Prof. Dr. Sinsi
|
Muhammed Bâkî-Billah
Muhammed Bâkî-billah hazretlerinin zamânında kendisini seven vâliler kendisi ve fakirlere dağıtması için, altın ve gümüş paralar gönderirlerdi Muhammed Bâkî-billah hazretleri bu paraları fakirlere dağıtırdı Maksaddan ve hakîkatten uzak bâzı zavallılar onu kendileri gibi zannedip dil uzatırlardı Talebeleri böyle hâdiselere mâni olmak, müdâhale etmek istedikleri zaman, buna mâni olur yumuşaklık, tatlılık ve güzel vasıflar ile sıfatlanmalarını sağlardı Talebelerine, sözle, hareketle, kendilerini kusurlu ve küçük görme hâlini ve yapılan cefâlara katlanmayı dâimâ gösterir ve buna; "Maksada kavuşturucu bir delîl ve irfân yolunun rehberi " derdi Talebelerinden buna uymayan bir şey meydana gelseydi, kırılarak çok nasîhat ederdi
Hân-ı Hânân ismiyle meşhûr Abdürrahîm Hân onu sevenlerden olup, tam bir muhabbetle bağlıydı Bâkî-billah hazretlerinin hacca gideceklerini duyunca, yüz bin rubiyye (o zamânın parası) kendisinin ve talebelerinin yemek ve yol parası olarak gönderdi "Bu hediyemi, merhamet ederek kabûl etsinler " dedi MuhammedBâkî-billah hazretleri bunu duyunca durup: "Bizim gibilerin hacca gitmesi müslümanların altın ve gümüşlerini kendimize sarf etmenin karşılığı olmaz!" deyip, kabûl etmedi ve geri döndü
Giymede, yemede, oturmada hiçbir şeye özenmez ve heves etmezdi Sevmediği ve tabiatının arzu etmediği bir yemeği birkaç gün üst-üste önüne getirseler; "Bir başka yemek getirin " demezdi Bunun gibi, bir elbise uzun bir zaman üzerinde kalsaydı, "Bir başkasını getirin giyeyim " demezdi
Bedenen zayıf olup, dâimâ abdestli olmaya, daha çok ibâdet ve tâat yapmaya uğraşırdı Yatsı namazından sonra odasına döner bir mikdâr murâkabe ile meşgûl olur, âzâlarının zayıflığı galebe gösterince, kalkar abdest alır, iki rekat namaz kılar, yeniden otururdu Bedeninde hâlsizlik ve yorgunluk vâki olunca, tekrar abdest alır, gecenin çoğu böyle geçerdi
Yemek yemede ihtiyâtı o kadar çoktu ki, bir hediye gelse, onu; "Biz hediyeyi geri çevirmeyiz" hadîs-i şerîfine göre geri çevirmez, ama husûsî işlerine de sarf etmezdi Daha temiz ve daha iyi yerden borç alır ve fıkıhta bildirildiği şekilde "Bu daha helâldir ve daha iyidir " hükmü ile hareket eder ve hediyeyi oraya verirdi Yemek pişirenin abdestli, hattâ huzur ve safâ sâhiplerinden olmasını, yemek pişirirken çarşı, pazar ve dünyâ kelâmı söylenmemesini iyice tenbih ederdi "Huzur ve ihtiyât sâhibi olmayanın yemeklerinden, bir duman çıkar feyz kapısını kapatır ve feyzin gelmesine engel olur, feyze vesîle olan temiz rûhlar, kalb aynasının karşılarında durmazlar" derdi Bütün talebelerini bu husûsa riayete teşvik eder, az bile olsa, riâyet etmeyenlerin hâllerinden bunu anlardı
Bir gün hâl ve keşf sâhibi dostlarından biri gelip; "Hâlimde bir bağlanma, bir kapanma, kalbimde bir karartı görüyorum ve hissediyorum, ne kabahat işlediğimi bilemiyorum " deyince, Hâce hazretleri; "Yemeklerde ihtiyâtsızlık vâki oldu " buyurdu "Yemekler, her günkü yemeklerdi " deyince, Muhammed Bâkî-billah hazretleri: "İyi düşününüz, iyi düşününüz ki, bundan başkası olmasa gerek Muhakkak ufak bir ihtiyâtsızlık bu hâle sebeb olmuştur " dedi İyice düşününce; "Yemek pişerken, ihtiyâtlı olmayan, helâl olduğu şüpheli iki üç odunun da yemek pişirmek için yakıldığını hatırladım " dedi Bunun gibi, şüphelilerden sakındığı gibi, mübâhların fazlasından da sakınır, mübâhları zarûret mikdârı kullanırdı
Yemek husûsundaki bu ihtiyâtı, onların mübârek yollarının ve hâllerinin letâfet ve temizliği sebebiyleydi Temiz bir aynaya, bir nefesin bile tesir edeceği kadar, saf ve temizdi Bu sebepten, talebeleri toplanınca, etraflarında en temiz ve en muhlis olanları oturturlardı Aralarında bir yabancı olsa, hemen onun gafleti, noksanlığı, düşünceleri mübârek kalb aynasına aksederdi
Bir gün dervişlerden birinin bir yorgana ihtiyâcı oldu Hatırından, ondan bir yorgan istemeyi geçirdi Muhammed Bâkî-billah hazretlerine bu düşüncesi, zâhir olup, namazdan sonra; "Filân dervişe ve yorgan ihtiyâcı olanlara, yorgan veriniz " buyurdu O derviş; "O günden beri Muhammed Bâkî-billah hazretlerini üzecek bir düşüncenin kalbimden geçeceğinden korktum " demiştir
Bir gün, azîzlerden biri, onun muhlis talebelerinden birine, arzu ve istek dolu bir mektup gönderdi Bu mektup Muhammed Bâkî-billah hazretlerine takdim edildi Yüksek bir tevâzu ile mektubun arkasına şöyle yazdı: "Maalesef bu âcizde iş yapacak kuvvet kalmadı Allahü teâlâ, bu geride kalmış günlerinin mâtemini tutana birkaç gün ömür verirse, en büyük gayretle maksadı ararım, hayâtımı bu yolda veririm Allahü teâlâ bu miskine, her iki cihândaki işini, kudret-i ilâhiyyeye bırakmasını ve bütün tutulmalardan kurtulmasını ihsân eylesin Âmin Yâ Rabb-el-âlemîn  O kardeşime ricâ ederim ki, bu arzunun husûlü için, yüzünüzü yerlere sürünüz Ve fakîrin bu arzusuna kavuşması için Allahü teâlâya duâ ediniz Zîrâ arkadan, gıyâben yapılan duâları, Allahü teâlâ hemen kabûl eder Duâlar ederim efendim "
Muhammed Hâşim-i Keşmî, Şeyh Tâceddîn'den şöyle nakletmiştir: Birgün Muhammed Bâkî-billah hazretleri, nehre doğru gidiyordu Muzdarip, garip, çok üzüntülü olduğu anlaşılıyordu Ben de arkasından gidiyordum Biraz sonra, arkasından geldiğimi anladı, âh ederek, içli bir sesle; "Ey Tâceddîn, vâridât, feyzler, nûrlar, hâller ve esrârı o kadar üzerime yağdırıyorlar ki, bu nehir mürekkeb olsa, onları yazamadan biter Amma benim için bunlardan ne çıkar Benim aradığım görülemez, bilinemez, istek anlatılamaz, istenen vasfedilemez " buyurdu
Beyt:
Ne taleb dile gelir, ne matlûb anlatılır,
Ne onun bir benzeri, ne bunun misli vardır
Muhammed Bâkî-billah hazretleri, tasavvuf hâlleri içinde kendinden geçmiş bir durumda olmasına rağmen, iki sene talebelerini yetiştirmekle meşgûl oldu Talebelerinin en büyüğü ve en üstünü olan İmâm-ı Rabbânî hazretleri tasavvufta yetişip kemâle ulaşınca, kendini sohbetten tâlim ve telkinden çekip, dostlarını ve talebelerinin yetiştirilmesini ona havâle etti Kendini bu işten çekip, yalnızlığı tercih etti Âhirete âit büyük bir elem ve üzüntü ile yalnız kaldı Sâdece cemâatle namaz kılmak için dışarı çıkardı
Muhammed Bâkî-billah hazretlerini kim görse; "Yeryüzünde yürüyen bir meyyite kim bakmak isterse, Ebû Kuhâfe'nin oğluna, yâni Ebû Bekr-i Sıddîk'a baksın " hadîs-i şerîfini hatırlardı Bununla berâber, nazarlarının heybet ve tesiri duvarlara işlerdi Gafiller, kendisini görünce; "Onları görenler Allah'ı hatırlarlar " hadîs-i şerîfini akıllarına getirirlerdi Hattâ öyle ki; bir gün Hindûların tarlalarının bulunduğu bir köyden geçiyordu Orada bulunanların gözleri Muhammed Bâkî-billah hazretlerine takılınca, birbirlerine: "Bu nasıl bir insandır ki, onu görünce Allah hâtırımıza geldi " dediler
Bir zât şöyle anlatmıştır: "Bir gün, gelip namaza yetiştim ve Muhammed Bâkî-billah'ın da bulunduğu cemâate dâhil oldum Her taraf doluydu Yalnız Muhammed Bâkî-billah'ın yanı boştu Ben, Muhammed Bâkî-billah'ı yakînen tanımıyordum O boşluğa oturdum Biraz sonra Muhammed Bâkî-billah'ın heybet ve azâmetleri kalbime hücûm etti Hattâ ondan bir hayli uzaklaştığım hâlde sükûnet bulamadım Elimde olmayarak, biraz daha arkaya çekildim Böylece, öyle bir yere geldim ki, ayağımı biraz daha arkaya götürsem sofadan düşecektim Bu hâl bana çok tesir etti o günden sonra, o âriflerin büyüğünün muhlislerinden, sevenlerinden oldum "
Bütün bu heybetiyle berâber, ızdırabının coşması ve şöhretten kaçarak kendini halkın gözünden düşürmek arzusu ile, yalnız başına sokaklarda ve pazarda dolaşır ve bir duvarın gölgesinde toprağın üstünde otururdu Bu kendinden geçme ve hayret zamanlarında, dinden kıl ucu kadar ayrılmaz, azîmetle olan amellerinde bir gevşeklik olmazdı
Eğer talebelerinden birinin bir edebi terk ettiğini bilse, zâhirde kızmaz, dile almaz ama yakın oldukları hâlde, bâtınlarını ondan çekerler, ayırırlardı Bâzan rüyâda îkâz eden emirler verirdi Hatâ ve eksikliklerini talebelerine bu yollarla bildirirdi
Mertebesinin yüksekliğine en büyük delîl şudur: İki üç sene irşâd makâmında kaldı Bu kısa zamanda, nice insanlar onun şerefli sofrasından nasîb aldılar Hindistan memleketi, onların bereket ve ihsânları ile doldu ve bu diyarda garib olan, bilinmeyen Ahrâriyye yolu büyük revâç görüp, bu yoldan çok büyüklerin yetişmeleri, onların sâyesinde mümkün oldu
Muhammed Bâkî-billah hazretleri, insanların olgunluk yaşı olup, mânevî kemâllerin de yaşı olan kırk yaşına gelince, bu sıkıntılarla dolu cihânın darlığından kurtulmak istedi Bu günlerde birinin vefât haberini işitip baştan başa dertli olan kalbinden içli bir âh sesi duyuldu Ve; "Çok iyi oldu, kurtuldu" buyurdu Bundan maksadı, mevhûm olan varlık libâsından kurtulmaktır Zîrâ dünyâda olanlar, yalnız matlûbu duymakla kalırlar Şöyle ki, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî vefâtı zamanında, bu esrârı terennüm eyledi
Beyt:
Ben tenden kurtulurum, o hayâlden kurtulur,
Gideyim, kavuşmanın sonu böyle bulunur
Vefâtı yaklaştığı son günlerde hanımına; "Ben kırk yaşına gelince, büyük bir hâdise önüme gelir " buyurdu Mübârek ellerini açtı ve; "Elimde olan çizgi, sana söylediğim sözün nişânıdır " dedi Yine bu günlerden bir gün, eline bir ayna alıp, hanımını çağırdı ve; "Gel berâber bu aynaya bakalım " dedi O afîfe hâtun şöyle demiştir; "Aynada, onu tamâmen beyaz sakallı gördüm ve korktum Bana böyle görünmeyiniz, bakmaya gücüm yetmiyor " dedim Tebessüm etti ve kendini asıl şeklinde gösterdi
Kendi keşflerini, bir rüyâ görmüş gibi anlatmaları âdeti olduğundan, "Evliyâullahtan birine, bu yakınlarda Nakşibendî silsilesinin büyüklerinden biri âhirete intikâl edecektir Delhî şehrinin kenârında bir yere gömülsün ve insanlara karışmaktan kurtulsun diye bildirildi " dedi Bu zâtın kim olduğu husûsunda, bâzı talebeleri istihâre eylediler, izin verilmediğini anlayınca, istihâreden vaz geçtiler
Bir gün kendisi için; "Bana şöyle bildirdiler ki; Senin dünyâya gelmekten maksadın, tamam oldu Dünyâda işin kalmadı, artık sefere çıkmak îcâb ediyor " buyurdu
Muhammed Bâkî-billah hazretleri 1603 (H 1012) senesinde bir hastalığa tutuldu ve şöyle buyurdu: Hâce Ubeydullah-ı Ahrâr'ı rüyâda gördüm ve bana; "Gömlek giyiniz " buyurdu Bu rüyâyı anlattıktan sonra, tebessüm etti ve; "Eğer yaşarsam öyle yaparım, yaşamazsam, gömleğim kefenimdir " buyurdu
Bu günlerde sefere çıkmak isteyen muhlis talebelerinden birine de; "Birkaç gün bir yere gitmeyiniz, son günlerimi yaşıyorum " dedi Sâdık talebelerinden birçokları gelmişlerdi Zâfiyetinin, hastalığının çok olduğu zamanlar, derin ilimler beyân eyleyip, çok yüksek hakîkatlerden bahsetti Bir gece, hastalık ve zâfiyet o hâle geldi ki, gören can vermekte olduğunu sanırdı Bir müddet sonra kendine gelip; "Eğer ölmek bu ise, ne büyük bir nîmettir Bu hâlden kurtulmak istemiyorum " buyurdu Cemâzilâhir ayının yirmi beşindeCumartesi günü, hazırlık ve ayrılık eserleri görünmeğe başladı Bütün dostlarına bakışları ile vedâ ederken, talebeleri, eshâbı ve dostları ağlamağa başladılar Muhammed Bâkî-billah ise tebessüm buyurup hayretle bakıyor ve sanki: "Siz nasıl dervişlersiniz, kazâya rızâ dâiresinden çıkıp ağlarsınız " diye söylemek istiyordu Bu sırada talebelerinden biri: "Yâ İlâh-el-âlemîn" mübârek kelimesini söyledi Süratle onun tarafına bakıp, mübârek yüzünü onun tarafına çevirdi Orada olanlardan biri "Onların bu hareket ve teveccühü hakîkî mahbûbun ismini duyma şevkindendir " buyurunca, bu sözün tesiri ile mübârek gözleri yaş ile doldu İkindi vakti yaklaşmıştı Sesli olarak Allahü teâlânın ismini zikretmekle meşgûl olup böylece; "Allah, Allah  " diye rûhunu teslim eyledi
|