"

Mevlânâ Abdurrahmân Câmî, Arabî, Fârisî, şiir ve nesir hâlinde yüze yakın eser yazdı Bunlardan en kıymetlisi; Nefehât-ül-Üns min Hadarât-il-Kuds ve Şevâhid-ün-Nübüvve isimli kitaplarıdır

Molla Câmî'nin birçok eseri vardır: 1) Fâtihat-üş-Şebâb (dîvân), 2) Vâsıtat-ül-İkd (dîvân), 3) Hâtimet-ül-Hayât (dîvân), 4) Bahâristan, 5) Heft Evrenk adı altında topladığı yedi mesnevîsi 6) Nefehât-ül-Üns min Hadarât-il-Kuds: Bu eseri, Abdullah-i Ensârî'nin Tabakât-ı Sûfiyye adlı eserinin genişletilmesiyle meydana çıkmıştır Farsça olup, altı yüz dört velînin hayâtı ve menkıbeleri anlatılmaktadır Nefehât-ül-Üns kitabının, Ali Şîr Nevâî tarafından Çağatay Türkçesine ve Lâmii Çelebi de bir takım ilâveler yaparak Osmanlı Türkçesine tercüme etmiştir 7) Şevâhid-ün-Nübüvve, 8) Levâih

BÜYÜKLERİN BEREKETİ

Molla Câmî hazretleri bir gün buyurdu ki: "Bize verilen bu kadar ihsânlar, hep Muhammed Pârisâ hazretlerinin bereketidir Ben, beş yaşında idim O sene Hâce Muhammed Pârisâ hacca gidiyorduYolu, bizim Câm kasabasına uğradı Babam ve Câm'ın ileri gelen âlimleri, onu ziyâret etmek için huzûruna gittiler Beni de yanında götüren babam onunla müsâfeha ettikten sonra, bana, elini öpmemi emretti Öptükten sonra, Muhammed Pârisâ bana iltifât ederek bir meyva hediye etti Teveccühlerine kavuştum Aradan altmış yıl geçmesine rağmen, nûrlu, mübârek yüzlerinin güzelliği hâlâ gözümün önünden gitmemektedir İşlerimin rast gitmesi, büyüklere olan muhabbet nîmetinin ihsân edilmesi, hep Muhammed Pârisâ hazretlerinin teveccühleri ve duâları bereketiyledir Bu "Ahrâriyye" yolunun büyüklerine olan sevgimin meydana gelmesine sebeb olanlardan biri de Fahreddîn-i Luristânî'dir Ben küçükken, bizi teşrif etmişti Kur'ân-ı kerîm harflerini yeni öğrenmiştim Beni kucaklarına oturtup, mübârek parmağıyla işâret ederek havada; Ebû Bekr, Ömer, Osman, Ali gibi muhterem isimleri yazardı Ben okudukça hayret eder; "Bu çocuğun, ileride bu yolun büyüklerinden olacağı umulur" derdi Bana iltifât eder, şefkat gösterirdi Onun bu merhameti, ona ve onun gibi olan büyüklere muhabbet etmeme sebeb oldu O zamandan beri bütün arzum, o büyüklerin muhabbetleriyle yanmak ve son nefesimde o muhabbet ile ölmektir"

FIRSAT GANÎMETTİR

Mevlânâ Câmî'nin talebelerinden biri şöyle nakletti: "Bir zamanlar Sermazar şehrinde bir müddet oturmam îcâb etti Bu durumu gelip Mevlânâ Câmî'ye arzettim Bana; "Gâyet münâsiptir Burayı bırakıp acele ile oraya git! Giderken acele etmeyi sakın ihmâl etme Fırsat ganîmettir ve bunda senin için nice gizli haberler vardır" buyurdu Ben, tekrar memleketime dönünce, bir takım engeller zuhûr etti ve geciktim Bir hafta sonra evime varınca, ne kadar kıymetli eşyam varsa hepsinin çalındığını gördüm"

HUZÛR VE ÂFİYET

Molla Câmî bir gün bir kimseye; "Ne iş yapıyorsun?" diye sordu O da; "Hamdolsun huzûrluyum Sıhhat ve âfiyette bulunduğum hâlde dünyâyı terkederek bir köşeye çekildim Cenâb-ı Hakk'ın zikri ile meşgûl oluyorum" dedi Molla Câmî buna cevap olarak;"Huzûr ve âfiyet bu değildir Huzûr ve âfiyet, insanın nefsinin emmârelikten kurtulup, itminâna kavuşmasıdır Nefsi itminâna kavuştur da, ister sâkin bir köşede otur, isterse insanların arasında" buyurdu

EDEBSİZİN CEZÂSI

Mevlânâ'yı çok sevenlerden biri anlattı: "Eshâb-ı kirâm düşmanlarından biri, Mevlânâ Câmî ile münâzara ettiEshâb-ı kirâm aleyhinde kelimeler sarfetti Buna Mevlânâ Câmî öyle güzel cevaplar verdi ki, o Eshâb-ı kirâm düşmanı, konuşacak tek kelime bulamayıp sustu Fakat Mevlânâ hazretlerine buğz etmeye, ona gizliden düşmanlığa başladı Biz bu adamın en kısa zamanda bir belâya uğrayacağını veEshâb-ı kirâm efendilerimize dil uzatmanın cezâsını ânında çekeceğine inanıyor ve bekliyorduk O, biraz ötede duran atının yanına gidip, yemini yiyip yemediğini kontrol etmek için, elini atın başındaki torbanın içine soktu At, birden sâhibinin şehâdet parmağını ısırıp kopardı Bağırmaya, feryâd ve figâna başladı Herkes ne oluyor ne var diye etrâfına toplandı Biraz sonra yere yıkıldı ve büyük bir ızdırap içinde kasıla kasıla öldü Doğrusu, cezânın bu kadar kısa bir zaman içinde verileceğini tahmin etmiyorduk"


1) Mu'cem-ül-Müellifîn; c5, s122
2) El-Fevâid-ül-Behiyye; s86, 88
3) Şezerât-üz-Zeheb; c7, s360, 361
4) Şakâyik-ı Nu'mâniyye Tercümesi (Mecdî Efendi); s275
5) Câmiu Kerâmât-il-Evliyâ; c2, s61
6) Nefehât-ül-Üns; s455
7) Reşehât; s202
8) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49 Baskı) s1112
9) Persian Literature; c1, s11; c2, s954
10) Hadâik-ül-Verdiyye; s151
11) Nesayim-ül-Mehabbe; s439
12) İslâm Âlimleri Ansiklopedisi; c12, s276

Alıntı Yaparak Cevapla