Yalnız Mesajı Göster

Nasûhî Üsküdârî

Eski 08-02-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Nasûhî Üsküdârî




Lodosun şiddetle estiği fırtınalı bir günde talebeleri Nasûhî Efendiyi ziyârete gittiler Bir miktar sohbet ettikten sonra, Harem İskelesine doğru geldiler Sonra Nasûhî Efendi; "Harem'den Galata'ya cenâze namazına kim gider?" dedi Orada bulunanlar; "Ey Sultanımız! Bu fırtınalı havada karşıya geçmek mümkün müdür?" dediklerinde; "Aslına sonra vâkıf olursunuz Sevâba ihtiyâcı olan gider" buyurdu İki ihtiyar kimse ile gitmeye karar verdiler Talebeleri de Aşağı Çınar'a kadar berâber gidiyorlardı Hacı Paşa Hamamı önünde bir mevlevî dervişi zuhûr etti Gelerek Nasûhî hazretlerinin elini öptü Derviş konuşmaya başlamadan önce Nasûhî Efendi; "Fasîh Dede ne zaman vefât etti" diye sordu Derviş; "Bu gece yarısından önce Derviş Osman'ı odasına çağırıp; "Bu gece yolcu olsak gerektir Lâkin beni Şeyh Nasûhî gasl etsin (yıkasın) Namazımı dahi onlar kıldırsınlar" diye vasiyet eyledi ve iki saat geçtikten sonra vefât etti Biz sabah namazını kıldıktan sonra Derviş Osman beni çağırıp denizde fırtına var Lâkin elbette Fasîh Dedenin söylediklerinde bir hikmet vardır Buradan bir kayığa bin, İstanbul'a (Eminönü'ne) var İstanbul'dan büyük bir kayık bulup git, Nasûhî Efendi hazretlerine durumu haber ver Elbette onlara dahi malûm olmuştur İcâbet buyururlar diye, Sultanım hazretlerine ben kölenizi gönderdi Ben büyük bir kayık getirdim Şimdi Şemsipaşa'dadır" dedi Nasûhî Efendi talebeleriyle birlikte Şemsipaşa'ya kadar yürüdüler Orada bekleyen kayığa bindiler Talebeleri hocalarının sözündeki hikmeti anladılar ve bir kerâmetine daha şâhid oldular

Nasûhî Efendinin sevenlerinden Şâmî Ahmed Efendinin bir kız çocuğu olmuştu Hanımıyla konuşup çocuğun ismini Fâtıma koymaya karar verdiler Bu sırada Nasûhî Efendinin, Ahmed Efendinin evine gelmekte olduğunu gördüler Ev sâhibi kapıya çıkıp onu hürmetle karşıladı, ellerini öptükten sonra içeriye dâvet etti Nasûhî hazretleri başkaları hiçbir şey konuşmadan; "Oğlum biz sizin kızınıza isim koymak için geldik" buyurdu Ahmed Efendi çocuğun annesinin yanına girip durumu anlattı Çocuğun annesi; "Biz kendi aramızda Fâtıma ismini koymayı kararlaştırmıştık ama, bunda da bir hikmet var Nasûhî hazretlerinin verdiği isim olsun" dedi Çocuğu Nasûhî Efendinin kucağına verdiler Kimseye hiçbir şey söylemeden sağ kulağına ezan, sol kulağına ikâmet okuduktan sonra, çocuğa Fâtıma ismini verdi Orada bulunanlara da buyurdu ki: "Allahü teâlâ bilir ama sizin gönlünüzden de Fâtıma ismi koymak geçiyordu" buyurdu Çocuğun babası ve yanındakiler Nasûhî hazretlerinin kerâmetini görüp büyük bir velî olduğunu anladılar

Muhammed Nasûhî Efendi senelerce dergâhında talebe yetiştirdi ve Eyyûb SultanCâmiinde Salı günleri vâz ve nasihat ederek insanların dünyâ ve âhirette saâdete, kurtuluşa ermeleri için gayret etti

1714 senesinde Kastamonu'ya gönderildi Kastamonu'da bulunduğu sırada da vazifesini sürdürdü Orada Halvetiyye ve Şâbâniyye yolu büyükleriyle görüşüp sohbet etti Evliyâ ve âlimlerin kabirlerini ziyâret etti Bu yolculuğu sırasında oğlu Şeyh Alâeddîn Efendi de yanında bulundu Kastamonu'dan ayrılacağı sırada büyük velî Şeyh Şâbân-ı Velî hazretlerinin kabrinin bulunduğu türbeye girdi Kabrinin başında Kur'ân-ı kerîm okuyup sevâbını rûhuna bağışladı

Şeyh Şâbân-ı Velî hazretlerinin rûhâniyetine teveccüh edip, yönelip ondan istifâde etti Ona vedâ ettikten sonra hayvanına binerek Ilgaz Dağında türbesi bulunan Benli Sultan diye meşhûr olanŞeyh Muhyiddîn Efendinin kabrini ziyârete gitti Bu ziyâret sırasında yanında Kastamonulu Azizzâde Efendi ve Nasûhî hazretlerinin oğlu Alâeddîn Efendi de bulunuyordu

Nasûhî Efendi, Benli Sultanın kabrini ziyâret etmek içinKastamonulu Azizzâde ile birlikte türbenin içine girdi Oğlu Alâeddîn Efendi ise, kapıda bekliyordu Biraz sonra Alâeddîn Efendi de türbenin içine girdi Nasûhî Efendi iki rekat namaz kılıp Kur'ân-ı kerîm okuduktan ve sevâbını Benli Sultanın rûhuna hediye ettikten sonra onun rûhâniyetine teveccüh etti Bu sırada oğlu Alâeddîn Efendi de gözlerini kapayıp teveccüh ediyordu Kulağına konuşma sesleri gelmeye başladı Kendi kendine; "Herhalde babam Azizzâde ile konuşuyorlar" dedi Fakat gözlerini açıp baktığında ne görsün Sandukanın üzerinde orta boylu, hafif sakallı bir zât duruyordu Babası Nasûhî Efendi de o zâtla sohbet ediyordu Onların bu hallerinden ve heybetlerinden hayrete düşen Alâeddîn Efendi, dışarı çıktı Bir müddet sonra Nasûhî Efendi ve Azizzâde Efendi de dışarı çıktılar

Kastamonu'dan ayrılıp, İstanbul'a gelmek üzere yola çıkan Nasûhî Efendi, bu yolculuk sırasında Mudurnu'ya uğradı Mudurnu'daki bir hâlini oğlu Şeyh Alâeddîn Efendi şöyle anlattı: "Babam Nasûhî Efendi, Kastamonu dönüşünde Mudurnu'ya gelip Sun'ullah Efendinin kabrini ziyâreti sırasında birkaç gün talebelerinden Abdullah Efendiye misâfir oldu Bir gün işrak namazından sonra istirahat ediyorlardı Biz de Abdullah Efendi ile sohbet ediyorduk O sırada iki zât zuhûr edip, selâm verdiler ve yanımıza oturdular Sarışın, kısa boylu, heybetli kimselerdi Bir ara bana korku gelip yanlarından kalktım O zâtlar, Nasûhî Efendi uyanınca yanına gittiler Şeyh Abdullah Efendiye; "Bunlar kimlerdir?" diye sordum O; "Bunlar Sun'ullah Efendinin talebelerindendirler" cevâbını verdi Ben ona; "Sun'ullah Efendi vefât edeli yüz seneye yakın oldu" deyince, Abdullah Efendi; "Bunlar cinnî tâifesindendir Tecdîd-i bîat (bîatlarını yenilemek) için geldiler HâlenSun'ullah Efendinin türbesinin penceresi önünde otururlar Pekçok defâ bunları görenleri gördük" dedi

Muhammed Nasûhî Efendi 1718 senesi Şâbân ayının son haftası, vâzında; "Bize bir sefer gerekti Bu makamda son vâzımdır" buyurarak cemâate vedâ etti Dergâhlarında da aynı şekilde vedâ etti Onun bu sözlerini talebeleri herhalde Kastamonu'ya gidip oradaki büyükleri ziyâret edecek diye mânâlandırdılar O hafta Cumâdan sonra hastalandı Ramazan ayının ilk günlerindeydi Bir gece oturduğu evden dışarıya çıkan Nasûhî Efendi, dergâhın bahçesinde dolaşıyordu Onun bahçede dolaştığını gören hanımı, bahçeye çıkarak yanına yaklaştı ve; "Muhterem efendim! Bu gece vakti bu bahçede niçin gezinip durursunuz?" diye sordu O da; "Allahü teâlâ bilir ama, bu bayramı burada geçireceğiz Şimdiden kendime yer hazırlıyorum" buyurduHanımı bu haberi işitince üzüldü ve; "Niçin böyle söyleyip yüreğimizi yakıyorsun" dedi Nasûhî hazretleri; "Takdîr-i İlâhî böyledir" cevâbını verdi Aradan günler geçti Ramazân-ı şerîf ayının ortasına geldiğinde, sevenlerini etrâfına toplayıp, yerine oğlu Alâeddîn Efendiyi halîfe tâyin etti ve vasiyetini bildirdi

Muhammed Nasûhî hazretlerinin talebelerinden Şâmî Ahmed Efendi, vefât edeceği gün hocasını ziyâret etti Mahammed Nasûhî Efendinin hastalığı iyice artmıştı Şâmî Ahmed Efendi ona; "Efendim biraz az oruç tutup ilaç kullanırsanız rahatsızlığınız iyileşebilir" deyince, Nasûhî Efendi; "Oğlum! Cenâb-ı Hakk'ın inâyetiyle otuz senedir farzları değil nâfileleri dahi noksan yapmadım İnşâallah bu gece dergâh-ı izzete, oruçlu giderim" buyurdu

Mahammed Nasûhî hazretleri vefât ettikleri gün ikindi namazından sonra hizmetinde olan dervişlere; "Bu gece Cüneyd-i Bağdâdî, Abdülkâdir-i Geylânî, MollaHünkâr Celâleddin, Mârûf-i Kerhî, Seyyid Yahyâ Şirvânî, SultanŞâbân-ı Velî ve hocamAli Atvel hazretleri teşrif buyuracaklardır Onlara hizmette kusur etmeyin"İftar vaktinde Derviş İbrâhim, Nasûhî hazretlerinin yanından odanın kapısına varıp iki lokma ekmek yedi Üçüncü lokmayı yerken Nasûhî hazretleri bir defâ; "Hû" diye seslendi Derviş İbrâhim ekmeği bırakıp içeri girerken tekrar; "Hû" diyeAllahü teâlânın ismini zikr edip rûhunu teslim etti

Ramazân-ı şerîf ayının on sekizinci Pazartesi günü iftâr vaktinde vefât etti Ertesi gün Üsküdar'da Doğancılar Parkının karşısındaki çıkmaz sokağın içindeki dergâhının bitişiğinde defnedildi Muhammed Nasûhî Efendinin kabrinin üzerine daha sonra türbe inşâ edildi Taştan yapılmış türbenin önünde mescidin minâresi vardır Eskiden türbeden mescide bir kapı açılırdı Türbenin içinde tahta sandukalı on kabir vardır Ortadaki demir şebekeli sanduka Şeyh Nasûhî Efendinindir Diğerleri ise Muhammed Nasûhî Efendinin oğulları ile torunlarının ve türbede postnişinlik yapanlarındır Bâzılarının üstünde isimlerini ve vefât yıllarını gösteren levhalar vardır Türbenin sağ tarafında dergâhın mescidi vardır Türbenin üzerinde Şâir Zekâî'nin ta'lik hattıyla yazılmış olan şu iki satırlık manzûmesi bulunmaktadır

Makâm-ı evliyâdır, menbâ-ı feyz-i fütûhîdir,
Edeple dâhil ol sofî, bu dergâh-ı Nasûhî'dir

Mânâsı: "Ey derviş! Manevî fetihlerle ilgili feyzlerin kaynağı ve velîler durağı olan bu Nasûhî dergâhına edeple gir"

Abdülkerîm Dede, Canbazlar Kethüdâsı İbrâhim Ağa ve Nasûhîzâde AhmedEfendi anlattılar:

"Bir gün dergâha elinde bavulu ile biri geldiBavulunu emânete verip, bize Nasûhî hazretlerinin türbesini sordu Biz de; "Yorgunsun, birazcık dinlen, sonra ziyâret edersin" dedik Fakat o; "Önce ziyâret edeyim sonra dinlenirim" cevâbını verdi Bunun üzerine türbeyi gösterdik O gidip kabrin başında bir müddet Kur'ân-ı kerîm okudu Ziyâretten sonra yanımıza gelip oturdu ve şöyle anlatmaya başladı: "Bu fakîr, seyahatim esnâsında bir vilâyete uğradım Birisine; "Burada talebelerin, gariplerin kaldığı bir dergâh var mıdır?" diye sordum O da; "Filân yerde bir dergâh var Aradığını orada bulabilirsin" dedi Oraya gidip misâfir oldum Dergâhın idâresini yapan, mübârek kâmil bir zât imiş Onunla tanıştık, o gece berâber sabaha kadar sohbet ettik Bana seyahatimin sebebini ve nereye gideceğimi sordu Ben de anlattım ve İstanbul'a gideceğimi bildirdim Bana; "Oğlum, bir ricâda bulunsam acabâ yerine getirebilir misin?" dedi "Elbette gücüm yeterse yaparım, emrediniz" dedim O da; "İstanbul'a gitmek için, Üsküdar'dan geçmen lâzım Üsküdar'ın Doğancılar semtinde Nasûhî hazretlerinin türbesi vardır Oraya uğradığında bizim hürmetimizi bildirip, mübârek rûhuna Yâsîn-i şerîf, üç İhlâs ve bir Fâtiha okuyup sevâbını hediye eder misin?" dedi "Peki, inşâallah emrinizi yerine getiririm" dedim Sonra ona; "Efendim! İstanbul'da pek büyük velîler, âlimler olduğu hâlde, niçin önce Nasûhî Efendiye gitmemi arzu ettiniz?" diye sormaktan kendimi alamadım O da: "Babam Kâdiriyye yolunda olgun bir velî idi O hayatta iken kıymetini bilemeyip nefsimin hevâsı peşinde koştum O vefât ettikten sonra da huzûrum iyice kaçtı Birgün babamın yerine bakan halîfesi bana; "Ey mübârek hocamın yâdigârı! Kıymetli ömrünüzü böyle geçirip giderseniz sonunuz hüsrân olur Mübârek hocamızın bize bir emânetisiniz Zararın neresinden dönerseniz kârdır Geç de olsa bir medreseye gidip ilim tahsîl etseniz, bir velî kulun hizmetine girip kalb ilimlerini öğrenip buraya gelseniz ve babanızın yerine geçseniz ne güzel olur Size elimizden geldiği kadar yardımcı oluruz Size yakışan budur" dedi "Peki, nereye gideyim" diye sorduğumda da; "Edirne'de tanıdığım âlimler var Oraya gidebilirsin" deyince, hazırlığa başladım İhtiyaçlarımı tedârik edip yola çıktım Yolculuk uzun ve yorucu oluyordu Vakti gelince namazlarımı kılıyor, akşamları da uygun yerlerde uyuyup dinleniyordum Bir gün dinlendiğim bir handa, önümüzdeki yolu eşkıyâların kestiğini, geçenleri soyduklarını söylediler Ben onların bu sözlerine aldırmayıp Allahü teâlâya tevekkül ederek yoluma devâm ettim Yol kesicilerin bulunduğu mahalle yaklaştım Karşı tepenin üzerinde hareket eden bâzı karartılar görülüyordu Belli ki onlardı Gitsem mi, gitmesem mi diye tereddüd içinde yürürken, karşıdan siyah bir at üzerinde nûr yüzlü, sakallı ve heybetli bir zât göründü Yanıma geldiğinde; "Evlâd! Korkma, gel benimle" diyerek geri döndü Peşinden yürümeğe başladım Eşkıyânın bulunduğu yerden geçtikten sonra bana dönerek; "Bundan ötesi selâmettir Yolun açık olsun, Allahü teâlâ yardımcın olsun" dedi ve kayboldu Cenâb-ı Hak, ilim öğrenmek niyetimin bereketiyle, beni eşkıyânın şerrinden bu tanımadığım mübârek zâtın vesîlesiyle kurtarmıştı



Alıntı Yaparak Cevapla