Prof. Dr. Sinsi
|
Gazâlî
GAZÂLÎ
Evliyânın büyüklerinden ve İslâm âlimlerinin en meşhûrlarından İsmi, Muhammed bin Muhammed; künyesi, Ebû Hâmid; lakabı Hüccetü'l-İslâm ve Zeynüddîn'dir Tûsî ve Gazâlî diye de meşhûr olmuştur 1058 (H 450) senesinde İran'ın Tûs şehrinde doğdu 1111 (H 505) senesinde Tûs'ta vefât etti Kabri Taberân denilen yerdedir
İmâm-ı Gazâlî hazretlerinin babası fakir ve sâlih bir zâttı Âlimlerin sohbetlerinden hiç ayrılmazdı Elinden geldiği kadar, onlara yardım ve iyilik eder, hizmetlerinde bulunurdu Âlimlerin nasîhatını dinleyince ağlar ve Allahü teâlâdan kendisine âlim bir evlât vermesini yalvararak isterdi Allahü teâlâ onun duâsını kabûl edip, Muhammed ve Ahmed isminde iki oğul ihsân etti Yün eğirip Tûs şehrindeki dükkanında satan bu sâlih zât, vefâtının yaklaştığını anlayınca, oğlu Muhammed Gazâlî'yi ve diğer oğlu Ahmed Gazâlî'yi hayır sâhibi ve zamânın sâlihlerinden bir arkadaşına bıraktı Bir mikdâr mal vererek vasiyet etti ve ona dedi ki: "Ben kendim, âlim olamadım Bu yolla kemâle gelemedim Maksadım, benim kaçırdığım kemâl mertebelerinin, bu oğullarımda hâsıl olması için yardımcı olmanızdır Bıraktığım bütün para ve erzâkı, onların tahsîline sarf edersin!"
Arkadaşı vasiyeti aynen yerine getirdi Babalarının bıraktığı para ve mal bitinceye kadar, yetişip olgunlaşmaları için çalıştı Sonra onlara; "Babanızın, sizin için bıraktığı parayı tahsil ve terbiyenize harcadım Ben fakirim, param yoktur Size yardım edemeyeceğim Sizin için en iyi çâreyi diğer ilim talebeleri gibi medreseye devâm etmenizde görüyorum " dedi Bunun üzerine iki kardeş doğru söze uyup, medreseye gittiler
Çocukluğundan îtibâren ilim tahsîl eden Muhammed Gazâlî, fıkıh ilminin bir kısmını kendi memleketinde okudu Bir müddet sonra Cürcân'a giderek İmâm Ebû Nasr İsmâilî'den ders alıp, ilim okudu Üç sene kadar Cürcân'da ilim öğrendi Sonra tekrar memleketi olanTûs'a dönmek üzere yola çıktı Yolculuk sırasında, katıldığı kervanın önünü yol kesiciler çevirdi Kervanda bulunan kıymetli şeyleri aldıkları gibi, ilim tahsîlinden dönen Muhammed Gazâlî'nin üç sene boyunca tuttuğu notları ve kitaplarını da aldılar
Muhammed Gazâlî hazretleri, yol kesicilerin arkasından gidip kitaplarını ve notlarını vermeleri için yalvardı "Ne olur işinize yaramayan ders notlarımı bana verin " dedi Eşkıyâ çetesinin reisi; "Nedir onlar? Nasıl şeylerdir?" dedi MuhammedGazâlî hazretleri; "Onları öğrenmek için memleketimi terk ettim Gurbetlere gittim Benim öğrendiğim bilgiler o notların içindedir " dedi Eşkıyâ reisi küçümser bir ifâdeyle gülerek; "Sen onları bildiğini nasıl iddia ediyorsun Biz onları senden alınca ilimsiz kalıyorsun " dedi ve ders notlarını geri verdi Zâten ilim âşığı olan Muhammed Gazâlî eşkıyâ reisinin sözlerinin de tesirinde kalarak kendi kendine; "Allahü teâlâ yol kesiciyi beni îkaz için o şekilde söyletti " dedi
Tûs'a gelince, üç yıl bütün gayretiyle çalışarak Cürcân'da tuttuğu notların hepsini ezberledi O hâle geldi ki, yol kesiciler o notların hepsini alsa ona zararı olmazdı
Memleketinde bulunduğu üç sene içinde âlim zâtların derslerine ve ilim meclislerine devâm etti Zaman zaman büyük velî Ebû Ali Fârmedî hazretlerinin sohbetlerinde bulundu Daha sonra zamânının büyük ilim ve kültür merkezi olan Nişâbur'a gitti Büyük âlim İmâmü'l-Haremeyn Ebü'l-Meâlî el-Cüveynî'nin ders halkasına devâm etti Ondaki üstün zekâ ve kâbiliyet ile çalışkanlığını gören hocası, büyük alâka gösterdi Burada usûl-i hadîs, usûl-i fıkıh, kelâm, mantık, İslâm hukûku ve münâzara ilimlerini öğrendi Bu hocasından başka, Ebû Hâmid er-Razekânî, Ebü'l-Hüseyin el-Mervezî, Ebû Nasr el-İsmâilî, Ebû Sehl el-Mervezî, Ebû Yûsuf en-Nessâc gibi devrin büyük âlimlerinden ders okudu Nişâbûr'da tahsîlini tamamlayınca, büyük bir ilim ve edebiyat hâmisi olanSelçuklu vezîri üstün devlet adamı Nizâm-ül-Mülk'ün dâveti üzerine Bağdât'a gitti
Nizâm-ül-Mülk'ün topladığı ilim meclisinde bulunan zamânın âlimleri, İmâm-ı Gazâlî'nin ilminin derinliğine ve meseleleri îzâh etmekteki üstün kâbiliyetine hayran kaldıklarını îtirâf ettiler Üstün vasıflarından dolayı hem âlimler, hem de halk tarafından çok sevildi O zaman ortaya çıkan sapık fırkaların mensupları, onun yüksek ilmi yanında, en zor, en ince mevzûları en açık bir şekilde anlatması, hitâbet ve izâh etme kâbiliyetinin yüksekliği, zekâsının parlaklığı karşısında perişan ve mağlûb oldular
Bu sırada otuz dört yaşında bulunan İmâm-ı Gazâlî'nin İslâmiyete yaptığı büyük hizmetleri gören Selçuklu vezîri Nizâm-ül-Mülk, onu Nizâmiye Medresesi (Üniversite)nin Başmüderrisliğine, şimdiki tâbiriyle Rektörlüğüne tâyin etti Bu medresenin başına geçen İmâm-ı Gazâlî, üç yüz seçkin talebeye, lüzumlu olan bütün ilimleri öğretti Bunlardan başka, pekçok talebe yetiştirdi Ebû Mensûr Muhammed, Muhammed bin Es'ad et-Tûsî, Ebü'l-Hasan el-Belensî, Ebû AbdullahCümert el-Hüseynî talebelerinin meşhûrlarındandır
Bir taraftan da kıymetli kitaplar yazan İmâm-ı Gazâlî, ilim ehli, devlet adamları ve halk tarafından büyük bir muhabbet ve hürmet gördü Şöhreti gün geçtikçe arttı Nizâmiye Medresesinde bulunduğu yıllarda, Kitâb-ül-Basît fil-Fürû', Kitâb-ül-Vasît, el-Vecîz, Meâhiz-ül-Hilâf adlı kitaplarını yazdı
Ayrıca İsmâiliyye adındaki sapık fırkanın görüşlerini çürütmek için Kitâbü Fedâih-il-Bâtıniyye ve Fedâil-il-Müstehzeriyye adlı eserini yazdı Yine bu sırada Rumcayı öğrenerek felsefecilerin sapıklığını ortaya koymak için eski Yunan veLatin filozoflarının kitaplarının aslı üzerinde üç sene titizlikle incelemeler yaptı Bu incelemeleri esnâsında ve neticesinde felsefecilerin maksatlarını açıklayan Mekâsid-ül-Felâsife kitabı ile felsefecilerin görüşlerini reddeden Tehâfüt-ül-Felâsife kitabını yazdı
O sırada dünyânın tepsi gibi düz oduğunu iddiâ eden ve bu tür saçmalıkları ilim adı altında insanlara vermeye çalışan Avrupalı filozofların bu fikirlerinin yanlışlıklarını ortaya koydu Dünyânın yuvarlak olduğunu, karaciğerde kanın temizlendiğini, safranın, lenfin ve zararlı madde eriyiklerinin burada kandan ayrıldığını, bu işte dalağın, böbreklerin ve safra kesesinin rollerini, kanın madde mikdârlarındaki oranın değişmesi ile sıhhatin bozulacağını, bugünkü fizyoloji kitaplarında olduğu gibi anlattı Bu bilgileri kuvvetli delillerle isbât ederekAvrupalıların bilmedikleri doğru bilgileri kitaplarında yazdı
İmâm-ı Gazâlî'nin, felsefecilerin görüşlerini çürütmek ve îtikâdlarına felsefe karıştıran sapık fırkalara cevap vermek için yaptığı bu çalışmasını işiten bâzı kimseler, onu felsefeci zannetmişlerdir Bunun sebebi, felsefe ile tefekkür arasındaki mühim farkı bilmemek olabilir Felsefeciler aklı rehber edinmişlerdir Mütefekkirler ise aklı kullanmakla berâber, akla da rehber olarak peygamberleri ve onların bildirdiği îmânı almışlardır Göz için ışık ne ise, akıl için îmân da odur Işık olmayınca göz göremediği gibi, îmân olmayınca akıl da doğru yolda yürüyemez İmâm-ı Gazâlî, filozof değil müctehiddir Zâten İslâmiyette felsefe ve filozof olamaz İslâm âlimi olur İslâm dîninde, felsefenin üstünde İslâm ilimleri, filozofun üstünde de İslâm âlimleri vardır
Bağdât'ta bulunduğu sırada ilim öğretip talebe yetiştirmekle meşgûl olan İmâm-ı Gazâlî hazretleri, kardeşi AhmedGazâlî'yi yerine vekil bırakarak uzun bir seyahatte bulunmak üzere Bağdât'tan ayrıldı Şam'a giderek velîlerle görüştü ve sohbet etti Tasavvuf büyüklerinin kitaplarını okudu onlardan rivayet edilen sözleri ve hallerini inceledi
İnsanlardan tamâmen uzaklaşarak halvet, yalnız kalmak; uzlet, insanlardan uzaklaşmak; mücâhede, nefsin istemediklerini yapmak ve riyâzet, nefsin istediklerini yapmamak sûretiyle nefsinin tezkiyesi ve ahlâkının mükemmelleşmesiyle meşgûl oldu İhyâu Ulûmi'd-Dîn adlı meşhûr eserini yazdı
Sonra Kudüs'e gitti Bu sırada Bâtınî denilen sapık fırkaya karşı Mufassıl-ül-Hilâf, Cevâb-ül-Mesâil ve Allahü teâlânın isimlerini (Esmâ-i hüsnâyı) anlatan El-Maksad-ül-Esma adlı eserini yazdı Kudüs'te bir müddet kaldıktan sonra, hacca gitti Haccı müteâkiben Bağdât'a döndü Nizâmiye Medresesinde Şam'da yazdığı İhyâ'sını kalabalık bir talebe topluluğuna ders olarak okuttu Bu seferki tedris hayâtı uzun sürmedi Doğduğu yer olan Tûs'a ve Nişâbur'a gitti Burada yine Bâtınîlere karşı Ed-Derc-ül-Merkûn kitabı ile El-Kıstâs-ül-Müstekîm, Faysal-üt-Tefrika, Kimyâ-ı Seâdet, Nasîhat-ül-Mülûk ve Et-Tibr-ül-Mesbûk adlı kıymetli eserlerini yazdı
İmâm-ı Gazâlî hazretlerine; "Bağdât'ta, pekçok ilim talebesi varken, orada ilim neşretmekten, öğretmekten niçin vaz geçtiğinizi kimse bilemiyor ve bu kadar uzun zamandan sonra Nişâbûr'a dönmenizin sebebini kimse anlayamıyor!" dediklerinde bu hâdiseyi şöyle anlatmıştır:
"Ben şer'î ve aklî ilimlere bu kadar alışkanlık peydâ edip, her ikisinde de inceleme ve araştırma yaptım O esnâda bulunduğum yolda, bende; Allahü teâlâya, nübüvvete ve âhiret gününe yakînî bir îmân hâsıl oldu Îmânın bu üç aslı ile kalbim çok kuvvetlendi Ayrıca takvâ sâhibi olmak nefsin isteklerini bırakmak ve bütün dünyevî arzuları terk etmeden âhiret saâdetine kavuşmanın imkânsız olduğunu anladım Hepsinin başı dünyâ alâka ve bağlarını kalbten tamâmen kesmek ve bu dâr-ı gurûrdan, aldanma yeri olan dünyâdan uzaklaşıp, ona muhabbet köklerini, gönül bahçesinden söküp atarak, âhirete dönmek ve azîmet etmek ve cenâb-ı Hakk'a tam gayret ile dönüp tövbe eylemektir Bu da, emelleri kısmak, makamı, malı ve parayı terk etmek, meşgûliyeti, tutulma ve insanlarla beraber bulunmayı bırakmanın yanında, kalbin içinde sekîne ve karar hâsıl olmadan tamam olmaz
Sonra ben hâllerimi düşündüm Çeşitli bağ ve tutulmalar içine battığımı gördüm Her tarafımı kuşatmışlar Amellerimi gözümün önüne getirince; hepsinin üstün ve güzelinin ilim öğretmek olduğunu anladım Öğretmek istediğim ilimlerin, bilgilerin çoğu, önemsiz olup, âhiret için faydasızdırlar
Sonra ilimdeki niyetimi düşündüm Hâlis, Allah rızâsı için olmayıp, belki makam sevdâsı ve şöhretle berâber karışık buldum Böylece yakînen helâk sâhilinde olduğumu anladım Eğer hâllerimi düzeltmekle uğraşmazsam helâk olur, kendime kötülük ve zarar ederim Bir müddet böyle düşündüm durdum Fakat henüz karar veremedim Bâzan Bağdât'tan ayrılmaya, içinde bulunduğum hâlleri bırakmaya karar verir, bir gün azîmet yolunu seçer, ayağımı ileri atar, bâzan biraz daha durayım deyip, adımımı geri alırdım Bir sabah olmazdı ki, âhireti istemede sıdk ve rağbet üzere bulunayım da, ona nefsin istekleri ve dünyâ arzusu askerleri saldırıp, akşam olunca beni uzaklaştırmasınlar Düşüncemi değiştirmesinler
Bir hadde geldi ki, dünyâ arzuları beni, zincirden bağlar ile, kendilerine çeker ve bu mânânın hâsıl olması için zorlarlardı Îmân sözcüsü de seslenip: "Hadi, çabuk ol! Ömründen çok az kaldı Önünde ise, uzun bir yolculuk var Kazandığın, elde ettiğin ilmin hepsi, riyâ ve aldatmadır Eğer sen, şimdi âhiret için hazırlanmaz, o sonsuz âlem için azık bulundurmazsan, ne zaman yapacaksın? Şimdi alâkaları kesmez, engelleri kaldırmazsan ne zaman keseceksin ve kaldıracaksın?" derdi
O zaman kalbimde bir rağbet peydâ olup, dünyâ ve ehlinden kaçmak, onlardan uzaklaşmak için kesin karar verirdim Sonra şeytan, aldatma ve hîle yoluna başvurup: "Bu düşündüğün hâl, çabuk geçici bir şeydir Sakın bu yola gitme Zîrâ sen bu görüşü kabûl ve karar verip, bu büyük makâmı terk edersen ve eziyetli olmayan izzet ve şânı bırakıp gidersen, hasımlarla münâzaradan hâsıl olan zevk ve safâdan geçersen, nefsin yine sana gâlib olur Bu sefer ondan kurtulmaya uğraşırsın Hâlbuki o zaman bir daha dönemezsin, bî çâre ve dermansız kalırsın " derdi
İşte nefsin ve şeytanın bâtılı hak gösteren bu aldatma ve hîleleri sebebi ile, ben de, dünyâ arzuları ve âhiret isteği arasında tereddüt ve hayret vâdisinde altı ay kadar şaşkın, inler ve ağlar hâlde kaldım Bu zaman 1093 (H 486) yılının Receb ayında son buldu Nihâyet aynı ayın sonunda işim ihtiyâr ve irâdeden geçip, ânîden Allahü teâlâ, dilime susmak kilidi vurup, mühürledi Dilim söylemez, kalbim ise çok muzdarib oldu Kendimi çok zorladım, gayrete getirmeğe çalıştım Huzûrumda bulunan üç yüz ilim talebesinin gönlünü almak, hatırlarını şen etmek, bu vesîle ile bir gün ders vermek için kendimi zorladım Dilimde söyleyecek kuvvet, bir kelime telaffuz edecek güç bulamadım Bu dil tutulması, kalbime öyle bir üzüntü ve elem verdi ki, arzu ve isteğim kalmadı Hazmım kesildi Ne bir lokma çiğneyip yutabilir, ne de bir damla su içebilirdim Böyle devâm edip, kuvvetten düştüm Zayıfladım Hattâ doktorlar hayâtımdan ümid kestiler Bana ilâç vermekten imtinâ edip, bu böyle bir durumdur ki, kalbe indi Ondan uzuvlara sirâyet edip, mizâcını bozdu İlâç kabûl etmez, iyileşmez Ancak kalbini mühim işlerden rahata kavuşturur, her şeyden temizlerse, belki iyileşir dediler
Bundan sonra, ben aczimi anladım ve gördüm Yalvararak ve sızlıyarak Allahü teâlâya sığındım Çâresi olmayan hasta gibi yanarak ve inliyerek duâ ettim Nihâyet Neml sûresi altmış ikinci âyetinde meâlen; "Muztar olan (sıkıntıya düşen) kimse duâ ettiği zaman onun duâsını kabûl edip fenâlığı kaldıran  " buyrulduğu gibi, Allahü teâlâ duâmı kabûl edip, kalbimi uyandırdı İçimdeki mal ve makam arzusunu kaldırdı Hepsinden yüz çevirip, çocuklarımdan, dostlarımdan, vatanımdan ve eshâbımdan ayrılmayı bana kolay eyledi Derhal içimden Şam tarafına gitmek arzusu geldi Ama görünüşte hacca gideceğim dedim Halîfenin ve eshâbımın, maksadımın Şam'da kalmak ve bu sebeble onlardan ayrılmak isteğimi bilmelerini istemedim Sonra bir daha dönmemek niyeti ile Bağdât'tan çıktım Fakat düşüncemi gizliyor, aksini bildiriyordum Bunun için çeşit çeşit ifâde ve izâh yollarına başvuruyordum Onlar ise benimle alay ediyor, beni cevr-ü cefâ oklarına hedef tutuyorlardı Sanki içlerinde, benim o tür safâ ve zevkten yüz çevirmem ve dünyâlıklardan kesilmek istememin bir din işi ve yakîn sebebi olduğunu uygun görecek bir kimse yoktu Onlara göre, benim bulunduğum müderrislik rütbesi, yüksek bir din mevkii olup, ilimlerinin bütünü buraya kavuşabilmek içindi
|