Yalnız Mesajı Göster

Yavuz Sultan Selim'in Küpesi Gerçeği!

Eski 08-02-2012   #2
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Yavuz Sultan Selim'in Küpesi Gerçeği!




İmam, Yavuz Han'dan bahsederken, Hâkimü'l-Haremeynü'ş-Şerîfeyn dediği sırada, oturduğu yerden yalvarır gibi bağırmıştı:

— Hâkimi değil, hâkimi değil, hadimi! Mecalsiz bir sesle Hasan Can'a döndü:

— Sûre-i Yâsîn tilâvet eyle

Hasan Can okumağa başladı Yavuz Han da onunla birlikte bütün Sûre'yi okudu Hasan Can, Hünkâr'ın işareti üzerine bir kere daha okumağa başladı Bu defa okumasında yalnızdı «Selâm» âyetine gelince, durdu Ve çok sevdiği Sultan'a baktı Büyük Kahraman, onunla birlikte ikibuçuk misli kadar büyüttüğü memleketi ve bütün Türkleri, selâmlıyarak Allah'ına kavuşmuştu


Babası: Sultan ikinci Bayezid Han (Bayezid-i Velî)

Anası: Gülbahar Hâtûn (Dülkadiroğlu Şehsüvar Beyin kızı)



BÜTÜN ağırlıklar İstanbul'dan Edirne'ye doğru yola çıkarılmıştı Engürüs, yâni Macaristan kralından intikam alınacaktı Yavuz Sultan Selim, baştanbaşa zaferlerle dolu Mısır seferinde meşgulken, Macar kralı, üç yıl müddetle imzalanmış barış anlaşmasını Türk topraklarına saldırarak bozmuş, bu arada en seçkin Rumeli akıncı beylerinden bir kaçı da şehid düşmüşlerdi Devleti doğuda ve güneydoğuda tehdit eden İran ve Mısır tehlikelerini iki seferle, devletlerini başlarına yıkarak ortadan kaldıran Büyük Pâdişâh, şimdi Avrupa topraklarındaki düşmana yöneliyordu Belgrad'ı fethedecekti Veziriazamı ve son derece saydığı Türk Pirî Mehmed Paşa'yı ve diğer vezirlerini hazırlıklarla meşgul olmaları için daha önceden Edirne'ye göndermişti

Yavuz Selim Han, bir kaç gün sonra kendisi de ordunun başında yola çıkacağı için, yaklaşan sonbaharla, içinde durmadan keder yayıcı gam kuşlarının uçuştuğu hissini veren saray bahçesinde, yanından hiç ayırmadığı Hasan Çan'la dolaşıyordu Büyük çı-

narların arasından geçen bir yokuşun sonuna geldikleri zaman Yavuz Han durakladı Arkadaşına döndü:

— Arkama güya bir nâr batub azab virür Hasan Can telâşlanmıştı:

— Müsaade it de görelüm, Sultânum Biraz ilerdeki küçük köşklerden birine girdiler Yavuz Han kaftanını çıkardı, iç gömleğini sıyırdı Bütün bunları sabırsızlıkla seyreden Hasan Can, ayakta dimdik duran Sultânın sırtına doğru eğildi Hünkâr'm sırtında, etrafı kızarmış ufak bir çıban başı vardı Hasan Can, iç gömleğini indirip kaftanını giyen, bir yandan da bakışlariyle gördüklerini söylemesini isteyen Yavuz Han'a vaziyeti olduğu gibi anlattı ve sonra tavsiyede bulundu:

— Merhem sürmemüz gerek Sultânum Yavuz Han bu tavsiyeye gülerek cevab verdi:

— Bunca küçük bir nesne içün merhem olur mu?

Hasan Can ısrar edemedi Akşamı birlikte geçirdiler Sefere dinç bir vücutla çıkmak isteyen Padişah, sırtındaki çıbanın ağrısından, verdiği ızdırabdan uyuyamamıştı Sabah olunca hamama girdi Çıbanı sıkılınca cerahat dışarı çıkacak, kendisi de azabdan kurtulacaktı Kendisini yıkayan adama düşündüğünü tatbik ettirdi Fakat, acı geçecek yerde büsbütün artmıştı Dairesine çekildiği zaman ızdırabmdan âdeta inliyordu

Ertesi gün sefere çıkılıyordu Pâdişah'm rahatsızlığı yakınları tarafından bilindiğinden, başta Hasan Can ve Hazinedar Süleyman Ağa olmak üzere atla yola çıkmağa hazırlanan Yavuz Han'ı bu arzusundan caydırmağa çalıştılar Fakat hiçbirini dinlemedi Yavuz Han, halkın selâm ve alkışları arasında at üstünde İstanbul kapılarından çıktı Hasan Can, yolda Sultan'm ızdırabınm fazlalaştığını görüyordu Akşama doğru, Yavuz Han'ın ağrıları dayanılamıyacak bir dereceye geldiği zaman, sekiz yıl önce ba-basiyle harb ettiği tarihî köye, Uğraş Deresi'ne varmışlardı Yavuz Han, ordugâh kurulmasını emrederek Hasan Çan'la beraber otağına çekildi

Yavuz Han, otağa girdikten sonra, kaftanını kaldırarak Hasan Çan'a seslendi:

— Gel Hasan Can Bak ki hâlimiz nicedür? Hasan Can acele Sultan'm sırtına bir el atmıştı

Zavallı, o anda neredeyse kederinden bayılacaktı At yolculuğu Yavuz Han'ı iyice sarsmış, çıban açılmış olacaktı ki, gömleğinin arka tarafı sanki bir hançer yemiş gibi, kıpkırmızı kana boyanmıştı Vaziyeti Hünkâr'a anlatınca, o da birdenbire sarardı Derhal hekimler çağırıldı ve bunlar Hünkâr'a mutlak istirahat tavsiye ettiler Böylece, Büyük Kahraman, bir daha çıkamıyacağı yatağa girmiş oluyordu

Uğraş Deresi'nde kurulan ordugâhdaki otağında yatağa girmesi üzerinden bir aydan fazla zaman geçmiş, Yavuz Selim Han, iyileşeceğine çok daha ızdı-rablı bir hale düşmüştü Korkunç bir hızla zayıflamaya devam ediyordu Bu hâl üzerine Veziriazam Pirî Mehmed Paşa, ikinci vezir Mustafa Paşa ve hâin lâkablı Arnavut Ahmed Paşa Edirne'den ordugâha çağırılmışlardı Pirî Paşa, otağa girib, Çaldıran, Mer-cidâbık ve Ridâniye Meydan Muharebelerinin kahramanını o halde görünce herkese saygı telkin eden vekarım elden bırakıp ağlayacak olmuş, sonra güçlükle kendisini toplayabilmişti Veziriâzâm'ı için:

— Yalnız onun huzurunda bana bir ihtiraz gelür^ Diyen Selim Han bu vaziyeti görmüş ve artık zayıflamış bir sesle konuşabilmişti:

— Ayağa kalkub saygı idemeyişimüzü bağışlar-suz Paşa

Ve Paşayı görünce kendisini yavaş yavaş çeken hâtıralara dalmıştı:

Pâdişâh, yeniçerilerin türlü edepsizliklerine rağ-

men, Anadolu'ya Şiîliği sokarak memleketi mezheb çatışmalariyle içeriden fethetmeğe çalışan Şâh İsmail'in payitahtı Tebriz üzerine yürüyordu Yavuz Han, bir nâmesinde kendisine:

Bizi âteş büsün ol kendini mum

Diyebilmek küstahlığını gösteren Şâh İsmail'in mutlaka hesabını görecekti Türk ordusu İranlıların çekilirken yakıp yıktıkları ve erzak tedarik etmeyi imkânsız hale getirdikleri arazide, türlü yokluklarla pençeleşerek ilerliyordu Yeniçeriler, ikide bir itiraz seslerini yükseltiyorlardı:

— Düşman yok Harâb bir memlekette nice bir seyahat iderüz?

Yeniçeriler, Yavuz Han'ın otağına ok atacak kadar işi azıtmışlardı Yavuz Han, o son derece ciddî anda yeniçerilerin ortasına çıkmış ve bir hitabede

bulunmuştu:

— Ehl ü iyâl kaydünde olanlara desturdur, gerü, karularunun yanına gitsünler Biz buraya gerü dönmek için gelmedük Rahat isteyen bu yola yaraşmaz Bîzü isteyüb yolumuzda can ve baş feda idecek yiğitler ölümden havf itmez Ölümden korkanlar gerü dönsün Düşmanla çarpışacak merdler benümle gel-sün Eğer içünüzde er yoğ ise ben yalnız giderüm

İsyancılar bir anda kuzulaşmışlardı Ordu Tebriz üzerine yürüyordu Çaldıran civarına geldiği sırada, casuslar da, Şâh İsmail'in orada kendilerini karşılamak üzere ordusiyle ilerlediği haberini getirdiler Osmanlı ordusu Çaldıran sahrasının kuzey doğusunda yükselen tepelere arka vererek mevzi almıştı Şâh İsmail de sahranın doğu tarafında muharebe nizâmına girmişti O gece, Yavuz'un başkanlığında divân toplanmıştı Divânda yorgun düşen askere, yemsizlikten sallanarak yürüyen hayvanlara yirmidört saatlik bir istirahat verilmesi fikri ekseriyetteydi Birdenbire Rumeli Defterdarı Pirî Mehmed Çelebi'nin sesi yükselmişti: Çelebi, asker içinde gizli şiîler bulunduğunu ileri sürerek, gecikmenin doğuracağı tehlikelere Hün-kâr'm dikkatini çekiyordu Derhal harbe başlanması hususunda Çelebi'nin ısrar etmesi karşısında, Yavuz Han kendisini tutamamış, onu takdir ettikten sonra:

— İşte bana böyle bir veziriazam gerek, demişti

Ve o gece, çarhacıların, ileri karakolların birbiriyle çarpışmasiyle geçmişti Sabaha karşı da «darbe-zen» adı verilen beşyüz kadar topun, önünde yer aldığı Türk ordusu büyük meydan muharebesine başlamıştı İlk önce, İranlılar zırhlı ve ağır süvarileriyle Türk sağ cenahını bozar gibi olmuşlar, fakat Anadolu Beylerbeyi son derece maharetli bir hareketle askerini kenarlara çekiverince, Türklerin «Allah» nidalarına karşı «Şâh» diye haykırarak hü***** eden İranlılar hayli kırılmışlardı Meydan muharebesi gün batmcaya kadar sürmüştü İran ordusu, meydanda bir çok ölü bırakmış, binlerce esir alınmış, Şâh İsmail kaçarak canını kurtarabilmişti

Yavuz Han Tebriz'e girmiş ve orada adına hutbe okutmuştu Vaktiyle İskender'in İran Hükümdarı Darios'u kovalayıp yakalaması gibi, Yavuz Han da Şâh İsmail'i İran içlerinde kovalayıp yakalayacaktı Fakat, yeniçeriler yine isyan seslerini yükseltmişlerdi Nihayet, sayısız ganimet ve bir de muhteşem taht alınarak İstanbul'a dönülmüştü

Yavuz Sultan Selim, daha o zaman veziriâzâm-lığa getirmek istediği, fakat derecesi müsâid olmadığı için, ancak paşalık ve vezirlikle mükâfatlandı-rabildiği, Mısır seferi sırasında da vezâret-i uzmâ makamına çıkarabildiği Pirî Mehmed Paşa'ya minnettarlıkla baktı:

— Çaldıran'daki meclisi düşünürüm, Paşa Hazretleri Ol zafer sizündür

Pirî Mehmed Paşa, Hünkâr'ın zayıf elini öpmek isteyince, mecalsiz kahraman buna güçlükle mâni olabildi Paşa, her zamanki vekariyle konuşmaktan kendini alamadı:

— Zafer kılıcmızündür Daha öyle çok seferler ideceğiz Sultânım

Yavuz Han derin derin içini çekti:

— Bizim simden gerü âhiretden başka seferü-müz yokdür

Bu sözler otağda bulunanları sonsuz bir kedere düşürmüştü Pirî Paşa, huzurda doğru olmayacak bir teessüre kapılmasından korkarak, bir iş bahanesiyle dışarı çıktı Paşa dışarı çıkınca Yavuz Han nedimine döndü:

— Hasan Can bu ne hâldür?

— Sultânım, Cenâb-ı Hakk'a teveccüh idüb Allah ile olacak zamandür

— Bizi bunca zamandan berü kimin ile bilür idin? Cenâb-ı Hakk'a teveccühümüzde kusur mu fehm itdün?

— Hâşâ ki bir zaman zikr-i Rahman'dan gufûl müşahede itmüş olam Lâkin bu zaman gayri ez-mâna benzemedüğü cihetden ihtiyaten cesaret eyle-düm

Hasan Çan'ın hakkı vardı Büyük Kahraman, âdeta anlar geçtikçe solmağa başlamıştı Nedimi de bu sözleriyle Allah'a kavuşma zamanının yakın olduğunu bildirmişti Yavuz Han, o anda yaptığı hareketlerin en mühimi olarak Hırka-i Saâdet'i ve San-cak-ı Şerîf'i İstanbul'a getirmesini hatırlıyordu O anda, Kahire'de adına hutbe okunan camideydi sanki:

İmam, Yavuz Han'dan bahsederken, Hâkimü'l-Haremeynü'ş-Şerîfeyn dediği sırada, oturduğu yerden yalvarır gibi bağırmıştı:

— Hâkimi değil, hâkimi değil, hadimi! Mecalsiz bir sesle Hasan Can'a döndü:

— Sûre-i Yâsîn tilâvet eyle

Hasan Can okumağa başladı Yavuz Han da onunla birlikte bütün Sûre'yi okudu Hasan Can, Hünkâr'ın işareti üzerine bir kere daha okumağa başladı Bu defa okumasında yalnızdı «Selâm» âyetine gelince, durdu Ve çok sevdiği Sultan'a baktı Büyük Kahraman, onunla birlikte ikibuçuk misli kadar büyüttüğü memleketi ve bütün Türkleri, selâmlıyarak Allah'ına kavuşmuştu


Vecdi Bürün

Alıntı Yaparak Cevapla