Prof. Dr. Sinsi
|
İmâm Efendi
Burada Mahmûd-ı Sâminî hazretlerinin sözlerini ve sohbetlerini çok dikkatli dinleyen İmâm Efendi, vaktinin nasıl geçtiğini anlamadı Mahmûd-ı Sâminî'nin huzûrunda önceki sıkıntılarını unuttu Kendinden geçmiş bir vaziyette sohbeti dinlerken, Mahmûd-ı Sâminî birden; "İmâm Efendiye bir kahve getirin, bir kahvemizi içsin " buyurdu Kahveyi getiren talebeye birisi çarpınca kahve Osman Bedreddîn'in beyazŞam hırkasının üzerine döküldü Giyimine ve temizliğe son derece titiz olan ve îtinâ gösteren İmâm Efendi içinden; "Eyvah bu elbise çok berbat oldu Artık giyilmez " dedi Mahmûd-ı Sâminî hazretleri; "Hâfız, kalbin incinmesin Bizim Mustafa çok da güzel çamaşır yıkar Hırkanı çıkar ver de bir güzel yıkasın " dediğinde, İmâm Efendi utanarak hırkasını Mustafa Efendiye verdi Bir müddet sonra Mustafa elinde hırka ile geri döndü İmâm Efendi hırkayı üzerine giyince kendisini bâzı haller kapladığını hissetti Kahve dökülen yerde hiç bir iz yoktu Karşılıklı sohbetlerini dinleyen diğer talebelerin kalblerindeki; ihlâs, muhabbet, teslimiyet, huzûr, sabır artıyordu İmâm Efendi önce inâbeye (ondan tasavvufu almaya) yaklaşmadı Mahmûd Sâminî hazretlerinin tütün içmesi ve rahatsızlığı sebebiyle gözlerinin çapaklanması dikkatini çekmişti Sabırla bekliyordu Hocası onun bu sabrı karşısında artık zâhirî perdeyi kaldırıp bir gün şöyle buyurdu: "Hâfız, misâfirlik üç gündür Senin misâfirliğin on günü geçti Yemek için çalışmak lâzımdır Haydi bakalım bostanımızı sulama sırası sendedir " Bu bostan, Sâminî hazretlerinin eliyle yetiştirdiği ve helâl lokma kazandığı bir bostandı Burada kendi emeği ile sebze yetiştirir, misâfirlerine ikrâm ederdi
İmâm Efendi, verilen emir üzerine bostanı sulamaya gitti Havuzun suyunu saldı Fakat daha bir evlek sebze sulamadan havuzun suyunu bitmiş gördü Gidip durumu hocasına bildirdi Mahmûd Sâminî hazretleri; "Hâfız, kocaman havuzun suyu bir evlek de mi sulamadı? Dikkat et hâfızım, gören gözle bak Havuz dolu duruyor Git vazîfeni yap!" dedi Tekrar havuzun başına gitti Bir de baktı ki havuz su ile dolu Bu işte hocasının kerâmeti olduğunu anladı O gün bostanı tamâmen suladı
Aynı gün ikindi vakti hocası; "Hâfız, yarın çok misâfirimiz gelecek Bostana git biraz patlıcan topla, mutfağa bırak" dedi Bu sefer aldığı emir üzerine patlıcan toplamaya gitti Ancak bostandaki patlıcanların henüz çiçek açmış ve yetişmemiş olduğunu gördü Geri dönüp durumu hocasına bildirdi Patlıcan yetişmemiş deyince, hocası; "Hâfız, Murat suyuna gitsen kurutup gelirsin Tekrar git patlıcanları yetişmiş bulacaksın " dedi Gidip bakınca gerçekten çuval çuval patlıcan yetişmiş olduğunu gördü Bu işte de hocasının kerâmeti olduğunu anladı Ancak bir taraftan da neden tütün içiyor diye düşünüyor, bir türlü teslim olamıyordu Bu düşüncesi ve tereddüdü o dereceye vardı ki, artık ayrılıp gitmeye karar verdi Bu karârı verdiği günün sabahı, Mahmûd Sâminî hazretleri sabah namazını kıldırdıktan sonra, aralarında İmâm Efendinin de bulunduğu cemâate karşı dönüp oturdu O gün hâli değişik, üzgün ve biraz da celâlli bir hâldeydi Mihrâbda bir müddet o hâlde durduktan sonra şöyle söze başladı: "Azîz kardeşlerim, bir dertli derdini tabîbe anlatmayıp gizlerse, derdine dermân bulamaz Bir âşık, aşkını mâşûkuna açmazsa o mâşuk (sevgili) aşkını bilemez Tasavvufda gurur yasaktır Teslimiyet şarttır Aşkın mecâzi köprüsünü geçenler, aşk-ı hakîkîye erenlerdir Buna erenler ise, Hakk'a inanıp bir rehbere bağlananlardır Size bir misâl vereyim Bir zât hazret-i Hızır elinden şerbet içmekle, bir kaç hocadan icâzetsiz izin almakla, erenler imtihânına mânen katılıp beline kemer bağlamakla yolu katedemez Bu gibiler aşılanmamış bir ahlat ağacına benzer Meyvesi acımtırak ve lezzetsiz olur Onu aşılamak lâzımdır Bâzı insanlar işte böyledir Kendi hâlinde yetişen bir çiçek misk gibi kokar fakat ne yazık ki ormandadır Ondan kimse faydalanamaz Beşeriyete hizmet lâzımdır Beşeriyet latîf ve güzel kokuya muhtâctır
Bir fakir derviş, tütün içer diye sevdiği kimse ondan kaçar Bunlar birer hikmet ve esrârdır Sürüden ayrılanı kurt kapar Fırsat elden kaçar Mutlaka olacak olur; kalbini ister geniş ister dar tut Gönül ister ki hoş olalım Bakınız Kaygusuz Abdal nasıl söylemiş:
Sana gizli bir sözüm var, gel gönüle gir gönüle
Sen senliğini elden bırak, gel gönüle gir gönüle
Bulalım dersen feth-i bâbın, gel gönüle gir gönüle
Bulam dersen aşk kenânın, gel gönüle gir gönüle
Siyâhı ko, akı tut, anma işe şer katanı,
Zikret müdâm yaradanı, gel gönüle gir gönüle
Zühd zâhid duzağıdır, ilim, ilimin bağıdır,
Gönül evi Hak evidir, gel gönüle gir gönüle
Kaygusuz bu böyle olur, Hakk'a doğru yola varır,
Bulanlar gönülde bulur, gel gönüle gir gönüle
Sohbetini dinleyenler, başlarını eğmiş sessiz bir hâlde oturuyorlardı Asıl muhâtab ise, İmâm Efendiydi O da bunu gâyet açık bir şekilde anlamıştı Çünkü diğerlerinin bilmediği bir çok hâllerini saymıştı Bu, hocasının bir kerâmeti idi Hocası sohbetten sonra evine gidip, akşama kadar çıkmadı İmâm Efendi ise sohbetini dinleyince gitmekten vaz geçip tam bir teslimiyetle Mahmûd Sâminî hazretlerinin yanında kalmaya kesin karar verdi Kendi kendine; "Sâminî hazretleri tütün içebilir bana ne" dedi Sonra; "Yâ Rabbî! Âciz ve bîçâre kulun Bedrî'yi gafletten uyandır Selâmete erdir " diye duâ etti
O gün imâmlığı kendisi yaptı Talebelerden biri, Sâminî hazretlerinin ileri gelen talebelerinden Miyadinli Mehmed Efendiye; "Hoca efendi mihrâbı neden bu Hâfız misâfire bıraktı" diyerek sorunca; "O, daha mürşid görmeden ilk devreyi kendi güzel ahlâkı ve istidâdı ile bir hamlede atlamıştır " cevâbını verdi
Mahmûd Sâminî hazretleri, o günü talebelerinden ayrı olarak evinde geçirdikten sonra, tekrar yanlarına çıktı Mescidde iken İmâm Efendi de mescide girdi Bu sırada bir talebesine; "Mustafa, Mustafa! Hâfızı bana gönder!" diye heybetli bir sesle bağırdı Bu heybetli sesi işitenler heyecâna kapıldılar İmâm Efendi birden bire titremeye başladı Telaşla hocasına koştu Vilâyet heybeti onu titretiyordu Huzûruna varınca, onu tutup riyâzet odasına soktu Artık o, tam bir teslimiyet içinde hocasının elini öperek bağlılığını arzetti Sonra; "Burada ne kadar kalacağım " diye suâl edince, şöyle cevap verdi: "Allahü teâlânın dilediği kadar, bir an, bir gün, kırk gün, belki kırk yıl Bu bir harman, bir meydan, bir devrandır Devran da meydan da harman da senin Zaman mahsul zamânıdır Yiğitlik şimdi belli olur, mânevî dereceleri katetme zamânıdır Dikkat lâzımdır
Hâfız! Hazret-iHızır'ın şerbeti, fadlına; Ahmet Merâmî hocanın emekleri ise, ilmine ve aşkına sebeb oldu Büyüğümüz Muhammed Behâeddîn hazretleri ve diğer büyükler rehberlik ederek senin bize gelmeni işâret ettiler değil mi? Erzurum'daAyaz PaşaCâmii minâresinde okuduğun ezân-ı Muhammedî, mâneviyât âleminin erenlerini cihâda dâvet etti Yer gök sarsıldı Bütün evliyâ, şühedâ ve sâlihlerin rûhları Erzurum semâlarında toplandı
Hâfız! Moskofları, taşla kovaladığın zaman biz de oradaydık Bunlar hep evliyâlığın cilveleridir Asıl mârifet, hakîkatler ötesindeki hakîkate ermektir Metin ol Allahü teâlâ yardımcındır  "
İmâm Efendi kısa zamanda tasavvufta yetişip kemâle erdi; on sekiz günde icâzet aldı Vazîfesi sebebiyle üç-dört sene Palu'da kaldı Bu arada hocasının sohbetlerinde bulundu
Daha sonra vazîfesi icâbı askerî taburla birlikte Dersim'e gitti Taburu Dersim'den Çemişgezek'e gönderilince, senelerce orada hizmet etti Buradan Palu'ya sık sık hocası Mahmûd-ı Sâminî hazretlerini ziyârete giden İmâm Efendi, onun duâsını alır ve sohbetini dinleyip geri dönerdi İmâm Efendi 1909 senesinde emekliye ayrılıp Harput'a yerleşti Bundan sonra tamâmen ilimle meşgûl oldu Derslerinde ve sohbetlerinde bulunan pekçok zâtı tasavvufta yetiştirdi Pekçok insanı da cehâletten kurtarıp, sâlihlerden eyledi İlme, mârifete ve feyze susamış iki yüz bine yakın kimse onun feyz pınarından kana kana içti Rüşd, hidâyet ve mârifete kavuştu
Sohbetlerinde aslâ siyâsî ve boş şeyler konuşulmazdı 1911 senesinde Harput'un ileri gelenlerinden pekçok zâtla birlikte hacca gitti Bu Hicaz seferinde; Şam, Mekke ve Medîne âlimleri kendisine çok hürmet ve ikrâmda bulundular
İmâm Efendi buyurdu ki: "İnsan Allahü teâlânın nîmetlerini düşünse, bunların şükrünü nasıl yerine getireceğinden hayret eder Şükrünü tam mânâsı ile edâ etmek mümkün değildir Allahü teâlâ, emirlerine itâat ve yasaklarından kaçma gibi azıcık bir şeyden râzı oluyor Pekçok ikrâm ve ihsânda bulunuyor "
"Cehennem iki türlüdür Hem sıcak, hem soğuk Cehennem vardır Cenâb-ı Hak kışın şiddetli soğuğunu yaratmış ki, insanlar Cehennem'in soğuğunu hatırlasınlar da ondan sakınsınlar Yazın en sıcak günlerini de yaratmış ki bundan da Cehennem'in sıcağını hatırlasınlar da ondan sakınma çârelerine yönelsinler "
"Tasavvuf, kitap ve sünnete dayanan ilâhî ve rabbânî hikmetin adıdır Mevzuu ise, kişiyi gafletten sakındırıp, Allahü teâlâ ile berâber olmayı kazandırmaktır Faydası da; kişiyi nefsin kötü huylarından arındırıp insanı kâmil ve Mevlâya lâyık bir kul yapmaktır "
İmâm Efendi hayâtı boyunca dâimâ insanları saâdete kavuşturmak için çalıştı Vâz ve nasîhat etti 1922 (H 1340) senesinde Harput'ta vefât etti Vefâtından birkaç gün evvel vasiyetini yazdı Vefât ettiğinde, halk arasında çok sevildiğinden, cenâzesinde büyük bir kalabalık toplandı Harput'ta Meteris kabristanına defnedildi Bilâhare kabri üzerine türbe yapıldı Ziyâret edilmektedir Gülzâr-ı Sâminî adındaki mektûbâtı ve Gülbün-i İrşâd ve Mecâlis-i Sâminiyye adında beş ciltlik kasîdesi vardır Sohbetleri üç kitap hâlinde basılmıştır
OSMAN BEDREDDÎN'İN ÇIRAĞI
İmâm Efendiden, talebelerinden Ömer NâsûhîArabistan'a gitmek için izin istedi İmâm Efendi; "Nâsûh, orada bizi tanıyan çok olur Sorana selâmımızı söyle!" dedi O zât kendi kendine; "Oralarda hocamı kim tanıyacak?" diye düşünme cehâletinde bulundu Arkadaşları ile yolda giderken tipiye tutuldular Perişan bir halde ilerledikten sonra, bir köye vardılar Orada büyük bir zât onları misâfir etti Ömer Nâsûhî'ye dönerek; "Gel bakalım Osman Bedreddîn'in çırağı!" dedi Şaşıran talebe yine kendi kendine; "Acabâ bu zât burada, hocam orada birbirlerini nasıl tanıyabilirler?" diye düşününce, o zât başını kaldırıp; "Evlâdım, biz birbirimizi hiç görmedik ama birbirimizi gâyet iyi tanırız " dedi Aradan zaman geçti ve Harupt'a geri döndü Hocasını ziyârete gidip; "Efendim, sağlıkla gidip geldik Orada soranlara da selâmınızı söyledim " dedi Bunları söylerken yine merakı geçmemişti İmâm Efendi ona; "Ömer, biz Allahü teâlânın bildirmiş olduğu şekilde birbirimizi tanır ve biliriz Rabbimiz bize hidâyet etmezse hiçbir şey bilmeyiz " buyurdu
VASİYETİMDİR
İmâm Efendi âilesine ve akrabâlarına şöyle vasiyet etti: Ey benim evlâd, birâder ve akrabâlarım! İslâmiyette ve doğru yolda bulunan kardeşlerim! Benim Ehl-i sünnet vel-Cemâat mezhebi üzere bir müslüman olduğuma cenâb-ı Hak şâhidimdir
Lütuf ve ihsânına karşı Allahü teâlâya hamd ederim Şâyet ömrüm tamam olup, Allahü teâlânın emri üzerine âhirete göçüp, ilâhî rahmete nâil olursam, son ömrümde düşmanımız olan nefis ve şeytan tarafından şaşırtılmak istenirsem, inşâallah ben onları dinlemem Ancak, İslâm dîninde olduğumu şimdiden işitip, kıyâmet gününde müslümanlığıma şâhitlik etmenizi istiyorum
Allahü teâlânın birliğine inanıyorum, elhamdülillah Allahü teâlâdan başka ilâh yoktur Muhammed aleyhisselâm O'nun kulu ve resûlüdür Yalnız Allahü teâlâ vardır O'nun ortağı yoktur Mülk O'nundur Hamd O'na mahsustur O, her şeye kâdirdir
Sizden Allahü teâlânın birliğine olan bu îmânıma şâhid olmanızı istirhâm ediyorum Ben âciz ve günahkâr bir kulum "Allahü teâlânın rahmetinden ümidinizi kesmeyin Çünkü Allahü teâlâ (şirkten tövbe ve îmân etmek sûretiyle) bütün günahları affeder " (Zümer sûresi: 53) meâlindeki âyet-i kerîmesini kendime delil edinip tövbe ederek, Rabbimin rahmetine sığınıyor, Peygamber efendimizin şefâatına kavuşmayı ümid ederek gidiyorum Evliyâullahın, Allahü teâlânın sevdiği kullarının ve Nakşibendiyye büyüklerinin bu günahkâr kula mânevî yardımlarını ümid ederim Bilhassa Şeyh Abdülkâdir-i Geylânî, MuhammedBehâeddîn Buhârî, pîrim Mevlânâ Hâlid, Şeyh AliSebtî, hocam Mahmûd Sâminî ve babamın mânevî yardımlarını ve Allahü teâlânın katında bu fakîre şefâatçı olmalarını ihsân ve ikrâmlarından ümîd ederim Vefât ettiğimde üzerime Kur'ân-ı kerîm okuyunuz Allahü teâlâ bu âcize ve bütün din kardeşlerime îmân ve hüsn-i hatîme nasîb eylesin! Âmin
1) Tam İlmihâl Seâdet-i Ebediyye; (49 Baskı) s 1131
2) Sohbetnâme (Cemâleddîn Emiroğlu)
3) Osmanlı Târihi Ansiklopedisi; c 6, s 11
4) Osman Bedreddîn Efendi, Hayâtı ve Hocaları (Ethem Ruhî Başaran)
5) Harput Yollarında; c 2, s 268
|