Prof. Dr. Sinsi
|
İmâm-İ Rabbânî
Bu kadar ilmi ve herkesin üstünde olgunluğu, tevâzûsu ile birlikte kalbi, Ahrâriyye, Nakşibendiyye büyüklerinin aşkı ile yanıyor, bu yolda yazılmış kitapları okuyordu Babasının vefâtından bir sene sonra, hacca gitmek üzere Serhend'den yola çıktı Bu yolculuğunda Delhi'ye varınca, orada tanıdıklarından ve Muhammed Bâkî-billah'ın talebelerinden olan Mevlânâ Hasan Keşmîrî ile görüştü Mevlânâ Hasan Keşmîrî, onu hocasının huzûruna götürüp, tanıştırmak istedi ve; "Bugün Ahrâriyye yolunda bu ülkede başka böyle büyük bir zât yoktur Tâliblerin onun bir nazarıyla bakışıyla kavuştukları mânevî derecelere günlerce çekilen çileler ve çeşitli riyâzetlerle nefsin istediklerini yapmamakla kavuşmak mümkün değildir " dedi
İmâm-ı Rabbânî hazretleri, daha önce babası Abdülehad'dan da Ahrâriyye yolunun ve bu yolda bulunanların üstünlüklerini ve kıymetini duymuştu Bu yolun büyüklerinin kitaplarını okuyup onların güzel hâllerini bildiği için; "Bu Hicâz yolunda, böyle büyük bir âlimden, bu büyükler yolunun zikr ve usullerini almaktan daha iyi ne olur?" diyerek Muhammed Bâkî-billah'ın huzûruna gitti Huzûruna girince kalbinde bir nûr parladı Mıknatıs iğneyi çeker gibi çekildi Kalbi şimdiye kadar hiç duymadığı, bilmediği şeylerle doldu Hacdan sonra uğrayıp istifâde etmeği niyet etti ise de, kalbindeki sevgi ve arzu, kendisini bırakmadı Ertesi gün huzûruna gelip, Ahrâriyye feyzine kavuşmak şevkini arzusunu bildirdi ve hizmetinde kaldı Edeble ve can kulağı ile sözlerine ve hâllerine bağlandı Böylece Kâbe'ye gitmekten vazgeçip, Kâbe sâhibini istedi Üstâdının da lütuf ve himmeti ile iki ay içinde kimsede görülmeyen hâllere kavuştu
İmâm-ı Rabbânî hazretleri, Muhammed Bâkî-billah'ı tanıdıktan sonra, edeple ve can kulağı ile bu hocasının sözlerine ve hâllerine bağlandı Birkaç ay sonra, hocası Muhammed Bâkî-billah ona icâzet verdi Böylece tasavvuf ilminde ve hâllerinde de yüksek dereceye kavuştuktan sonra, memleketi olan Serhend'e dönmesi emrolundu Hocası, talebesinden çoğunun yetiştirilmesini de ona bırakıp, onları da arkasından Serhend'e gönderdi Hocası onun için şöyle buyurdu: "Kalblere devâ, rûhlara şifâ olan bu tohumu, Semerkand ve Buhârâ'dan getirip Hindistan'ın bereketli toprağına ektim Tâliblerin yetişip kemâle gelmesi için uğraştım O (İmâm-ı Rabbânî), her dereceyi aşıp, üstünlüklerin sonuna varınca, kendimi aradan çekip, talebeyi ona bıraktım "
İmâm-ı Rabbânî hazretleri, memleketine gelince ilim ve edep öğretmeye isteklileri yetiştirmeğe ve yükseltmeğe başladı Şöhreti her yere yayılıp, her taraftan âşıkları, onun ilminden ve feyzinden faydalanmaya geliyordu Talebelerine Beydâvî Tefsîrî, Sâhîh-i Buhârî, Mişkât-i Mesâbîh, Avârif-ül-Me'ârif, Üsûl-i Pezdevî, Hidâye ve Şerh-i Mevâkıf gibi bâzı din kitaplarını ders olarak mükemmel bir şekilde okuturdu Ömrünün son zamanlarında dahî talebelerine ilim tahsîlini sıkı sıkı emreder, buna çok önem verirdi Herkesin kalbini ilim ve nûr ile dolduruyor, Muhammed aleyhisselâmın dînini canlandırıyor ve kuvvetlendiriyordu Zamanının pâdişâhlarını, vâli, kumandan, âlim ve hâkimlerini, çok tesirli mektupları ile, dîne, sünnet-i seniyyeye teşvik ediyor, çok âlim ve velî yetiştiriyordu Allahü teâlâ ona öyle mânevi ilimler ihsân etmişti ki hocası Bâkî-billah da bu yeni ilimlere kavuşmak için huzûruna gelir, hürmetle otururdu Hattâ bir gün geldiği zaman, İmâm-ı Rabbânî'yi kalbi ile meşgûl görüp, odaya girmedi, hizmetçiye de haber verip; "Rahatsız etme!" dedi ve sessizce kapıda bekledi Bir müddet sonra İmâm-ı Rabbânî hazretleri kalkıp; "Kapıda kim var?" deyince üstâdı; "Fakîr Muhammed Bâki " dedi Bu ismi duyunca kapıya koşup, edep ve tevâzu ile karşıladı
İmâm-ı Rabbânî hazretleri bir müddet Serhend'de talebe yetiştirmekle meşgûl olup, insanlara doğru yolu anlattıktan sonra, hocası Muhammed Bâkî-billah'ı ziyâret için Delhi'ye gitti Bir müddet hizmetinde kaldı ve hocası ile çok hoş sohbetleri oldu Hâllerini bulunduklarından daha yukarıya götürdüler Bütün bu lütufları ile çok yüksek hâllere, fazîletlere kavuşmasına rağmen, hocası Muhammed Bâkî-billah'a yapılması mümkün olmayan bir edeble davranıyordu Muhammed Hâşim-i Keşmî şöyle anlatmıştır: "Hâce Hüsâmeddîn Ahmed'den işittim Hocam İmâm-ı Rabbânî'yi medhedip övdükten sonra; "Mertebesi yüksek, fazîleti çok olmakla berâber, edebe riâyette, hocamız Muhammed Bâkî-billah'ın talebelerinden hiçbiri, İmâm-ı Rabbânî hazretleri gibi değildi Bunun için bereketler herkesten önce ona nasîb oldu " buyurdu
İmâm-ı Rabbânî hazretleri şöyle buyurmuştur "Biz dört kişi, hocamız Muhammed Bâkî-billah'a hizmette diğerlerinden ilerdeydik Hepimizin ayrı bir bağlılığı, ayrı bir düşüncesi vardı Bu fakîr yakînen biliyorum ki, böyle bir sohbet ve cem'iyyet, terbiye ve irşâd kaynağı, Peygamber efendimizin zamânından sonra dünyâda çok az görülmüştür Gerçi insanların en hayırlısı olan Resûlullah efendimiz zamânında bulunamadık, sohbetine kavuşamadık ama, Muhammed Bâkî-billah hazretlerinin saâdetli sohbetinden de mahrûm kalmadık Bunun için bu büyük nîmetin şükrünü yerine getirmek lâzımdır Onun huzûrunda herkes kendi bağlılığına, muhabbetine göre bir şeylere kavuştu "
İmâm-ı Rabbânî hazretleri, hocası Muhammed Bâkî-billah hazretlerinin ikinci defâ huzûruna gidip bir müddet kaldıktan sonra, tekrar memleketine döndü Bir müddet daha tâliblere, isteklilere feyz vermekle meşgûl oldu Bu sırada pek yüksek derecelere kavuştu Bu hâllerini hocasına mektuplar yazarak bildirdi Bundan sonra üçüncü defâ hocasını ziyârete gitti Bu ziyâretinden sonra Delhi'den Serhend'e dönüp birkaç gün kaldı ve Lâhor'a gitti Lâhor şehrinde herkes, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin teşrîfini büyük bir ganîmet bildi Talebelerinin en meşhûrlarından olan; Mevlânâ MuhammedTâhir, Hâce Muhammed, Mevlânâ Esgar Ahmed ve Mevlânâ Ravh Hüseyin gibi zâtlar bu sırada talebesi olup, sohbetinde pişip yüksek derecelere kavuştular İmâm-ı Rabbânî hazretleri Lâhor'da bulunduğu sırada, oranın meşhûr âlimleri kendisine çok hürmet ve edep gösterdiler Nice bilinmeyen ve çözülmesi zor meseleleri ondan sorup doyurucu cevaplar aldılar
İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin Lâhor'daki sohbetleri devâm ederken, hocası Muhammed Bâkî-billah'ın vefât haberi geldi Kalblerdeki huzûr ve ferahlığın yerini, elem ve keder aldı Bu haber üzerine, hemen Delhi'ye gidip mübârek mezarlarını ziyâret etti Oğullarına ve talebelerinin büyüklerine tâziyede bulundu Muhammed Bâkî-billah hazretlerinin talebeleri, üzüntülerini ve kalblerindeki elemi, onun terbiyelerinin ve sohbetlerinin bereketleriyle gidermek için, huzûrlarına gelip, Muhammed Bâkî-billah'a gösterdikleri gibi, İmâm-ı Rabbânî hazretlerine de; muhabbet, hürmet ve teslimiyet gösterdiler Küçük büyük hepsi onu kabûl edip bağlandılar
İmâm-ı Rabbânî hazretleri, hocası Muhammed Bâkî-billah'ın her sene, vefât ettiği ay olan Cemâzil-âhir ayında Serhend'den hocasının nûrlu kabrini ziyârete gider ve tekrar Serhend'e dönerdi İki üç defâ da Akra'yı teşrif etti Bundan başka Serhend'den ayrılıp başka bir yere gitmedi Ancak, hayâtının sonuna doğru, zamânın sultânının ısrârı üzerine, iki-üç sene kadar bâzı beldelerde askerlerin arasında bulundu Bunda da birçok hikmetler vardı O yerlerin halkı bu vesîle ile onun sohbetlerinde bulundular Bereketli nazar ve teveccühlerine kavuşup, nasîblerini aldılar
İmâm-ı Rabbânî hazretleri, Serhend'e döndükten sonra, Kâdirî tarîkatının büyüklerinden olan Şâh Kemâl Kâdirî'nin rûhâniyetinden de icâzet almakla şereflendi Bu icâzeti şöyle olmuştur: Bir sabah İmâm-ı Rabbânî hazretleri talebeleri ile murâkabe hâlinde iken, Şâh Kemâl'in torunu ve onun bütün kemâlâtının vekîli olan Şâh İskender, Kehtel'den gelip, Şâh Kemâl'in bereketli hırkasını İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin mübârek omuzuna koydu İmâm-ı Rabbânî gözlerini açınca, Şâh İskender'i gördü Tam bir tevâzu ile boyunlarına sarıldı Şâh şöyle dedi: "Birkaç zamandır, hâl ve rüyâmda dedem Şâh Kemâl'i görüyorum Bana, hırkasını size vermemi emrediyordu Fakat, onların bu bereketli hırkasını evden çıkarıp, bir başkasına vermek bana çok ağır geliyordu Ama tekrar tekrar emredince, emirlerine uymak lâzım oldu " İmâm-ı Rabbânî, o hırkayı giyip husûsî odasına gitti Bir müddet sonra odasından çıkınca, en yakın sırdaşlarına, mahremlerine şöyle söyledi: "Hazret-i Şâh Kemâl'in hırkasını giydikten sonra, şaşılacak çok garip hâl zâhir oldu Şöyle ki, hırkayı giydiğim zaman, insanların ve cinlerin seyyidiAbdülkâdir-i Geylânî'yi, hazret-i Şâh Kemâl'e kadar devâm eden bütün halîfeleriyle yanımda gördüm Hazret-i Gavs-i Rabbânî Abdülkâdir-i Geylânî kalbimi kendi tasarruflarına aldı ve husûsî nisbetlerinin ve yollarının nûrları ve esrârı beni kapladı Bense, o hâllerin ve nûrların denizine gömülüp o denizin dalgıcı oldum Bir müddet bu hâlde kaldım O hâllerin beni kapladığı zamanda kalbime; "BeniAhrâriyye büyükleri terbiye ettiler ve işimin esâsı bu büyüklerin yolunda olmaktır, şimdi başka oluyor " diye geldi Böyle düşünürken, Ahrâriyye yolunun büyüklerinin, hâce-i cihan HâceAbdülhâlık-ı Goncdüvanî'den hocam HâceBâkî-billah'a kadar bütün halîfelerinin geldiğini gördüm Benim işim ve icrâatım hakkında konuşmaya başladılar Ahrâriyye büyükleri; "Bunu biz terbiye ettik Bizim terbiyemizle zevke, hâle ve kemâle erişti Siz ona ne hakla karışabilirsiniz?" dediler Kâdirî büyükleri (Rahimehümüllah) da; "Daha çocukluğunda bizim ona teveccühümüz vardır Bizim nîmet soframızdan tad almıştır Şimdi de bizim hırkamızı giymektedir " dediler
Onlar böyle konuşurken Kübreviyye, Çeştiyye yollarından da birer cemâat geldi Böylece anlaşmaya vardılar, bundan sonra bu iki şerefli nisbetten de kalbimde, büyük pay, tam bir şevk buldum " İmâm-ıRabbânî hazretleri tasavvufda, bu yolların hepsinde talebe yetiştirip feyz verdi
İmâm-ı Rabbânî hazretleri, benzeri az yetişen, müstesnâ bir İslâm âlimi ve büyük bir mürşid-i kâmildir Peygamber efendimizin vefâtından bin sene sonra da İslâm düşmanları dîne, îmâna insafsızca saldırmışlardı Allahü teâlâ kullarına acıyarak, İmâm-ı Rabbânî gibi bir müceddîd yarattı Ona derin ilimler ihsân eyledi Onun vâsıtasıyla din düşmanlarının korkunç saldırısını durdurdu Hakkı bâtıldan ayırıp, çok kalblerden bâtılı kaldırdı Bu yüce İmâm'ın mektup ve kitapları, insanları gafletten uyandırdı Dünyâya ışık saldı Yâni Allahü teâlâ onu, Peygamber efendimizden bin sene sonra, dîn-i İslâmı yenilemek ve kuvvetlendirmek için göndermişti
İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin dîne yıllarca yaptığı bu büyük hizmetleri, sağlam, iknâ edici delîllerle sapık fikirlerinin çürütüldüklerini, Ehl-i sünnet îtikâdının ve doğru din bilgilerinin yayıldığını, bid'atlerin kalktığını gören bâzı sapık kimseler, ona cephe aldılar hased ve iftirâ etmeye başladılar
Bunun için bâzı kimselerin cefâ oklarına, eziyet ve iftirâlarına hedef oldu Nice âlimlerin, fâdılların, kâmillerin kendi yollarından ayrılıp, rehberlerini bırakıp, etrâfına ve hizmetine koşuşmaları ise, hasedlerini daha da artırdı İmâm'ı tehlikeye düşürmek için, hîlelere başladılar Meselâ, Cüneyd-i Bağdâdî, Bâyezîd-i Bistâmî gibi büyük meşâyihi aşağı görüyor diyerek, câhil tabakayı aldattılar Yüksek meşâyihin bildirdiği vahdet-i vücûdu inkâr ediyor, diyerek, görüşü kısa kimseleri İmâm'dan soğutmaya başladılar Onu sevenlere de; "Meşâyih-i izâmı inkâr ediyor, Allahü teâlânın mârifetine vâsıtasız olarak kavuştum diyor " dediler Çeşit çeşit iftirâlarda bulundular
O zamânın sultânı Selim Cihangir Hânın devlet adamları, hattâ büyük vezîri, baş müftîsi ve etrâfındakiler Ehl-i sünnet düşmanı idiler Hâlbuki İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin birçok mektupları ve bilhassa ayrıca yazdığı Redd-i Revâfıd Risâlesi, Eshâb-ı kirâm düşmanlarını red etmekte, böylelerinin câhil, ahmak ve alçak olduklarını anlatmaktaydı İmâm-ı Rabbânî bu risâlesini Buhârâ'da bulunan en büyük Özbek hânı Abdullah Hana yollamıştı "Bunu İran'da, Şâh Abbâs-ı Safevî'ye gösterin! Kabûl ederse ne iyi, etmezse onunla harb câiz olur " demişti Kabûl etmedi Harb oldu Abdullah Han, Herât'ı ve Horasan'daki şehirleri aldı Buralarını daha evvel Safevîler almıştı İşte bundan sonra, Hindistan'daki bozuk fırkalar, Eshâb-ı kirâm düşmanları elele verdiler Sultâna gidip İmâm-ı Rabbânî hazretleri hakkında çeşitli iftirâlarda bulunarak şikâyet ettiler Sultan, oğlu Şâh Cihân'ı gönderip, İmâm-ı Rabbânî hazretlerini, evlâdlarını ve yetiştirdiği talebelerini çağırıp, hepsini öldürmeğe karar verdi Bunun üzerine Şâh Cihân, bir müftî ile yanına gitti Sultâna secde câiz olduğunu gösteren bir fetvâyı da götürdü İmâm-ı Rabbânî'nin üstünlüğünü biliyordu "Babama secde edersen seni kurtarabilirim " deyince, İmâm-ı Rabbânî hazretleri bu fetvânın zarûret zamânında izin olduğunu, azîmet ve din bütünlüğünün secde etmemek olduğunu, ecel gelince, ölümden hiçbir şeyin kurtaramayacağını söyledi ve secde etmeği kabûl etmedi Çocuklarını ve talebelerini bırakıp sultâna yalnız gitti Kendisine yapılan iftirâlara karşı sultâna güzel ve doyurucu cevaplar verdi Sultan yüksek hakîkatleri anlıyabilecek birisi olmadığı hâlde, neşelendi ve serbest bırakıp özür diledi Hattâ, sultâna kendisine yapılan iftirâların asılsız olduğunu açık delîllerle anlatırken, orada bulunan ateşe tapıcı Hindûların büyük bir kumandanı, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin dinde olan kuvvetini, sözlerini, lezzet ve kıymetini görerek müslüman oldu
Sultânın iknâ olduğunu gören iftirâcı sapıklar; "Bunun adamları çoktur Sözleri bütün memlekette yürürlüktedir Bunu serbest bırakırsak bir karışıklık çıkabilir " diyerek, uzun konuşmalardan sonra sultânı aldattılar Sultan, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin, memleketin en sağlam ve korkunç kalesi olan Guwalyar Kalesi'ne hapsedilmesini emretti ve hapsedildi Bu hâdiseye çok üzülen talebeleri sultânâ isyân etmek istediler Bunu yapabilecek güçte idiler Fakat İmâm-ı Rabbânî hazretleri onları rüyâlarında ve uyanık iken bundan men etti Sultâna hayır duâ etmelerini emredip; "Sultânı incitmek bütün insanlara zarar verir " buyurdu Kendisi de sultâna hep hayır duâ ediyordu Sultânın vezîri, koyu bir muhâlif olduğundan, zindanda, İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin başına kardeşini tâyin etmiş ve çok şiddetli davranmasını emretmişti Bu görevli ise ondan çeşitli kerâmetler, üzülmek yerine heybet, sabır ve hattâ neşe görerek tövbe etti Bozuk îtikâdını terkedip Ehl-i sünneti seçti ve hâlis talebelerinden oldu Kalede hapis bulunan binlerce kâfir, onun bereketi ve sohbetleri ile müslüman olmakla şereflendi Birçok günahkâr tövbe etti Hattâ bâzıları yüksek âlim oldu İmâm-ı Rabbânî hazretleri hapiste üç sene kaldıktan sonra, sultan yaptığına pişmân oldu Hapisten çıkarıp ikrâm ve ihsân eyledi Hattâ hâlis talebesinden ve sâdık dostlarından oldu Bir müddet, asker arasında kalmasını istedi Sonra serbest bırakıp, hürmetle vatanına gönderdi Hapisteki bu sıkıntılardan ve uğradığı dertlerden sonra, evvelce bulundukları hâllerin ve makâmların binlerce üstünde derecelere yükselmiş olarak memleketine döndü İmâm-ı Rabbânî hazretleri önceleri; "Yetiştiğim derecelerin üstünde, daha çok makâmlar vardır Onlara yükselmek celâl sıfatı ile, sert terbiye edilmekle olabilir Şimdiye kadar cemal sıfatı ile okşanarak terbiye edildim " buyurmuştu Talebesinden bir kısmına; "Elli ile altmış arasında üzerime dertler, belâlar yağacak " buyurmuştu Buyurduğu gibi oldu O makâmlara da yükselmek nasîb oldu
İmâm-ı Rabbânî hazretlerini hapsettiren SelimCihangîr Hanın oğlu Şâh Cihân, pâdişâh olmak için babasına karşı geldi Askeri çok ve babası tarafındaki kumandanların çoğu kalbden kendisine bağlı olduğu hâlde zafer kazanamadı O zamânın velîlerinden birine hâlini anlatıp duâ istedi O velî dedi ki: "Senin zafer kazanman için vaktin dört kutbunun sana duâ etmesi lâzımdır Bunlardan üçü seninle berâber ise de, en büyükleri olan dördüncüsü bu işe râzı değildir O da İmâm-ı Rabbânî Müceddîd-i elf-i sânî hazretleridir Şâh Cihân, İmâm'ın huzûruna gelip duâ etmesi için yalvardı Fakat, İmâm-ı Rabbânî onun babasına karşı gelmesine mâni olup nasîhat etti "Babana git, elini öp, gönlünü al, yakında vefât edecek, saltanat sana kalacaktır " diye müjde verdi Şâh Cihân emirlerini dinleyip arzûsundan vazgeçti Bir zaman sonra 1627 (H 1037) de babası vefât edince saltanata kavuştu
Müslümanların zayıf düştüğü, küfrün, sapıklığın, zulmetin, felsefecilerin ve sapık kimselerin her tarafı kapladığı bir zamanda, binlerce kâfir, çok sayıda fâsık ve fâcir onun güzel hâllerini görüp, sohbetini işitip tövbe ederek sâlih müslüman oldu Uzaktan yakından pek çok kimse, rüyâda ve uyanık iken onu görerek yanına koşmuş, huzûruna geldiklerinde gördüklerini aynen bulmuşlardır Âlim, sâlih, genç, ihtiyâr binlerce kimse onu görüp, sohbetinde bulununca, feyz alarak kalbleri zikreder olmuştur Huzûrundaki pek çok talebeyi hâllere, yüksek derecelere kavuşturmuştur Her an kerâmetleri görülür feyz ve bereket yayardı Kerâmetlerinin altı binden fazla olduğu bildirilmiştir
Zamânının âlimleri, İmâm-ı Rabbânî hazretlerine "Sıla" ismi ile hitâb ettiler Sıla, birleştirici demektir Çünkü, o, tasavvufun İslâmiyetten ayrı bir şey olmadığını İslâmiyete uygun bir şey olduğunu isbat ederek, ahkâm-ı İslâmiye ile tasavvufu vasl etmiş, birleştirmiştir Bir hadîs-i şerîfte; "Ümmetimden Sıla isminde biri gelir Onun şefâati ile çok kimseler Cennet'e girer " buyrularak onun geleceği haber verilmiştir Bu hadîs-i şerîf, İmâm-ı Süyûtî'nin Cem'ül-Cevâmi kitabında vardır İmâm-ı Rabbânî hazretleri bir mektubunda; "Beni iki deryâ arasında "Sıla" yapan Allahü teâlâya hamd olsun " diye duâ etmiştir Eshâbı, talebeleri ve sevenleri arasında "Sıla" ismiyle meşhûr olmuştur Hadîs-i şerîfte müjdelenen "Sıla" ismini ondan evvel hiç kimse almamıştır
İmâm-ı Rabbânî hazretleri, Müceddîd-i elf-i sânîdir Yâni hicrî ikinci binin müceddididir Eski ümmetler zamânında, her bin senede yeni din getiren bir resûl gönderilirdi, yeni din öncekini değiştirip, bâzı hükümleri kaldırırdı Her yüz senede de bir Nebî gelir, din sâhibi peygamberin dînini değiştirmez, kuvvetlendirirdi Hadîs-i şerîfde, bu ümmete ise, her yüz yıl başında İslâm dînini kuvvetlendiren bir âlim geleceği haber verilmektedir Peygamber efendimizden sonra peygamber gelmeyeceğine göre, kendisinden bin sene sonra, İslâm dînini her bakımdan ihyâ edecek, dîne sokulan bid'atleri temizleyip, asr-ı seâdetteki temiz hâline getirecek, zâhirî ve bâtınî ilimlerde tam vâris, âlim ve ârif bir zâtın olması lâzımdı Hadîs-i şerîfler bunu bildirmektedir Bu mühim hizmeti İmâm-ı Rabbânî hazretleri yapmıştır
|