Prof. Dr. Sinsi
|
Tarih Kitabı - 1931
Biraz da Medeni Bilgiler Kitabı'na bakalım
Gene alıntı yapacağım kusura bakmayın
Dileyen kitabı alıp baksın

Alıntılarım bu sefer Can Dündar'ın 1995 tarihi Atatürk Yaşasaydı isimli köşeyazılarından
Atatürk'ün son yılları incelendiğinde, O'nun "eylem adamı" kimliğinden bir "teorisyen" kimliğine bürünme cabası açıkça görülür Arı Türkçe üzerine uzun süren incelemeleri, Türkçeyi bütün dünya dillerinin anası tahtına oturtan "Güneş Dil Teorisi" üzerine çalışmaları özellikle anılmaya değer  Gerçi Atatürk sonradan ırkçılık kokan Güneş Dil Teorisi'ni bir kenara bırakmış, arı Türkçe'nin de artık Meclis'te milletvekillerince bile anlaşılamayan bir dil haline gelmesi üzerine bu konuda da katı kurallar koymaktan vazgeçmiştir, ama ölene dek dil ve tarihe olan ilgisi sürmüştür O kadar ki, ölüm döşeğinde komadayken "dil efendim  dil" diye sayıkladığı duyulmuştur
O dönemde Atatürk'ün başucunda H G WeIls'in "Dünya Tarihinin Ana Hatları" adlı kitabı bulunuyordu Bir gece okumaya başlamış ve 40 saat hiç uyumadan kitabı bitirmişti Bir yıl sonra da Wells'le aynı temellere dayanan "Türk Tarihinin Ana Hatları" adlı bir kitap yayınlanmıştı Atatürk'ün ısrarla üzerinde durduğu konu, Lord Kinross'un deyişiyle, "Türkleri İslamiyetin aşıladığı millet üstü ümmet düşüncesinden kurtarıp, onlarda asıl yurtlarına karşı bir bağlılık duygusu uyandırmaktı"
İlk Tarih Kongresi işte o yıllarda toplandı Ve Atatürk din üzerine düşünüp, yazmaya da yine o yıllarda başladı O elyazısı notlarda Atatürk'ün bu konuda koyduğu teşhisler ve o yönde atmaya hazırlandığı adımların işaretleri vardı
Pek gün ışığına çıkarılmayan bu çok önemli işaretlere de yarınki yazıda değineceğiz  
[Linki sadece üyelerimiz Görebilir Üye olmak için tıklayınız  ]
Atatürk'ün yaşamının son döneminde bir "eylem adamı"ndan çok bir "teorisyen" gibi kendini kuramsal çalışmalara verdiğinden sözetmiştik "Din meselesi" bu kuramsal çalışmalar içinde özel bir yer tutuyordu 1930 yılının ilk aylarında "Vatandaş İçin Medeni Bilgiler" kitabını yazdı Kendi elyazısıyla kaleme aldığı bu kitapta aynen şöyle diyordu:
"Türkler İslam dinini kabul etmeden evvel de büyük bir millet idi Bu dini kabul ettikten sonra bu din (  ) Türk milletinin milli bağlarını gevşetti; milli hislerini, milli heyecanını uyuşturdu "
Atatürk'ün ümmet fikrine karşı millet fikrini öne çıkardığı bu elyazıları ne yazık ki bugün pek ortaya çıkarılmıyor Bırakın okullarda "Medeni bilgiler" dersinde okutulmayı, özel günlerde ağza bile alınmıyor Hatta kitaptaki bazı ifadelerin, sonraki baskılarda çıkarıldığı biliniyor Mesela şu ifade: "Din insanlara, hakiki mutluluğa öldükten sonra ahirette kavuşacağı vaadinde bulunmaktadır Oysa millet uyandığı zaman  acı hakikati görmektedir "
Ve Hz Muhammed üzerine birkaç satır:
"Muhammed'in bir melekle ve Allah'la hakikaten konuşmuş olduğu kanaatinde bulunanlar olduğu gibi, Muhammed'in isteyerek böyle söylediğini ileri sürenler de olmuştur Bu faraziyeleri bir tarafa bırakmak ve meseleyi ilim ve mantık çerçevesi içinde mütalaa etmek daha doğru olur Muhammed, iptida Allah'ın resulüyüm' diyerek ortaya çıkmamıştır Bu düşünce, senelerce mücadele ettikten ve fikirlerini neşreyledikten sonra kendisine hasıl olmuştur "
Atatürk, buradan "Arapça" tartışmasına geçer ve şunları yazar:
"Muhammed'in dinini kabul edenler, Allah'a kendi milli lisanında değil, Allah'ın Arap kavmine gönderdiği Arapça kitapla ibadette bulunacaktı Arapça öğrenmedikçe, Allah'ın ne dediğini bilmeyecekti Bu vaziyet karşısında Türk milleti birçok asırlar, ne yaptığını bilmeksizin, adeta, bir kelimesinin manasını bilmediği halde Kuran'ı ezberlemekten beyni sulanmış hafızlara döndüler"
Ne ilginçtir ki, Atatürk'ün kendi el yazısıyla kağıda döktüğü bu notlar da "Medeni Bilgiler" kitabında yeralmamıştı
* * *
Ama tam da o yıllarda olan bir olay, Atatürk'ün bu konudaki görüşlerinin "teoride kalmayacağını" açıkça ortaya koydu
1932'de ezan Türkçeleştirilmişti Ama 1933 Şubat'ında Bursa'da patlayan bir olay Gazi'yi küplere bindirdi Ahali“Arapça ezan isteriz" diyerek vilayeti basmıştı Vali, yardımcı kuvvet isteyince de olay İzmir’de bulunan Mustafa Kemal'e intikal etmişti Gazi, şifreyi alır almaz, sofradan kalkmış ve "Yemek bitti  " demişti "Şimdi hareket  !"
Gazi'nin otomobili Bursa'ya doğru yönelirken, İnönü Hükümeti de Ankara'da olayı görüşüyordu İsmet Paşa, Gazi'nin olaya çok sert yaklaşmasından endişeliydi Nitekim korktuğu oldu Mustafa Kemal, Bursa'ya varır varmaz olaya el koymuş ve Anadolu Ajansı muhabirine şunları yazdırmıştı:
"Hadiseye dikkatimizi bilhassa çevirmemizin sebebi, dini siyaset ve herhangi bir tahrike vesile etmeye asla müsamaha etmeyeceğimizin bir daha anlaşılmasıdır Mes'elenin mahiyeti esasen din değil, dildir"
Gazi'nin ne demek istediği, az sonra İçişleri Bakanı ile Adalet Bakanı'na yazdıracağı bir şifreden anlaşılacaktı Şifre aynen şöyleydi: "Başvekil İsmet Paşa'ya  Bundan böyle dinin her safhasında Türk dili hakim olacaktır"
Emir bu kadardı Yani bundan böyle sadece ezan değil, tekbir, hutbe ve namaz da Türkçe olacaktı Kuran da Türkçeleştirilecek, Türkçe dualar yayılacaktı, İsmet Paşa emri alınca hemen Gazi'yi aradı, "Paşam müsaade edin de bu hareketi birden bire yapmayalım Memlekette bir reaksiyon başlayabilir Evvela ezan, sonra tekbir, namaz yavaş yavaş girerek, halkı hazırlayalım" dedi Gazi, diretmedi  
Şevket Süreyya, O'nun Alman din İslahatçısı Luther'i örnek verdiğini ve binbir iç hesaplaşmadan sonra "Ben Luther olmayacağım" dediğini nakleder
Malum, Atatürk'ün ölümünden sonra İnönü'nün dediğinin tam tersi oldu Halk Türkçe namaza hazırlanacak yerde DP iktidarı ile Arapça ezana dönüldü
* * *
Acaba, çevresinde her attığı adımda "Aman Paşam!" diyenler olmasa Atatürk reform planını nereye kadar vardıracaktı? Bugün Türkiye, yeni seçimle Meclis'e gelecek türbanlı kadın milletvekillerinin durumunu, dinin siyasete alet edilmesini engelleyen Anayasa maddelerinin değiştirilmesini tartışıyor Okullarda zorunlu din dersi okutuluyor Lakin nedense orman yangınlarından, müzik inkılabına kadar her konudaki görüşü ilgili ilgisiz her yerde dile getirilen Atatürk'ün bu konulardaki elyazmalarına kimseler dokunmuyor Dahası bunları dile getirmek bile cesaret istiyor, hatta bazen suç kabul ediliyor ve -şu garipliğe bakınız ki- bu fikirleri hatırlatanlar "Atatürk'e hakaret'ten yargılanıyorlar
Tabii Türkiye 1930'ların Türkiyesi değil Demokrasilerde artık işler cumhurbaşkanının emriyle yürümüyor Hak ve özgürlükler önem kazanıyor  Ama bunlara rağmen ben yine de her 10 Kasım'da artık anlamını yitiren o sıkıcı anma törenlerinde düşünmeden edemiyorum:
"Acaba bugün düşüncelerini yazmaya bile korktuğumuz adam, birkaç yıl daha yaşasa Türkiye, farklı bir ülke mi olurdu?"
[Linki sadece üyelerimiz Görebilir Üye olmak için tıklayınız  ]
|