Prof. Dr. Sinsi
|
Abdullah-İ Ensârî
ABDULLAH-I ENSÂRÎ
Evliyânın meşhûrlarından ve Hanbelî mezhebinin büyük fıkıh âlimlerinden İsmi Abdullah bin Muhammed bin Ali el-Ensârî el-Hirevî'dir Künyesi Ebû İsmâil olup nesebi, türbesi İstanbul'da bulunan ve Eshâb-ı kirâmın meşhûrlarından olan Hâlid bin Zeyd Ebû Eyyûb-i Ensârî'ye dayanır Bu sebeple Ensârî nisbesiyle tanınmıştır 1005 (H 396)te Herat'ta doğdu 1088 (H 481) senesinde Herat'ta vefât etti Türbesi çok ziyâret edilen yerlerden biridir Hadîs ilminde yüksek derecede âlim idi Üç yüz binden ziyâde hadîs-i şerîf ezberlemiştir Ayrıca tefsîr, fıkıh, kelâm, târih, neseb ve diğer ilimlerde âlim idi
Dört yaşında ilim öğrenmeye başladı Dokuz yaşından îtibâren Kâdı Ebû Mensûr ve Caruzî'nin sohbetlerine devâm etti Hâfızası fevkalâde kuvvetli idi Mektepte duyduğu ve yazdığı her şeyi hemen ezberlerdi Daha o zamanlarda, çok güzel şiirler söylerdi Gece-gündüz ilimle uğraştı Abdül-Cebbâr el-Cerrâhî, Ebû Mensûr el-Ezdî, Ebû Sa'îd es-Sayrafî ve başka birçok âlimden ilim öğrendi Kendisinden de; Ebü'l-Vakt Abd-ül-Evvel, Ebü'l-Feth Nasr bin Seyyâr ve daha başka birçok kimse ilim öğrenip icâzet, diploma aldılar
Onun büyük bir âlim ve evliyâ olacağını Hızır aleyhisselâm müjdelemiştir Şöyle ki:
Hâce Ebû Âsım, Abdullah-i Ensârî hazretlerinin hocalarından ve akrabâsından idi Bir gün ziyâretine gitti Hocası kendisine yemek ikrâm etti ve sohbet edip bazı şeyler öğretti Ebû Âsım'ın hanımı ihtiyar idi Evliyâdan mübârek bir hâtun idi ve Hızır aleyhisselâmdan ilim öğrenirdi Bu hâtun diyor ki:
Hızır aleyhisselâm bize geldiğinde, Abdullah'ı görüp kim olduğunu sordu Böyle sormak onun âdetidir Bildiği hâlde yine sorar Ben;
"Filân kimsedir " dedim Buyurdu ki:
"Doğudan batıya kadar herkes onun adını duyar Şeyh-ül-islâm ismi ile meşhûr olur Şimdi on yedi yaşındadır Babası ve kendisi, ne olduğunu bilmez Zamanında ondan büyük kimse olmaz Yer yüzünde onun büyüklüğünü duymayan kalmaz "
O gerçekten müjdelendiği gibi yetişti Kendini tamâmen ilme verdi Geceleri kandil ışığında hadîs-i şerîf yazardı Yemek yemeğe vakit bulamazdı Annesi, ekmek parçalarını lokma lokma edip yedirirdi Hadîs-i şerîf toplamak için çeşitli memleketlere gitti Çok sıkıntılara katlandı
İlim uğruna emsâline az rastlanan gayret ve fedâkarlıklar gösterdi Bir defâsında Nişâbûr'dan Dezbad'e gitmek üzere yola çıkmıştı Yolda şiddetli bir yağmura tutuldu Koynunda hadîs-i şerîflerin yazılı olduğu kitaplar, nüshalar vardı Bunların yağmurdan ıslanmaması için yol boyunca rükû vaziyetinde eğilerek yürüdü
Üç yüz âlimden hadîs-i şerîf öğrendi Bunların hepsi büyük hadîs âlimleri olup, hepsi de Ehl-i sünnet idi Hiç biri bid'at sâhibi değildi Tefsîr ilmini Hâce Yahyâ İmârî'den öğrendi Tasavvuf ilmini ise zamanının büyük âlimi ve rehberi Ebü'l-Hasan Harkânî hazretlerinden öğrenip kemâle erdi
İlim tahsîlini tamamladıktan sonra insanların, Allahü teâlânın emrine uymaları, yasakladıklarından sakınmaları için gayret etti Ömrünü insanların seâdete kavuşmaları, Allahü teâlânın rızâsını kazanmaları için harcadı Dünyâya düşkünlük göstermedi
Abdullah-ı Ensârî, şeyhülislâm idi Hanbelî mezhebinin büyük âlimlerinden olup, çok yüksek bir velî idi Kerâmetleri pek çoktur Vâzlarında Ehl-i sünneti müdâfaa eder, mezhebsizlik ve bid'atlerin kötülüğünü anlatırdı Allahü teâlâya kavuşmak yolunda yürümek isteyenlerin, evliyâya ve hakîkî din âlimlerine çok bağlı olmasını isterdi Bu yolda ilerleten vâsıtaların, onlara olan tam muhabbet ve bağlılık oduğunu söylerdi O büyüklere dil uzatanların zavallılıklarını her defâsında ifâde eder ve; "Yâ Rabbî! Dostlarını öyle yaptın ki, onları tanıyan sana kavuşuyor ve sana kavuşmayan onları tanıyamıyor Yâ Rabbî! Her kimi felâkete düşürmek istersen, onu dostlarının, evliyânın ve gerçek İslâm âlimlerinin üzerine atarsın " buyurmuştur
Şöyle anlatmıştır:
Bir zaman bir arkadaş ile Basra'ya gittim Altı gün geçtiği hâlde, hiç bir şey yemedik Yedinci gün bir kimse gelip bize birer altın hediyye etti Ben de o altını arkadaşıma verdim Gidip yiyecek bir şeyler getirdi Berâberce yedik Sonra yolumuza devâm ettik Deniz kıyısına geldik Kalan bir altını gemiciye verip gemiye bindik Gemide, köşede kendi hâlinde oturan biri vardı Namaz vakitlerinde kalkar, namazdan sonra tekrar kendi hâlinde oturmaya devâm ederdi Kendisine yaklaşıp, bir ihtiyâcı olursa yardımcı olabileceğimizi söyledik "Olduğu zaman söylerim " dedi Bir gün bize; "Ben, yarın öğle namazından sonra vefât edeceğim Gemiciye, sizi sâhile çıkarmasını söyleyiniz Elbiselerimden bir şey isterse veriniz Dışarı çıktığınız zaman bir ağaçlık görürsünüz Orada, büyük bir ağacın altında, benim kefenlenme ve defin işlerim için herşeyi hazırlanmış bulursunuz İşlerimi tamamlayıp, beni oraya defnediniz Benim bu yamalı elbisemi de kaybetmeyiniz Hille'ye gittiğiniz zaman, zarîf bir genç, sizden bu yamalı elbiseyi ister Ona veriniz " dedi
Hakîkaten de ertesi günü öğle namazından sonra vefât etti Bundan sonra biz dediklerini aynen yaptık Her şey tam anlattığı gibi oluyordu Hille'ye vardığımızda, târif ettiği genç karşımıza çıkıp; "Emâneti veriniz " dedi Biz, yanımızdaki emâneti kendisine teslim ettik ve; "Allah rızâsı için bize izâh eder misin? O zât kimdi? Sen kimsin? Bu olanlar nedir?" dedik
"O bir derviş idi Mirâs bırakacak bir malı vardı Kendisine bir vâris taleb etti Beni gösterdiler Siz, bir mikdâr bekleyin Ben hemen geliyorum " dedi Gidip biraz sonra geldi Kendi elbiselerini çıkarmış bizim getirdiğimiz elbiseleri giymiş idi Kendi elbiselerini bize verip; "Bunlar sizindir " dedi ve gitti
Abdullah-ı Ensârî hazretleri buyurdu ki:
"Öyle zaman olur ki, Allahü teâlâ bir kulunu ibâdetleri ile meşgûl eyler O ibâdetler, o kulun azıtmasına sebeb olur Yâni kibir ve ucba kapılmasına yol açar Yine öyle zaman olur ki, o kulunu bir işe, bir günâha düşürür O günâhı sebebiyle kul o kadar üzülür ki, bu üzülmesi o kimsenin hidâyetine sebeb olur Hâline bakıp gafletten uyanır Tövbe ve istigfâr eder Bu her iki durumda da atılgan olmamalıdır Allahü teâlâ, cesâret ve atılganlıkla günâh işleyip de; "O bizi affeder " diyen kullarını sevmez Günâhları küçük görmekten daha zararlı bir şey yoktur Günâhların küçüklüğünü değil de, kimin koyduğu yasakları çiğnemekte olduğunu düşünüp, hayâ etmelidir "
"Hak teâlânın sevdiklerinin yolunda olmak ile dünyaya kıymet vermek, dünyâya düşkün olmak, bir arada bulunmaz Bu yolda bulunan bir kimsenin kalbinde, dünyânın zerre kadar kıymeti bulunursa, yağdan kıl çıkması gibi, kolayca bu yoldan çıkar Allahü teâlânın dostları, dünyâya hiç kıymet vermezler, onun için gam yemezler Bütün dünyâyı bir lokma hâline getirip, bir velînin ağzına koysan, israf olmaz Gerçek israf, bir şeyi Allahü teâlânın rızâsına aykırı olarak sarfetmektir Allahü teâlâ, dünyâyı eliniz ile terketmeyi değil, kalbiniz ile terketmeyi ister ve beğenir "
"İşlediğin tâat ve ibâdetleri beğenmemelisin O tâat sana hoş gelmemeli, bir lezzet aramamalısın Tâatini beğenmek şirktir Yalnız Allahü teâlânın emri olduğu için, buyurulduğu gibi, yânî ilmihâl kitaplarında bildirdiği gibi işlemeli Tâatini Hak teâlâya ısmarla ve kendi beğenmeni şeytanın yüzüne çarp Beyt:
Bir amel ki kalbine hoş gelir
Bir günâhtır ki özrü müşkildir
"Bedbahtlığın, zarar ve ziyân içinde olmanın en açık alâmeti, Allah yolunda hergün ilerleyememektir "
"Malı seviyorsan, yerine sarf et de sana sonsuz arkadaş olsun! Eğer sevmiyorsan, ye de yok olsun "
"Allahü teâlâ, kendi rızâsını istiyenlerin yardımcısıdır "
"Üç kısım ilim vardır ki, bunlar tövbe, tevekkül ve hakîkat ilimleridir Tövbe ilmi ki, bu ilmi seçilmişler, büyük zâtlar ve avâm, diğer insanlar kabûl ettiler Tevekkül ilmini, seçilmişler kabûl etti, ama avâm kabûl etmedi Hakîkat ilmini ise, insanların ilim, akıl ve anlayış seviyelerinin üstünde olduğu için, çok kimse anlıyamadı "
"Allahü teâlânın azâbına müstehak olanlar, her an gaflette bulunanlardır Bunlar, başlarına gelmesi muhtemel olan korkunç azâbdan gâfil oldukları için, kendilerini emniyette ve rahat hissederler Her zaman uyanık olan kalbler ise, her an korku ve hüzün ile dolu olurlar Devamlı âhiret için hazırlık yaparlar Dolayısı ile bu kimseler cezâya müstehak değildir "
"İnsana, âhirete giden yolda mutlaka şu dört şey lâzımdır: Birinci olarak, îtikâd ve amel Bunun için kendisine lâzım olan ilmi öğrenip tatbik etmek lâzımdır Bu ilim yolcuya yön verir, idâre eder İkinci olarak, bir zikir lâzımdır Bu, yolcuya tenhâda arkadaşlık eder ve zikir yardımı ile yalnızlık çekmez Üçüncü olarak, bu yolcunun haram ve şüphelilerden sakınması ve dünyâya düşkün olmaması lâzımdır Bu uygun olmayan düşünce ve başka şeylerin kendisini meşgûl etmemesine sebeb olur Dördüncü olarak, bir yakîn lâzımdır Bu da, yolcuyu gideceği yere kadar götürür İşte ömründe bu dört şeyden ayrılmayan saâdete kavuşur "
"Dünyâ ne demektir biliyor musunuz? Gönlüne gelen ve seni Allahü teâlâdan uzaklaştıran her şey dünyâ demektir Seni O'ndan başka bir şey ile meşgûl eden her şey de fitnedir Bu kısa ömrü, Allahü teâlâdan uzaklaştıran şeylere yaklaşmakla geçiren, O'ndan başka şeylerle meşgûl olan kimse, âhiretini harâb etmiş olur Bu ise, akıl sâhiblerinin yapacağı şey değildir "
"Sıdk ve muhabbetin alâmeti ahde vefâdır "
"Nefsiniz sizi uygun olmayan şeylerle meşgûl etmeden evvel, siz nefsinizi hayırlı şeylerle meşgûl ediniz "
"Hak teâlâya yakın olmayı istememek ve düşünmemek cinâyettir "
"Mürşid-i kâmilin, yetişmiş ve yetiştirebilen rehberin mübârek cemâlini görmek ve sohbetine kavuşmak en büyük ganîmetlerdendir Onların güzel cemâli ve sohbeti her zaman ele geçmez Onu elden kaçırmamalıdır Arafat dâimâ olur, fakat onlar dâimâ bulunmaz Bu büyük ganîmeti lâyıkıyla değerlendirmeli, nîmetin kıymetini bilmelidir "
"Birisi, rüyâsında Peygamber efendimizi gördü Evliyâdan bir grup ile bir yerde oturuyorlardı Herkes, O'nu dinliyordu Birden semânın kapıları açıldı Elinde ibrik ve leğen ile bir melek geldi Melek, ibrik ve leğen ile herkesin önüne geliyor, orada bulunanlar ellerini yıkıyordu Rüyâyı gören kimse en sonda bulunuyordu Sıra ona gelince; "Leğeni kaldırın O, bu tâifeden değildir " dediler Melek de leğeni alıp götürdü O kimse, Peygamber efendimize dönerek; "Yâ Resûlallah! Ben bunlardan değilim ama, biliyorsunuz ki, sizi ve bunları çok seven birisiyim " dedi Peygamber efendimiz; "Bunlara muhabbet eden bunlardandır " buyurdu Bunun üzerine melek, leğenle ibriği getirdi, o kimse de elini yıkadı Peygamber efendimiz o kimseye dönüp tebessüm ettiler ve; "Bize muhabbet ettikçe bizimlesin " buyurdular O kimse bu rüyâdan sonra bu yolun büyüklerinden biri oldu "
|