Yalnız Mesajı Göster

Abdülkadir Geylani

Eski 08-01-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Abdülkadir Geylani




Abdülkadir Geylani


Evliyânın büyüklerinden Künyesi, Ebû Muhammed'dir Muhyiddîn, Gavs-ül-a'zam, Kutb-i Rabbânî, Sultân-ul-evliyâ, Kutb-i a'zam gibi lakabları vardır İran'ın Geylân şehrinde 1078 (H471)de doğdu Babası Ebû Sâlih bin Mûsâ Cengîdost'tur Hazret-i Hasanın oğlu Hasan-ı Müsennâ'nın oğlu Abdullah'ın soyundandır Annesinin ismi Fâtıma, lakabı Ümm-ül-hayr olup seyyidedir Bunun için Abdülkâdir Geylânî, hem seyyid, hem şerîfdir Hazret-i Hüseyin'in evladına seyyid, hazret-i Hasan'ınkine şerîf denir AbdülkâdirGeylânî hazretleri 1166 (H561)'da Bağdad'da vefât etti TürbesiBağdad'dadır Ziyâret edilmekde, feyz ve bereketlerine kavuşulmaktadır Fıkıh ve hadîs ilimlerinde müctehid idi Kâdiriyye tarîkatının kurucusudur Ehl-i sünnet îtikâdını ve din bilgilerini her tarafa yaydı Orta boylu, zayıf bünyeli, geniş göğüslü, ilm için vefâkârlıkta emsâli az bulunur bir velî idi

Abdülkâdir Geylânî hazretleri daha doğmadan, ilerde büyük bir zât olacağına dâir alâmetler, işâretler görülmüştü Babası rüyâsında Peygamber efendimizi sallallahü aleyhi ve sellem, Eshâb-ı kirâmı radıyallahü anhüm ve evliyâyı gördü Peygamber efendimiz kendisine; "Ey Ebû Sâlih! Allahü teâlâ bu gece sana kâmil, olgun ve derecesi yüksek bir erkek evlâd ihsân etti O benim oğlum ve sevdiğimdir Evliyâ arasında derecesi yüksek olacak" buyurdu Yine oğlu hakkında;"On iki imâm dışında bütün velîler doğacak olan oğluna itâat edecekler, onun ayaklarını boyunlarına koyacaklar O yüksek derecelere kavuşacak, ona itâat etmeyenler Allahü teâlâya yakınlık devletinden mahrûm kalacaklar" diye müjdelendi Doğduktan sonra yüksek hâlleri ile dikkatleri çekti Ramazân-ı şerîfte gün boyunca süt emmez, iftâr olunca emerdi Bu hâlini şu beyti ile anlatır:

Başlangıcım şöyleydi, dillerde söylenirdi
Beşikteyken oruçtum, bunu herkes bilirdi

Doğduğu senenin ramazân-ı şerîf ayının sonunda havalar bulutlu geçmişti Bunun için ramazanın çıkıp çıkmadığında tereddüd edildi Halk annesine çocuğun süt emip emmediğini sordular Emmediğini öğrenince, ramazân-ı şerîfin henüz çıkmadığını anlayıp oruca devâm ettiler

On yaşında mektebe giderken etrâfında meleklerin kendisi ile berâber yürüdüklerini görür, onlardan; "Yer açın evliyâdan bir zat geliyor" dediklerini duyardı Meleklerin söylediklerini duyan birisi; "Bu çocuk kimdir?" diye sordu Meleklerden birisi; "Bu asîl bir âilenin çocuğudur İlerde büyük bir zât olacak Arzu edenlere hep verecek ve hiç kimseyi kapısından boş çevirmeyecek Her gün Allahü teâlâya yakınlığı artacak ve çok yüksek derecelere ulaşacak" dedi Çocuklarla berâber oynamak istediğinde; "Bana gel ey mübârek, bana gel" diyen bir ses işitir, korku ve heyecanla annesine koşardı

Abdülkâdir Geylânî on sekiz yaşında Bağdad'a geldi Buradaki meşhur âlimlerden ders almak sûretiyle hadîs, fıkıh ve tasavvuf ilimlerinde çok iyi yetişti Fıkıh ilmini; Ebû Hattâb Mahfûz, Ebü'l-Vefâ Ali bin Ukayl, Ebû Hüseyin bin Kâdı Ebû Ya'lâ ve diğer fıkıh âlimlerinden öğrendi Hadîs ilmini; Hasan-i Bâkıllânî, Ebû Saîd Muhammed bin Abdülkerîm, Ebû Gânim Muhammed bin Muhammed, Ebû Bekr Ahmed bin Muzaffer, Ebû Câfer, Ebû Kasım bin Ali, Ebû Tâlib Abdülkâdir, Ebû Bekr Hibetullah ibni Mübârek, Ebü'l-İzz Muhammed bin Muhtar, Ebû Nasr Muhammed, Ebû Gâlib Ahmed, Ebû Abdullah Yahyâ ve diğer hadîs âlimlerinden öğrendi Tasavvuf ilmini ise; Şeyh Ebû Saîd Mahzûmî ile Hammâd-i Debbâs'tan almıştır

İlim tahsilini tamamlayıp yetiştikten sonra, vâz ve ders vermeye başladı Hocası Ebû Saîd Muhzûmî'nin medresesinde verdiği ders ve vâzlarına gelenler medreseye sığmaz sokaklara taşardı Bu sebeple, çevresinde bulunan evler de ilave edilmek sûretiyle medrese genişletildi Bu iş için Bağdad halkı çok yardımcı oldu Zenginler para vererek, fakirler çalışarak yardım ettiler Hatta bir kadın, mehir bedelini, kocasının orada çalışmasına saydı Derslerine devâm edenler arasında pekçok âlim yetişti

Abdülkâdir-i Geylânî hazretleri, bir müddet ders verip insanları irşâd ettikten, hak ve hakikatı anlattıkdan sonra, ders ve vâz vermeyi bıraktı İnzivâya çekilip, yalnızlığı seçti Sonra sahrâlara çıktı Bağdad'ın Kerh harâbelerinde yaşamaya başladı Bütün vaktini ibâdet, riyâzet ve mücâhede ile nefsinin arzu ve isteklerini yapmamak, istemediklerini yapmakla geçirmeye başladı Buyurdu ki:

Irak'ın sahrâ ve harâbelerinde 25 sene insanlardan uzak kaldım Benim kimseden, kimsenin benden haberi yoktu Bâzan uzun müddet yemezdim ve "açım açım" diye içimin feryâdını duyardım Bâzan üzerime öyle ağırlıklar gelirdi ki, bunlar bir dağın üstüne konsa, tahammül edemeyip, paramparça olurdu Bu sırada; "Muhakkak zorlukla berâber bir kolaylık vardır, şüphesiz zorlukla berâber kolaylık vardır" meâlindeki İnşirâh sûresinin beşinci ve altıncı âyet-i kerîmelerini okuduğumda üzerimdeki ağırlıklar dağılıp, giderdi"

Şeytanlar çeşitli kılık ve kıyâfetlere bürünüp toplu hâlde yanıma gelir, beni yolumdan çevirmek için uğraşırlardı Kalbimde büyük bir azim ve direnç hissederdim İçimden bir ses; "Ey Abdülkâdir! Onlarla mücâdele et, onlara galip geleceksin" derdi İçlerinde bir şeytan durmadan bana gelir; "Buradan git, şöyle yaparım, böyle yaparım" diye beni tehdit ederdi Cân u gönülden, "Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billahil aliyyil azîm" okuyunca, onun tamâmen yandığını görürdüm

Bir kere Abdülkâdir Geylânî şöyle bir ses işitti: "Ey Abdülkâdir! Ben senin Rabbinim! Sana haramları mubah, serbest kıldım" Bir rivâyete göre; "Başkasına yasak olan şeyleri sana helâl kıldım" diyordu Bunun üzerine Abdülkâdir Geylânî Eûzü çekti "Kovulmuş şeytandan Allahü teâlâya sığınırım Sus ey mel'ûn!" diye bağırdı Bunun üzerine aynı ses; "Ey Abdülkâdir! Rabbinin izni ile çeşitli yerlerde bana aldanmayarak, şerrimden, kötülüğümden kurtuldun Halbuki ben bu yolda yetmiş kişiyi yoldan çıkardım" dedi Onun şeytan olduğunu nasıl anladığını sorduklarında; "Sana haramları helâl ettim, sözünden anladım Çünkü Allahü teâlâ böyle şeyleri emretmez" buyurdu

Başka bir kere gâyet çirkin ve pis kokulu birisi geldi "Ben iblisim, şeytanım Sana hizmet etmeye geldim, beni ve yardımcılarımı çok yordun" dedi "Sana inanmıyorum, buradan uzaklaş" dedim Bana vuracak oldu ise de onu perişan ettim İkinci defâ elinde büyük bir ateş kıvılcımı ile hücum etmeye başladı Bu esnâda elinde kılıç bulunan atlı birisi bana yardıma geldi Yine onu mağlûb ettim Üçüncü olarak iblisi çok uzakta ağlar gördüm Gâyet üzgün olarak; "Senden ümîdimi kestim Gâliba seni yoldan çıkaramayacağım" dedi "Sus ey mel'ûn!" dedim ve kovdum Allahü teâlâ her seferinde beni onlara karşı üstün kıldı

Şeytanı başımdan savdıktan sonra bana pek lezzetli süslü ve parlak şeyler göründü "Bunlar nedir?" dedim; "Dünyâ zevkleri ve zînetleridir" denildi Dünyâ ve onun göz kamaştırıcı lezzeti ve çabuk tükenen nîmetleri kendine çekmek istedi fakat Allahü teâlâ beni onlardan da korudu Onlara hiç kıymet vermedim Bunun için kaybolup gittiler Sonra Allahü teâlânın rızâsına kavuşma yolunda insanın önüne çıkan mânileri, engelleri gördüm "Bunlar nedir?" dedim "Senin içinde bulunan mânîlerdir" denildi Bunlara üstün gelebilmek için bir sene uğraştım

Sonra içimi seyrettim Kalbimin birçok şeylere bağlandığını boş hayaller kurduğunu, kendini saraylarda sandığını gördüm "Bunlar nedir?" dedim "Arzu ve isteklerindir" denildi Tam bir yıl uğraştıktan sonra kalbimi onlardan temizleyebildim

Yine nefsim kendi şeklinde bana gelir, kendine dost olmam için yalvarırdı Yüz vermeyince zor kullanmak isterdi Bir kere onu, bütün hastalıkları üzerinde, arzu ve istekleri dipdiri, şeytanları emrine hazır olarak gördüm Bir sene mücâdele ettim Allahü teâlânın izni ile hastalıklarını iyileştirdim, arzu ve isteklerini kırdım, şeytanlarını kovdum Kısaca nefsimle tedrîcen, safha safha mücâdele ettim Onu iki elimle sımsıkı yakaladım Yıllarca ıssız, sessiz, sadâsız yerlerde kalmaya mebcur ettim Soğuk bir gece kırk defâ ihtilam oldum, havanın soğukluğuna bakmadan her seferinde, hemen yıkandım Kerh harâbelerinde yıllarca kaldım Yiyecekler malum; otlar, ağaç yaprakları Dünyâ sevgisinden kurtulabilmek, nefse üstün gelebilmek için her çâreye başvurdum Gördüğüm her yokuşa tırmandım Nefsime hiç fırsat vermedim Bir gece merdivende kitap mütâlaa ediyordum Nefsim; "Biraz uyu, sonra kalkarsın" dedi Ona muhâlefet olsun diye tek ayağım üzerinde durdum Kur'ân-ı kerîmi hatmedinceye kadar uyumadım

Bütün bunlara rağmen, henüz matluba, maksada ve asıl istediğime varamamıştım Bunun için, tevekkül, şükür ve zenginlik gibi kapıları denedim Aradığımı fakirlik kapısında buldum Burada büyük bir şerefe kavuştum, kulluk sırrına erdim, sonsuz hürriyete ulaştım Bütün arzu ve isteklerim buz gibi eridi Bütün beşerî sıfatlarım kayboldu Gönülden Allahü teâlâdan başka her şeyi çıkarıp, hep O'nunla olmak olan "fakr" mertebesine ulaştım"

Nihâyet bütün varlıklardan yüz çevirdim Her şeyim Allah için oldu Sahralarda cezbe hâlinde kendimden geçmiş olarak dolaşırdım Kendime geldiğimde kendimi bulunduğum yerlerden çok uzaklarda bulurdum Bir gün bu halde bir saat kadar yürümüştüm Sonra kendimi Bağdad'a on iki günlük uzaklıkta bir yerde buldum Düşünceye daldığımda bir ses bana; "Sen ki Abdülkâdir'sin, buna hayret mi ediyorsun?" dedi

Sahralarda dolaşırken "Ol" sözü ile ihsân olundum Allahü teâlânın izni ile istediğim olurdu Bunun için çok yiyecek buldum Dağdan bir parça koparırdım, helva olur, yerdim Kuma deniz suyu dökerdim, tatlı su olurdu Sonra böyle yapmaktan hayâ ettim Allahü teâlâya karşı edebi gözeterek hepsini terk ettim

Abdülkâdir Geylânî hazretleri bu uzun dolaşmalardan sonra Bağdad'a dönüyordu Hazret-i Hızır önüne çıkıp, şehre girmesine mâni oldu "Emir var Yedi sene Bağdad'a girmeyeceksin" dedi Bu sebeple, Bağdad'ın kenarlarında yedi yıl, yerden biten mübah bakliyatı yiyerek bekledi Bildirilen müddet bitince; "Ey Abdülkâdir! Bağdad'a gir, serbestsin" diye bir ses duydu Soğuk ve yağmurlu bir gecede Bağdad'a girdi Doğru Şeyh Hammâd bin Müslim Debbâs'ın zâviyesine (dergâhına) geldi ve geceyi orada geçirdi Sabahleyin Şeyh Hammâd Debbâs onu görünce ağlayarak; "Oğlum Abdülkâdir! Bu devlet bugün bizim, yarın sizin olacaktır" dedi

Bir müddetten beri Bağdad'da bulunan Abdülkâdir Geylânî hazretleri fitne ve karışıklıklar olunca tekrar sahrâlara çıkmak istedi Hibe kapısı denilen yere gelince; "Nereye gidiyorsun? Dön, herkes senden faydalanacak" diyen bir ses işitti "Ben dînimi kurtarmak istiyorum" dediğinde; "Korkma, dînine bir zarar gelmeyecek" denildi Düşünmeye başladı ve bu işin hakîkatını bildirmesi için Allahü teâlâya yalvardı Bu esnâda Muzafferiyye denilen yerden geçerken birisi kapıyı açıp; "Ey Abdülkâdir! Buyurun" dedi Yanına varınca; "Söyle, dün Allahü teâlâdan ne istemiştin?" dedi Abdülkâdir Geylânî hazretleri şaşırıp cevap veremedi Bunun üzerine o zât kapıyı şiddetle yüzüne çarptı Dün Allahü teâlâdan ne istediğini düşünerek yürümeye başladı Biraz sonra o zâtın Şeyh Hammâd Debbâs olduğunu hatırladı

Bundan sonra onun sohbetlerine gider, halledemediği, çözemediği esrarı, gizli şeyleri ondan sorardı O da ona bir bir açıklardı Bâzan ilim öğrenmek için başka taraflara gittiğinden onunla görüşemezdi Dönünce hocası ona; "Allah aşkına nerelere gidiyorsun? Bu civarda senden daha âlim birisi var mı?" derdi Şeyh Hammâd'ın müridleri ona bâzan; "Sen âlim birisin Burada ne işin var, buradan gitsene" derler; Şeyh Hammâd da onlara; "Utanmıyor musunuz? Onu buradan kovmak mı istiyorsunuz İçinizde onun gibisi yok Benim ona eziyet ettiğime bakmayın Onu imtihan etmek, denemek, mânen kemâle ermesi, olgunlaşması için böyle yapıyorum, mânâ âleminde onu koca bir dağ gibi görüyorum" derdi

Yine bir sohbet toplantısında, Abdülkâdir Geylânî hazretleri dışarı çıkmıştı Şeyh Hammâd; "Şu genci görüyor musunuz? Bir zaman gelecek ayağı bütün velîlerin boynunda olacak, her velî ona itâat edecek" dedi

Başka bir gün o gelince ayağa kalkıp; "Hoş geldin Abdülkâdir! Sen âriflerin, Allahü teâlâyı tanıyanların seyyidi, efendisisin Senin sancağın doğudan batıya kadar dalgalanacak Bütün boyunların sana eğileceğini ve akranlarının üstünde bir dereceye ulaşacağını müjdelerim" dedi

Zamânındaki diğer evliyâ da kerâmet olarak ilerde onun derecesinin yüksek olacağını haber verdiler Abdülkâdir Geylânî hazretleri zaman zaman Şeyh Tacül ârifîn Ebü'l-Vefâ hazretlerinin yanına giderdi Ebü'l-Vefâ hazretleri o gelince ayağa kalkar, yanındakilere; "Ayağa kalkın, evliyâdan biri geliyor" derdi Ona karşı bu şekilde iltifât etmesine hayret eden talebelerine; "Henüz zamânı var Vakti gelince, okumuş, câhil herkes bu gence muhtâc olacak, onun feyzinden, mânevî ilminden faydalanacaktır Sanki şu anda onun Bağdad'da cemâatlere vâz ve nasîhat ettiğini, "Ayağım bütün velîlerin boynundadır" dediğini ve bütün velîlerin boyunlarını ona uzattıklarını, görüyorum" derdi

Bir defasında da; "Ey Bağdadlılar! Allahü teâlâya yemîn ederim ki, onun başında bir ucu doğuda bir ucu da batıda olan sancaklar dalgalanacaktır" dedi ve Abdülkâdir Geylânî hazretlerine dönüp; "Bugün söz bizim fakat ilerde senin olacak O zaman bu ihtiyarı hatırlarsın" diye hitâb etti

Nihayet Abdülkâdir Geylânî hazretleri Bağdad'da insanları irşâda, Allahü teâlânın beğendiği yolda bulunmaya dâvete ve nasîhat etmeye başladı Bir gün kendini nûrların kapladığını gördü Bu hal nedir diye sorunca, Resûlullah efendimiz Allahü teâlânın sana verdiği yüksek dereceyi tebrik etmeye geliyor, denildi Nûrun git-gide çoğaldığı bir anda Resûlullah efendimiz görünerek bir elbise verdiler Sonra; "Bu, kutubluk denilen velîlere âit evliyâlık elbisesidir" buyurdular

Resûlullah efendimizden hazret-i Ali vâsıtasıyla gelen feyzler, mânevî ilimler ondan sonra hazret-i Hasan ile Hüseyin ve on iki imâmdan diğerleri ile devam etti Bunlardan sonra gelen evliyâya feyzler hep on iki imâm vasıtasıyla geldi Abdülkâdir Geylânî hazretleri dünyâya gelip velî oluncaya kadar hep böyle idi Fakat o evliyâlıkta yüksek dereceye kavuşunca, on iki imâmdan gelen feyzler, ilimler, bereketler onun vâsıtasıyla geldi Başka hiç bir velî bu makâma ulaşamadı Bunun için; "Önceki velîlerin güneşi battı Bizim güneşimiz ufuk üzerinde sonsuz kalacak, batmayacaktır" buyurdular Kıyâmete kadar, her velîye feyzler onun vasıtasıyla gelecektir Bunun için kendisine "Gavs-ül-A'zam; En büyük Gavs" denildi Yalnız İmâm-ı Rabbânî hazretleri bu hususda onun vekîlidir

Abdülkâdir Geylânî hazretlerinin evliyâlıktaki derecesinin yüksekliğini zamânındaki bütün evliyâ kabûl etmişti Bir gün Bağdad'da sohbet ediyordu Meclisinde pekçok âlim ve velî vardı Bir ara; "İşte şu ayağım her velînin boynu üzerindedir" buyurdu Orada bulunanların hepsi bu sözü tasdîk ettiler

Şeyh Halîfet-ül-Ekber anlatır:

Rüyâmda Resûlullah efendimizi gördüm "Yâ Resûlallah! Şeyh Abdülkâdir, ayağım bütün velîlerin boynu üzerindedir, diyor ne buyurursunuz?" diye sordum "Doğru söylemiştir O benim himâyemde bir kutubdur, bu nasıl olmasın?" buyurdu"

Adiyy bin Müsâfir; "Bu sözü yalnız o söyledi, başkasından duymadım O bununla kendi zamânındaki ferdiyet denilen makâmını açıklar Onun gibi hiç kimse böyle söylemeğe mezun, izinli değildir" der

Ahmed Rufaî hazretleri; "O bu sözü mânevî emirle söyledi" dedi

İbn-i Hacer-i Askalânî hazretleri de; "Bunun mânâsı, ilerde o kadar kerâmet gösterecektir ki, inâd eden ve doğru yoldan sapanlardan başkası onu inkâr etmeyecektir" dedi

Büyük âlim İzzeddîn bin Abdüsselâm; "Şüphesiz o, evliyânın sultanı idi" demişti

Hayat bin Kays hazretleri buyurur ki:

"Abdülkâdir Geylânî bu sözü söyleyince, bütün velîlerin kalblerindeki nûrlar arttı İlimlerinde bereket, hâllerinde yükseklik görüldü Çünkü onlar istisnâsız, başlarını onun ayağına doğru uzatmışlardı"



Alıntı Yaparak Cevapla