Yalnız Mesajı Göster

Borlu Ahmed Kuddûsî (K.S.) (1769 – 1849) 1

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Borlu Ahmed Kuddûsî (K.S.) (1769 – 1849) 1





BORLU AHMED KUDDÛSÎ (ks)

(1769 – 1849)

1769 yılında Rebî'ul-evvel ayının on birinci gecesinde , Niğde'nin Bor beldesinde doğdu
Babası Hâcı İbrâhim adlı sufi-meşreb bir kişi, annesi ise bir veliyyedir

Kendisi anlatırken:
"Pederim el-Hac İbrahim Efendi (rh), Maraş şehrinden olup ilm-i zahirde derin ve ilm-i batında kamil olunca, Bor halkının din, dünya ve ahiret işlerinde diğer beldelere nisbetle bid'atleri az ve ilme, alimlere ve salihlere muhabbetleri pek çok olduğundan dolayı pek çok ve özellikle de Kevseri Ali Efendi (rh) ve onun gibi faziletli kimseler orada bulunduğu için Bor'u vatan edinmiştir

Bir velî olan babası, rüyâsında üç tane ay gördü
Ortadaki ay diğer aylardan daha büyük ve parlaktı
Bu rüyânın tâbirinde kendisinin üç oğlu olacağını ve ortanca oğlunun büyük bir velî ve âlim olacağını anladı
Ahmed Kuddûsî, bu sâdık rüyânın zuhûr ettiğini Dîvan'ında şöyle anlatır:
Ahmed Kuddûsî, küçük yaşta babasından ders almaya başladı Ahrâriyye yolunun edebini babasından öğrendi
Babasının; "Oğlum her zaman Allahü teâlâyı zikr et, benim sağlığımda boş şeylerle uğraşmaktan uzak dur" nasîhatine uyarak onun tarîkat hakkındaki tavsiyelerine harfiyyen riayet edip gece gündüz şevkle çalıştı, bütün amelleri gönülden yaptı
Kısa zamanda velîlik basamaklarında yükseldi

Ahmed Kuddûsî, o zaman medreselerde okutulan ilimleri öğrenmek için de uzun müddet medrese tahsîli gördü
1786 senesinde babası vefât edince, ilâhî bir işâret üzerine Tokat/Turhal'a gitti
Turhal'daki Turhal Şeyhi denilen zâtın sohbetlerinde bulunarak kemâle erdi
Oradan bir arkadaşı ile ayrılıp Erzincan'a geldi
Sert geçen kış mevsimi yüzünden Erzincan'da birkaç ay kaldı
Yaz gelince, Erzincan'dan ayrılarak, önce Şam'a oradan da Mısır'a vardı
Daha sonra hac farîzasını yerine getirmek için Mekke-i mükerremeye gitti
Bu ilk Hicaz seferinde Hira ve Uhud dağında, Hazret-i Hamza ve Uhud harbinin diğer şehîdlerinin medfûn, gömülü bulunduğu sahada ve dağın kayalıkları arasındaki mağaralarda uzun günler uzlette kendi başına kaldı
Mescid-i Nebî çevresinde riyâzetler çekti
Resûlullah efendimizin lütuf ve hitaplarına kavuşarak, üstün derecelere yükseltildi
Bu sırada; "Anadolu'ya git, orada evlen
Senin için üstün derece ve makamlar, âile kadrosu içinde hâsıl olacaktır" îkâz ve işâreti üzerine, bir sonraki sene tekrar hacc ederek Bor'a döndü
Bu müddet içerisinde, Resûlullah efendimizin yüksek himmetlerine nâil olduğunu bir şiirde şöyle ifâde eder:

Dâvet etti köyüne çünkü bizi ol şâhımız,
Pes icâbet eyledik bugün açıldı râhımız

Etti tâlim hem bize seyr-i sülûkin tarzını,
Pîşvâ-yı sâlikîn olan Resûlullahımız

Doldu ışk-u-cezbe dil iklimine deryâ misâl,
Bu sebeple mürtefî' oldu begâyet râhımız

Bakmanız hışm u hakâretle bize ey zâhidân,
Dost yanında mu'teber hor görünen gümrâhımız

Yanarız ışk oduna Kuddûsî yâ leyl ü nehâr,
Kıldı âlem halkını âciz figân ü âhımız

Ahmed Kuddûsî, ilki 1807 ve 1810 senelerinde olan Osmanlı-Rus savaşlarına katıldı
Böylece sünnete uyarak, nefsini ıslâh etmek için yaptığı halvet, yalnızlık çile ve riyâzetleri yâni cihâd-ı asgarı cihâd-ı ekberle, yâni nefsle yaptığı savaşlarla da tamamladı

Bir süre Anadolu'da kalan Kuddûsî Hazretleri tekrar Hicaz'a gitti
Uzun müddet Mekke ve Medîne arasındaki ıssız çöllerde, dağlarda nefsini tezkiyeye, safiyyete ulaştırmak için çektiği çileler, onun derecesini bir kat daha yükseltti
Bu sırada günlük yiyeceği, her gün belli saatte kendiliğinden gelen bir ceylanın verdiği süttü
Hicaz'da geçen günlerini Dîvân'ında şöyle anlatır:

Çıktım vatandan gittim Hicaz'a,
Dağ u çöl bana gülîzâr oldu

Yalınız yayan râh'a azm itdim,
Köşküm sarayım kûhisâr oldu

Vahşî âhûlar gibi insandan,
Kaçmak bana bir hoşça kâr oldu

Susuz azıksız ulu dağlarda,
Rûz u şeb rızkım tatlı nâr oldu

Görmedim açlık hem susuzluk hiç,
Her ne istersem çün o vâr oldu

Tevhîd ile bu devleti buldum,
Çok diyen ânı bahtiyâr oldu

Düşdü Kuddûsî dâmına ışkın,
İstemez çıkmak hoş şikâr oldu

Ahmed Kuddûsî, Hicaz'dan Bor'a döndükten sonra, birçok din düşmanının düşmanlıkları sebebiyle, on üç yıl kadar evinde inziva hayâtı yaşadı
Bu arada, bir gün Cumâ vaktinden önce bir tanıdığı, misâfir olarak evine geldi
Cumâ vakti yaklaştığı hâlde Ahmed Kuddûsî hiçbir acelecilik göstermedi
O zât Cumâya gitmek için izin istedi
Ahmed Kuddûsî : "Biraz daha beklesen iyi olacaktı Namazdan sonra seni beklerim" buyurarak misâfirini uğurladı
Cumâdan sonra biraz gecikerek gelen misâfir zât, yemekle berâber tâze hurma ve o mevsimde Bor'da olmayan tâze sebzeler ikrâm edilince, çok şaşırdı ve:
"Efendim, hurma ve sebzeler buranın olamaz Siz Cumâyı nerede kıldınız?" diye sorunca, Kuddûsî Hazretleri :
"Evlâdım söz dinleyip, biraz daha beklesen, ihlâsının karşılığını görecek, bizimle birlikte sen de Cumâyı Kâbe-i Muazzama’da kılacaktın" buyurdu

O devrin ileri gelenlerinden makam sâhibi biri, bir sohbette:
"Zamânımızın büyük velîsi kim ise onunla görüşmek istiyorum" diye yakınlarına sorar
Bunun üzerine orada Kuddûsî Hazretlerini tanıyan biri:
"Zamânımızın büyük velîsi Ahmed Kuddûsî'dir" deyince, kendisini İstanbul'a dâvet ederler
Ahmed Kuddûsî, İstanbul'a gelip huzûra girince, orada bulunan kimseler, onun taşralı kıyâfeti ile huzûra girmesini pek beğenmeyip, yukarıdan bakıcı bir tavır takınırlar
Ahmed Kuddûsî sohbet sırasında hiç konuşmaz
O makam sâhibi kimse :
"Şeyh efendi! Siz de bir beyân buyursanız" Deyince :
"Efendim! Bendeniz ilmi olmayan bir kişiyim
Huzûrunuzda konuşmaya hayâ ederim
Ancak emrinize uyarak başımdan geçen bir hâdiseyi anlatayım" diyerek şu hikâyeyi anlatır:

"Bir gün bendeniz Sarayburnu'nda sahil boyunca gezerken, çok güzel bir hanım sandala bindi
Gönlümü cezbeden bu güzelin peşinden başka bir sandala binerek, onu tâkib ettim
Üsküdar iskelesinde karaya çıkıp, falan sokaktaki büyük bahçeli konağa giren bu hanımı bir daha göremedimse de aslâ unutmadım Gönlüm onun hicrânı ile rahatsızdır efendim"

O makam sâhibi kimse, bu hikâyeyi duyar duymaz, yanında bulunanların hepsini dışarı çıkararak, Ahmed Kuddûsî'ye :
"Efendi, anlattığınız benim halen içinde yaşadığım elemli hâlimin ifâdesiydi
Şu anda ise o dertten kurtuldum
O hanım gönlümden silindi" dedi
Sonra Kuddûsî Hazretlerine görülmemiş ihsânda bulundu

Yine bir gün sultan, huzûrunda bulunanlara :
"Şu avucumda gizlediğim şeyi tahmin etmenizi istiyorum" dedi
Herkes bir şey söylediyse de kimse bilemedi
Bir köşede oturan Ahmed Kuddûsî'ye :
"Siz de bir tahminde bulunun" dediler
Ahmed Kuddûsî de :
"Yedi iklim ve yedi deryâyı gezdim Bir balığı, yavrusunu arar gördüm" dedi
Meğerse pâdişâhın avucunda küçük bir balık varmış
Bunun üzerine Ahmed Kuddûsî'ye tâzim ve ikrâmda bulunularak, sarayda kalması teklif edildi
Fakat o : "Ben âciz bir kulum, burada kalsam dünyâ imtihânından berât edemem" buyurdu ve kalmayı kabûl etmedi

Bir süre İstanbul'da kalan Ahmed Kuddûsî, Bor'a döndü
Bor'da iken birgün sultan, Bor'a iki memur gönderip, onun durumunu öğrenmek istedi
Gelen memurlar onu bahçesini bellerken buldular
Ahmed Kuddûsî Hazretleri onlar daha bir şey söylemeden :
"Siz İstanbul'dan geldiniz Bizim bir şeye ihtiyacımız yok" buyurdu
Onlar : "Pâdişâhımız bizi vazifeli gönderdi Size tahsîsât bağlayacağız" dediler
Ahmed Kuddûsî onlara : "Açın eteğinizi" diyerek her ikisinin eteğine birer kürek toprak döktü
İki memur bu toprakların altın olduğuna şâhid oldular
Bu sefer Ahmed Kuddûsî : "Eteklerinizdekileri dökün!" deyince hemen yere döktüler
Bu defâ toprakların yılan-çiyan olduğuna şâhid oldular
Ahmed Kuddûsî : "Evlâtlarım! Allahü teâlânın keremi ile bizim pâdişâhımızın tahsîsatına ihtiyâcımız yoksa da, fukarâ ve âcizlere dağıtmak için bırakın" diyerek bu tahsîsâtı bir müddet alıp yoksullara dağıttı

Ahmed Kuddûsî, bir gün Konya'ya giderek, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî'nin kabrini ziyâret etmek istedi
Türbenin önüne vardığı zaman, türbedâr kapıları kilitleyip gidiyordu
Türbedâra türbeyi açması için ricâlar edip çok yalvardı
Fakat türbedâr : "Akşam oldu, açma müsâdesi yoktur" diyerek kesin bir şekilde reddetti
Bunun üzerine Ahmed Kuddûsî şu medhiyeyi okumaya başladı :

Sensin velîler şâhı,
Yâ Hazret-i Mevlânâ!
Affet şu ben gümrâhı,
Yâ Hazret-i Mevlânâ!

Bed-kâr-u-âvâreyim,
Pür-zenb ü bî-çâreyim,
Âsî yüzü kâreyim,
Yâ Hazret-i Mevlânâ!

Gâyet azîmdir câhın,
Mahbûbısın Allah'ın,
Dâr-ül-emân dergâhın,
Yâ Hazret-i Mevlânâ!

Sen şol ulu sultânsın,
Ki server-i merdânsın,
Hem ma'den-i irfânsın,
Yâ Hazret-i Mevlânâ!

Çün tıfl iken ey Sultân,
Eflâki etdin seyrân,
Oldu melâik hayrân,
Yâ Hazret-i Mevlânâ!

Muhtâcınam in'âm et,
Mihmânınam ikrâm et,
İhsânını itmâm et,
Yâ Hazret-i Mevlânâ!

Kapunda çok muhtâcân,
Erer murâda her ân,
Devrinde sürer devrân,
Yâ Hazret-i Mevlânâ!

Bencileyin yok gümrah,
Lâkin dedim eyvallah,
Geldim sana şey'en lillah,
Yâ Hazret-i Mevlânâ!

Âriflerin sultânı,
Dertlilerin dermânı,
Kuddûsî'nin cânânı,
Yâ Hazret-i Mevlânâ!

Son dörtlüğü söylediği anda, kapılar kendiliğinden açıldı
Ahmed Kuddûsî, türbedârın şaşkın bakışlarından habersiz, ziyâretini yaparak oradan ayrıldı
Ertesi gün bu hâdiseyi duyan Mevlevî şeyhleri ile bir kısım ulemâ :
"Bu mutlakâ Bor'lu Kuddûsî'dir" dediler

Medîne-i münevverede saatçılık yapmakta olan Ali Osman isimli İzmirli bir Türk vardı
Bu zât Medîne-i münevvereye hicret ettikten bir müddet sonra, mesleği olan işi yapmak üzere bir dükkân açmak için izin almaya çalıştı
Uzun süre bunu sağlayamadı
Parası bitti Bir gece Allahü teâlâya iltica ile yalvardı
O gece rüyâsında esmer, kır sakallı, uzunca boylu bir zât :
"Evladım, resmî dâireye girdiğinde sağ tarafında gördüğün şu üçüncü şahsa mürâcaat et
Gerisine karışma buyurdu
Ali Osman Efendi sabahleyin doğruca denilen şahsın yanına gitti
O şahıs, Ali Osman Efendi'ye :
"Seni Kuddûsî Hazretleri mi gönderdi? Git hemen dükkânını aç, işine başla" dedi
Ali Osman hemen gidip dükkânı izin almış gibi açtı
O şahıs izin belgesini sonradan gönderdi
Bir müddet sonra rüyâsında aynı zâtı gördü
O zât : "Oğlum bana Kuddûsî derler Cebine bir hediye koydum, onu al ve amel et" dedi
Ali Osman Efendi uyandığında cebinde Kuddûsî Hazretlerinin şu şiirinin yazılmış olduğu kâğıdı buldu:

Ey rahmeti bol pâdişâh,
Cürmüm ile geldim sana,
Ben eyledim hadsiz günâh,
Cürmüm ile geldim sana

Hadden tecâvüz eyledim,
Deryâ-yı zenbi boyladım,
Ma'lûm sana ki neyledim,
Cürmüm ile geldim sana

Senden utanmayup hemân
Ettim hatâ gizlü ayân,
Urma yüzüme el-emân,
Cürmüm ile geldim sana

Aslım çü bi katre menî,
Halk eyledin andan benî,
Aslım denî, fer'îm denî,
Cürmüm ile geldim sana

Gerçi kesel fısk-ü-fücûr,
Ayb-ı-zelel çok hem kusûr,
Lâkin senin adın Gafûr,
Cürmüm ile geldim sana

Zenbim ile doldu cihân,
Sana ayân zâhir nihân,
Ey lutfü bî-had Müste'ân,
Cürmüm ile geldim sana

Adın senin Gaffâr iken,
Ayb örtücü Settâr iken,
Kime gidem sen vâr iken,
Cürmüm ile geldim sana

Hiç sana kulluk etmedim,
Rah-ı rızâna gitmedim,
Hem buyruğunu tutmadım,
Cürmüm ile geldim sana

Bin kerre bin ol pâdişâh,
Etsem dahî böyle günâh,
Lâ-taknetû yeter penâh,
Cürmüm ile geldim sana

İsyânda Kuddûsî şedîd,
Kullukda bir battal pelîd,
Der kesmeyip senden ümîd,
Cürmüm ile geldim sana

Ali Osman Efendi, o günden sonra bu şiiri okumadan işine gitmedi ve verilen vazifeleri devamlı yaptı

Ahmed Kuddûsî Hazretleri, gerek şiirlerinde, gerekse mektup ve sâir yazılarında, hak yolundaki tehlikelere dikkatleri çekerek, bu yoldaki sâdıklarla, sapıkların hâl ve durumlarını tekrar tekrar anlatmaktadır
Ehl-i dünyâ ile mülhid ve dinsize yaklaşmamayı, câhil ve inatçı sofulardan kaçınmayı, küfür ehli ile münâfıklardan şiddetle sakınmayı, hased, kin, istihzâ ve nemîme, dedi-kodu ehlinden uzaklaşıp onlarla berâber olmamayı tavsiye ederek, şöyle buyurmaktadır:

Nâr-ı ışk ile yanup kül olmayan nâdân'a yuf,
Ölmeden evvel ölüp dirilmeyen bî-cân'a yuf

Kadrini uşşâk-ı Hakk'ın bilmeyüp ta'n eyleyen,
Bed-kelâmu bed-likâ vü bed-nefes hayvâna yuf

Zu'm eder ki özi yahşı tâgiyândır ehl-i ışk,
Yuf o tâgî'nin özine ettiği tuğyâna yuf

Mü'minin budur nişânı ki seve mü'minleri,
Ehli, îmâna adâvet eyleyen düşmana yuf

Söyleyup elfâz-ı küfr-i güldürür nâs-ı müdâm,
Dinleyüp ânın kelamın gülüşen yârâna yuf

Ger gazâb eylersen kalmaz anda aslâ akl-u-dîn,
Bî-vefâ vü akl u hem bî-dîn ü bî-îmâna yuf

Kârıdır gamz u nemîme kizb ü sebb ü ifk'ü zem,
Hak içinde fitne îkâz edici fettâna yuf

Öğredirler anı hassad şeyhe dahl eyle deyu
Öğreden hassade hem şeyhine taş atana yuf

Îtirâzı cenâb-ı Hakka hem Cebrâile,
Şeyhime etmez mi ya ol âsî-i Rahmân'a yuf

Asdıkâ'yı fırka fırka eyleyûb iblîs kişi,
Ara yerde ceng-i gavga buğz-u-kin koyana yuf

Nan-ı nîmet ıyş u sohbet hakkının isyân edip,
Şol kuduz hayvan gibi her gördüğün kapana yuf

Çün âyân oldu bu yüzden, dostumuz düşmanımız,
Bize dostluk gösterip gizlü adû olana yuf

İsteyen bizim rızâmız varmasun hiç yanına,
Bize rağmen ol sefîhin yanına varana yuf

Etmeniz anınla ülfet, ey bizim ahbâbımız,
Pes dedik ol münkire yuf, hem ana uyana yuf

Hâsılı anda vefâ yok, n'eyleriz lâkin ana,
Taş verüp Kuddûsî'ye ur deyü'ben salana yuf

Yine birçok şiirinde Allahü teâlânın rızâsını taleb etmeyi, mal, mevkî, şöhret ile dünyâya ve maddeye âit her şeyin sevgisini kalbden çıkarmayı tavsiye etmekte, kalbde yerleşmiş sevgisi olmayan; mal, mülk, makam ve mevkînin de bir mahzuru olmadığını belirtmektedir
Ahmed Kuddûsî, İslâmı tek bir bütün olarak görür
İslâmiyete uyanı ve İslâmın yüceliğini anlatmak için, devrindeki sağlam idârecilerle pâdişahları birçok defâ methetmiş ve onlara itâatı tavsiye etmiştir
Müslümanların eğer fitneye uyup, din ve devletine ihânet etmezse, yer ve gök ehlinden duâ ve yardım alacaklarını, şâyet din ve devletine ihânet ederlerse zulüm ve belâlara uğrayacaklarını belirterek şöyle buyurmaktadır:

Zulm eylemez nâsa zerrece Hudâ,
Lâyık olduk geldi bize bu şifâ,
Amele göredir herkese cezâ,
Taksîr iden lâ-büd cezâsın bulur

Kalbinden adâlet merhamet gitti,
Pâdişâhı bize musallat etti,
Emr-i Hallâk ile halkı incitti,
Anlamayan onu kul itti sanır

Uzattın kat'et sözün Kuddûsî,
Uyandırmak kasdın pend idip nâsî,
Vir nefsine öğüt ey kalbi kâsî,
Gözsüzleri nice edebilir kör

Ahmed Kuddûsî, farz, vâcib ve sünnet olan ilimleri bilip, kendisine kâfi olanını öğrendikten sonra, ilmi ile amel ederek, Allahü teâlâyı anmaya devâm etmeyi bütün eserlerinde tekrarlamaktadır
Baş olmak, dünyâlık elde etmek veyâ halkı başına toplayıp, onların hürmet ve hizmetlerini celbetmenin, insanı şeytana oyuncak edeceğini tekrar tekrar anlatan Ahmed Kuddûsî;
Azâzil'i (şeytanı), Bel'âm bin Baûrâ'yı, Bersisa'yı ve sahâbeden iken dünyâlıklara mağlûb olan Sa'lebe'yi anlatmaktadır
Allahü teâlâya kulluğu, Allahü teâlânın emri için yapmayı, yeterince ilim ve bilgiyi kazanıp farz-ı ayn olan bilgileri edinmeyi, bu şartların kazanılmasından sonra da ihlâs ile zikir, fikir ve şükür ibâdetlerini gücü yettiği nisbette yerine getirmeyi tavsiye etmektedir

Ahmed Kuddûsî, Kuddûsî mahlasını almasını şöyle anlatmaktadır

“Ben, daha doğmadan önce ana karnında iken, Kuddûs Kuddûs diye Allahü teâlâyı zikr ediyormuşum Birgün annem babama bu durumu söyleyince, babam; "Kimseye söyleme bu oğlumuz kemâl sâhibi olur inşâallah" demiş

Ahmed Kuddûsî bu durumu şu şiirinde de anlatır:

Kuddûs'a mensûb olmuşam,
Kuddûsî'yem! Kuddûsî'yem!
Hem O'na meczûb olmuşam,
Kuddûsî'yem! Kuddûsî'yem!

Bil ana rahminde beni,
Ki etmişem takdîs O'nu,
Anam işitmiştir bunu,
Kuddûsî'yem! Kuddûsî'yem!

On ikiye erdi yaşım,
Aşk oldu yâr u yoldaşım,
Takdîs-i Hakk idi işim,
Kuddûsî'yem! Kuddûsî'yem!

Yiğirmide ettim hereb,
Gezdim Hicâz'ı, Şam'ı heb,
Kuddûs'e çektim çün nasab,
Kuddûsî'yem! Kuddûsî'yem!

Şevkiyle oldum bî karar,
İçimde ışık odu yanar,
Kuddûs'e etmişem firâr,
Kuddûsî'yem! Kuddûsî'yem!

Çektim sivâsından eli,
Buldum O'na giden yolu,
Varsun desün münkir, deli!
Kuddûsî'yem! Kuddûsî'yem!

Yetmiş, dahî üç oldu sin,
Hayran bana hep ins ü cin,
Kuddûs'e kalbim mutma'în,
Kuddûsî'yem! Kuddûsî'yem!

Tedbîr-i dünyâ bilmezsem,
Arzû-yı Cennet kılmazsam,
Ağyâra mensûb olmazsam,
Kuddûsî'yem! Kuddûsî'yem!

Kuddûsî'yi cezb etti ol,
İster O'na her dem vusûl,
Der bilmeyip iz'an usûl,
Kuddûsî'yem! Kuddûsî'yem!

1849 (H 1265) senesi Cemâzilâhır ayında Bor'da vefât etti
Vasiyeti üzerine Eski Mezarlık'a defnedildi
Aynı gün köylünün biri kırılan saban demirini tamir ettirmek üzere Bor'a geldiğinde çok kalabalık bir cemâatın cenâze namazına hazırlandığını görünce, abdestini tazeleyerek cenâze namazını kılar
Hemen işine dönmek niyetinde olduğundan, yakındaki bir demirci dükkanına girerek, tamir etmesi için saban demirini ustaya verir
Demirci, ocağa koyduğu demirin bir türlü kızarmadığını, saatlerce uğraştığı halde dövülecek hale gelmediğini görünce şaşkın bir halde düşünceye dalar
Bu sırada yakın bir tanıdığı dükkana girer
Demirci durumu ona anlatır
O da köylüye : "Sen nerelisin, bu demiri nereden getirdin?" diye sorar
Köylü : "Ben filan köydenim Bu demir, dün çift sürerken bir kayaya takılıp kırıldı
Tamir ettirmek için bugün buraya getirdim
Şehre girdiğimde eşini görmediğim bir cemâata katılarak cenaze namazını kıldıktan sonra doğru bu dükkana geldim" deyince o kişi:
"Senin, adını sormadan namazına iştirâk ettiğin büyük evliyâ, âşık-ı Hakk Şeyh Ahmed Kuddûsî Hazretleriydi
Allahü Teâlâ, değil onun namazını kılanı, o cenâzede hazır olan âlet ve edevâtı da ateşten muhâfaza etmiştir" der
Îmân sâhibi olan bu köylü, yeni bir saban alıp köyüne döner

Son yıllarda mezarlıkları şehir dışına nakletme hususundaki genel bir karar üzerine, Ahmed Kuddûsî Hazretlerinin kabri bugünkü kabristandaki ziyaretgâh olan yerine nakledildi
Bu nakil esnâsında halk karşı çıkmış ise de, devrin kaymakamı, belediye başkanı ve jandarma komutanı olaya müdâhale ederek, Ahmed Kuddûsî Hazretlerinin kabrine karşı hoş olmayan bâzı sözler sarfedip, edep dışı davranışta bulundular
Hepsi bir belâya mâruz kaldılar
Kabr-i şerîfi yıkmaya kimse râzı olmayınca hapishaneden getirilen mahkûmlar, kabri yıktı
Bu esnâda orada olan jandarma komutanı kabrin taşına tekme vurarak kazın diye emir verdiği anda yere düşerek beni kurtarın diye bağıra bağıra öldü
Kabri açtıklarında, Ahmed Kuddûsî Hazretlerinin kefeninin bembeyaz duruyor olduğunu gördüler
O anda kabirden çok güzel bir koku etrafa yayıldı
Yine o gün hava çok sıcak iken, semâ âniden bulutlanarak yağmur çiseleyip serinlik ve ferahlık hâsıl oldu
Ahmed Kuddûsî Hazretlerinin nâşı yeni kefene sarılarak bugünkü kabrine nakledildi


Ahmed Kuddûsî'nin eserleri şunlardır:
1) Dîvân-ı Kuddûsî,
2) Külliyât-ı Kuddûsî Efendi:
Bu külliyât, şu eserlerden meydana gelmiştir:
Dîvân, Pendnâme, Vasiyetnâme, İcâzetnâme, Nesâyih-ı Ahmed Kuddûsî, Hazînet-ül-Esrâr ve Ganîmet-ül-Ebrâr, Medâyıh Risâlesi, Muhtasar Tıbb-ı Nebevî, Mektuplar



Alıntı Yaparak Cevapla