Yalnız Mesajı Göster

Osmanlı Başkentleri

Eski 08-02-2012   #5
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Osmanlı Başkentleri




Kervansaraylar
Sokak üzerinde bir sıra dükkânı bulunan ve klasik Osmanlı mimarlığının ilginç örneklerinden olan Rüstem Paşa kervansarayı, Kanuni Sultan Süleyman'ın ünlü sadrazamı Rüstem Paşa tarafından Mimar Sinan'a yaptırıldı Dikdörtgen avlu çevresinde önleri revaklı odalar sıralanmaktadır
Ekmekçioğlu Ahmed Paşa kervansarayı, I Sultan Ahmed'in emri ile Defterdar Ekmekçioğlu Ahmet Paşa tarafından 1609 senesinde yaptırıldı Mimarları Sedefkar Mehmed Ağa ve Edirneli Hacı Şaban'dı
Evler
Taş duvar ve sıvayla örülmüş ahşap iskelet sistemleri ile yapılırdı Bu evler genellikle yanındaki daha yüksek saçaklara çift eğri öğe ile bağlanan bir çatıyla örtülü, az derinde kalan locanın içine yerleştirilmiş merkezi girişi ile kusursuz bir simetriye sahipti
Odalardan kıbleye dönük olanı namaz odası olarak ayrılırdı Dolaplarda, tatlı, şeker, şerbet ve şurup dağıtılmasına yarayan şık kaplar, bardaklar, tabaklar, şık havlular, örtüler, le- ğen ve ibriklerin en kıymetlileri saklanırdı Misafir odalarının duvarları boyunca yapılmış "sıra" denen raflar üzerine odayı süslemek amacıyla kıymetli çini ve porselen tabaklar, kaseler ve sürahiler konurdu Katlı raf denilen hücrelere de değerli kaseler, gülapdanlıklar ve çiçeklikler yerleştirilirdi
Kalınca yapılmış duvarların içine yerleştirilen veya odanın arkasında bir kümbet şeklinde dışarı çıkarılan ocaklar en sağlıklı ısınma aracıydı
Balkan Yarımadası'nın hemen her tarafında en küçüğünden en gösterişlisine kadar bütün evlerde "hayat" denilen bölümler vardır Oda kapılarının açıldığı yer olan bu bölüm, doğrudan evin bahçesine bakan yönde 1,5-2 metrelik direkler üzerine dayandırılmıştır Hayatların sonunda bir basamak yükseklikte dört köşe bir kısım ayrılarak, tahta sedirlerle çevrilirdi
Evin harem ve selamlıklarında büyük kapıların açıldığı bahçe kısımları olan avluların uygun bir yerinde mermer bir çeşme bulunurdu Bazı evlerde avluların ortasında küçük havuzlar, üzerine asma sardırılmış çardaklar vardı Harem ve selamlık avlularından birbirine geçilecek küçük kapı bulunurdu
TİCARET
Edirne, çok parlak günler yaşamış büyük bir ticaret merkeziydi Bedestenlerindeki elmas ve mücevherler altmış gece bekçisi tarafından korunurdu 15 yy'da Doğu Akdeniz'de canlanan ticaret, bu kentin gelişmesine de büyük yardımda bulundu
Mısır'dan, Ege adalarından ve İzmir gibi diğer Batı Anadolu kentlerinden gelen buğday, arpa, mısır gibi ana gıda maddeleri ve tarımsal zenginlikleri Enez'e gelir, buradan nehir yoluyla küçük gemilere yüklenerek Edirne'ye ulaştırılarak burada pazarlanırdı Meriç yoluyla Filibe'den gelen pirinç de buradan İstanbul'a ulaştırılırdı
17 yy'da İran'dan kervanlarla gelen bazı tüccarlar da Edirne'de alım-satım yaptıktan sonra buradan Balkanlar'a doğru açılırlardı Avrupa malları Edirne pazarlarında bulunurdu Değişik cinslerde malı bu pazara getiren Avrupalı tüccar, buradan balmumu, deri eşyalar alırlardı Venedikli ve Fransız tacirlerin aldıkları ise, Bursa ipeği ve Ereğli'den gelen yündü
Çarşılar
Geçiş yolları üzerinde bulunan kentin gelişme döneminde hem artan ekonomi ve ticaret yoğunluğunu karşılamak hem de cami ve imaretlere gelir sağlamak amacıyla birçok han, bedesten ve çarşı inşa edildi
1417-1418 yılları arasında Çelebi Sultan I Mehmed tarafından Mimar Alaeddin'e Eski Cami'ye vakıf olarak bir bedesten yaptırıldı On döıt kubbeli yapının etrafında bir sıra dükkân, içte tonoz örtülü otuz altı oda bulunmaktaydı Duvarları kırmızı ve beyaz kesme taştandı
1569'da Hersekli Semiz Ali Paşa'nın Mimar Sinan'a yaptırdığı Ali Paşa Çarşısı yüz otuz dükkândan oluşmaktaydı Çarşısı üç yüz metre uzunluğunda olup, altı kapılıydı 73 kemerli, 255 metre uzunluğunda, 124 dükkândan oluşan arasta, III Murad (1574-1595) tarafından Selimiye Camisi'ne vakıf olmak üzere Davut Ağa'ya yaptırıldı
Esnaf
Edirne büyük ve değişik esnaf gurubunun toplandığı bir merkezdi Deri ve dericilikle ilgili işlerle uğraşan saraçlar, yularcılar, keçeciler, ayakkabı ya da çizme üretenlerle birlikte, dokuma işlerinde çalışan bezciler, iplikçiler, ibrişimciler, külahçılar ve terziler vardı Yiyecek ve içecek gruplarında ise pek çok aşçı, bakkal, fırıncı, kasap, kebapçı çalışırdı Kentteki es- naf grupları arasında sarraf ve kuyumcular da güçlü bir yer tutardı Maden işleri ile uğraşan demirci ve bakırcılar da vardı
Kentte ayrıca dokuma boyacılığı, araba üretimi, basmacılık, gülyağcılık ve sabunculuk gibi çok gelişmiş küçük işyerleri bulunmaktaydı Bu işyerlerinin bir çoğunun çalışmalarını sürdürdüğü dükkânlar cadde veya sokakların üzerinde iki üç katlı binaların zeminlerindeydi Bazıları da birer üst katları bulunan sıra dükkânlar biçimindeydi Edirne'de vergi gelirlerinin bir kısmı vakıflara ayrılırdı
YAŞAMIN RENKLERÎ
Batı'ya açılan kapı Edirne parlak dönemlerinde geçiş yolu üzerindeki konumuyla ve ticaretinin canlılığıyla Osmanlı'nın çok önemli merkezlerinden biriydi Kentin önemi yalnızca onun ticari gücünden gelmiyordu Bu kent, İstanbul'da etkisini göstermeye başlayan Batı çıkışlı sanat modalarını hemen benimseyip, Balkanlar'a yayılmasını sağlamak gibi bir görevi de üstlenmişti
17 yy'da Edirne 350 bin nüfusu ile İstanbul, Paris ve Londra'dan sonra Avrupa'nın dördüncü büyük kentiydi İmparatorluğun gerilemesi, geçirdiği büyük yangınlar (1745, 1751) ve özellikle 19 yy'da uğradığı işgaller (1829 ve 1878 Rus, 1913 Bulgar, 1920-1922 Yunan) kentin sosyal ve ekonomik dengelerini etkiledi 1828-1829 Osmanlı- Rus savaşları sırasında Müslüman halkın çoğu göç etti Onlardan boşalan yerlere köylerden Hıristiyanlar yerleştirildi
Edirne'nin en neşeli insanları kuşkusuz her zaman Çingeneler oldu Erkekleri kalay ve at arabacılığı işleri ile, kadınları ise genellikle bohçacılıkla uğraşırlardı Müslüman nüfusun içinde sayılan Çingeneler, davul, zurna, klarnet, kanun, darbuka, def, ud ve cümbüş gibi enstrümanları kendilerine özgü bir tavırla ve yorumla çalarlardı
19 yy sonlarında, Müslümanlar'ın nüfusu 79 bin, Rumlar'ın 77 bin, Ermeniler'in 5 bin, Bulgarlar'ın 32 bin, Yahudiler'in 9 bin civarındaydı
Edirne Paşa Sancağı adı ile Rumeli Beylerbeyliği'ne bağlıydı Tanzimattan sonra kurulan eyaletin merkezi oldu
Er meydanı Kırkpınar
İnanılır ki, Kırkpınar adı kırk yiğidin adından gelir
Bizans İmparatorları, kendi iç çekişmelerinde uzun seneler Aydın ve Saruhan Beyleri'ni kullanmış, ayaklanmalarını, taht kavgalarının başlangıçlarını hep onlarla bastırmıştı
Aydın ve Saruhan Beyleri, bu iç çekişmelerde güçlerini Bizans'ın gereksinimi doğrultusunda kullanırken, Rumeli'deki baş kaldıran pekçok küçük Bizans kalesine ve kentine akınlar yapmışlardı Önceleri Bizans'ın bütünlüğüne yardım için yaptıkları bu akınları, sonraları iyice alışkanlık haline getirmeye başladılar Gücü yavaş yavaş Beyler'e kaptırdıklarını farket- meye başlayan Bizans İmparatoru, yeni kullanacak güç aramaya başladı İmparator, Anadolu yarımadasında gün geçtikçe etkinlikleri artan Osmanoğulları'ndan Aydın ve Saruhan Beyleri'nin korkacaklarından emindi Bu defa da Osmanoğulları'nı amaçları doğrultusunda kullanmayı tasarlayarak, onlardan yardım istedi
Orhan Gazi de uzun zamandır Bizans İmparatoru'nun bu durumundan yararlanmayı kuruyordu Orhan Gazi, daha önce Aydın ve Saruhan Beyleri gibi diğer Türk Beylikleri'nin de Bizans'a yardım için Rumeli taraflarına akınlar düzenleyip Bizans İmparatorları'nın durumunu kurtardıktan sonra tekrar Anadolu'ya döndüklerini biliyordu Onun amacı ise farklıydı Tüm istediği Rumeli yakasına ayak basarak, orada yerleşmek ve Osmanlı topraklarını büyütmekti
Orhan Gazi, Süleyman Bey'in Rumeli yakasındaki Bizans kalelerinden birini baskınla ele geçirmek fikrini uygun gördü Süleyman Bey, Çanakkale Boğazı'nı iki salla ve kırk yiğitle birlikte geçip, Rumeli'ye ulaştı Sabaha karşı Kallipolis (Gelibolu) Kalesi'ni ele geçirdikten sonra, arkadan gelen diğer kuvvetlerle birlikte, Rumeli'nin büyük küçük kalelerine doğru yürümeye başladı
Çanakkale Boğazı'nı ilk geçen kırk yiğit, Hadrianopolis'e doğru kuvvetlerin öncülüğünü üzerlerine aldılar Bu kırk yiğidin her biri birer başpehlivan olduğundan, her konaklamada aralarında güreşirlerdi Hadrianopolis civarındaki bir meraya geldiklerinde, pehlivanlar yine çayırlıkta güreşecek arkadaşlarını seçtiler İçlerinden iki pehlivan Anadolu yakasındayken, sonuçlandıramadıkları bir güreşi Rumeli seferi için yarıda bırakmışlardı Yemyeşil çayırın üzerinde güreşe tutuştuklarında Hıdırellez'di Akşam karanlığı çöktüğü sıralarda sonuç hâlâ alınamamıştı
Ortalık iyice kararırken iki pehlivan güreşmeye devam ettiler Gece yarısına doğru ise dehşetli güreş iki kahramanın son nefeslerini vermeleriyle son buldu Er meydanında can veren pehlivanları arkadaşları bu çayırlığa gömerek Hadrianopolis üzerine savaşa devam ettiler
Aradan uzun bir zaman geçmiş Orhan Gazi'nin yerine I Sultan Murad geçmişti ve Hadrianopolis artık Türkler'in Edirnesi olmuştu Kırk yiğitten sağ kalanlar, iki pehlivanın çayırlıktaki mezarlarına birer taş yaptırmak istediler Çayırlığa vardıklarında, iki pehlivanı gömdükleri incir ağacının altından billur gibi akıp giden kırk kaynaklı pınarı gördüler İşte ilk Kırkpınar diye adlandırılan yer burasıydı
I Sultan Murad Edirne'yi başkent yaptıktan sonra bu kentte okçuların, ciritçilerin ve pehlivanların yetişmesi için bir güreşçiler tekkesi açtı Kırkpınar güreşlerinin ilk yapıldığı yer, Edirne'nin altı saat batısında olup, bugün bu bölge sınırlarımızın dışinda kalmıştır
Kırkpınar bir Türk atasözünün de kaynağı oldu Hıdırellez başlamadan yaklaşık yirmi beş gün önce Kırkpınar Ağası, halkı güreşlere çağırmak için, yöredeki kent, kasaba ve köylerin kahvelerinin tavanlarına asılmak üzere, kırmızı dipli mumlar gönderirdi Bu, özellikle çağrılıyorsunuz anlamını taşırdı Bir yere gelmesi istenmeyen kişi, çağrılmadan oraya giderse söylenen; "Kırmızı dipli mumla mı çağrıldın" atasözü buradan kaynaklanmaktadır
Hıdırellez'den yaklaşık on beş gün önce, köylüler tarafından Kırkpınar yakınına tezgah ve dükkânlar, meydanın etrafına da izleyiciler için çardaklar yapılmaya başlanırdı Yakın yörelerden gelen esnaf ve satıcılar, hazırlanmış olan derme çatma dükkânlara ve tezgahlara yerleşirler ve satacakları yiyecek, içecek ve giyecekleri buralara yerleştirirlerdi Meydanın etrafı köşkler, dükkânlar ve köylülerin yaptıkları gölgeliklerle dolardı
Kırkpınar Ağası ise, Hıdırellez'den bir hafta önce Ağa Çadırı'nı, güreşçilerin ve misafirlerin çadırlarını meydanın etrafına kurdurmaya başlardı Aynı zamanda yemek kazanları ve kaplar getirilir, aşçılar hazırlıklarına başlarlardı Bütün bu hazırlıklar yaşanacak cümbüşün ve renkliliğin müjdecisi gibiydi
Güreşler Hıdırellez'den üç gün önce başlar, günlerce süren bayram ve açık hava eğlenceleri içinde sürüp giderdi Halkın saygı gösterdiği, güvendiği eski yaşlanmış pehlivanlardan iki üç tanesi, Ağa'nın çağrısıyla hakem olurlar ve Ağa ile birlikte, onun çadırından güreşleri izlerlerdi
Birinci gün eğlencelere aynlır, son gün genellikle başaltı ve başpehlivanın güreşleri ile geçer, tüm karşılaşmalar Hıdırellez'in arifesinde akşamüstü sona ererdi
Edirne kırmızısı ve Edirnekâri
Tahta üzerine boya ile yapılan süslemeye Edirnekâri denirdi Edirne'de 14 yy'dan başlayarak bu biçimde pek çok tavanlar, kapılar, dolap kanatlan, saatler, sandıklar, kalemlikler, raf lar ve çekmeceler bezendi Aynca çekmecelerin içine de yaldızla tuğralar ve değişik bezemeler yapıldı
Motifler doğaya dönük olup, çiçek, yaprak, meyvalardan oluşurdu Bu süslemeler, boyalarının sağlamlığı ve ince işçilikleriyle dikkati çekerdi
Edirnekâri süslemelerdeki motifler, 17 yy'a kadar tek tek çiçekler, minik buketlerden oluşurken, 18 yy'da bu çiçekler büyük buketler haline geldi veya vazolann içinde resmedildiler
18 yy'da Edirnekâri, motif ve düzenleme olarak deri kitap kapaklarında da yer almaya başladı ve giderek yaygınlaştı
Edirne'de yapılan lake ciltler de Edirnekâri adını almaya başladı Bu ciltlerin üzerindeki nakış ve resiınler vernikle parlatılırdı Edirne'de yapılan lak işleri de Edirne Lakı olarak anılmaya başlandı
18 yy'da Edirne Türk Kırmızısı ya da Edirne Kırmızısı (Rouge d'Andrinople) diye adlandırılan boyacılığı ile büyük ün kazandı Bu al rengi taşıyan pamuklu kumaşlar da Edirne Kırmızısı diye adlandınldı
Edirnekâri, 19 yy'ın ortalanna kadar kullanıldı ve büyük ustalar yetişti
Şenlikler
Edirne, 16 yy'a kadar Osmanlı İmparatorluğu'nun kent şenliklerini yaptığı tek yerdi Bu yüzyılın başından başlayarak şenlik kenti İstanbul oldu Böyle olmakla birlikte, IV Meh- med'in 1675'de Edirne'de şenlik düzenlettiği bilinmektedir
Bu kentte ilk şenlik II Murad'ın Düzmece Mustafa'yı yakalayıp öldürttüğü olay sonrasında yapıldı II Murad, Edirne'de Şehzadeleri Alaeddin ile Mehmed'in görkemli sünnet düğünleri şenliklerini de burada yaptırdı 1444'de yine II Murad, Ramazan Bayramı nedeniyle üç gün üç gece spor gösterilerinin ağırlıkta olduğu şenlikler düzenletti 1450'deki ise, Sultan'ın oğlu Şehzade Mehmed'in Sitti Hatun'la evlenmesi nedeniyle yapılan ve yaklaşık üç ay süren şenlikti
1457'de Fatih Sultan Mehmed'in şehzadeleri Bayezid ve Mustafa'nın sünnet düğünü şenliklerinde, spor gösterilerinin yanısıra, bilim adamlarının sohbet ve tartışmalan da yapıldı
Bunlardan başka, 1472'de Cem Sultan ile Şehzade Abdullah'ın sünnet düğünlerinde ve 1480'de şehzadeler, Selim, Şehinşah, Mahmud, Âlem, Korkud, Ahmet ve Oğuz Han'ın sünnetlerinde şenlikler yapıldı
Şenliklerin en unutulmazı kuşkusuz, başkent İstanbul olmasına karşın Edirne'den ayrılamayan IV Mehmed'in (Avcı Mehmed) 1674 yılında yaptırdığı şenlik oldu 1674'de on iki yaşında olan şehzadesi Mustafa (sonradan Sultan II Mustafa) ve iki yaşındaki şehzadesi Ahmed'in (sonradan Sultan III Ahmed) sünnet düğününün arkasından, on yedi yaşındaki kızı Hatice Sultan ile vezir ve müsahib Mustafa Paşa'nın evlenme düğünleri yapıldı Ziyafet ve şenliklerle on altı gün süren sünnet düğünü ve on dokuz gün süren evlenme düğünü, Edirne kentinin tarih sayfalarına güzel anılar ekledi
Bu şenliklerin hazırlıkları altı ay öncesinden başladı Geçit törenindeki nahıllar, yapma bahçeler, şekerlerden yapılmış hayvan heykellerigöz kamaştırıcıydı Seyirlik oyunlarında ise, cambazlar, yılan oynatanlar, gölge oyuncuları, kuklacılar, gözbağcılar bütün hünerlerini gösterdiler At yarışları, ok atıcılığı, cirit, kılıç ve güreş karşılaşmaları da günlerce sürdü
18 yy'dan başlayarak bütün kentlerde kır gezinti alanlan ve çayırlar halkın eğlencesi için açıktı Edirne'de ise, Meriç boyunca uzanan meyva ve sebze bahçeleri, geceleri buralara gelen halkla neşelenip renklenerek bir gezinti yerine dönüşür, Meriç'in çağıldayan sularına, insan seslerinin cıvıltıları katılırdı

Alıntı Yaparak Cevapla