Yalnız Mesajı Göster

Kaside-İ Ercûze

Eski 08-02-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Kaside-İ Ercûze




CÜNNETÜ’L ESMÂ DÂİRETÜ’L AHFÂ

İkra, 5
Â’raf, 172
“Seni şaşırmış bulup, doğru yola eriştirmedi mi?” Duha, 7
Sallallâhü aleyhi ve sellem
Mevlâ: Efendi, sahip, malik
Görünmeye başladı
Muttali: Öğrenmiş, haber almış, bilgi edinmiş
“O, hevâdan (arzularına göre) konuşmaz Söyledikleri, kendisine indirilen bir vahiydir” Necm, 3-4
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem kendinden bahsetmedi
“Gözü oradan ne kaydı ve ne de onu aştı” Necm, 17
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin affına sığınarak
Hz Ebû Tâlib aleyhisselâmın oğlu Ali’yim
Sallallâhü aleyhi ve sellem
Haydar-ı Kerrar; Kerrâr, döne döne savaşan demektir Hz Ali savaşırken önünde kimse durmazdı
İslamı yaymak için İslam ordusu cihada çıktığından beri
Radiyallâhü anh
Hayber Seferi için
(Kaside-i Ercuze’de geçen beyitleri daha iyi anlamak için bu kısmı önceden okumak faydalıdır)
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem, bir gün sabah namazını kılıp mescitte ashabıyla oturup sohbet ederken Cebrail aleyhisselâm Hayber Kalesi’ni fethetmesi gerektiği vahyini getirir Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin Cebrail’in getirdiği vahyi ashaba bildirmesinin ardından, ehl-i İslam olan ve din gayreti taşıyan herkes gaza niyetiyle Hayber Kalesi’nin fethine çağırılır Bu çağrıya kulak veren yirmi bin Müslüman er, savaş tedariki görür Yapılan bu hazırlıkların ardından İslam dinini sembolize eden alemlerini de omuzlarına alan ashap, Mekke’den Hayber’e doğru Hayber Kalesi’ni fethetme niyeti ile yola çıkar Müslüman ordusu, Hayber’e varır varmaz Hz Ömer radiyallâhü anh, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem tarafından Hayber Kale’sine elçi olarak gönderilir Hz Ömer, Hayber ehlini imana ve İslam’a davet etmek için kaleye gider fakat burada taş, sopa ve od ile karşılanır Hz Ömer’in İslam dinine olan daveti, yedi kapısı olan Hayber Kalesi’nin on iki beyi ve kale içinde yaşayan halk tarafından kabul edilmez Bu olayın hemen ardından fetih süreci başlar
İleriki günlerde sırasıyla Hz Ebubekir, Hz Ömer ve Hz Osman radiyallâhü anhüm İslam sancağını alarak ashap ile birlikte Hayber Kalesi’ne kaleyi fethetmeye gider Lakin tüm uğraşlara rağmen ashaptan hiç kimse bu konuda bir türlü muvaffakiyet gösteremezÜstelik ashaptan pek çok kişi şehit olur Hayber’in yirmi gün geçmesine rağmen fethedilememesi ve pek çok kayıp verilmesi ashabın ve Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin müteessir olmasına sebep olur Bu sırada Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem, ashaba Hz Ali kerreme’llâhü vecheyi sorar Hz Ali’nin gözlerinin hasta olması sebebiyle Hayber Kalesi’nin fethine katılmadığının Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme söylenmesinin ardından Allah Teâlâ’ın izniyle Hz Ali’nin gözlerinin olağanüstü bir tedavi ile yani Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin ağzından tükürük çıkarıp sürmesiyle tedavi edilir
“Allah’ın Arslanısıfatı ile bilinen Hz Ali kerreme’llâhü veche, gözlerinin iyileşmesinin ardından hemen silahını kuşanıp Zülfikar’ı takar ve Düldül’e binip Hayber Kalesi’ni fethetme amacıyla tek başına yola çıkar Hayber Kalesi’nin etrafındaki kırk arşınlık su dolu hendeği bir sıçrayışta sıçrayarak geçen Hz Ali, bu davranışıyla herkesi şaşırtır Hendeğin öbür tarafında Hz Ali, Hayber Kalesi beyinin kardeşi Anter ile savaşmaya başlar Hz Ali Anter’i İslam dinine davet eder; amaAnter bu davete icabet etmez İmana gelmeyen Anter, Hz Ali’nin Zülfikar’ından eman bulamaz ve tek vuruşta atı ile birlikte iki parçaya ayrılmak suretiyle canını cehenneme ısmarlar Kardeşinin öldürüldüğünü gören Amr, kısa bir şaşkınlığın ardından iki çuvalı üst üste giyerek kaleden dışarı çıkar ve Hz Muhammed’i, Hz Ali’yi öldürmek, ehl-i beyti esir etmek niyetiyle Hz Ali ile savaşmaya başlar Hz Ali kerreme’llâhü veche, Dehhak’ın neslinden gelen ve onun kılıcına sahip olan Amr’ı da imana davet eder; ama Lat-ı Menat’a tapan Amr da kardeşi Anter gibi bu daveti kabul etmez ve Hz Ali’nin Zülfikar’ının bir hareketiyle atıyla beraber iki parça olup ölür Hz Ali’ye hamle yapmak isteyen iki leşkerin de Hz Ali’nin narası sayesinde sersem olup ölmesinin ardındanHz Ali, Hayber Kalesi’nin kapısına yapışır ve otuz bin batman ağırlığında olan bu kapıyı yerinden koparır Sonra bu kapıdan Hayber Kalesi’nin önündeki hendeğin üzerine köprü yapar Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem o sırada kaleden Hz Ali’nin üzerine atılan olağanüstü ağırlıktaki kaya parçasını mucizevî bir şekilde Hz Ali’ye haber verir Hz Ali de bu taşlardan İsm-i Azam duasını (Sekine Duasını) okuyarak korunur ve taşlara Zülfikar’ı karşı tutarak iki parça eder Köprü üzerinden geçerek kaleye giren İslam askerleri, Hayber Kalesi’ndeki askerlerinin kimini kırar, kimini Müslüman yapar Böylece kale fethedilir ve kalenin içindeki mallar, silahlar fethin yirminci gününde Müslüman askerleri tarafından ganimet olarak ele geçirilmiş olur
BÜLBÜL, E ( Haziran/2008 ) Hazret-İ Ali Cenkleri Üzerine Bir Tetkik İnceleme-Metin) Sivas: Cumhuriyet Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Lisansüstü Eğitim, Öğretim ve Sınav Yönetmeliğinin Türk Dili ve Edebiyatı Anabilim Dalı Halk Bilimi (Folklor) Bilim Dalı İçin Öngördüğü 221236 Yüksek Lisans Tezis 95-96
Radiyallâhü anh
(Fakat fayda etmedi; Hayber Yahudileri teslim olmadılar)
Sallallâhü aleyhi ve sellem
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular ki:
"Yarın sancağı öyle birisine vereceğim ki, Allah ve resulünü sever, Allah ve resulü de onu severler Allah kaleyi onun eliyle fethedecektir"
Ertesi gün sancağı Hz Ali'ye verdi ve Hayber kalesini fethetti
(İbn-i Hasan el-Kilabi'nin "Müsned-i Dimaşk" Hadis no: 27 / Az bir farkla aynı mealde: Siret-i İbn-i Hişam c3, s334 / Müsned-i Ahmed bin Hanbel c5,s33 / İbn-i Sa'd'ın "Tabakat" c3, s158 / Tarih'üt Tabari c2, s93 / Tirmizi Hadis no: 3970)
Zülfekar: (Zülfikâr) Çatal şeklinde iki başlı kılıcının adıdır "sahip", fakara "deldi" demektir Kelimenin tamamı delici anlamına gelir
Hz Ali kerreme’llâhü vechenin Uhud savaşında Kureyş’in önde gelen savaşçılarından dokuz kişiyi öldürdüğü, bu savaşta bedeninden yetmiş yara alarak son ana kadar peygamberi savunduğu, bu sebeple de Cebrail'in, “Zülfikar'dan başka kılıç, Ali’den başka da yiğit yoktur
("La fata illa Ali, la saif illa Zülfekâr" لا فتى الا على لا سيف الا ذوالفقار) dediği rivayet edilir Zülfekâr'ın Topkapı Sarayı'nda olduğu iddia edilir Diğer rivayetlere göre Halife Ali'nin vasiyeti üzerine Necef'te denize atıldığı belirtilmiş ve sonradan Med'den gelen Ebu Müslim Horasani bulmuş
Aleyhisselâm
“Babam Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem ve ordusu zafer kazanacaktır
“Gayretleri beğenilmiş olacak ve karşılığını görecektir”
Hasan ve Hüseyin aleyhimesselâm
Vedalaşma zamanı bulamadım
Oruç tutmayı adadım
Velime:Düğün münasebetiyle verilen yemek Sevinç ve saadet ifade eden her türlü merasim sebebiyle verilen ziyafetlere de velime dendiğini söyleyen olmuştur (Şevkânî, Neylü'l-Evtar, VI, Mısır t,y, 198)“Savaştan dönüşte verilecek yemeyi bile yemeden önce oruç tutmayı adadım
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme
Behlül: Mizahı seven, Hayır sahibi, çok iyi kişi,
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem
Anter
Ölüm bizede ulaşacak korkusuyla meydandan kaçtılar
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin manevi gücü
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme
Hayber’e sığınmış Yahudilere
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem
Yahudiler
“Ehl-i kitaptan inkâr edenleri, ilk sürgünde yurtlarından çıkaran O´dur Siz onlarınçıkacaklarını sanmamıştınız Onlar da kalelerinin, kendilerini Allah Teâlâ´dan koruyacağını sanmışlardı Fakat Allah Teâlâ´nın azabı, onlara beklemedikleri yerden geliverdi O, yüreklerine korku düşürdü; öyle ki evlerini hem kendi elleriyle, hem de müminlerin elleriyle harap ediyorlardı Ey akıl sahipleri! İbret alın” (Haşr,2)
Yunus aleyhisselâm
Kapının altına girerek köprü olması için destek verdim
Bkz: (BÜLBÜL, Haziran/2008 ), s 95-96
Bize bu kaleyi onlardan almamızı ihsan etti
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin
Toprağın Babası
Sallallâhü aleyhi ve sellem
Aleyhisselâm
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem
Rızayı kazanmış kadın
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem
“Allah böylece, senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlar, sana olan nimetini tamamlar, seni doğru yola eriştirir Fetih, 2
İkal: İkl, bağ, bend * Daha ziyade Arabların başlarına koyup sardıkları bağ, agel
Burada geçmiş ve gelecek olayların birleştirilmesi
Âl: Hz Fatıma aleyhisselâm, Hz Ali kerreme’llâhü veche, Hz Hasan aleyhisselâm, Hz Hüseyin aleyhisselâm
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemden direk alınan ilim
Allah Teâlâ’dan ihsan edilen keşfî ilim
Bazı zaman ben açıklayabilirim
Havas kitaplarında kullanılan Dokuz rakamı esas alınarak yapılan cifir hesabı
Karn: "Zaman, devre * Bir insanın ortalama ömrü olan altmış sene * Yüz yıllık zaman Asır * Boynuz Hayvanda başın boynuz yerleri, boynuz yerinden sarkan saç (Karn, iki mânaya gelir Birisi, zamandan bir müddete mukterin olan ümmet, bir zaman ahalisi olan hey'et-i içtimaiye ki, ""hayrul kuruni karni"" hadis-i şerifi bu mânayadır Bunda sivrilmek veya mukarenet etmek manası vardır Bu mukarenet veya efradın yekdiğerine mukareneti veya bir peygamber, bir âlim, bir reis gibi büyük bir şahsiyete mukareneti mülâhaza olunur Diğeri de müddet-i zamanın kendisine denir ki, asır gibi ekseriyetle yüz sene takdir edilmiştir)”
Hz Ali kerreme’llâhü vechenin gelecekle ilgili ilk haberinin meali şu şekilde: "Dokuz karn sonra (Fürs), yani akvam ı Şarkiye, Â'râb üzerine hücum edecek, galebe edip Â'râbı hayvan gibi kesecek Öyle müthiş fitneler ve karanlıktı musibetler ki: en karanlıklı gecelerden daha ziyade karanlık olacak İşte Hazret-i Ali Radıyallahü Anh'ın bir keramet-i bahiresi ki kendinden beş yüz sene sonra gelen ve Ar ab Devlet-i Abbasiyesini mahveden ve hadsiz kütüb-i islâmiyeyi nehr-i Fırat'a döken ve Â'râbı gayet zalimane katleden Hülagû vakıa-i meşhuresini haber veriyor Çünkü meşhur olan kam kırk sene değil o zamanın istilahınca ağleb-i ömür olan altmış seneden ibarettir Çünki bir devir altmış senede değişir Bu suretle İmam-ı Ali Radıyallahü Anh'ın hicretten otuz sene sonra Kûfe'de yazdığı bu Ercüze'deki dokuz defa altmış, otuza ilâve edilse beş yüz yetmiş oluyor ki Cengiz'in ve Hülagû'nun hücum ve tahribat zamanıdır"
Tarih: Hicrî 570 Yer: Bağdat Hz Ali kerreme’llâhü vechenin haber verdiği hâdise bakın nasıl aynen gerçekleşmiş
"Hülâgû ordusu Bağdat'ı kuşattı Neft ateşleri ve mancılık taşları atmaya başladı Kırk elli gün süren muharebe esnasında İslâm dünyasının en gözde şehirlerinden olan Bağdat yakıldı, yıkıldı Başvezir İbn-i Alkamî barış teklifinde bulunmak üzere halifeden izin aldı ve muhasara ordusuna gitti Orada diyeceğini dedikten sonra dönüp geldi 'Hülâgû sizi makamınızda alıkoymak, hatta kızını oğlunuza vermek istiyor Ecdadınızın Deylemlilere ve Selçuklulara tabi olduğu gibi, siz de bunlara itaat ederseniz Müslümanların canını ve malını kurtarmış olursunuz, bir süre sonra da dilediğinizi yaparsınız'dedi
Zavallı halife, bu yaldızlı sözlere aldandı Çocuklarını ve ileri gelen devlet adamlarını yanına alarak Hülagû'nun yanına gitti, fakat soğuk karşılandı Bir odaya alındı Sonra İbn-i Alkamî, 'Hülâgû, kızını halifenin oğluna verecek, siz de nikâh merasiminde bulununuz' diye Bağdat âlimlerini, ediplerini, fakihlerini, davet etti Takım takım geldiler İşte tam bu sırada vahşet başladı Hepsi halifenin gözünün önünde birer birer öldürüldü Kendisini de keçeye sardılar Moğol usulünce tekmelerle hurdaya çevirerek şehit ettiler Daha sonra Bağdat'a girip katliama başladılar Kırk gün süren bu vahşet esnasında sayılmaz yahut sayısına inanılmaz derecede insan öldürüldü Değerli mal ve eşya yağma edildi Manevi kıymetlerine paha biçilemeyen nefis kitaplar Dicle nehrine atıldı Hülâgû taş üstünde taş, gövde üstünde baş bırakmadı" (Ahmed Cevdet Paşa)

Mutraf: Kendisine verilen bol nimetlerle azıp şımaran ileri gelenler"dünya nimetleri ve şehvani şeyler hususunda geniş bir bolluğa ve nimete sahip kılınan" manasında kullanılır
Mutrafîn, ise mal ve servet sahibi olmakla böbürlenip kendilerini Allah Teâlâ'dan müstağnî görme hastalığına sürüklenmişlerdir Ayrıca üstünlük psikolojisi içerisinde kendilerinden başkalarını beğenmeyip küçümsemeleri ve her konuda kendilerini haklı sayarak rasûllerin getirmiş olduğu Allah'ın dinine karşı çıkmışlardır
Kur'an-ı Kerim onların durumlarını şöyle anlatıyor: "Sizden önceki nesillerden akıllı kimselerin, (insanları) yeryüzünde bozgunculuk yapmaktan alıkoymaları gerekmez miydi? Fakat onlar arasında, ancak kendilerini kurtardığımız pek az kişi böyle yaptı Zulmedenler ise kendilerine verilen refahın peşine düşüp mutraflaştılar (şımardılar) ve suç işleyen (kimse) ler olup çıktılar" (Hud, 116)
Tılsım: Herkesin bilip çözemediği gizli şey * Gizli sır Fevkalâde kuvvet ve te'siri hâiz olan şey * Definenin bulunmasına mâni olan mevhum şey
Söylediklerimi ben ve inananlar tecrübe ettiler
Cünnet: Kalkan Örtü, kadın başörtüsü * Yağan Halk arasında Cennet-ül Esma olarak söylenir
Şerefli Yüce Dâire
Burada Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem ve Hz Ali kerreme’llâhü veche işaret ediliyor
Sallallâhü aleyhi ve sellem
Çizeriz, seyrederiz,
Kim değer verip boynunda taşırsa
“Ve o en yüksek ufukta idi” Necm, 7
“Sonra yaklaşmış ve inmiştir Necm, 8
“Allah'a güven, Allah, vekil olarak yeter” Ahzab 3
Kureyş müşrikleri, Bedir'e çıkıp gelmeden önce, Mekke'de Kâbe’nin örtüsüne yapışarak Allah'tan yardım istemişler
"Ey Allah! İki ordudan en azîzine, iki cemaattan en kıymetlisine, iki kabileden en hayırlısına yardım et!"diyerek dua etmişlerdi
Kureyş müşriklerii ve Müslümanları Bedir'de birbirleriyle karşılaştıkları zaman, Ebu Cehil de:
"Ey Allah'ım! Muhammed hısımlık ilişkilerini bize kestindi ve bize bilinmeyen bir şeyle geldi Sabahleyin onu helak et!"dedi Kendisi aleyhinde ilk hüküm veren, kendisi oldu
Sallallâhü aleyhi ve sellem
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem
Bir defa, Kâbe'de namaz kılarken, Ebû Cehil'in teşviki ile Ebû Muayt oğlu Ukbe, yeni kesilmiş bir devenin bağırsaklarını getirip, secdede iken üzerine koymuş, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem başını secdeden kaldıramamıştı Kızı Hz Fâtıma aleyhisselâm yetişerek, üzerini temizlemiş, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem namazını bitirdikten sonra etrafında gülüşen müşrikleri işaret ederek üç defa:
"Allah'ım Kureyşten şu zümreyi sana havâle ediyorum"dedikten sonra:
"Ebû Cehil'i, Ebû Muayt oğlu Ukbe'yi, Haccâc oğlu Şu'be'yi, Rabîa'nın oğulları Utbe ve Şeybe'yi, Halef'in oğulları Übeyy ve Ümeyye'yi, sana havâle ediyorum"diye isimlerini birer birer saymıştı Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin isimlerini saydığı bu azılı müşriklerin hepsi de Bedir Savaşı'nda katledilip, leşleri Bedir'deki "Kalîb" denilen kuyuya atılmıştır(Bkz el- Buhârî 1/65; Tecrid Tercemesi, 1/161 (Hadis No: 177) ve 2/377 (Hadis No: 314) ve 10/45, (Hadis No: 1544)
Ebu Cehil; müşrikleri Müslümanlarla çarpışmaya kışkırtıyor ve:
"Sürâka b Cu'şum'un ayrılıp yardımını kesmesi sizi aldatmasın!
O, ancak Muhammed'e ve ashabına vermiş olduğu sözün üzerinde durmuştur
Kudeyd'e dönünce, onun kavmine ne yapacağımızı biliyoruz!
Utbe b Rebia'nın, Şeybe b Rebia'nın ve Velid b Utbe'nin öldürülmeleri de, sizi korkutmasın!
Onlar çarpışacakları sırada acele ettiler, böbürlendiler
Allah'a yemin ederim ki; bugün, Muhammed ve ashabını tutup urganlara bağlamadıkça dönmeye*ceğiz!
Sizden her biriniz, onlardan birisini öldürebilirsiniz!
Fakat, onları öldürmeyiniz, yakalayınız!
Dinlerinden ayrılmak için yaptıkları şeylerin, atalarının yapageldikleri ibadetlerinden, Lât ve Uzzâ'dan yüz çevirmelerinin ne demek olduğunu onlara öğreteceğiz!" diyordu (M Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/346-347)
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem "Yakında o cemaat bozguna uğrayacak, onlar arkalarını dönüp kaçacaklar!" (Kamer 45) âyetini oku*muştu
Tarassut: Gözleme, gözetleme, dikkatle bakma
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem; Kureyş müşriklerinin harp meydanına geldiklerini görünce:
"Ey Allah'ım! İşte Kureyşliler! Olanca kibir ve gururları, kendilerini beğenmişlikleri ve övünücülükleriyle gelmişler, Sana düşmanlık etmekte ve Senin Resûlünü yalanlamaktalar!
Biz, Senden, onlara karşı bana va'd buyurmuş olduğun yardımını diliyoruz
Ey Allah'ım! Sabahleyin onları helak et!"diyerek, Allah'a dua ve münâcatta bulundu
Hz Ömer der ki:
"Bedir savaşı olduğu gün, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem, ashabına baktı: Onlar 300 küsurdu
Bir de, müşriklere baktı: onlar 1000'di ve daha da çoktu
Kıbleye döndü İki elini uzattı (kaldırdı)
Üzerinde ridası ve izarı vardı
'Allah'ım! Bana yaptığın va'dini yerine getir!
Allah'ım! Şu bir avuç İslâm cemaatını helak edersen, artık Sana yeryüzünde ibadet olunmaz!' diyor, hiç durmadan Rabbinden yardım diliyor ve O'na yalvarıyordu
Ridası omuzundan kayıp düştü
Ebu Bekir gelip onu Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem omuzuna koydu ve arkasından ayrılmadı
Nihayet, Ebu Bekir dayanamadı:
'Ey Allah'ın Peygamberi! Rabbine niyaz ettiğin yetişir artık!
O, sana olan va'dini muhakkak yerine getirecektir!' dedi "
Bunun üzerine Yüce Allah Peygamberimiz Aleyhisselama indirdiği âyette:
"Hani, siz Rabbinizden imdad istiyordunuz da, o da, 'Muhakkak ki, ben size meleklerden birbiri ardınca bin melekle imdad edeceğim!'diyerek duanızı kabul etmişti" buyurdu
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem:
"(İnsanları) Müjdele Ey Ebu Bekir! Sana Allah'ın yardımı geldi!
İşte, şu Cebrail'dir Nak' yokuşlarının üzerinde, atının gemini tutmuş, harp silahı ve zırhı üzerindedir! Hücuma hazır haldedir!"buyurdu
Hz Ali kerreme’llâhü veche der ki:
"Bedir günü, savaş şiddetlendiği zaman, Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme sığınmıştık O gün, insanların en cesaretlisi ve en kahramanı o idi Müşriklerin saflarına ondan daha yakın olan kimse yoktu!"
"Bedir günü, biraz çarpıştıktan sonra;
'Ne yapıyor bir bakayım?” diye acele Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellemin yanına geldim
Peygamberimiz Aleyhisselam, secdeye kapanmış, durmadan:
'Yâ Hayy yâ Kayyûm! Yâ Hayy yâ Kayyûm!'diyordu
Çarpışmak için, savaş meydanına döndüm
Resûlullahın yanına tekrar dönüp geldiğim zaman, o yine secdeye kapanmış, Yâ Hayy Yâ Kayyûm!' diyordu Sonra, tekrar çarpışmaya gittim Tekrar dönüp geldiğim zaman, kendisi yine secdede bunu söylüyordu
Yüce Allah, ona fetih ve zaferi ihsan etti" (M Asım Köksal, İslam Tarihi, Köksal Yayıncılık: 3/349)

Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem
Önceki dip notta geçen devenin bağırsaklarını koyma meselesi
Sallallâhü aleyhi ve sellem
Bu olaylar bahsedeceğimiz isimlerin manaları içinde gizlidirİşte bu cesaret bu isimlerin manalarından çıkan zuhurattır
Bir kimse ki ona itiraz ederse büyük bir helak ile karşılaşmasından korkulur
Ariflik âlimlikten üstündür Marifet ilimden üstündür Çünkü ârifler hikmet sahibidir
İsm-i âzam “büyük isim” demektir İsm-i âzam vücudun zikridir Lisan ile yapılamaz Bütün vücuttan gelen bir sestir Bunun zikri yapana ağır gelir Yani zikir zerrelerden çıkarak yapılır Hangi ismin İsm-i âzam olduğunu tayin etmekte çok zordur
Allah Teâlâ’nın isimleri hakkında en büyük ifadesi ile isimlerde derecelendirmek yanlış olabilir Gerçekte Allah Teâlâ’nın bütün isimleri büyüktür Öyle ise bu ifâde niçin kullanıldı sorusu aklına gelebilir Aslında rivayetler incelendiğinde aynı isimde birleşme olmadığı görülmektedir Değişik ifadeler olması ismin, bir isim olmadığı ve zamanla ve insanlarda farklılıklar göstermesindendir
Allah Teâlâ´dan başka ‏şeylerden yüz çevirerek, tam bir ihlâsla zikredilen her isim, İsm-i Âzam´dır, zira harflerin birbirine karşı‏‎farklı bir ‏şerefi yoktur
Fakat bütün isimler İsm-i Âzâm´ın çerçevesi içinde saklıdır Şöyle ki, Ulvî ve süflî (dünya) alemde Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve selleme muhtaç olmayan bir nesne olmadığına göre, Hakîkât-ı Muhammediye ve İsm-i Âzâm birdir
Hakîkât-ı Muhammediye de İnsan-ı kâmil´de tecelli ederİnsan-ı kamil ise, bulunduğu zamanda İsm-i Âzam´ı görmede kullanacağın aynadır Eğer bu aynayı bulamazsan bu isme ulaşamazsın İnsânı Kâmili idrak etmek, İsm-i Âzam-ın göründüğü yer olarak bilmek demektir
Hz Âişe radiyallahu anhâ ile Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem arasındaki olan konuşma çok şeyleri açıklar
“Fahri Âlem Muhammed Mustafa sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz bir gün şöyle yalvardılar:
“Allah’ım! Ben, senin pak, güzel, mübarek ve yüce katında en sevimli olan, onunla dua edildiği takdirde hemen icabet ettiğin, onunla senden istenince hemen verdiğin, onunla rahmetin talep edilince rahmetini esirgemediğin, onunla kurtuluş talep edilince kurtuluş verdiğin isminle senden istiyorum
Başka bir gün Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Hz Aişe radiyallahu anhâ´ya
“EyÂişe! Kendisiyle dua edildiği takdirde icabet ettiği ismi, Allah Teâlâ’nın bana gösterdiğini sen biliyor musun?”diye sordu
Hz Âişe radiyallahu anhâ der ki:
“Ben: “Ey Allah´ın Resûlü! Annem babam sana feda olsun, onu bana da öğret!”dedim
“Ey Âişe onu sana öğretmem uygun düşmez!”buyurdu Bu cevap üzerine ben de oradan uzaklaşıp bir müddet tek başı‎ma oturdum Sonra kalkıp, başını‎öptüm ve:
“Ey Allah´ın Rasulü! Onu bana öğret”diye ricada bulundum
O yine:
“Onu sana öğretmem uygun olmaz, Ey Âişe! Onunla senin dünyevî bir şey talep etmen uygunsuz olur” buyurdu
“Hz Aişe radiyallahu anhâ devamla der ki:
“Ben de kalkıp abdest aldım, sonra iki rekât namaz kıldım, sonra:
“Allah’ım! Sana Allah isminle dua ediyorum
Sana Rahmân isminle dua ediyorum
Sana Bir´rur-rahîm isminle dua ediyorum
Sana bildiğim ve bilmediğim güzel isimlerinin hepsiyle dua ediyorum
Beni mağfiret et, rahmet eyle”diye dua ettim
Hz Âişeradiyallahu anhâ devamla der ki:
“Bu duam üzerine Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimiz güldü ve:
“İsm-i Âzam, senin yaptığın şu duanın içinde geçti”buyurdu
Sonuçta Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem hangi ismin İsm-i Âzam olduğunu kesinlikle belirtmemiştir Fakat işaretler buyurarak ismin dolandığı çerçeveyi biz acizlere beyan etmiştir
“Allah”,
“el-Hayyu´l-Kayyûm”,
“La ilahe illallah”,
“er-Rahmanu´r-Rahim”,
“Allahu´r-Rahmanu´r Rahîm”,
“Allahu la ilahe illa huve´l-Hayyu´l-Kayyum”,
“Lâ ilahe illa hüve´l-Hayyu´l-Kayyum”,
“Rabb”,
“Allahu lâ ilahe illâ hüve´l-Ahadü´s-Samedü´llezî lem yelid ve lem yüled ve lem yekün lehü küfüven ahad”,
el-Hannânu´l-Mennânu Bedî´u´s-Semâvatve´l-ardzü´l-Celâli ve´l-ikram el-Hayyu´l-Kayyum
İsm-i âzam burada bulunmayan isimlerden de olabilir Lakin hepsinde “Allah” kelimesi mevcuttur Bu durumdan hareketle İsm-i âzam´‎ın “Allah” lafzı olduğuna görüşlerin yönelmesi vardır Çünkü bu isim sıfat olmayıp, zat isimidir Bütün isimleri ve sıfatları kendinde toplamıştır
Bize göre her şahsın İsm-i ÂzamıfarklıdırÇünkü böyle olması daha uygundur İnsan yaratılış yönünden mükemmel yaratılmıştır Fakat bu mükemmelliğin harekete geçmesi her insanda aynı merkezden olmaz Çünkü terbiye edilebilecek vasıfta olan insanoğlu, aynı terbiye yolu ile terbiye olmadığı gibi, hepsi aynı manevî makamda olmadığı kesindir
Büyükler buyurdu ki;
“Senin için uygun olanı biz söyleyebiliriz Fakat sen kendin bulursan bu isimle tasarruf edebilirsin Çünkü Allah Teâlâ sevdiklerine bu ismi bağışlar Bağışladığı zamanda Allah Teâlâ’nın işlerine karışmamaya ve dünya nimetlerine rağbet etmediğin zaman olur ki, o zamanda istek diye bir şeyde sende kalmamış olur O zamanda bilmek ve bilmemek sende aynı şeyler olmuştur
“O, bir ateş görmüştü de, ailesine: “Durun, ben bir ateş gördüm, ya ondan size bir kor getirir, ya da ateşin yanında bir yol gösteren bulurum” demişti Tâhâ, 10
“Musa, tayin ettiğimiz vakitte gelip Rabbi onunla konuşunca, Musa: “Rabbim! Bana Kendini göster, Sana bakayım” dedi Allah: “Sen Beni göremezsin ama dağa bak, eğer o yerinde kalırsa sen de Beni göreceksin” buyurdu Rabbi dağa tecelli edince onu yerle bir etti ve Musa da baygın düştü; ayılınca: “Yarabbi, münezzehsin, Sana tevbe ettim, ben inananların ilkiyim” dedi Â’raf, 143
Kutsal yerlere ayakkabı ile girilmez
“Ben şüphesiz senin Rabbinim; ayağındakileri çıkar; çünkü sen, kutsal bir vadi olan Tuva'dasın Tâhâ, 12
Benim koyduğum adak usulü ile
Kim ki; kabul edilen bir isteğe ulaşmak istiyorsa sorumlu olacağı bir adağı olsun Bu manevi dairenin hediyesi olacaktır
İsimlerinin kadri o kadar büyüktür ki; onu ölçüye vuramazsın
“Kim buna kasten cahilane itiraz ederse, kabul ettirmeye çalışma Biz güneşin battığı ve doğduğu yerler arasında büyük hüküm sahibiyiz
İnkişaf: Açılma Meydana çıkma * Yetişme * Terakki etme, ilerleme * Gizli sırların bilinmesi
Bu sayacağımız isimler
Bizim virdimiz avuçlayana güzel bir içecek, yaptığımız tasnif arif olana kolay gelir
Rasûlüllah sallallâhü aleyhi ve sellem ve ehli beyt vasıtasıyla yaratılmışlara ihsan edilmiş en büyük ihsandır
فرد حى قيوم حكم عدل قدوس
Mukarrebun (mukarrebîn): Büyük meleklerden bir zümre * Takva ve ubudiyyet ile evliya derecesine gelmiş, Allah Teâlâ’nın indinde çok kıymetli ve mübarek büyük zâtlar * Yakınlaşmış olanlar
Üzerinde ondokuz (muhafız melek) vardır (Müddessir, 30)
“Cehennemin bekçilerini yalnız meleklerden kılmışızdır Sayılarını bildirmekle de, ancak inkâr edenlerin denenmesini ve kendilerine kitap verilenlerin kesin bilgi edinmesini ve inananların da imanlarının artmasını sağladık Kendilerine kitap verilenler ve inananlar şüpheye düşmesinler Kalblerinde hastalık bulunanlar ve inkârcılar:“Allah bu misalle neyi muradetti?” desinler İşte Allah, böylece, dilediğini saptırır, dilediğini de doğru yola eriştirir Rabbinin ordularını kendisinden başkası bilmez Bu, insanoğluna bir öğütten ibarettir” (Müddessir, 31)
Veya zamandaki
Basireti bağlanır yapmak istediğini yapamaz
Bu sözlerimizi duyan ve layık olan
Tecrübe edenler görmektedir
Durumu gibi
Öldürücü darbelere
Geçim darlığı, psikolojik durum
Veba hastalığı
Belanın büyüklüğüne göre ondan faydalanmanın tek şartı inanman ve kabullenmendir İnancında zayıflık olursa, onun büyüklüğü zayıflığa döner
Cahillere verilmesin, verilirse (kabul etmelidir, etmeyen cahildir)
“Ucmin” ise o zamanın istılahınca Arabın gayrı Lâtince ve Frengî huruf (harfler) demektir
Dünya nimetine kavuşmak için okudular
Temessük: tutmak, sarılma Sıkıca tutma
Sallallâhü aleyhi ve sellem
Sallallâhü aleyhi ve sellem
Salât ve selâm olsun
(devam etsin)
Ercûze: Her mısrası müfret olan,her mısrasında ayrı, ayrı sırları olan kaside
MetindeMatvî: geçmektedir: Bükülü, dürülmüş, kıvrılmış şey(ben dürülmüş saklı ilim bırakmadım)
Fikir aydınlığımın doğurganlığıdır
Öyle ki o fikirlere dokunmak için değer verilecek baha ve değer bulunamamıştır
Ercûzenin kısımlarında
Size söylemediğim daha neler vardır


Alıntı Yaparak Cevapla