Yalnız Mesajı Göster

Cüneyd-İ Bağdâdî

Eski 08-02-2012   #1
Prof. Dr. Sinsi
Varsayılan

Cüneyd-İ Bağdâdî




CÜNEYD-İ BAĞDÂDÎ

Evliyânın büyüklerinden Tasavvuf ehlinin çok tanınmışlarından olup, Seyyid-üt-Tâife denmekle meşhûrdur Künyesi, Ebü'l-Kâsım'dır Cüneyd bin Muhammed 822 (H207)'de Nehâvend'de doğdu Bağdat'ta büyüdü ve orada yaşadı 911 (H298) senesinde vefât etti

Cüneyd-i Bağdâdî yedi yaşında iken, mektepten gelince babasının ağladığını görüp, sebebini sordu: "Zekât olarak dayın Sırrî-yi Sekâtî'ye birkaç gümüş göndermiştim, almamış Kıymetli ömrümü, Allah adamlarının, beğenip almadığı gümüşler için geçirmiş olduğuma ağlıyorum" dedi Cüneyd-i Bağdâdî; "Babacığım, parayı ver ben götüreyim" deyip dayısının evine gitti Kapıyı çaldı Dayısı, kim olduğunu sorunca; "Ben Cüneyd'im dayıcığım Kapıyı aç ve babamın zekâtı olan bu gümüşleri al!" dedi Dayısı; "Almam!" deyince, Cüneyd-i Bağdâdî; "Adl edip babama emreden ve ihsân edip, seni serbest bırakan Allahü teâlâ için al!" dedi Dayısı; "Allahü teâlâ babana ne emretti ve bana ne ihsân etti?" dedi Cüneyd-i Bağdâdî; "Babamı zengin yapıp, zekât vermesini emretmekle adâlet eyledi Seni de fakir yapıp, zekâtı kabûl etmek ve etmemek arasında serbest bırakmakla ihsân eyledi" dedi Bu söz Sırrî-yi Sekatî'nin çok hoşuna gidip; "Oğlum! Gümüşleri kabûl etmeden önce seni kabûl ettim" dedi ve kapıyı açıp parayı aldı

Cüneyd-i Bağdâdî dayısına talebe olduktan bir süre sonra onunla berâber hacca gitti Mescid-i Harâmda dört yüz kadar büyük zât, şükür hakkında konuşuyorlardı Her zât şükrü târif ve îzâh ettiler Netîcede dört yüz ayrı îzâh meydana geldi ise de, hepsi de bu târif ve îzâhları yetersiz buldu Hazret-i Sırrî-yi Sekatî, orada bulunan Cüneyd-i Bağdâdî'ye; "Mâdem ki buradasın, bu hususta bir de sen bir şeyler söyle" dedi Cüneyd-i Bağdâdî; "Şükür, Allahü teâlânın ihsân ettiği nîmet ile O'na isyân etmemek, O'na isyân için, ihsân ettiği nîmeti sermâye olarak kullanmamaktır" buyurdu Orada bulunanların hepsi bu cevâba çok sevinip; "Seni tebrik ederiz Maksadı en güzel şekilde ifâde ettin Bu, ancak bu şekilde târif edilebilirdi" dediler Sırrî-yi Sekatî; "Yavrum, öyle anlıyorum ki senin lisanın doğru ve kuvvetli olacak Böyle güzel söyleyebilmek hâli sana nereden geliyor?" deyince, Cüneyd-i Bağdâdî; "Sizin sohbetlerinizde bulunmakla efendim" dedi

Cüneyd-i Bağdâdî hocasına âid olan evin bir odasında kalırdı Her an Allahü teâlâyı hatırlardı Seccâdesi üzerinde, sabaha kadar "Allah, Allah" der, aynı abdestle sabah namazını kılardı Bu hâl senelerce böyle devâm etti

Bir gece yıkanmak için suya ihtiyâcı oldu Hava çok soğuk olduğu için; "Sabah olmasını bekleyeyim, su ısıtırım veya hamama gidip yıkanırım" dedi Sonra düşündü ki: "Ben yıkanmayı tehir için, sabahın olmasını, su ısıtmak, hamama gitmek gibi bir sürü şeyleri istiyorum Halbuki, Allahü teâlâ bana sâdece bir defâ yıkanmamı emrediyor Ben de onu tehir için çeşitli bahâneler arıyorum Benim yaptığım hiç münâsip değil" dedi Hemen, gecelik elbisesi üzerinde olduğu halde, soğuk su ile gusletti

Tasavvufu, dayısı Sırrî-yi Sekatî'den öğrendi Asrının kutbu idi Binlerce velî yetiştirdi Otuz defâ yaya olarak hacca gitti Kerâmetleri, nasîhatları, hikmetli sözleri ve ihlâslı amelleri ile meşhûr oldu Zâhirî ilimleri, İmâm-ı Şâfiî'nin talebelerinden Ebû Sevr'den öğrendi Ayrıca Hâris-i Muhâsibî, Muhammed Kassâb ve başka zâtlarla da sohbet etti

Cüneyd-i Bağdâdî hazretleri, otuz sene cemâatle namazda ilk tekbiri kaçırmadı Namazda kalbine dünyâ düşüncesi gelse, o namazı tekrar kılardı Dâimâ Allahü teâlâyı hatırlardı Her gün 400 rekat namaz kılardı Otuz yıl yatsı namazından sonra hiç uyumadan ibâdetle meşgûl oldu

Hocası Sırrî-yi Sekatî, ona bir meclis kurup, insanlara ilim öğretmesini, nasîhat etmesini söylerdi, fakat o kendini bu işe lâyık bulmayıp, nefsini kötülerdi Bir Cumâ gecesi Peygamber efendimizi rüyâda gördü Ona; "Ey Cüneyd! İnsanlara nasîhat et! Zîrâ senin sözün halkın kalplerinin rahatlık ve ferahlık bulmasına sebeptir Allahü teâlâ senin sözünü, insanların kurtuluşa ermesi için sebep kılmıştır" buyurdu Uyandı, sabahleyin erkenden hocasının yanına vardı O hiçbir şey söylemeden; "Peygamber efendimiz tarafından vazîfelendirilmedikçe, insanlara ilim öğretmekten çekindin" dedi Ertesi gün bir meclis kurup, insanlara Resûlullah'ın yolunu anlatmaya başladı

Cüneyd-i Bağdâdî'ye; "İhlâsı kimden öğrendiniz?" diye sorduklarında; "Mekke-i mükerremede bulunuyordum Bir berber gördüm Ona; "Allah rızâsı için benim saçlarımı düzeltebilir misin?" dedim Berber; "Elbette" dedi O sırada, mevki sâhibi birini traş etmekte idi Hemen traşını bırakıp; "Efendi, kalk Bir kimse Allah için bir şey istedi mi, bütün işler durur, derhal ona bakılır" dedi Sonra berber koltuğuna beni oturtup traş etti Sonra da bana bir mikdâr altın verip; "İhtiyaçların için lâzım olur, onlara harcarsın!" dedi Ben bu hâle çok hayret edip, elime geçecek ilk parayı kendisine hediye etmeye niyet ettim Az bir zaman sonra bana Basra'dan bir kese altın gönderdiler Hemen götürüp o keseyi ona verince sebebini sordu Ben de niyetimi açıkladım Bunun üzerine bana; "Sen, Allah rızâsı için beni traş et" dedin Ben de o niyetle seni traş ettim Şimdi bunları alırsam, niyetimde bir değişme olmasından korkuyorum" dedi

Sâlihlerden bir zât rüyâsında Peygamber efendimizi gördü Cüneyd-i Bağdâdî de yanlarında bulunuyordu Bu sırada biri gelip, Peygamber efendimize bir suâl sordu Peygamber efendimiz; "Bunun cevâbını Cüneyd'den iste O cevap versin" buyurdular Cüneyd-i Bağdâdî; "Yâ Resûlallah! Sizin mübârek huzûrunuzda ben nasıl konuşabilirim?" deyince, Peygamber efendimiz; "Diğer peygamberler ümmetlerinin tamâmı için ne kadar öğünüyorlarsa, ben de, Cüneyd ile o kadar öğünürüm" buyurdular

Zengin bir kimse vardı Cüneyd-i Bağdâdî'nin huzûruna gelip tövbe etti ve talebeliğe kabûlünü istedi Malını da fakirlere dağıttı Bin altını kaldı Cüneyd-i Bağdâdî; "Bu bin altını da Dicle nehrine at" buyurdu O kimse, Dicle kenarına gidip altınları birer birer nehre attı Geri döndüğünde Cüneyd-i Bağdâdî kendisine heybetle bakıp; "Niçin hepsini birden atmadın da birer birer sayarak attın? Demek hâlâ, gönlünde onlara muhabbet var" buyurdu ve bir müddet kendisini sohbetlere kabûl etmedi Sonunda o kimse buna da tövbe edip, nihâyet talebeliğe kabûl edildi

Büyüklerden bir zât, Cüneyd-i Bağdâdî'nin yanına gelmişti Şeytanın, onun yanından hızla kaçtığını gördü O kimse Cüneyd-i Bağdâdî'nin yanına yaklaşınca, yüz hâllerinden, onun çok öfkelenmiş olduğunu anlayıp, sordu: "Ey Cüneyd! Biz biliyoruz ki, insan öfkelenince şeytan ona yaklaşır Fakat görüyorum ki, bu kadar fazla öfkelenmiş olduğunuz halde, şeytan sizden kaçıyor Bunun hikmeti nedir?" Cüneyd-i Bağdâdî cevâbında; "Sen bilmez misin ki, biz kendi nefsimiz için kızmayız Başkaları, nefsleri için kızarlar Bunun için de şeytan kendilerine musallat olur Bizim kızmamız, hep Allah için oduğundan, şeytan bizden kızdığımız zaman kaçtığı gibi başka hiç bir zaman kaçmaz" buyurdu

Cüneyd-i Bağdâdî'yi tanıyan ve sevenlerden Ebû Amr, bir gün bir ihtiyaç için çarşıya gitmişti Bir cenâze gördü "Cenâze namazına katılayım" dedi Yolda giderken bir kadın görüp ona baktı Bu yaptığının uygun olmadığını hatırlayıp derhal tövbe etti Eve geldiğinde yüzünün niçin karardığını sordular Aynaya baktığında hakîkaten yaptığı o uygunsuz iş sebebiyle yüzünün karardığını anladı Kırk gün, devamlı olarak bu günahına tövbe ve istiğfâr etti Cüneyd-i Bağdâdî'yi ziyâret etmek hatırına geldi Bağdat'a gitti Cüneyd-i Bağdâdî'nin hânesine varıp kapısını çaldığında, içeriden ona; "Gel bakalım ey Ebâ Amr! Sen Ruhbe'de günah işle, biz de Bağdat'ta bu günâha istiğfâr edelim" buyurdu

Birisi, Cüneyd-i Bağdâdî'ye; "Gözümü yabancı kadınlara bakmaktan nasıl koruyabilirim?" diye sordu Cüneyd-i Bağdâdî; "Yabancı kadını gördüğün zaman, Allahü teâlânın seni, senin o kadını görmenden daha iyi gördüğünü hatırla" buyurdu

Mel'ûn şeytan, bir üstâdın hizmetçisi kılığında Cüneyd-i Bağdâdî'nin yanına gelip; "Efendim, size hizmet etmekle şereflenmek, feyiz ve bereketlerinizden istifâde etmek arzusuyla geldim Lütfen kabûl buyurunuz" dedi Cüneyd-i Bağdâdî kabûl etti Şeytan yirmi sene kadar kendisine hizmet etti, ama bir kere olsun vesvese veremedi Nihâyet ümidini kesip bir gün; "Ey üstâdım! Siz beni tanıyor musunuz?" dedi Cüneyd-i Bağdâdî; "Ben seni ilk geldiğin gün tanımıştım Sen iblissin" dedi Şeytan; "Ey Ebâ Kâsım! Ben senin kadar yüksek makam ve derecelere kavuşmuş olan bir zât daha tanımıyorum" dedi Cüneyd-i Bağdâdî; "Ey mel'ûn! Hemen defol git Şimdi de kendimi beğenme, ucub gibi bir duruma düşürmek ve beni mahvetmek arzusundasın değil mi? Bu çirkin maksadına kavuşamayacaksın Haydi defol!" buyurdu

Hayr-ün Nessâc bir gün evinde oturuyordu Kalbine; "Ebü'l-Kâsım Cüneyd-i Bağdâdî kapıdadır Çıkıp karşılayayım" diye bir düşünce geldi "Fakat o buraya gelmez Kalbime gelen düşünce vesvesedir" deyip o düşünceyi kalbinden attı Biraz sonra aynı düşünce yine geldi Yine attı Üçüncü defâ gelince; "Çıkıp bakayım" dedi Çıktı, Cüneyd-i Bağdâdî kapıda idi Ona selâm verdi ve; "Ey Hayr! Kalbine ilk geldiği zaman niçin kalkıp kapıyı açmadın?" buyurdu

Bir gün sohbetinde bulunanlardan biri, kendisini imtihan için yanına geldi ve bir suâl sordu Cüneyd-i Bağdâdî; "Bu suâle söz ile mi, yoksa mânevî olarak mı cevap verelim?" dedi O kimse; "İki şekilde de cevap ver" deyince, Cüneyd-i Bağdâdî; "Keşke kendi kendini deneseydin O zaman beni denemeye lüzum görmezdin Mânevî cevap istiyorsan, böyle yapmakla artık bizim yolumuzdan ayrıldın Allahü teâlânın dostlarını tecrübe etmeye, onları yaralamaya senin gücün yetmediğini bilmez misin?" buyurdu Bunun üzerine hemen o kimsenin yüzü, simsiyah olup, kalbindeki bir parça yakîn de kayboldu O kimse çok pişman olup yaptığına tövbe etti Çok istiğfâr etti Cüneyd-i Bağdâdî yine de o kimseye merhamet edip teveccüh etti O kimsenin hâli bundan sonra daha düzgün oldu

Kelâm ehlinden İbn-i Küllâb, bozuk fırkalar hakkında reddiyeler yazıyordu Bâzı kimseler ona, tasavvuf ehlini de yazmasını söylediler "Bunların reisleri kimdir?" diye sordu Cüneyd-i Bağdâdî'dir dediler İbn-i Küllâb, Cüneyd-i Bağdâdî'ye birisini gönderip görüşlerinin ne olduğunu öğrenmesini söyledi Cüneyd-i Bağdâdî buna buyurdu ki: "Bizim yolumuz, bâkî olanı, fânî olandan ayırmak, bâkî olan için, faydası olmayan her şeyden uzak durmaktır" Bu cevap, İbn-i Küllâb'a gelince; "Bu nasıl bir şeydir ki, bizim bunu anlamamız dahi imkânsız" deyip, Cüneyd-i Bağdâdî'nin bulunduğu meclise gitti Ona tevhîd hakkında bir suâl sordu Cüneyd-i Bağdâdî'nin verdiği cevaptan hayrette kalıp; "Bu cevâbı tekrarlar mısınız?" dediCüneyd-i Bağdâdî daha değişik bir şekilde cevap verdi İbn-i Küllâb'ın hayreti daha da artıp; "Bu cevâbı da tekrar eder misiniz?" dedi Cüneyd-i Bağdâdî bu sefer de daha başka bir şekilde cevap verdi İbn-i Küllâb; "Söylediklerinizi kavrayabilmem, ezberleyebilmem imkânsız Bâri bunları söyleyin de yazayım" dedi Hazret-i Cüneyd-i Bağdâdî; "Eğer, bütün bunları söyleyen, ben olsaydım yazdırırdım" buyurdu Bunun üzerine İbn-i Küllâb, Cüneyd-i Bağdâdî'nin büyüklüğünü kabûl ve ona hayranlığını îtirâf etti

Ebû Amr isminde bir zât bir sene hacca gidiyordu Vedâlaşmak için Cüneyd-i Bağdâdî'ye uğradı İhtiyacı olmadığı hâlde, bereket olarak yanında bulunması için kendilerinden bir dirhem borç istedi Fakat yanlarında hiç para olmadığını da biliyordu Buna bir müddet baktılar Sonra cebinden bir dirhem çıkarıp ona verdiler Hacca gitti Döneceği zaman, Medîne-i münevverede; Cüneyd-i Bağdâdî'ye bir yüzük alıp hediye götürmek aklına geldi Yüzüğü aldı Bağdat'a döndü Cüneyd-i Bağdâdî'nin ziyâretine gitti, fakat yüzüğü evde unuttu "Neyse şimdi yüzükten hiç bahsetmem, sonra ziyâret ettiğimde yüzüğü takdim ederim" dedi Ziyâret ettiğinde; "Efendim! Hacca giderken sizden ödünç olarak aldığım bir dirhemi iâde etmek istiyorum" dedi O da; "Biz onu, Medîne-i münevvereden getirip de evde unuttuğunuz yüzük gibi unuttuk, o zaman hediye etmiştik" buyurdu

Çocuğu kaybolan bir kadın, Cüneyd-i Bağdâdî'ye gelip çocuğunun bulunması için duâ taleb etti Cüneyd-i Bağdâdî duâ etti Çocuk bulundu

Cüneyd-i Bağdâdî bir gece uyandı Uyumak istiyor, uyuyamıyordu Oturmak istiyor, oturamıyordu Bir zaman sonra kapıyı açıp dışarı çıkınca; birinin üzerine bir aba örtüp, büzüldüğünü gördü Cüneyd-i Bağdâdî'yi görünce başını kaldırdı ve; "Ey efendim! Bu kadar bekletilir mi?" dedi Cüneyd-i Bağdâdî; "Gece geç vakitte geldiniz" buyurdu O kimse; "Kalplere hareket veren Allahü teâlâdan, sizin kalbiniz bana teveccüh etsin diye taleb ettim" dedi Cüneyd-i Bağdâdî; "Ne istiyorsunuz?" diye sordu O kimse; "Nefsin hastalığına ilaç yok mudur?" deyince, Cüneyd-i Bağdâdî; "Nefsin ilacı, isteklerine muhâlefet etmektir" buyurdu Bunun üzerine o kimse, kendi kendine; "Ey ahmak nefsim! Bunu ben sana kaç defâ söyledim Ama sen Cüneyd'den duymayınca inanmadın" dedi

Bir gün Cüneyd-i Bağdâdî câmide iken bir zât içeri girdi ve iki rekat namaz kıldı; sonra bir kenara çekildi Biraz sonra, işâret ile Cüneyd-i Bağdâdî'yi yanına çağırdı Yanına gittiğinde; "Ey Ebü'l-Kâsım! Allahü teâlâya ve dostlara kavuşma vaktim yaklaştı Vefâtımdan sonra yıkanmam, kefenlenmem ve defnim bittikten sonra senin yanına bir genç gelir, elbisemi, asâmı ve su kabımı ona verirsin O, Allahü teâlâ katında mânevî derecesi olan birisidir" dedi O zât vefât edip, gömüldükten sonra Cüneyd-i Bağdâdî'nin yanına bir genç geldi ve; "Emânet nerede ey Ebü'l-Kâsım?" dedi O da; "Sen bunu nereden biliyorsun? Bize söyle" deyince; "Falanca yerde bulunuyordum Gizliden bir ses bana; "Kalk! Cüneyd'e git Ondaki şu şu emâneti al Sen ebdal denilen evliyâdan birinin yerine tâyin edildin" dedi Bunun üzerine Cüneyd-i Bağdâdî emânetleri ona verdi O genç gusül abdesti aldıktan sonra, o elbiseleri giyip, gitti

Cüneyd-i Bağdâdî bir yolculuğu sırasında Kûfe'ye uğradı ve şehrin ileri gelenlerinden birisinin sarayını gördü Saray çok güzel ve süslü, kapısında hizmetçiler vardı Penceresinde birisi şu mânâda şiir söylüyordu: "Ey Saray! Sana hüzün, gam, keder, girmez Zaman senin sâkinlerine, içindekilere bir şey yapmaz Sen muhtaçlar için ne güzel bir konaksın" Aradan bir müddet geçtikten sonra Cüneyd-i Bağdâdî oraya tekrar uğradı Bu sefer o sarayı öncekinden daha başka buldu Kapısı kararmış, içinde yaşayanlar dağılmış, o güzelim saray perişan virâne bir vaziyetteydi O manzara lisan-ı hâl ile sanki şunları fısıldıyordu: "Bu sarayın güzellikleri gitti Yerini gördüğün şu manzara, aldı Zaman içerisinde hiçbir şey aynı iyi hâl üzere kalmaz İşte gördüğün şu saray güzel durumunu bu yalnızlık, gariplik hâline, sevincini gam ve kedere bıraktı" Cüneyd-i Bağdâdî sarayın kapısını çaldı İçeriden gâyet zayıf bir sesle birisi; "Buyurun" deyince; "Bu sarayın o güzelliğine ne oldu? Nerede onun o parlak hâli, nerede onun içerisinde en kıymetli elbiselerle gezinenler, hani o gelip giden ziyâretçileri?" diye sordu O şahıs ağlayarak; "Efendim! Onlar burada emânetçi olarak kalıyorlardı Ömürleri bitip, bu dünyâdan âhirete göçtüler Dünyânın hâli böyledir Ona gelen gider Bu dünyâ kendisine iyilik edenlere kötülük eder" dedi Cüneyd-i Bağdâdî; "Daha önce buraya uğradığımda birisi bu sarayın penceresinde; "Ey saray! Sana hüzün, gam ve keder girmez, diyordu" deyince, o şahıs ağlayıp; "Vallahi şiiri okuyan bendim Bu sarayın sâkinlerinden benden başka kimse kalmadı Ah! Dünyâya aldananlara yazık!" dedi Bunun üzerine Cüneyd-i Bağdâdî; "Bu harâbe, virâne olmuş yerde nasıl kalıyorsun, kalbin nasıl rahat ediyor?" diye sorunca; "O nasıl söz Burası sevdiklerimin evi değil mi? Bu onların yâdigârı hâtırasıdır" dedikten sonra, şu mânâda bir şiir okudu: "Bana dediler, sen sevdiklerinin bulunduğu yerlerde durmayı seviyorsun, ben dedim, her ne kadar buralarda onlarla buluşamıyorsam da, onların kalbimde yerleri büyüktür O hâlde onların gezip dolaştıkları yerlere olan sevgisi sebebiyle kalbim bağlı iken, bu virâneyi nasıl terkederim?" Onun bu sözleri Cüneyd-i Bağdâdî'ye çok tesir etti Sevgisini samîmi bir dille anlatması, virâne olmasına rağmen sevdiklerine bağlılıkta gösterdiği sabır bakımından hoşuna gitti

Gıybetten çok sakınırdı Bir gün Şenûziyye mescidinde oturmuş cenâze namazı için cemâat bekliyordu Bu sırada bir fakir gördü Hâlinden ibâdet ehli olduğu anlaşılıyordu Fakat dilenmek ile meşguldü Kendi kendine; "Bu adamcağız böyle dileneceğine çalışıp nefsini bu hâle düşmekten korusa daha iyi olmaz mı? Üstelik sağlığı da yerinde" diye düşündü O gece ibâdet yapmak için kalkamadı ve rüyâsında bir tepsi içinde o fakirin eti sunularak; "Ye bunu" dediler "Ben onun gıybetini yapmadım ki" diyecek oldu "Senin gibisinin böyle düşünmesi bile hoş değil, derhal git ondan helâllik dile" dediler Sabah olunca o adamın peşine düştü Bir yerde bakla yaprağı topladığını gördü Yanına sokulup selâm verdi Ona; "Bir daha böyle yapacak mısın?" diye sordu Cüneyd-i Bağdâdî de; "Hayır" karşılığını verdi "Allah beni de seni de bağışlasın" diye duâ etti

Cüneyd-i Bağdâdî bir gün Câfer Huldî'ye bir dirhem verdi ve bir mikdâr incir almasını söyledi O da alıp geldi ve önüne koydu Cüneyd-i Bağdâdî ondan bir tâne alıp orucunu açmak için ağzına götürdü O sırada ağlamaya başladı, inciri ağzından çıkarıp attı Su ile de ağzını iyice çalkaladı Câfer Huldî; "Niçin böyle yaptınız?" dediğinde; "Otuz seneden beri hep incir yemek istedim O zamandan beri de hiç yemedim Bugün nefsim ağır bastı ve ondan yemek istedim Ağzıma aldığım zaman gizliden bir ses bana şöyle dedi: "Allah için yemesini bıraktığın şeyi yemeye utanmıyor musun?" Bunun üzerine onu ağzımdan çıkarıp attım Onu yemeyi sözde durmamak kabûl ettim Bu da bir hıyânettir Hâin olan kimse de, Allah katında sevilen biri olamaz" buyurdu

Cüneyd-i Bağdâdî, tasavvuf yolunda olmasına rağmen ulemâ elbisesi ile dolaşırdı "Niye sofilerin hırkası gibi hırka giymiyorsun?" diye soranlara; "Hırka ve yamalı elbise giymenin bir işe yarayacağını bilsem, demirden ve ateşten elbise yaptırıp giyerim Ama kalbime; îtibâr hırkaya değil, yanık kalbedir, şeklinde de bir ilhâm geliyor" karşılığını verdi

Cüneyd-i Bağdâdî bir gün arkadaşı büyük velî Ebû Bekir Şiblî'yi; "Lâ havle velâ kuvvete illâ billah" derken gördü Ona; "Bu söz canı sıkılanların kelâmıdır Can sıkıntısı ise kazâya rızâ göstermemekten kaynaklanır" buyurdu

Bir kimse, Cüneyd-i Bağdâdî'ye; "Bu zamanda hakîki kardeşlikler azaldı Nerede o, Allah için yapılan kardeşlikler?" deyince, Cüneyd-i Bağdâdî; "Eğer senin sıkıntılarına katlanacak, ihtiyaçlarını giderecek birini arıyorsan, bu zamanda öyle bir kardeşi, arkadaşı bulamazsın Ama, kendisine Allah için yardım edeceğin, sıkıntılarına Allah rızâsı için katlanacağın bir kardeşlik istiyorsan böyleleri çoktur" buyurdu

Bir kimse Cüneyd-i Bağdâdî'den duâ istediğinde şöyle duâ ederdi:

"Allahü teâlâ senin kalbini dağınık etmesin Seni, kendisinden alıkoyan her şeyden kurtarsın Kendisine kavuşturan şeylere kavuştursun Seni mâsivâdan (kendisinden başka şeylerden) kurtarıp, kendisiyle meşgul eylesin Sana kendisiyle berâber olmaya lâyık bir edep ihsân eylesin Kalbinden, râzı olmadığı, beğenmediği şeyleri çıkarıp, kendi rızâsını koysun Seni kendisine ulaştıran yola kavuştursun"

Bir gün; "Derecesi hocasının derecesinden yüksek olan talebe var mıdır? diye Sırrî-yi Sekatî hazretlerine sordular; "Evet vardır Cüneyd'in derecesi benden yüksektir" buyurdu

Cüneyd-i Bağdâdî'ye; "Rızkımızı arıyoruz" dediklerinde; "Nerede olduğunu biliyorsanız, orada arayınız?" buyurdu "Allahü teâlâdan istiyoruz" dediklerinde, "Eğer sizi unutmuş sanıyorsanız, hatırlatınız!" buyurdu "Tevekkül ediyoruz, bakalım ne gönderecek?" dediklerinde; "İmtihan ederek, deneyerek tevekkül etmek, îmânda şüphe bulunmasını gösterir" buyurdu "O hâlde ne yapalım?" dediklerinde; "Emrettiği için çalışmalı, rızk için üzülmemeli, tedbirlerin arkasında koşmamalıdır Rızk için Allahü teâlânın verdiği söze güvenmelidir Emrine uyarak çalışanı, rızkına ulaştırır" buyurdu

Cüneyd-i Bağdâdî hastalanmıştı Vefâtından önce, Ebû Muhammed Cerîrî başucunda idi Cüneyd-i Bağdâdî, Kur'ân-ı kerîm okuyordu Hatmi tamamlayıp tekrar başladı O zaman Ebû Muhammed Cerîrî: "Efendim zâten çok hâlsizsiniz Kendinizi fazla yormasanız"dedi Ona; "Ey Ebû Muhammed! Şu anda bunlara benden daha çok ihtiyâcı olan kim vardır? Bak işte vefâtıma az kaldı" buyurdu

Cüneyd-i Bağdâdî, vefât edeceği zaman çok üzgündü Talebeleri korkup; "Efendim! Bizim ümidimiz, sizin şefâatiniz bereketi ile kurtulmaktır Sizin ise ızdıraplı ve üzüntülü bir hâliniz var Bu hâliniz bizim yüreğimizi parçalıyor" dediler Bunlara cevâben; "Ey dostlarım! Ben, yetmiş senelik ibâdet ve tâatımdan ve sizlere üstâd olmak ile kazandıklarımın hepsini, bir kıl ile asılmış olduğunu ve rüzgâr esmesi ile bir tüy misâli sallandığını hissediyorum Bu esen rüzgârın, red rüzgârı mı, yoksa kabûl yeli mi olduğunu bilmiyorum" buyurdu Biraz sonra; "Allah!" diyerek rûhunu teslim etti Vefât ettiğinde 91 yaşındaydı

Cüneyd-i Bağdâdî'yi yıkayan kimse, mübârek gözlerinin içine su ulaştırabilmek için uğraştı ise de, mümkün olmadı Gizliden bir ses duydu; "Kendini yorma! Cüneyd'in gözü Allahü teâlânın zikri ile kapanmıştır O'nun dîdârını görmeden açılmaz" diyordu Yıkayan kimse, parmaklarını da açmak için çalıştı Fakat; "Kendisi açmayınca açılmaz" diye bir nidâ geldi Mübârek vücûdu yıkandı, kefenlendi ve cenâze namazını oğlu kıldırdı Cenâze namazında bulunanların sayısı sayılamayacak kadar çoktu Hocası ve dayısı Sırrî-yi Sekatî'nin kabrinin yanına defnedildi



Alıntı Yaparak Cevapla